Türkiye’de Balıkçılığın Sorunları ve Çıkış Önerileri
- Kolektif Yaşamı Kurgulama Bilim Alanı
- Deniz Bilimleri Komisyonu
Haziran 2022
Her geçen gün Türkiye denizlerinde avlanan deniz canlılarının türlerinin tükendiğine, ekolojik sistemin hızla değiştiğine tanıklık ediyoruz. Ayrıca avlanan veya çiftliklerde yetişen balıkların vücutlarında biriken plastik ve ağır metaller sağlımız açısından kaygı yaratıyor. Çok sayıda küçük tekneleri ile avlanmaya çalışan balıkçı ailesi yoksullaşır ve avcılığa devam edemezken bu alandaki büyük şirketlerin kâr hırsıyla bu alanda yaşanan akılsızlığı ve sorumsuzluğu hızlandırdığı izleniyor.
Balıkçılık alanında yaşanan sorunları anlamak, üzerine düşünebilmek ve çözüm üretebilmek için Bilim ve Aydınlanma Akademisi Deniz Bilimleri Komisyonu tarafından üretilen raporu sunuyoruz.
Bilim ve Aydınlanma Akademisi
1. Giriş
Geçmişten Günümüze Balıkçılığın Durumu
Rapora 1970'li yıllardan beri ülkemizde yanlış kullanılan bir terime kısaca değinerek başlamak yerinde olacaktır. Balıkçılık, sucul ekosistemlerde yaşayan canlıların insanlar tarafından doğrudan ya da dolaylı olarak avlanılması, yetiştirilmesi ve pazarlanmasıdır. Balıkçılık ürünleri, balıkçılık faaliyetlerinden elde edilen balıkları; yengeç, ıstakoz, karides gibi kabukluları; midye, ahtapot, kalamar, mürekkep balığı gibi yumuşakçalar ile avcılığı ve yetiştiriciliği yapılan diğer sucul canlıları kapsamaktadır [1],[2]. Su ürünleri ise deniz suyundan elde edilen iyot, magnezyum, kalsiyum, potasyum, klor, altın ve gümüş gibi maddeleri ya da iç sulardan elde edilen sodayı kapsamaktadır. Türkiye dışındaki ülkelerde sucul canlılar için su ürünleri terimi kullanılmamaktadır [3],[4].
Türkiye'de Balıkçılık Alanında Yapılan Çalışmalar
Türkiye, üç tarafını çevreleyen Akdeniz, Karadeniz, Ege Denizi'nin yanı sıra balıkların göç yolu üzerindeki Marmara Denizi ve zengin iç suları ile birlikte, büyük bir balıkçılık potansiyeline sahiptir. Türkiye'de XX. yy.'ın ilk çeyreğinde balıkçılıkla ilgili sınırlı sayıdaki çaba göze çarpmaktadır. 1915'de İstanbul Balıkhanesi Müdürü olan Karekin Deveciyan'ın "Türkiye'de Balık ve Balıkçılık" adlı eseri yayınlanmıştır. Alman araştırmacılar Dr. Bauer ve Lübert ile Karekin Deveciyan, ülke balıkçılığının durumu hakkında 1917-1918 yılları arasında bir rapor hazırlamışlardır. Balta Limanı’ndaki (İstanbul) Damat Ferit Paşa Köşkü'nde 1919-1922 yılları arasında balıkçılık kursları düzenlenmiş, bu kurslar Cumhuriyet’in ilk yıllarında da devam etmiştir [3].
Osmanlı Devleti’nde balıkçılık konusunda bilimsel eğitim veren ya da araştırmalar yapan herhangi bir kurum bulunmazken, Cumhuriyet ile birlikte, balıkçılığın geliştirilmesi amacıyla uzman yetiştirmek amacıyla kurulan Marmara Balıkçılık Mektebi (1928), Yüksek Balıkçılık Enstitüsü (1931), Beşikdüzü (Trabzon), Ladik-Akpınar (Samsun), Arifiye (Sakarya) Köy Enstitüleri (1940) ile İstanbul (1951) ve Ege (1964) Üniversitelerinde kurulan Hidrobiyoloji Araştırma Enstitülerinin ömürleri kısa olmuştur [3].
