Türkiye’de Kadın Cinayetlerinin Nedenleri ve Öneriler
- Kolektif Yaşamı Kurgulama BA
- Sinirsel Mekanizmalar ve Beyin BA
Mart 2021
Kadına yönelik ayrımcılığın en ölümcül biçimi olan “kadının yaşam hakkının ihlali”, içinde bulunduğumuz toplumsal örgütlenme modelinin en acımasız dışavurumlarından biri haline geldi. 2021’in ilk çeyreği bile tamamlanmadan ülkemizde seksene yakın kadın hayattan koparıldı. Cinayetlerin kimileri törensel bir şiddet eylemi biçiminde gerçekleştirilmiş, kimilerine intihar süsü verilmiş, çoğu kez alametleri önceden belirmiş ve kadınlar tehdit edilmişti. “Türkiye’de Kadın Cinayetlerinin Nedenleri ve Öneriler” adlı raporu kamuoyuna sunmaya hazırlandığımız şu günlerde ise AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bir gece yarısı kararı ile kadına dönük şiddetle mücadelede önemli toplumsal bir kazanım olan “İstanbul Sözleşmesi” yürürlükten kaldırıldı.
Sahip olduğumuz tarih görüşü, toplumu şekillendirenin tinsel davranışlar değil, maddi koşullar olduğunu söyler. Üretim ilişkilerinin mevcut biçimi, kendi insanını yaratır. Ne kadınlar ne de erkekler tarih dışı soyutlamalardır. Tarihin ötesinde bir insan doğası olmadığından, bu raporda, bugün kadınları nesneleştiren, yaşamları üzerinde hak iddia eden saldırganlığı bu dünya görüşüne dayanarak çözümlemeyi denedik. Kadın cinayetlerini anlamaya çalışırken, ayaklarımızı bu zemine bastık. Tarif ettiğimiz zemin soğukkanlı ve tarafsız olduğumuz anlamına gelmiyor. İncelediğimiz her haberde, detaylarıyla okuduğumuz tüm metinlerde kapitalizmin beslediği kadına yönelik şiddetin nasıl örgütlendiğini öfkeyle gördük. Körinancın, gericiliğin, kötünün iyisine razı eden burjuva ideolojisinin karşısında kendimizi daha fazla taraf hissettik. Bu sebeple, kadınların yaşam hakkı için dahi, insanlığın zorunlu bir devrimci dönüşüme ihtiyaç duyduğu noktasına vardık.
Rapor kapsamında öncelikle kadına dönük şiddet ve kadın cinayetlerine ilişkin temel kavramlar üzerinde durduk. Ardından ülkemizde kadınların statüsüne ve şiddet mağduriyetlerine ilişkin genel bir tablo çizerek kadın cinayetlerini ortaya çıkaran tetikleyici faktörleri tartıştık. Kadınların maruz kaldığı eşitsizliklerin dünyasını yorumlamakla yetinemeyeceğimizden, sonuç bölümünde önerilerimize yer verdik. Raporumuzda, kadın cinayetleri dosyalarında uzun yıllardır büyük bir dayanışma ve adanmışlıkla önemli görevler üstlenen iki değerli insanla yaptığımız görüşmelerden çarpıcı kesitleri sizlerle paylaşıyoruz. Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Başkanı Avukat Müjde Tozbey Erden’e ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) Genel Temsilcisi Gülsüm Kav’a rapora katkılarından dolayı şükranlarımızı sunarız.
Kadınların yaşam hakkı için verilen mücadele, bizleri iple çektiğimiz tarihsel dönüşümün bir öznesi yapacak, kadınlar için köleleştirici, ölümcül olan bu üretim biçimi geçmişte kalacak. Eşitlikçi ve özgür bir toplumun uzak olmadığına inanıyor, kadın ve erkeklerin bugün hayal etmesi bile güç yenilikçi deneyimlerine açık, insanca ve doya doya yaşayabileceğimiz günleri sabırsızlıkla bekliyoruz.
Bilim ve Aydınlanma Akademisi
Kadına Yönelik Şiddetle İlişkili Temel Kavramlar
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunun Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirgesi’nde kadına yönelik şiddet “ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayalı eylem, uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde tanımlanmaktadır.[1] Bir başka temel kavram olan aile içi şiddet ise genel olarak erkeğin eşine, ebeveynlerin çocuklarına, çocukların birbirine, kadının eşine uyguladığı ya da geniş ailelerde diğer aile üyelerinin dahil olduğu şiddeti ifade etmektedir.[2] Avrupa Konseyi 2011 tarihli İstanbul Sözleşmesi’nde ise aile içi şiddet “aile içerisinde veya hanede veya mağdur failler aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki karı-koca ve romantik ilişkideki eşler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet eylemi” şeklinde tanımlanır. Buna göre bugün kadına yönelik şiddet çalışmalarında “aile içi şiddet” yerine aile bağı içermeyen ilişkilerde görülen şiddet olaylarını da kapsayan ev içi şiddet kavramı tercih edilmektedir. Böylece aynı evde yaşayan boşanmış çiftler veya romantik ilişki içerisindeki eşler, ev ortamında çalışan ve işveren konumundaki bireyler arasında gerçekleşen şiddet olayları gibi farklı şiddet olayları da “ev içi şiddet” kavramı çerçevesinde değerlendirilebilmektedir. Ancak bu kavramların kullanımı, cinsiyetler arası iş bölümü ve ilişkileri belirleyen iktidar mekanizmalarını ile şiddetin politik yönünü örtebilir. Bu sebeple, bu rapor kapsamında özellikle başka bir kavram kullanımı gerekmediği sürece “kadına yönelik şiddet” kavramı kullanılacaktır.
Kadına yönelik şiddetin en uç noktalarından biri olarak kadın cinayetleri tüm cinayetler içerisinden sadece kadınların öldürüldüğü cinayetleri tanımlamaz. Kadın cinayetleri bir kavram olarak ilk kez 1801’de kullanılmış ve 1848’de hukukta tanınmış olsa da çok uzun yıllar sadece cinayetlerin cinsiyetini belirtmek için kullanılmıştır.[3] Uluslararası literatürde genel olarak insan cinayeti için kullanılan “homicide” kavramı yerine kadın cinayetleri için özel bir kavram olarak “femicide” kullanılmaya başlanmıştır. 20. yüzyıl ile birlikte ivme kazanan kadın mücadelesi ve toplumsal hareketler, 1980’lere gelindiğinde kadın cinayetleri kavramının cinsiyet belirtmenin ötesinde bir başka forma kavuşmasını sağlamıştır. Buna göre örneğin maruz kaldığı şiddetin etkisiyle hayatına son veren bir kadının ölüm nedeni aslında intihar değil kadın cinayetidir. Not edilmesi önemli olan bir başka bilgi ise güvenli olmayan kürtajlara bağlı “kadın ölümleri”nin kadın cinayetleri kategorisi içerisinde değerlendirilmiyor olduğudur.
