Yenilenebilir enerji tesisleri doğa için tehdit oluşturabilir

Enerji üretiminde fosil yakıt kullanımından yenilebilir kaynaklara geçiş, günümüzdeki iklim değişikliği karşısında vazgeçilmez olarak sunuluyor. Bununla birlikte yenilenebilir enerji tesisleri büyük ölçekte arazi kullanımı gerektirebiliyor ve doğa koruma alanlarını olumsuz etkileyebiliyor.

Yenilenebilir enerji, her ne kadar iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için çok önemli bir role sahip olduğu söylense de, bu alandaki altyapı inşasının artması ve teknolojik gelişmeler nedeniyle biyolojik çeşitliliği olumsuz etkileme potansiyeline sahip görünüyor. Araştırmalara göre kömür, doğalgaz veya nükleer santraller ile karşılaştırıldığında aynı miktarda enerji için güneş enerjisi santralleri yaklaşık 4 kat, rüzgar enerjisi santralleri ise yaklaşık 6 kat daha fazla alana ihtiyaç duyuyor. Üstelik bu değer üretim, atık ve yardımcı tesislerle birlikte verilen bir oran, sadece üretim tesisi olarak incelenirse aradaki fark 10 katı aşıyor.

Son 10 yılda yürütülen araştırmalar, örneğin barajların, su alanının tabanında biriken tortu ile besin maddelerinin yerlerini değiştirip su akışını farklılaştırarak akarsu kaynağı ve yatağının olduğu bölgelerdeki biyolojik çeşitliliği olumsuz etkilediğini göstermektedir.

Benzer bir şekilde, rüzgâr enerjisi santrallerinde türbin kanatları kuşlara ve yarasalara zarar vermekte ve yerel iklime ait doğal hava akışını değiştirmektedir.

Güneş enerjisi santralleri ise, iyi bir planlamayla inşa edilse dahi paneller için çok daha geniş arazi kullanımı gerektirdiğinden habitat tahribatına yol açmaktadır.

Aynı zamanda söz konusu tesislerin inşası, açılan yollar ve altyapı çalışmaları da düşünüldüğünde, ekolojik ayak izi hesaplarının çok daha ötesinde, arazi parçalanması, dolaylı bir şekilde habitat kaybı ve işgalci türlerin yayılması gibi sorunlara yol açmaktadır.

BİYOLOJİK AÇIDAN KRİTİK ALANLARA İNŞA

Global Change Biology dergisinin 2020 Mart ayında yayınladığı bir araştırma, yenilenebilir enerji tesisleri için ihtiyaç duyulan alan ve yer seçimi ile ilgili ilginç gerçekleri ortaya koyuyor. Araştırmaya göre, güneş, rüzgâr ve hidrolik enerji tesisleri sıklıkla çevresel önemi yüksek alanlara inşa ediliyor ve doğal yaşam alanlarına tehdit oluşturuyor.

Araştırma kapsamında incelenen işletme durumundaki 12 bin 658 büyük ölçekli yenilenebilir enerji tesisinin yüzde 17,4’ü önemli koruma alanları içerisinde yer alıyor. Buna ek olarak 922 tesis ise halen yapım aşamasında.

Söz konusu araştırmada iki noktaya dikkat çekiliyor:

Bunlardan ilki, işletme aşamasında olan yenilenebilir enerji tesislerinin çoğunun batı Avrupa’da yoğunlaşmakla birlikte, biyolojik çeşitlilik açısından küresel önem taşıyan güneydoğu Asya ve Afrika’daki koruma alanlarında inşa edilmekte olan yenilenebilir enerji tesislerinin sayısının git gide artması.

İkinci nokta ise, ikinci dalga olarak nitelendirilen inşa halindeki yenilenebilir enerji tesislerinin coğrafi dağılımı incelendiğinde, bu tesislerin, koruma alanları ve önemli biyolojik çeşitlilik alanları ile çakışma sayısının yüzde 30 artması ve bakir coğrafyalar üzerinde ise bu sayının yüzde 60’a ulaşabileceği tespiti.

Araştırmaya göre, mevcut büyük yenilenebilir enerji tesislerinin önemli koruma alanları ile en fazla çakıştığı ülke Almanya (258 adet). Takip eden diğer örnekler ise 252 tesis ile İspanya, 142 tesis ile Çin. İnşa halindeki tesislerin yarısı ise Hindistan, güneydoğu Asya, Latin Amerika ve Afrika’da bulunuyor.

Türkiye’de de yenilenebilir enerji tesislerinin sıklıkla orman ve mera arazilerine inşa edildiği biliniyor.

Araştırmacılar, önümüzdeki sekiz yıl içinde önemli koruma alanları içinde yer alan büyük yenilenebilir enerji tesislerinin sayısının yüzde 42 artabileceğini tahmin ediyor.

EKOSİSTEMDE YARATTIĞI SORUNLAR

Araştırmada dikkat çeken bir diğer konu ise, yenilenebilir enerji tesislerinin, ekosistemlerin taşkınla mücadele veya karbon yakalama ve depolama gibi konulardaki işlevlerine zarar verebileceği yönünde. Örneğin, yenilenebilir enerji tesislerinin tropik ormanlar gibi karbon zengin habitatlarda yoğunlaşmasının hem biyolojik çeşitliliğin korunması hem de iklim değişikliğinin durdurulması hedefleri bakımından geriletici olacağı öngörülüyor.

Araştırma yenilenebilir enerjiye geçişin bu hızda devam etmesi halinde doğa koruma alanları ve biyolojik çeşitliliğin söz konusu tesislerin genişlemesiyle büyük bir baskıyla yüzleşmek durumunda kalacağını gözler önüne seriyor.

Başlangıç niteliğinde olan bu çalışma enerji üretimi ve doğa koruma arasındaki dengenin ancak bilimsel ölçütlerin benimsendiği, toplumcu bir merkezi planlamanın uygulanması ile mümkün olduğunu gösteriyor. Söz konusu araştırmalarda dikkat çekilen mevcut ivme bu şekilde devam ettiği sürece, yenilenebilir enerji tesislerinin inşasının biyolojik çeşitlilik de dikkate alınarak kamusal bir plan çerçevesinde yürütülmesi, bir zorunluluk haline gelecektir.

Kaynak:
Renewable energy development threatens many globally important biodiversity areas, https://onlinelibrary.wiley.com/doi/epdf/10.1111/gcb.15067