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, faşist Nazi Almanya’sından kaçarak İstanbul Üniversitesi’ne gelen Ord. Prof. Dr. Curt Kosswig ve diğer bilim insanları zooloji (hayvan bilimi) ve ihtiyoloji (balık bilimi) alanında önemli çalışmalar yapmışlardır. 1951'de İÜ Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü’nün kurulması sonrasında balıkçılık eğitimi ve araştırmalarında ilerleme kaydedilebilmiştir. Uygulamalı balıkçılık araştırmaları yapmak için kurulan, 1955 ve 1961 yılları arasında bilimsel faaliyetler yürüten Et ve Balık Kurumu Balıkçılık Araştırma Merkezi, ülkemiz kıyılarında dağılım gösteren ve özellikle ekonomik açıdan değerli olan balık türlerinin biyolojilerine yönelik araştırmalar yapmasının yanı sıra ilk sayısı İÜ Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü tarafından çıkartılan Balık ve Balıkçılık dergisinin sonraki sayılarını 1952 - 1977 yılları arasında yayınlamaya devam etmiştir. Ancak, bir kurumun kapatılıp diğerinin açıldığı bir ortamda, su ürünleri programlarının ve yüksekokullarının açıldığı 1979-1983 yıllarına kadar eğitimde ve bilimsel araştırmalarda süreklilik sağlanamamıştır [3].
Günümüzde Trabzon, Antalya, Isparta ve Elazığ'daki T.C Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Su Ürünleri Araştırma Enstitülerinde ve birçok şehirdeki üniversitelerin Su Ürünleri, Su Bilimleri ve Deniz Bilimleri Fakülteleri ile Enstitülerinde balıkçılık üzerine yapılan çalışmalar olmakla birlikte, bu araştırmaların niteliği diğer bilim alanlarında olduğu gibi giderek düşmektedir. Piyasa odaklı zihniyetin her şeye egemen olmasının sonucu olarak, temel bilimlerin içinden geçtiğimiz süreçte gitgide itibarsızlaştırılması bu alanı da etkilemektedir.
Balıkçılığın Endüstrileşmesi ve Aşırı Avcılık
Aşırı avcılık, balıkçılığın sağlıklı ve sürdürülebilir olarak devamını tehlikeye düşüren temel bir sorundur. II. Dünya Savaşı'ndan sonraki yıllarda, ticari balıkçılık faaliyetlerini büyütmek amacıyla yapılan sermaye ve teknoloji yatırımları giderek artmıştır. Tüm dünyada elde edilen av miktarı 1950 yılında yaklaşık 20 milyon ton olurken [6], 2018 yılında 96,4 milyon tona [7], yani yaklaşık 5 katına ulaşmıştır. Avlanma kapasitesinin hızlı artışı, başta somon ve ton balığı olmak üzere birçok deniz canlısının popülasyonun hızla azalmasına neden olmuş, denizel ekosistemin sağlıklı işleyişini tehdit etmeye başlamıştır [6].
Türkiye’de 1970'li yıllara kadar küçük ölçekli gündelik balıkçılık yapılırken, özellikle bu yıllardan itibaren teknolojinin gelişmesi ile birlikte balıkçılık alanında büyük değişimler olmuştur. 4 Nisan 1971’de 1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun yayınlanması ile birlikte avcılıkta kullanılacak her türlü araç-gerecin ithal edilmesinde uygulanan gümrük vergileri kaldırılmıştır.
Motor gücü arttırılan balıkçı gemilerinin yanı sıra bu gemilerde kullanılan ve aynı zamanda balıkçılık ürünlerini dondurma özelliğine de sahip olan gelişmiş soğuk hava depoları, balıkları bulmaya yarayan radar teknolojisi ve naylon ağlar ile birlikte, tüketim ihtiyacının çok üstünde bir avcılık yapmanın, diğer bir deyişle, aşırı avcılığa doğru giden yolun önünde herhangi bir engel kalmamıştır [9].
Avcılığın tüm dünyadaki artışının yanı sıra Türkiye’de de bir yükseliş mevcuttur. Tablo 1’de Türkiye’de 2000’lerin başından 2020’ye kadar olan süreçte gerçekleşen avcılık miktarları görülmektedir [8]. Tabloda görüldüğü gibi, avcılıkta belli dönemlerde öyle büyük artışlar yaşanmıştır ki bu dönemlerin ardından kaynaklardaki azalmadan dolayı düşüşe geçmiştir. Bu yükselme ve düşüşler avcılığın ülkede dalgalı bir seyir izlemesine yol açmıştır.
Aşırı avcılık; hamsi, sardalya, kıraça, istavrit gibi küçük balıklar ile orfoz, lahoz, mercan, levrek ve çipura gibi ekonomik değeri yüksek olan türlerin aşırı sömürülmesinin yanı sıra hedef dışı avlanan köpek balığı, vatoz gibi ekolojik açıdan son derece önemli kıkırdaklı balık popülasyonlarının giderek azalmasına ve deniz ekosistemindeki besin ağı dengesinin bozulmasına neden olmaktadır. Ülkemizde giderek artan aşırı avcılık sonucunda, kalkan ve orkinoslarla birlikte mersin, kılıç, kolyoz ve uskumru gibi balıkların nesli neredeyse tükenmiştir. [8].