"Kadın cinayeti" kavramı özetle, bir kadının, kadın olduğu için erkek/erkekler tarafından öldürüldüğü durumu açıklar. Burada hem kadın hem de erkek ifadeleri, saf biyolojik tanımlar değil, kapitalizm ya da önceki üretim biçimlerinin sonucu olarak inşa edilen kategorilerdir. Verilerini kullandığımız KCDP ise kadın cinayetini “embriyodan cenine, bebekten çocuğa, erişkinden yaşlıya kadar tüm kadın cinsiyetteki bireylerin sadece cinsiyetlerinden dolayı ya da toplumsal cinsiyet kimliği algısına aykırı eylemleri bahane edilerek, bir erkek tarafından öldürülmesi ya da intihara zorlanması”[4] şeklinde tanımlamaktadır. Ancak bu tanımdaki cinayetlerin pek çoğu devletler tarafından kadın cinayeti olarak kabul edilmemektedir. Bu nedenle devlet kurumları ile kadın örgütlerinin açıkladıkları kadın cinayetleri verileri bir hayli farklılaşmaktadır. Kav’ın aktarımıyla KCDP, ilk kurulduğu yıllarda devletin bu cinayetlerin verilerini topladığını var sayarak Bilgi Edinme Kanunu’na istinaden bu istatistikleri istemiştir. 2010 yılından itibaren her sene istenen bu verilere kimi zaman verilerin olmadığı yönünde cevaplar verilmiş, kimi zamansa veri toplama çalışmalarının sürdüğü söylenmiştir. Buradaki asıl sorun veri toplanması ve paylaşılmasından ziyade devletin kadın cinayeti diye bir sınıflandırmasının ve sorun tarifinin olmaması, bunun yok sayılmasıdır.
Bu raporda Türkiye’de kadın cinayetlerinin nedenleri kapitalist sistemin yapısal sorunları ve AKP dönemi koşulları çerçevesinde irdelenecektir. Bu incelemeye geçmeden önce analiz ve argümanlarımıza temel olan araştırmalara ilişkin bir açıklama yapmamız gerekmektedir. Öncelikle kadın cinayetlerine ilişkin geçmiş yıllara ait detaylı verilere ulaşılamamıştır. Toplumsal sorunlara ilişkin verilerin toplanması, kurumlararası veri paylaşım işbirliğinin sağlanması ve verilerin saydam bir şekilde toplumla paylaşılması devletin görevleri arasındadır. Ancak ne Türkiye’de ne de dünyada kadın cinayetlerine ilişkin hiçbir dönemde yeterli ve sağlıklı veri toplanmamıştır. Ülkemizde ise AKP döneminde halkın bilgi alma kanalları giderek daralmış, kadına yönelik şiddete ilişkin bilgilerin toplanması için gerekli olan altyapı çalışmaları kadın örgütlerinin tüm taleplerine karşın gerçekleştirilmemiştir. Toplum, kadına yönelik şiddete dair bilinçli bir şekilde kör bırakılmaktadır.
Raporumuz kapsamında sıklıkla sivil toplum kuruluşlarının (STK) ve araştırmacıların bireysel çabaları ile yaptıkları araştırmaların sonuçlarından faydalanılmıştır. Kadın cinayetlerinde faillerin büyük bir kısmının kadının mevcut veya eski eşi ya da sevgilisi olması aile\ev içi şiddet çalışmalarını da bu incelemenin bir parçası haline getirmektedir. Kadın cinayetlerine ilişkin sınırlı sayıdaki veriler incelendiğinde, aile içerisinde fiziksel şiddetin belirli koşulların varlığında tırmanarak kadın cinayetlerine dönüştüğü görülebilmektedir. Ancak kadın cinayetleri sadece aile içinde gerçekleşmez, ki aile kurumu üretim ilişkilerinden azade ele alınamaz. Bu anlamda kadın cinayetleri toplumsaldır. İşyerinde patron ve iş arkadaşlarının fail olduğu vakalar, fail ve maktül arasında tanışıklığın olmadığı ama dijital ve ısrarlı takip ardından gelen vakalar veya tecavüz suçunu takip eden cinayet vakaları gibi birçok farklı bağlam ve niteliğe sahip suç da kadın cinayetleri kapsamına girmektedir. Aynı toplumsallığın diyalektik bir sonucu olarak her bir kadın cinayetinden devlet ve hukuk sisteminin de sorumlu olduğunu söylemek gerekir. Özellikle Türkiye için değerlendirildiğinde genel olarak bir artış eğiliminde olan kadın cinayetlerinin, siyasilerin söylemlerinden, iktidar politikalarından, yargının işleyişinden, toplumsal yaşantının dinselleşmesinden ve sosyoekonomik konjonktürden bağımsız düşünülmesi çözüm arayışında da hatalara neden olacaktır.
Kadına Yönelik Şiddet ile Kadın Cinayetlerine İlişkin Genel Tablo
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) fiziksel şiddeti derecesine göre ikiye ayırmaktadır: Orta derecede şiddet ve ağır derecede şiddet. Buna göre fiziksel şiddet kapsamında “tokat atma ya da bir şey fırlatma” ve “itme, tartaklama ya da saç çekme” orta derecede şiddete neden olan davranışlar kapsamında iken; “yumrukla ya da bir cisimle vurma”, “tekmeleme, sürükleme ya da dövme”, “boğazını sıkma ya da bir yerini yakma” ve “bıçak, silah gibi aletlerle tehdit etme ya da bunları kullanma” ağır derecede şiddete neden olan davranışlar kapsamındadır. Hacettepe Üniversitesi tarafından yürütülen bir araştırmaya göre şiddet davranışlarının verdiği zarar düzeyi ve yaygınlığı ters orantılıdır. Evli kadınların %18’i itme ve tartaklanmaya, %13’ü yumrukla vurmaya, %10’u tekmelenme, sürüklenme/dövmeye, %6’sı boğazı sıkılmaya ya da yakılmaya ve %3’ü bıçak, silah gibi aletlerle tehdide ya da bu aletlerin kullanılmasına maruz kalmıştır.[5] Aynı araştırmada cinsel şiddetin üç boyutu; zorla cinsel ilişkiye girme, kadının istemediği halde korktuğu için cinsel ilişkiye girmesi ve kadının cinsel olarak aşağılayıcı ya da küçük düşürücü eyleme zorlanması olarak incelenmiştir. Bunlar arasında kadının istemediği halde korktuğu için cinsel ilişkiye girmesi en sık rastlanan şiddet biçimidir. Fiziksel ve cinsel şiddetin bir arada yaşanması da yaygın bir durumdur.