Yasadışı araç - gereç ve vasıtaları kullanarak yapılan avcılık ile birlikte boy yasaklarına aykırı şekilde ve avlanması yasak olan türlerin de avlanıldığı balıkçılık faaliyetleri, Türkiye ile sınırlı kalmamakta, tüm dünya denizlerindeki sucul canlı stoklarını her geçen gün daha fazla tehdit etmektedir. Avcılığın serbest olduğu bölgelerdeki balık stoklarının aşırı avcılıktan dolayı erken tükendiği durumlarda balıkçılar, avlanmaya kapalı olan ve stokların daha fazla olduğu yerlere yönelmektedir. Yasadışı avcılık denildiğinde akla ilk gelen vasıtalardan olan şebekeler1, balık stoklarını tüketmekle kalmayıp, kıyı balıkçılığı açısından önemli olan uzatma ağlarına ve paragatlara2 da ciddi zararlar vermektedir.
Balık hallerinde ve pazarlarında yasal avlanma boyu en az 9 cm olması gereken hamsilerin 3-4 cm'lik bireyleri görülebilmektedir. Yasal avlanma boyu bir dönem 14 cm'ye kadar düşen, günümüzde 18 cm olan lüfer balığının en azından bir kez yumurta bırakabilmesi için 25-27 cm boya ulaşmış olması gerekmektedir. Lüfer yavruları, çinekop3 adı altında, sanki farklı bir tür balıkmış gibi satılmaktadır. Avlanabileceği minimum boy 20 cm olması gereken çipura balığının yavruları ise lidaki4 adı altında, mevcut yasağa rağmen satılabilmektedir [10].
Denizlerin temizlenmesinde önemli role sahip deniz patlıcanları (hıyarları) Çin'e ihraç edilmek üzere yasa dışı şekilde toplanmaktadır. Sayıları giderek azalan ve çıkartılması yasak olan süngerler de turistik eşya satan dükkânlara satılmak üzere toplanmaktadır.
Bunların yanında deniz kestanesi popülasyonu da tükenme tehdidi altındadır. Özellikle Saros Körfezi ve civarında kontrolsüz olarak yapılan deniz kestanesi avcılığı artarak devam etmekte, avlanan deniz kestaneleri Avrupa’ya ve Uzak Doğu ülkelerine ihraç edilmektedir. Son olarak alınan kararla ticari amaçlı deniz kestanesi avcılığı/toplayıcılığı yasaklanmıştır [11].
Bütün bunlara karşı balıkçılığı korumak ve sürdürebilirliğini sağlamak için yasal sınırlamalar ve denetlemelerin etkili ve sürekli bir şekilde gerçekleştirilmesi ise mümkün olmamaktadır. Denizde, avcılık sırasında yapılmayıp, balık nakliye araçlarında, balık hallerinde, satış tezgâhlarında ya da balıkçı barınaklarında bakanlık çalışanları tarafından yapılmaya çalışılan denetimler başarılı olamamakta, çoğu zaman da denetçilerin yaralanması ya da hayatını kaybetmesi ile son bulmaktadır [12]. Bunun en büyük nedeni ise balıkçılığın piyasaya ve güce teslim edilmesi, bu alanda da fiilen orman kanunlarının geçerli olmasıdır.
Yukarıda çizilen genel tablo, on yıllardır kapitalist düzenin egemenliği altında tüm dünyada uygulanmaktadır ve sucul kaynakların tüketimi bu piyasa anarşisine terk edilmiş durumdadır. Türkiye’deki genel durum da bu tablodan bağımsız değildir.
Tekellerin Karşısında Tutunamayanlar: Küçük Ölçekli Balıkçılar
Günümüz dünyasında balıkçılık sektöründe çalışanların sayısı 120 milyonun üzerinde... Bunların %90'ı küçük ölçekli balıkçılar olmasına rağmen elde edilen tüm balıkçılık ürünlerinin sadece %10'unu avlayabilmektedir [13]. Endüstriyel balıkçılığın karşısında seslerini duyurabilmek için Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) dünya çapında gerçekleştirilen toplantılarına katılmakta, örgütlenerek Küçük Ölçekli Balıkçılık İlkelerinin uygulanabilmesi için mücadele etmektedirler. 2018’de Roma’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Balıkçılık Komitesi’nin (COFI) Küçük Ölçekli Balıkçılık İstişare Toplantısı’nda, balıkçılığın sadece ekonomik bir faaliyet olmadığı; aynı zamanda kültür ve yaşam biçimi de olduğunu vurgulanmıştır. Dünyada küçük ölçekli balıkçılıkla meşgul olanların yaklaşık yarısını kadınlar oluşturmaktadır [7]. %90’ının emperyalizme bağımlı olan ülkelerde yaşadığı balıkçıların, 5,8 milyonu günde bir dolardan az kazanmakta ve avlanılan balıkçılık ürünlerinin neredeyse tamamı yerelde tüketilmektedir.