Bu raporu hazırlarken Türkiye ve dünya verilerini karşılaştırmalı olarak kullanmak istedik ancak verilerde tutarsızlıklara rastladık. Örneğin KCDP verilerine göre -2020 hariç genel eğilimde- kadın cinayetlerinde Türkiye’de yukarı yönlü bir artış varken (Şekil 1), dünya verileri kadın cinayetlerinin hem Türkiye için hem de diğer ülkeler için azalış eğiliminde olduğuna işaret ediyordu (Şekil 2). Bu durumun birden fazla sebebi olabilir; resmî verilerde kadın cinayeti olarak değerlendirilen öldürme eylemleri farklı ele alınmış olabilir, veriler tüm kadın ölümlerini kapsadığından toplam ölüm içerisindeki payları azalıyor olabilir ya da verilerin hatalı olması söz konusu olabilir. Biz raporumuzda cinayetlere bir nevi tanıklık içerdiğinden gazete haberlerinden derlenen Türkiye verilerini kullanmayı tercih ettik. Dünya Bankası verilerine göre 1990-2005 yılları arasında kadın cinayetlerinde saptanan söz konusu azalma eğiliminin ise bize göre yeniden sorgulanması gerekmektedir. Resmî kurumların kadın cinayeti tanımlamaları ve bu cinayetleri tüm kadın ölümlerinden ayıran sınırları sorgulanmayı ve tartışmayı haketmektedir. Bununla birlikte resmî kurumların verileri paylaşmadığı durumlarda basına yansıyan haberlerle ulaşılan bilginin sınırlı olduğu akıllarda tutulmalıdır.
Not: Noktalardan oluşan çizgi genel artış eğilimini göstermektedir.
Uluslararası kurumların ülkeler arası karşılaştırmalarda kullandığı cinsiyet eşitsizliği endeksleri, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri konusunda bir gösterge olarak değerlendirilebilir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yayınlanan 2019 İnsani Gelişme Raporuna göre İnsani Gelişme Endeksi [8] açısından 189 ülke arasında 59'uncu sırada yer alan Türkiye, 2018 Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi [9] açısından 160 ülke arasında 69’uncudur. Dünya Ekonomik Forumu'nun 2018 Cinsiyet Uçurumu Endeksi’ne göre ise 149 ülke arasında 130. sırada bulunmaktadır. Bunagöre Türkiye, sağlık ve eğitimdeki cinsiyet eşitsizliklerinin kapatılması konusunda görece iyi durumda iken, ekonomik güçlenme alanında ve kadınların siyasal katılım düzeylerinde en az ilerlemeye sahip ülkedir. [10]
Kadının toplumsal üretimdeki yeri açısından bilgi verebilecek Tablo 1’de kadınların yüksekokul veya fakülteden mezun olma oranları erkeklerinkinden %4,6 az olmasına rağmen istihdam oranları arasında yaklaşık iki kat bir fark vardır. Ayrıca Şekil 3’de görüldüğü üzere Türkiye’de kadınların eğitim düzeyleri ne olursa olsun erkeklerden daha düşük ücretlerde çalışmakta oldukları görülmektedir. Bu göstergeler kadınların ekonomik olarak önemli ölçüde zayıf olduklarının kanıtlarıdır.
Kadına Yönelik Şiddetin Kadın Cinayetleriyle İlişkisi
Türkiye’de 2019 yılında 474 kadın cinayeti işlenmiştir.[13] Kadınların yarıya yakını (%47) ilişkisi olan bir erkek tarafından öldürülürken %3’ü tanımadığı birisi tarafından öldürülmüştür. Bununla uyumlu olarak cinayet mahalli çoğunlukla evdir (%60,91). Cinayetlerin büyük bir kısmının (%46) gerekçesi bilinmiyorken, bilinen gerekçeler içerisinde ayrılma isteği, birlikte olmayı reddetme gibi kadının kendi hayatına dair karar almasıyla ilişkili gerekçelerin öne çıktığı (%23,97) saptanmıştır. Bir diğer çarpıcı husus 2008 yılından 2019 yılına kadar kadın cinayetlerinde saptanan 7 kat artıştır (Tablo2). Ateşli silah ve kesici alet ile öldürülen kadınların oranının tüm kadın cinayetleri içinde %80 civarında iken kadın cinayetlerindeki artışla birlikte kadınların saldırı sonucu yaralanma oranlarının arttığı bilinmektedir. Emniyet Müdürlüğünün açıkladığı verilere göre 2009 yılında 18 bin civarında raporlanan kadın yaralanma oranları, 2011’de yaklaşık 30 bine, 2012’de yaklaşık 40 bine, 2013’ün sadece ilk 10 ayında ise 70 bine ulaşmıştır.[14]
Not: Bu tablo Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformundan alınan verilere göre hazırlanmıştır. Platformda failin yakınlığına ilişkin 2008-2012 yılları arasındaki zaman aralığı için tek bir yüzdelik oran olarak verilmiştir.
BM raporlarına göre tüm dünyada kadın cinayeti faillerinin üçte biri eski ya da mevcut partnerdir. En çok hamilelikte şiddet gören kadınlar öldürülmektedir. ABD’de yakın partner cinayetleri kadın cinayetlerinin yaklaşık %40-50’sini oluştururken erkek cinayetlerinin %5,9’unu oluşturmaktadır. Burada dikkat çeken bir diğer nokta, yakın partner cinayetini kimin işlediğinden bağımsız olarak cinayet öncesi %67-80 oranında kadına yönelik fiziksel şiddetin mevcut olmasıdır. ABD’de yapılan bir çalışmada, failin silah kullanması, mağdurun başka bir partner için failden ayrılması, dijital takip, cinsel ilişkiye zorlama, hamilelik döneminde sekse zorlama ve şiddet, ilişkide giderek artan fiziksel şiddet, failin intihar eğilimi, maktülün tehlike algısı ve çocuk istismarı gibi faktörlerin kadın cinayetleri ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Aynı çalışmada failin silaha erişiminin olması, daha önceki olaylarda silahla tehdit etmiş olması, failin üvey çocukla birlikte yaşaması kadın cinayeti riskini artıran faktörler olarak saptanmıştır. Failin işsiz olması ise faile ilişkin özellikler içerisinde kadın cinayetlerinin en belirleyici faktörü olarak tespit edilmiştir. Öte yandan partnerle hiç birlikte yaşamamış olmak ve failin daha önce ev içi şiddet nedeniyle tutuklanmış olması kadın cinayeti riskinin azalması ile ilişkilidir.[15]
DSÖ ve Panamerikan Sağlık Örgütü ortak bir raporda cinsiyetler arası eşitsizliklerin daha derin olduğu ve kadınların hükümette daha az temsil edildiği ülkelerde daha çok kadın cinayetinin işlendiğini bildirmişlerdir. Bu raporda siyasi iktidarların eğitim ve sağlığa daha az yatırım yapmasının kadın cinayetlerin gerçekleşmesinde bir etken olduğu da vurgulanmaktadır.[16] Yoksulluğun ve eşitsizliklerin daha yaygın ve derin olduğu toplumlarda, kadına yönelik şiddetin daha sık görülmesi, kadının şiddete karşı daha korumasız olması ve yardım mekanizmalarından faydalanamaması şaşırtıcı olmayan bir bulgudur. Doğrudan yakın partner kadın cinayetleri ile ilişki içerisinde gösterilmemiş olsa da, cinayet oranları ve bireylerin bakmakla yükümlü oldukları çocuklar için aldıkları sosyal yardımlar arasında ters orantılı bir ilişkininin bulunması [17] ise ayrı bir değerlendirmeyi haketmektedir.