Türkiye’de ise, 18.055 balıkçı teknesinden 16.404'ü 12 metreden küçüktür. Oysa her yıl yakalanan balıkçılık ürünlerinin ancak yüzde 10’u küçük ölçekli balıkçılar tarafından avlanıyor. Avlama boylarının belirlenmesinde ve diğer yasaklar söz konusu olduğunda, büyük balıkçı filolarının sahipleri, iktidarlar tarafından balıkçılık uzmanlarından daha fazla dinleniyor ve önemseniyor. Dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi Türkiye sularında da endüstriyel balıkçılık gemileri karşısında küçük ölçekli balıkçıların herhangi bir şansı bulunmuyor [14].
Burada mevcut durumu tespit açısından küçük ölçekli balıkçıların yaşadığı sıkışmayı ortaya koyuyoruz. Ancak, mevcut ekonomik sistem olan kapitalizm altında devam edildikçe bu sıkışma ve çaresizlik ortadan kalkmayacak ve küçük balıkçılık açısından bir çıkış olmayacaktır. Bu nedenle, soruna salt küçük ölçekli balıkçıların sorunlarını çözmek ve onlar için bir çıkışı düşünmek üzerinden değil genel balıkçılığın avlanma, işleme, çevreyi gözetme, tüketime sunma ve emekçiler için erişilebilir olma açılarından bakıp çıkışı bunlar üzerinden düşünmek akılcı olacaktır.
Kültür Balıkçılığı (Yetiştiricilik)
Özellikle 1990'lı yıllardan beri ülkemiz denizlerinde avlanan balık miktarı azaldığı gerekçe gösterilerek, kültür balıkçılığı uygulamaları hızla yaygınlaşmıştır. Balık yetiştiriciliğinde dünyada 30. sıralarda, Avrupa Birliği ülkeleri arasında ilk beş içinde yer alan Türkiye [15], alabalık yetiştiriciliğinde Avrupa’da birinci, levrek ve çipura üretiminde ise ikinci ülke konumundadır [16]. Ülkemizdeki kültür balığı yetiştiriciliğinin %69’u deniz içindeki ağ kafeslerin kullanıldığı balık çiftliklerinde yapılmaktadır [8].
Denizlerde ağ kafeslerde yapılan üretim miktarının artmasıyla birlikte iç tüketime ucuz balık sağlanabileceği ve kişi başı tüketim miktarının artacağı belirtilirken, güncel veriler aksini söylemektedir. Tablo 2’de avcılık ve yetiştiriciliği kapsayan genel su ürünleri üretimi ve tüketimine ilişkin 2000-2020 yılları arası veriler sunulmuştur.
2000 yılında kişi başına balıkçılık ürünleri tüketimi 8 kg iken, 2019 yılında 6,3 kg'a düşmüştür [8]. Her ne kadar balıkçılık ürünü artışı ile nüfus artışı orantılı olmasa da ihraç edilen ve balık unu/yağı üretiminde kullanılan balıkçılık ürünü miktarındaki ciddi artış, kişi başı tüketimdeki düşüşün sebebini açıklamaktadır. Avlanılan balıkların çoğu yetiştirilen balıkların beslenmesinde kullanılmakta, denizlerde ağ kafeslerde yetiştirilen balıkların önemli bölümü ihraç edilmekte, halkımız tarafından yeterince tüketilememektedir.
Balık yetiştiriciliğinde kullanılan yemlerin en önemli bileşeni olan balık ununun ham maddesini çoğunlukla yasal avlama boyundan küçük avlanan hamsiler oluşturmaktadır. 2019 yılında avlanan yaklaşık 432 bin ton balığın neredeyse yarısı (209 bin ton) balık unu ve yağı üretiminde kullanılmıştır. İstatistiksel olarak bakıldığında, 1980'lerden günümüze yetiştiricilik miktarları artıyor olsa da işin arka planında bir avuç patronun, çiftlik emekçilerini sömürerek ve elde edilen balıkçılık ürünlerinin çoğunu ihraç ederek kârlarını katlaması ve zaman içinde sektörde tekelleşmesi yatıyor.