Türkiye’de Kadın Cinayetlerinin Sosyopolitik Temelleri
Kadın cinayetleriyle ilişkili çok sayıda parametre alanda tartışılmakta ve üzerine araştırmalar yapılmaktadır. Ancak Türkiye’de kadın cinayetlerindeki artışın arkasında yatan temel dinamikleri tartışırken kadınların işçileşme süreci, bunun dinselleşme ile gerilimi, AKP döneminde sermaye sınıfının kompozisyonunda meydana gelen değişimler, göç hareketleri, toplumsal örgütlülük ve bunların kadın-erkek ilişkileri ile kadının toplumsal statüsü üzerine etkileri öncelikle ele alınması gereken konulardır.
1. Kadınların işgücüne katılımın niteliği, niceliği ve işsizlik sorunu ile kadın cinayetleri arasındaki ilişkisi
Maalesef kadın cinayetleri kayıt ve bildirimlerin yeterli olmaması ve bir standardizasyonla yapılmaması nedeniyle, öldürülen kadınların çalışma durumlarının tespiti mümkün olamamaktadır. Örneğin, 2019 KCDP Türkiye verilerine göre öldürülen 474 kadından 60’ı bir işyerinde çalışırken, 20’si çalışmamakta, 394 kadının ise çalışma durumu bilinmemektedir.
Bazı araştırmalar erkek işsizliğinin ve kadınların işgücüne katılımının kadına yönelik şiddeti arttırdığına dikkat çekmektedir. Bu araştırmalarda partner tarafından işlenen kadın cinayetleri için en güçlü sosyodemografik risk faktörünün failin işsiz olması olduğu belirtilmektedir. Failin üniversite eğitimi almış olması lise eğitimi almış olmasına göre kadın için daha koruyucu iken, failler arasında üniversite mezunu ve işsiz olup iş arayanların oranı iş aramayanlara göre daha düşük saptanmıştır.[18]
Kadın cinayeti sebepleri içinde göze çarpan bir diğer parametre boşanma, ayrılma gibi kadının kendi hayatına ilişkin kararlar almasıdır. Gerçekten de boşanma sayısı arttıkça (Şekil 4) kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinde de artış söz konusudur. Çalışan kadınların ekonomik olarak daha bağımsız hareket edebilme potansiyellerinin daha kolay boşanma ve ayrılık kararı almalarında etkili olduğu söylenebilir. Bunun yanında eşinden daha fazla maaş alan kadınların şiddet görme ihtimalinin arttığı gösterilmiştir.[20] 2008 ve 2014 yıllarında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün (KSGM) verilerine göre işgücüne dahil olan kadınların çalışmayan kadınlara kıyasla 2008 ve 2014 yıllarında sırasıyla %2,9 ve %2,4 daha fazla fiziksel veya cinsel şiddet yaşadığı tespit edilmiştir.[21]
Geçtiğimiz yüzyılda kent-kır nüfus yoğunluğunun tersine dönmesi ve artan kentleşme ile birlikte, kadınlar tarım dışı sektörlerde de çalışmaya başlamıştır. Veriler bize kentleşme oranları arttıkça kadınların eğitim düzeylerinin ve gelirlerinin arttığını, bu bağlamda boşanma sayılarının da arttığını göstermektedir. Kadınlar kentlerde bazen sadece kadın emek gücüne dayalı atölyelerde, bazen de aile fertleri dışında başka erkeklerle bir arada çalışmaktadır. Kadınların işgücüne katılım oranları 2006’dan 2016’ya sermaye sınıfının ucuz emek gücü tercihleri ile de ilişkili olarak yüzde 25 bandından yüzde 35 bandına çıkmıştır.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre 79 ülke içinde Türkiye 2007-2015 yılları arasında kadınların işgücüne katılım oranının en fazla arttığı yedinci ülke olmuştur. Kadın cinayetlerinin yüksek düzeyde seyrettiği bir diğer ülke olan Letonya’da da kadınlar için benzer bir işçileşme süreci gözlenmiştir. Buraya ortalama üç günde bir kadının öldürüldüğü Almanya’yı da eklemek mümkündür. Letonya’da kadınların işgücüne katılım oranı 2005’te %65,2 iken 2018’de bu oran %75,8’e, Almanya’da aynı oranı 2005’te %66,9 iken 2018’de %74,3’e yükselmiştir.[22] Litvanya ve Estonya’da da kadın cinayetleri ve kadınların işçileşme oranlarının seyri açısından benzer bir tablo vardır. Eurostat verilerine göre Avrupa’da kadın cinayetleri oranında Litvanya, Letonya ve Estonya sırayla en yüksek oranlara sahip ilk üç ülkedir; Türkiye ise bu ülkelerin ardından dördüncü sırada gelmektedir.
Çalışma yaşamındaki kadınlara ilişkin bir diğer saptama, bu kadınların sıklıkla ekonomik şiddete maruz kalmaları, kazandıkları paraya eşlerinin, babalarının, oğullarının ve hatta patronlarının el koymasıdır. Şiddete uğrama oranları ise güvencesiz, geçici ve düşük vasıflı işlerde çalışanlara göre güvenceli, düzenli ve bir statü sahibi olarak çalışan kadınlar arasında daha azdır.[23] Özellikle kadın emek gücünün yoğun olduğu hizmet sektörü şiddet olaylarının sıkça gözlendiği iş kollarından biri iken, gece saatlerinde ya da vardiyasında çalışan ve gece uzun mesafeler yürümek durumda kalan kadınların saldırıya daha açık oldukları saptanmıştır.[24] Kadının çalışma hayatına katılımı maruz kaldığı şiddet türlerini çeşitlendirebilmekte, çalışan kadınlar kapitalizmin beslediği gericilik, güvencesiz çalışma rejimleri ve şiddet suçlarının hukuken cezalandırılmaması gibi nedenlerle günlük hayatlarında şiddete daha çok maruz kalabilmektedir.