Kültür Balıkçılığının Ortaya Çıkardığı Tehditler
Ağ kafeslerde yapılan kültür balıkçılığında; yerel deniz canlılarının davranışları ve dağılımı etkilenmekte, yuvalanma ve yumurtlama alanları tahrip edilmektedir. Balıklara yoğun bir şekilde verilen yemlerin tüketilmeyen bölümü ve balıkların atıkları organik madde miktarında artışa neden olmaktadır. Nütrient (besleyici madde) artışı sonucu sudaki bitkisel planktonun aşırı artışı (alg patlaması) gerçekleşmekte olup “ötrofikasyon” adını verdiğimiz bu olay sonucunda sudaki oksijen hızla azalmakta ve ortamda canlılık tehdit edilmektedir. Ağ kafeslerde yoğun şekilde stoklanan balıklar strese girmekte, stres sonucu çeşitli hastalıklar ortaya çıkabilmekte, ölümler olabilmektedir. Ölen balıklar dibe çöktüklerinden alınamamakta, bu da suda organik kirlenmeye neden olmaktadır. Hasta balıkların tedavisi için kullanılan antibiyotikler insan sağlığı açısından tehdit oluşturmaktadır [17].
Kültür balıkçılığının ortaya çıkardığı bu risklerin birçoğu Şekil 2’de gösterilmiştir.
Balıkçılığı Tehdit Eden Diğer Konular
Kirlilik
Balık çiftliklerinin yarattığı kirliliğe bakıldığında kullanılan dezenfektanlar, anestetikler, hormonlar, enzimler, yem katkıları, antipas boyaları ve organik gübreler de deniz suyunu kirletmekte, canlılar için tehdit oluşturmaktadır.
Bununla birlikte sucul ekosistemi balık çiftliklerinden daha fazla kirleten başka unsurlar da vardır. Arıtılmadan denizlere ve iç sulara bırakılan sanayi ve evsel atıkların yanı sıra denize yapılan deşarj faaliyetleri de sucul ekosistemlere geri dönüşü mümkün olmayan zararlar vermektedir. Son yıllarda sucul canlıların midelerinden çıkan mikroplastik miktarlarının giderek artması tehlike çanlarını çalmaktadır. Tanker kazaları sonrasında denize karışan ham petrol de deniz canlıları için büyük tehdit oluşturmaktadır. Fosil yakıtların yakılması ile birlikte atmosferdeki karbondioksit oranının artmasının da etkili olduğu iklim değişiklikleri; okyanusların asit oranlarında artışa, buzulların erimesine ve dolayısı ile sucul ekosistemlerin zarar görmesine neden olmaktadır.
İstilacı Türler
Bu konu ile ilgili ayrı bir rapor yayınlanmıştır [18]. O raporda da vurgulandığı gibi, canlı yaşamın sürekliliğini tehdit eden, deniz canlılarının çeşitliliğini azaltan, balıkçılığın veriminin düşmesine neden olan istilacı türler Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz’i de tehdit eder hale gelmekte ve tehdit gitgide büyümektedir. Denizel besin döngüsü ve yaşam ortamı zarar görmektedir.
Kanal İstanbul Gibi Büyük Projeler
Kanal İstanbul Projesi ile Karadeniz’den Marmara, Ege ve Akdeniz’e giren ve daha az tuzlu olan su miktarı artacaktır. Projenin gerçekleşmesi durumunda, Karadeniz’e ciddi miktarlarda atık taşıyan Tuna, Dinyeper ve Don nehirlerinin Marmara Denizi’ne karışan su miktarı artacaktır. Günümüzde yaşanılan müsilaj problemi ile odakta olan ve can çekişen Marmara Denizi’nin daha fazla kirlenmesi ve deniz suyu tuzluluğundaki değişimler denizel ekosisteme ciddi zarar verecek [19], avlanılan balıkçılık ürünleri miktarını da düşürecektir. Projenin kurulacağı güzergâh üzerinde bulunan Terkos (Durusu) Gölü ve Sazlıdere Baraj Gölü [20] başta Türkiye’ye özgü olan Alburnus istanbulensis olmak üzere çok sayıda balık türü artan tuzluluk sonrasında yok olacaklardır [21].
Beslenme ve Balıkçılık
Sağlıklı yaşam denildiğinde ilk akla gelenlerin başında sağlıklı beslenme yer almaktadır. Sağlıklı bir beslenme için de bitkisel gıdaların yanı sıra et ürünlerini bilhassa balıkçılık ürünlerini düzenli olarak tüketmek gerekmektedir. Balık, içerdiği protein, fosfor, magnezyum, selenyum, iyot, çinko, omega 3 yağ asitleri ile A, B ve D vitaminleri bakımından oldukça zengin ve besleyici olup, kırmızı ve diğer beyaz etlere (tavuk, hindi vb.) göre sindirimi daha kolay olduğundan sık tüketilmesi gereken faydalı bir gıdadır [22]. Tablo 3’te balık türlerinin içerdiği besin ögeleri görülmektedir.
Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu Raporu'na göre 2017 yılında dünyada 821 milyon insan yetersiz beslenmektedir [4]. Balıkçılık ürünlerinin, özellikle içerdiği protein yönünden kırmızı ete yakın zenginlikte ve daha ucuz olması sık dillendirilmektedir; öte yandan İngiltere'de yaşayan emekçilerin rafine tahıl, yağ ve şekerli gıdaları daha çok, balık, meyve, sebze ve tam tahıllı gıdaları ise daha az tükettikleri görülmektedir [23]. Türkiye'de de durum farklı değildir.
Su Ürünleri Merkezi Araştırma Enstitüsü’nün verilerine göre, Türkiye'de avcılık ve yetiştiricilikten elde edilen balıkçılık ürünleri miktarı 836,5 bin tondur. 200 bin tondan fazlası ihraç edilirken, 90 bin ton ithal edilmiştir. 209,1 bin tonu balık unu ve balık yağı üretiminde kullanılmış, 3,2 bin tonu ise değerlendirilmemiştir. Yani toplamda 319 bin tondan fazla balıkçılık ürünü yurttaşlarımızın tüketimine sunulmamıştır. 2019 yılı itibarıyla dünyada kişi başı balık tüketimi ortalama 16 kg, Avrupa Birliği’nde 25 kg, ülkemizde ise sadece 7-8 kg'dır. Ülkemizdeki kişi başı yıllık tüketim bilgisi bizleri yanıltmamalıdır. Karadeniz'de kişi başı tüketim 25 kg'a kadar çıkabilirken, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde ise yılda 0,5 kg’a ancak ulaşabilmektedir [24].
Bu verilerle ilişkili olarak, balıkçılık ürünleri toplumun büyük çoğunluğu için beslenmenin temel bir bileşeni olamamaktadır. Sağlıklı, dengeli, sürdürülebilir bir yetiştiriciliğin ve avlanmanın olmadığı, kirliliğin ciddi bir sorun haline geldiği ülkemizde hasat edilen balıkçılık ürünleri, emekçilere ucuz ve kaliteli şekilde sunulamamaktadır. Balık ve diğer su canlıları piyasa koşullarına göre fiyatlanmakta, aracılar nedeniyle fiyat yükselmekte, yine piyasa baskısı altında maliyetleri minimize etme adına sağlıklı şekilde depolama ve dağıtım işlemleri gerçekleştirilememektedir. Bu da yurt içi tüketimin giderek kalitesinin düşmesine, pahalı hale gelmesine ve azalmasına yol açmaktadır. Sermaye düzeninin ürettiği her türlü sorun hem doğrudan hem de dolaylı olarak bu tabloya neden olmaktadır.
1. Sonuç ve Öneriler
Kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtların aksine, deniz ve iç su kaynakları, sürdürülebilirliği mümkün doğal kaynaklardır. Bu kaynakları saran ekosistemin devamlılığı için, sucul canlıları sömüren aşırı avcılık yanında insan kaynaklı çevre kirliliği ve biyoistilacılar gibi ekolojik dengeyi olumsuz yönde etkileyen faktörlere karşı da önlemler alınmalıdır. Bu kaynakları gelecek nesillere aktarmak hepimizin ortak görevidir.
Gerçek, bilimsel ve toplumcu bir çözüm için konunun çok boyutlu olarak ele alınması şarttır. Çevreyi, denizleri, iç suları gözetmek, doğal döngüyü kötü etkilemeyecek biçim ve düzeyde avcılık yapmak, deniz ürünlerinin dondurma, depolama ve dağıtım süreçlerini sağlıklı ve sürdürülebilir olarak yönetmek, emekçilere ucuz, kaliteli ve sağlıklı balık ve deniz ürünü sunulmasını sağlamak gerekmektedir. Tüm bu unsurlar birlikte ele alınmalı ve devletin gözetim ve denetiminde planlamacı bir yaklaşımla gerçekleştirilmelidir.
Bunun için;
1. Stok durumlarının tespiti, ekosistemin olmazsa olmazı olan balıkların mevcut durumlarının ortaya konulması ve stokların korunması açısından önemlidir. Balıkçılık ürünlerinin büyüme, üreme ve beslenme özelliklerinin incelenmesi gerek balıkçılık biyolojisi gerekse balıkçılık yönetimi açısından mevcut kaynaklarımızı daha iyi tanımamıza ve daha verimli bir şekilde değerlendirmemize yardımcı olurken, denizel ekosistemin sürdürülebilirliğine de katkıda bulunacaktır.