Burada önemli bir diğer nokta ise kadın cinayetlerinin ekonomik kriz dönemlerinde artan yoksulluk ve geçim sıkıntısı ile birlikte artmasıdır. Başlıbaşına kadın cinayetlerinin sınıfsal olduğuna bir kanıt sayılabilecek bu durum, şiddetin sınıflardan azade bir olgu olarak ele alınamacağının da göstergesidir. Kapitalizm, cinsiyetler arası eşitsizlikleri ideolojik, toplumsal ve ekonomik açıdan besler. Sermaye sınıfının aldığı cinsiyet eşitliği sertifikaları, uyguladığı pozitif ayrımcılık politikaları, kamu vicdanına seslenen “kadın dostu-eşitlikçi” reklamları, medyaya servis edilen bireysel başarılı kadın hikayeleri ile gerçekte amaçladığı meselenin sınıfsallığının örtülmesinden başka birşey değildir.
2. Sermaye sınıfının değişen kompozisyonu ile kadın cinayetleri arasındaki ilişki
Türkiye’de kapitalist düzenin restorasyon sürecini yürütmek ve cumhuriyetin ilerici değerlerini budamak gibi özel amaçlar yanında, sömürünün arttırılması ve burjuvazinin kuralsızlaşma ihtiyacının karşılanması misyonları ile iktidarda olan AKP, emperyalizmle ilişkilerinde ise hareket alanını genişletme çabasından hiç vazgeçmemiştir. Bununla birlikte ondokuz yıllık AKP iktidarı aynı zamanda gerici tarikatlarla ilişkili bir sosyal kesimin hızla zenginleştiği ve kadına yönelik ayrımcılığın siyasette ve medyada yaygın bir söyleme dönüştüğü bir dönemdir. Türkiye’nin ideolojikdönüşümünde üstlendiği rolle kadın düşmanı bir politikanın da yürütücüsü olan siyasi iktidar, böylece kadının insan dışılaştırılmasını (dehumanization), şiddetin artmasını ve vahşileşmesini kolaylaştırmıştır.
Tüm bunlara son yıllarda gazetelerde gözümüze daha çok çarpmaya başlayan ve yasalar karşısında AKP’nin koruyucu kalkanıyla dizginsizleşen burjuvazinin çete benzeri kimi örgütlenmelerini de eklemek gerekir. Gerçekten de çete yapılanmaları tüm dünyada kadın cinayetlerini artırıcı bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim DSÖ geçtiğimiz yıllarda Latin Amerika’da faillerin kadınların yakını olmadığı kadın cinayetlerinde endişe verici düzeyde bir artışın olduğuna dikkat çekmiş, kadın cinayetlerinin insan ticareti, uyuşturucu tacirliği, çete bağlantılı organize suçlar ve devletin ihmal ve eksik politikaları ile ilişkisini vurgulamıştır.[25] Günümüz Türkiye’sinde Latin Amerika’daki kadar yaygın olmasa da, sosyal medya hesaplarında silahla çekilmiş fotoğraflarını paylaşan, yanlarında çalışan kadınlara yönelik şiddet ve cinayetlere rağmen iktidara yakınlıkları sebebiyle cezalandırılmayacaklarına güvenen bir kesimin AKP iktidarı döneminde palazlandığı aşikardır.
3. Dinselleşmenin kadının toplumsal konumuna etkisi ile kadın cinayetleri arasındaki ilişki
1980’li yıllarla birlikte Türkiye’de tarikat ve cemaatlerin siyasal olarak önü açılmıştır. Tarikatlar siyasal arenada “dini özgürlükler” kisvesi altında kurumsallaştırılmış, devlet içerisinde hemen bütün kurumlara yaygın şekilde nüfuz etmelerine göz yumulmuştur. Dinci gericiliğin önü, hem işçi sınıfı mücadelesinin güçlenmesinin önlenmesi hem de emperyalizmin bölgesel planlarında yerli sermayenin hareket kabiliyetinin artırılması amacıyla açılmıştır. Laiklik toplumsal yaşantının yanı sıra kamudan da tasfiye edilmiş, dinselleşme kadının toplumsal konumunun açık bir şekilde gerilemesine neden olmuştur. Öyleki iktidar partisinin yetkilileri, çoğunlukla dinsel söylemlere yaslanarak kadının hayatına müdahale eden pek çok tutum beyan etmiş, kadının kaç çocuk yapacağına, giyim kuşamına, kahkahasına, hangi saatte sokakta olacağına, hatta hamileliğini saklamamasının ayıp olduğu iddiasına dek uzanan bir yelpazede kadını nesneleştiren ve aşağılayan söylemlerde bulunmuşlardır. “Kızlı erkekli aynı evde yaşamak” hedef gösterilmiş, özel hayata müdahalenin boyutu ev baskınlarına varabilmiştir.[26] Tüm bu hamleleriyle yetkililer, çizdikleri sınırların dışına çıkan kadınlara karşı işlenen şiddet suçlarının ağırlığını hafifletmeye, bu suçlara meşru bir zemin kazandırmaya hizmet etmiş, daha da fazlası teşvik edici olmuşlardır.
Devlet yetkililerinin ve kurumlarının ailenin kutsallığına yönelik söylemleri, ısrarla gündeme getirilen yoksulluk nafakasının sınırlandırılması talebi ve zorunlu aile arabuluculuk süreci gibi uygulamalar ile boşanmanın zorlaştırılması çabası ise devam etmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kadın cinayetleri ile kadının boşanma talebi arasındaki ilişkiyi yok sayarak boşanmaktan vazgeçirilen kadınların sayısı ile övünebilmektedir.[27] Oysa Türkiye’nin de imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi (Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi) aile içi şiddet iddiasını içeren uyuşmazlıklarda zorunlu arabuluculuğu yasaklamaktadır. Siyasetçilerin ve cemaatlerin sık sık gündeme getirdikleri kadına yönelik şiddetle mücadelenin önemli kazanımlarından biri olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme söylemi, kadın cinayeti kavramının daraltılması çabası [28], ısrarlı takip ve şiddet olaylarında kadınların polis, jandarma ya da savcılığa başvurularının sonuçsuz kalması [29], uğradığı şiddet nedeniyle adres ve kimlik değiştirmesi gereken kadınların yeterli kamusal desteği alamıyor olmaları kadın cinayetlerin artarak sürmesinde etkilidir.