2. Sucul ekosistemleri ve insan sağlığını korumak için; balıkçılıkla ilgili yasal düzenlemeler bilimsel çerçevede ele alınarak geliştirilmelidir. Kirlilik, iklim değişikliği, istilacı türler ve bunlarla ilişkili musilaj, ötrofikasyon (alg patlaması) gibi olayların nedenleri ve bilimsel arka planları veriler detaylı incelenmeli ve kamuoyunda bu konulardaki farkındalığın artması için çok yönlü çalışmalar ortaya koyulmalıdır.
Kanal İstanbul gibi yıkıcı ekolojik sonuçları olacak projeler derhal iptal edilmelidir. Bunlarla birlikte, aşırı avcılıkla mücadele edilmeli, sürdürülebilir balıkçılık için ekosistem temelli balıkçılık politikaları hayata geçirilmeli, denizlerde kurulan ağ kafesler yerine karada kurulan kapalı devre yetiştiricilik sistemleri ile balık ve sebzelerin bir arada yetiştirilebildiği akuaponik5 sistemlere öncelik verilmelidir.
3. Devlet tüm balık çiftliklerini, balıkçı gemilerini, işleme tesislerini ve diğer sucul üretim çiftliklerini kamulaştırmalı ve gerekirse kendisi yeni çiftlikler kurup çevre standartlarına uygun biçimde işleterek halka erişilebilir balıkçılık ürünleri (kabuklu, eklembacaklı, yumuşakça) sunmalıdır.
Et ve balık kurumu örneğinde olduğu gibi balık ve diğer su canlılarının emekçi halka doğrudan ve olabildiği ölçüde ucuz ve güvenli olarak sunulması için kentlerde devletin gözetiminde balık ve su ürünleri reyonları kurulmalı ve yaygınlaştırılmalıdır. İç sulardan sağlanan balıkçılık ürünleri de bu kapsama alınmalıdır.
Bu balıkçılık ürünlerinin mikrobiyolojik, kimyasal ve fiziksel olarak sağlıklı ve kaliteli olmaları devlete ait laboratuvarlarda sürekli ve düzenli olarak analiz edilerek ortaya koyulmalıdır. Laboratuvar analizleri, bugünkü işleyişte olduğu gibi büyük ölçüde ihracata yönelik olmaktan ve özel gıda kontrol laboratuvarlarının kâr etmeyi en başa koyan zihniyetinden kurtarılmalı, halk sağlığı temelinde yeniden işlevlendirilmelidir.
4. Kamusal balık çiftlikleri, işleme tesisleri ve su ürünleri reyonlarında su ürünleri mühendisleri, teknikerler ve teknisyenler istihdam edilmelidir. Su ürünleri mühendisliği eğitimi yeniden bilimin ışığında, kamucu bir anlayışla yapılandırılmalıdır. Bununla birlikte, balıkçılık ve su ürünleri temel eğitimde ve lise biyoloji müfredatlarında daha çok işlenmeli, balıkçılığa bilimsel bir gözle bakılması için daha güçlü bir eğitim altyapısı oluşturulmalıdır.
5. Balıkçılık sektöründeki emekçiler örgütlenmeli, balıkçılık faaliyetleri; deniz ve iç sular ekosistemlerindeki dengeyi koruyacak şekilde ve insan ihtiyacına göre planlanmalıdır.
6. Planlama öncelikle iç tüketime dönük olmalıdır. Planlama ve denetlemede balıkçılar, balıkçılık sektöründe çalışan diğer emekçiler, balıkçılık uzmanları, hidrobiyologlar ve diğer bilim insanları ortak hareket etmelidirler.
Bütün bunların plansız üretime, kâr hırsına ve her alanda eşitsizliğe dayanan mevcut kapitalist düzende gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Bu düzenleme ve adımlar ancak toplumcu-sosyalist bir düzende gerçekleştirilebilir. Bu gerçeğin ışığında ilgili bilimsel çalışmaların artması ve konunun daha çok gündeme gelmesi gerekmektedir.
Kaynakça
[1] Bingel, F. (2022). Deniz Biyolojisi ve Balıkçılık İlgi Alanındaki Bazı Terimler ve Tanımları. Erişim Adresi: http://old.ims.metu.edu.tr/DenizSozluk/index_tr.html. Erişim Tarihi: 24.02.2022
[2] Coad, B. W. ve McAllister, D. E. (2020). Dictionary of Ichthyology. http://www.briancoad.com/dictionary/complete%20dictionary.htm
[3] Bilecik, N. (2012). Medeniyet Tarlasından Marş Marşla Geçenler. Bio Ofset Matbaacılık, İstanbul.
[4] Bilecik, N. (2016). Balıkçılık mı? Su Ürünleri mi? Vira/Deniz Kültürü ve Haber-Yorum Dergisi, 112, 72-75.
[5] Kalay, E. (2010). Tarlası Deniz Olan Okul: Beşikdüzü Köy Enstitüsü (1939-1954). İstanbul: Ema Matbaacılık.
[6] Demirel, N. ve Demir, V. (2013). Sürdürülebilir Balıkçılık İçin “Ekosistem Temelli Yönetim”, WWF-Türkiye, İstanbul.
[7] FAO. (2018). Report of the Thirty-third Session of the Committee On Fisheries, Roma, 9-13 Temmuz 2018.
[8] T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı, Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü. (2021). Su Ürünleri İstatistikleri. Ankara.
[9] Can, K. (2013). Balık Ağalara Takıldı. Ekin Kitap Görsel Yayıncılık A.Ş., İstanbul.
[10] Mevzuat Bilgi Sistemi (2022). 1380 No’lu Su Ürünleri Kanunu (1971). https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.1380.pdf
[11] T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı, Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü. (2022). MDEP kapsamında alınan tedbirler: Deniz kestanesi avcılığı tebliği, 09.05.2022.
[12] Milliyet Gazetesi. (2016). Balıkçılar Tarafından Öldürülen Su Ürünleri Mühendisi, Son Yolculuğuna Uğurlandı (23.10.2016).
[13] Kolukısa, E. (2022, Mart 21). Denizin Koruyucuları: Küçük Ölçekli Balıkçılar. Cumhuriyet. https://www.cumhuriyet.com.tr/kultur-sanat/denizin-koruyuculari-kucuk-olcekli-balikcilar-1917863
[14] Ertör, P. (2019). “Mavi Büyüme” Söylencesine Karşı Ortak Yöntem, Ortak Umut. 1+1 Express Forum. https://birartibir.org/ortak-yontem-ortak-umut
[15] TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası. (2018). Su Ürünleri Raporu. Erişim Adresi: https://www.zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=27302
[16] Alparslan, Y. & Baygar, T. (2009). Levrek balığının Türkiye ve Dünyada yeri, önemi ve pazar durumu. Anadolu Bil Meslek Yüksekokulu Dergisi, (13), 31-40.
[17] Güler, Ç. (2008). Balık Çiftlikleri ve Çevre, Yazıt Yayıncılık, 48 s., Ankara.
[18] Bilim ve Aydınlanma Akademisi (BAA) (2021). Akdeniz’de İstilacı Türler Raporu. https://bilimveaydinlanma.org/content/images/pdf/rapor/akdenizde-istilaci-turler.pdf
[19] Çınar, M. E ve Bilecenoğlu, M. (2011). Kanal İstanbul'un Marmara ve Karadeniz Ekosistemlerine Olası Etkileri. Cumhuriyet Gazetesi (20 Mayıs 2011).
[20] T.C. Ulusal ve Altyapı Bakanlığı, Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü. (2019). Kanal İstanbul Projesi Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu. Ankara.
[21] Özuluğ, M. ve Saç, G. (2019). İstanbul İli (Türkiye) Tatlısu Balık Faunası. Turkish Journal of Bioscience and Collections, 3(1), 19-36.
[22] T.C. Sağlık Bakanlığı, Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü (2019). Türkiye Beslenme Rehberi. Ankara.
[23] Bilim ve Aydınlanma Akademisi (BAA) (2021). “Kapitalizm Dünyayı Besleyemiyor” Raporu. https://bilimveaydinlanma.org/content/images/pdf/rapor/kapitalizm-dunyayi-besleyemiyor-2.pdf
[24] Akbulut B., M. Zengin, S. Kutlu ve N. Aksungur (2012). TR90 Doğu Karadeniz Bölgesi Su Ürünleri Sektör Raporu, Sözleşme No: TR90/11/DFD/21, Su Ürünleri Merkez Araştırma Enstitüsü.
Notlar:
1 Balıkçılık ruhsatı bulunmayan ve dip trol ağı kullanan küçük tekne
2 Başı ve sonu şamandıralı, çok iğneli olta
3 Lüferin 15-18 cm büyüklüğünde olan yavrusu
4 Çipuranın 8-10 cm boyundaki yavrusu
5 Akuaponik: Kapalı devre su ürünleri yetiştiriciliği sistemi ile topraksız tarım uygulaması olan hidroponik sistemin kombine edilmesi.http://sufak.akdeniz.edu.tr/su-urunleri-yetistiriciligi/akuaponik-unitesi/