Dinselleşmenin bir diğer yansıması 4+4+4 eğitim sistemi ve açık lise gibi eğitim alanında yapılan düzenlemelerle kadınların örgün eğitimin dışına itilmesidir. Karma eğitim veren okulların sayısı giderek azalmakta, tek cinsiyetli okulların (2019 yılında %15) ve imam hatiplerin oranı ise giderek artmaktadır. Son olarak 2021 Kalkınma Planına “Kadın Üniversiteleri” açma hedefi dahil edilmiştir. Özetle, en önemli politikalarından biri dinselleştirme olan AKP’ninkadına yönelik şiddeti durdurma niyeti kesinlikle yoktur. Aksine kadınları koruma bahanesi ile atılan bu tür adımlar hem şiddeti hem de cinayetleri beslemekten, cumhuriyetin kazanımlarına saldırmaktan başka bir anlama gelmemektedir.
4. Göç hareketlerinin kadın cinayetleri ile ilişkisi
Türkiye tarihinde toplumsal ölçekte etki yaratan göç dalgalarından ilki 1950’li yıllarda kırdan kente doğru gerçekleşmiştir.[30] Sanayinin gelişmesi ve tarımda makine kullanımının yaygınlaşması ile artan bu göçler çoğunlukla aile reisinin öncülüğünde gerçekleşirken, kadınlar da sıklıkla eş ve evlat olarak bu göçlere dahil olmuşlardır. Diğer bir göç dalgası ise 1990’lı yıllarda güvenlik nedeni ile Türkiye’nin doğusunda yaşayan Kürt ağırlıklı nüfusun büyük bir kısmının batıya göçü ile yaşanmıştır. Göçün getirdiği fakirlikle boğuşan ailelerdeki kız çocukları küçük yaşlarda okuldan kopmuş, evlendirilmiş ya da çalışmaya başlamıştır.[31]
1990’lı yıllarda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılması sonrası ülkemize doğru gerçekleşen dış göçün ise başını kadınlar çekmiştir. Bu kadın göçmenlerin bir kısmı çocuk, hasta ve yaşlı bakımı ile ev işleri gibi alanlarda ucuz emek gücüne dönüşürken [32] bir kısmı büyük şehirlerde ve tatil beldelerinde fuhuşa zorlanmışlardır.[33] Düzensiz ikametleri olan ve kayıtdışı istihdam edilen bu kadınlar ekonomik şiddetten cinsel şiddete uzanan geniş bir yelpazede savunmasız kalmışlardır. Türkiye’de kadın cinayeti maktulleri arasında önemli sayıda göçmen kadın bulunmaktadır.
Bir diğer dış göç 2011 yılında Suriye’de savaşın başlaması ile birlikte gerçekleşmiştir. Ülkemize gelen sığınmacıların vatandaşlıklarının olmaması ve kayıtlarının yeterince tutulamıyor oluşu, sığınmacı kadın ve çocukların şiddete ve istismara açık hale gelmesi ile sonuçlanmıştır. Uluslararası düzeyde yürütülen çalışmalara göre, göçmen kadınlar gittikleri ülkelerde işsizlik, yoksulluk, ayrımcılık, cinsel istismar ve taciz gibi sorunlarla yüz yüze gelmektedirler.[34]
Toplumda medya üzerinden yaygınlaşan bir diğer görüş, göçle birlikte kentlere yerleşen taşralı ve göçmenlerin suç olaylarının artmasında etkili olduğudur. Ancak tarihsel bakış açısından yoksun olarak kadına yönelik şiddet olaylarından göçmenlerin sorumlu tutulması, ırkçılıkla ilişkilenen kadına yönelik şiddetin meşrulaştırılması, şiddetin artışında etkili milliyetçiliğin güçlenmesi ve asıl suçluların sorumluluklarından azade kalmasıyla sonuçlanmaktadır.
5. Kentlerde işçi sınıfının örgütsüzlüğü ile kadın cinayetlerinin ilişkisi
Eğer kadın cinayetlerindeki artıştan burjuvazinin işçi sınıfına toptan saldırısını sorumlu tutuyorsak önemli bir diğer konuyu daha ele almak gerekir. Köyden göçle işçileşmek üzere kentlere yığılan emekçiler devasa hale gelmiş kent kalabalığında kaybolmaktadır. Bir toplumsal kontrol mekanizmasının ve geleneksel değerler sisteminin kaybolması ile ortaya çıkan boşluğun dinci gericilik tarafından doldurulması kadınlara dönük şiddetin ve cinayetlerin artmasında etkili görünmektedir. Hızlı işçileşme sürecine işyerlerinde sendikal örgütlenmelerin, mahallelerde ise sol siyasi örgütlenmelerin eşlik ettiği 80’li yıllara kadar sınıfa ait değerlerin ve sınıfın örgütlü müdahale yeteneğinin toplumsal çürümeden koruyucu bir etkisi olduğu bir gerçektir. Oysa 1980 sonrası burjuvazi işçi sınıfının bütün örgütlülüğünü dağıtmak üzere hareket etmiştir. Şekil 5’deki grafik Türkiye’de yıllara bağlı fiili sendikalaşma oranını göstermektedir. Sendikalaşma oranı son 25 yılda %30’lardan %6’lara gerilemiştir. Üstelik güncel %6’lık bu sendikalaşma oranı bizi yanıltmamalıdır, çünkü bunun büyük kısmı devlet tarafından örgütlenmiş sarı sendika vasfının yanında dinci gerici veya milliyetçi-muhafazakâr sendikalar tarafından doldurulmaktadır. Bu sendikalar ise kadınların eşitliği ve özgürlüğü gibi değerlere sahip değildir.
Sermayenin bir diğer bilinçli saldırısı emekçi mahallerindeki sol siyasi örgütlenmelere karşı gerçekleşmiştir. 1995 yılında Gazi Mahallesi’nde yaşanan provokasyon ve cinayetler bunun akıllardaki en bariz ve planlanmış örneğidir.
Bugün işçi sınıfı işyerlerinde ve mahalle özelliğini yitirmiş kentsel mekânlarda kozmopolit ve büyük ölçüde örgütsüzdür. Bu gerçeği kavramadan kadın cinayetlerinin nedenlerini Türkiye’de kavramak imkânsız gözükmektedir. Örgütsüzlük ve yalnızlaşmanın, işçi sınıfında kadına yönelik şiddetin daha yaygın ve yoğun biçimlerde ortaya çıkmasına uygun koşulları beslediği rahatlıkla söylenebilir.
Kadın Cinayetleri Üzerine Nitel ve Nicel Bir Araştırma
Nitel Araştırma: Derinlemesine Görüşmeler
Bu rapor kapsamında, Önce Kadınlar ve Çocuklar Derneği Başkanı Avukat Müjde Tozbey Erden ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Doktor Gülsüm Kav ile derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Görüşmelerde benzer sorular yöneltildi. Katılımcıların sorulara verdikleri cevaplar ve kadın cinayetlerinin farklı yönleriyle ilişkili değerlendirmeleri aşağıda verilmiştir.
Kadın cinayeti verileri ve bu verilerin güvenilirliği
Türkiye’de kadın cinayetlerinin nasıl tanımlandığı ve verilerin nasıl tutulduğu sorusuna, Müjde Tozbey Erden şöyle cevap vermiştir:
“Türkiye’de kadın cinayetleri istatistiklerinin tutulması izlenen yol bir devlet politikasıdır. Devlet adına ilk ve tek veriyi 2019 yılında Türk Polis Akademisi tuttu. Bu rapora göre Türkiye’deki kadın cinayeti sayısı KCDP’nun açıkladığı sayıdan oldukça azdır. Çünkü kadın örgütleri ile devletin kadın cinayeti tanımı farklıdır. Devlet erkek kadını sevgilisi ya da karısı olduğu için öldürürse buna kadın cinayeti demektedir. Ayrıca trans bireylerin ya da hayat kadınlarının öldürülmesini tamamen konu dışı saymaktadır. Şu nokta önemlidir; devletin tuttuğu ve bize ulaşmayan bir veri yoktur. Sosyal medya ve internete girmeyen kadın cinayeti az sayıda. Ayrıca intihara sürüklenen kadınların bazılarının haberleri saklanırken, şüpheli ölümler de artık kadın örgütlerinin verilere yansıtılmaktadır. Elbette yansımayan durumlar söz konusu olabilir”
Gülsüm Kav, kadın cinayeti verilerinin güvenirliğinin özellikle “şüpheli kadın ölümleri” nedeniyle sorgulamaya açık olduğunu vurgulamıştır:
“Şüpheli bırakılan kadın ölümleri önemli bir konu. İntihar denilerek kapatılan dosya sayısı oldukça fazla. Raporlarımızda da bunların sayısının giderek arttığını görüyoruz. Soruşturma ve kovuşturma dönemlerinde gerekli incelemeler yapılmıyor. Bu bizim açımızdan da güncel önemli bir mücadele başlığı. Bunlardan basına yansıyanlar da var, yansımayanlar da. Yine de basının konuya bakışı daha duyarlı hale geldi diyebiliriz. Bize genelde bu şüpheli ölümlerde aileler ulaşıyor, ancak bu şekilde haberdar oluyoruz. Aile bize ulaşmadıysa ve basına yansımadıysa, bizim de bilmediğimiz vakalar var demektir.”
Kadın cinayetlerinin failler tarafından sunulan bahaneleri
Kadın cinayetlerine failler tarafından bahane olarak sunulan gerekçeler, genelde birbirine benzemektedir. Gülsüm Kav, özellikle kendi hayatı hakkında karar veren kadınların erkekler tarafından cezalandırıldığını belirtmiştir:
“Türkiye’de ve dünyada boşanma, ayrılık aşamasında, ateşli silahlarla cinayet en yaygın biçim. Verisine sahip olduğumuz kadın cinayetlerinin yarıdan fazlası boşanma aşamasında gerçekleşmiş ve yine yarıdan fazlası ateşli silahla işlenmiş. Kadın cinayetlerinin hem sayısı artıyor hem de görünürlüğü. Bizim verdiğimiz mücadele ve hazırladığımız raporlar sonucunda ortaya çıkan artış, resmi makamlar tarafından ‘kadın cinayetlerinin sayısı artmıyor, görünürlüğü artıyor’ diye yorumlanmaya başlandı. Bu doğru değil. Ayrıca görünürlük de kendi kendine artmadı, bir mücadele sonucu arttı. Ama sayı da artıyor. Bunun temelinde de boşanmaya çalışmak gibi modern bir hakkı kullanmaya cesaret eden kadınların sayısının artması var. Kadın cinayetleri metropollerde oluyor, en çok kadınlar boşanmaya çalışırken, kendi hayatlarına dair karar almaya çalışırken gerçekleşiyor ve cinayetleri en çok kadınların yakınları gerçekleştiriyor. Ya da yine kadının karar almasını, seçim yapmasını engellemek için kadınların reddettikleri erkek tarafından işleniyor. Kapitalizm her eve televizyon sokarak, sosyal medya yoluyla, kadınları eğitim ve iş hayatına katarak, kadınlara aslında daha fazla seçme hakkı veriyor gibi gözüküyor. Bunun sonucunda da kadınlar daha fazla hak aramaya başlıyorlar ama bu kadına şiddetle bastırılıyor. Tabii atipik durumlar da var. Tanımadığı erkekler tarafından öldürülen kadınlar da var. Ceren Özdemir gibi.”
Gülsüm Kav ayrıca, kadınların işgücüne katılımının da erkekler tarafından şiddetle bastırılmaya çalışıldığını vurgulamıştır:
“Kadının dışarıda çalışan, gelir getiren, hayatına sahip çıkan taraf olduğu durumlarda şiddetle susturulmaya çalışıldığını görüyoruz. Kadının çalışmasının bağımsızlaşmasına giden yolu açtığı feminist literatürde anlatılır. Ancak bu yeterli koşul değildir; gerekli koşuldur. Çalışan kadınlar şiddet görmüyor diye bir durum yok. Şiddet döngüsünün daha karmaşık nedenleri de var. Koruma ve destek sistemlerinin ne kadar güçlü olduğu çok belirleyici.
Türkiye’de kadınlar değişiyor ama geleneksel erkeklik ayak sürüyor. Erkek egemen iktidar kendisini kadın düşmanlığı ile restore etmeye çalışıyor. Buna ek olarak, kadın işsizliğinin büyük olması çok önemli. TÜİK 11 milyon kadını işgücü olarak bile saymıyor, işsiz bile değiller. Bu sayı çalışma yaşındaki kadınların yaklaşık üçte biri. Bu 11 milyonun şiddetten uzak bir hayat kurma imkanı yok. Ekonomik gücü elde etmek şiddetle mücadelede çok önemli. Türkiye’de kadınların 3’te 2’si bu güçten mahkum.”
Müjde Tozbey Erden de eşten ya da sevgiliden ayrılık isteğinin kadın cinayetlerinde önemli olduğunu, kadınların erkeklerin kararlarına uymadıkları için öldürüldüklerine dikkat çekmiştir. Kadın cinayetlerinin toplumsal olarak da desteklendiğini belirtmiştir:
“Koruma ve boşanma kararları aileye bir müdahale, “erkekliğin” tehdit edilmesi olarak algılanıyor. İstanbul Sözleşmesi’nin gereği olan kadın cinayetleri verilerinin tutulması gereği yerine getirilmiyor. Diğer yandan bazı kadın cinayetleri, medyada son derece ayrıntılı ve özendirici şekilde yer alıyor. Yargılama ve cezalar ile anlatılmıyor. Türk Ceza Kanunu cinayet konusunda ağır hükümler taşıyor, ancak bu uygulamaya yansımıyor. Diğer yandan, caydırıcı koruma kararları alınmıyor. Koruma kararları ihlal edilince caydırıcı ceza verilmiyor. Kadının koruma talep etme hakkı var ama bu o kadar etkisiz ki, zararlı hale bile gelebiliyor.
Kadınların çalışmaya başlaması ve kazandığı haklar ile toplumun gelişkinliği arasında bir uyuşmazlık söz konusudur. Kadınlar bir yandan hayatlarını değiştirmek için maddi koşullara sahip olurken, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve toplumsal olarak kadına ailede biçilen rollerin değişmemesi söz konusudur. Kapitalizm çalışan bir modern kadın tipi yaratırken, toplumsal gericiliği de arttırarak modern kadının yaşam alanını daraltmaktadır. Kadın cinayetleri toplumsal olarak desteklenen şiddet eylemleridir. Devlet de bu nedenle toplumsal bir mücadele üretmek zorundadır, ancak bu kapitalist sistemde mümkün değildir.”
Kır-kent ayrımı, göç, erkek işsizliği ve eğitim durumu, alkol ve bağımlılığın kadın cinayetleriyle ilişkisi
Katılımcılara kadın cinayetlerinin gerçekleşmesinde kent-kır ayrımının, erkek işsizliğinin ve erkeğin eğitim durumunun, alkol ve bağımlılığın etkisi sorulmuştur. Müjde Tozbey Erden, ekonomik şartların etkisinin olduğunu ancak alkol ve bağımlılık için bir nedensellik kurulamayacağını belirtmiştir:
“Göçün kadın cinayetlerinde önemli bir neden olduğu söylenebilir. Bir diğer şey, yoksul kadınlar daha çok öldürülüyor. Ekonomik sıkıntılar cinayetlerde rol oynuyor. Katil olan erkekler, yoksullar ve düzensiz iş sahipleri. Eğitim durumları açısından ortaokul ve lise mezunları diyebiliriz, istisnalar mevcut. Bizim dosyalarımızda alkol ve bağımlılığın oranının az olduğunu görüyoruz. Sabıkalı sayısı da az. Katillerin, normal görünen insanlar olduğunu görüyoruz.”
Gülsüm Kav kırsal bölgelerde cinayetlerin daha az olduğunu vurgulamıştır:
“Şiddet genelde metropollerde oluyor. Kırsal kesimde kadınların boşanmayı dile bile getirememesi bunun nedenlerinden biri. Ege bölgesinde mesela çok cinayet davamız oluyordu. Ancak bunun nedeni İzmir’de hak arama ve boşanma oranının da yüksek olmasıydı. Kadın cinayetlerinin çoğu şehirlerde ve önceden tasarlanarak işleniyor. Diğer taraftan, biz davalarımızda töre ve namus saiki ile işlenen cinayetleri daha az gördük. Ancak gericileşme öyle bir noktaya geldi ki, bunların da sayısında bir artış ortaya çıktı. Kırsal alanda, aile meclisi kararıyla geleneğe dayalı cinayetleri de görüyoruz.”
Gülsüm Kav’a göre yoksullaşma da bir bahane olmakla beraber, bunun şiddeti arttırmasının normalleştirilmemesi gerekmektedir:
“Cinayet bahaneleri içinde ekonomik bahaneler de var. Kadının gelir getirici ve erkeğin çalışmayan taraf olduğu ve kadının ayrılmasını engellemek için işlenen cinayetler de var. Karısını pazar parası istedi diye öldüren erkek de var. Bunlarla ilgisi olmayan, erkeğin prestijli meslek sahibi olduğu durum da var. Ekonomik bir sıkıntı olduğunda erkek gidip patronu değil de kadını öldürüyorsa cinsiyetçi bir saldırı olduğunu söylüyoruz. Kriz dönemlerinde erkeğin kadına şiddet uygulamasını normalleştiren söylemler oluyor. Bu çok tehlikeli. Bunun, erkeklerin “beni aldattı” diye sürekli sunduğu bahaneden bir farkı yok.”
Gülsüm Kav da alkol ve bağımlılığın belirleyici bir unsur olmadığını, sanıklar arasında alkol kullanan da kullanmayan da olduğunu belirtmiştir.
Ateşli silah kullanımı, yeni zenginler ve çeteleşmenin rolü
Ateşli silaha erişimin kolaylığının cinayetleri arttırdığı konusunda katılımcılar hemfikirdir. Müjde Tozbey Erden ayrıca bıçaklamanın da artan bir saldırı biçimi olduğunu belirtmiştir. Gülsüm Kav bireysel silahlanmaya karşı kampanyalar düzenlediklerini vurgulamıştır. AKP döneminde güçlenen ve para gücüyle adaleti alt edeceğini düşünen çete veya çete gibi davranan grupların kadın cinayetlerindeki rolünün arttığı katılımcılar tarafından vurgulanmıştır. Müjde Tozbey Erden ayrıca özellikle yabancı uyruklu kadınların uğradığı şiddeti vurgulamıştır:
“AKP’li zenginlerin kadın istismarı ve sonuçta kadına yönelik şiddeti saklamak için hem medya hem de politik güçleri çok yüksek. Burada görülmeyen ve üstü kapatılan birçok durum söz konusu. Fuhuşa sürüklenen kadınların içinde öldürülen çok sayıda kadın var. Ama bu kadınların aileleri yurt dışında olduğu için hukuksal olarak haklarını arayamıyorlar. Bunların da ancak bir kısmı basına yansıyor. Yansıyan haliyle bile rakamlar son derece yüksek.”
Gülsüm Kav da şüpheli kadın ölümleri ile bu çetelerin ilgisine değinmiştir:
“Şüphede bırakılan ölümlerde farklı bir güç kaynağı bulma ve ona dayanma da var: Mali kaynaklar ya da siyasi kaynaklar. Bu sayede cezasız kalınacağı düşünülüyor. Diğer yandan, hiçbir maddi gücü olmayan erkekler de cinayet işliyor. Birbirine hiç benzemeyen erkeklerin benzer kurgularla cinayet işliyor ve sonrasında benzer şekilde kendilerini savunuyor olmaları bize erkek egemenliği gösteriyor. Aleyna Çakır konusu böyle bir konu. Kadın cinayeti nasıl tanımlanmalı diye devlet yetkilileri ile yaptığımız tartışmalarda bu konu gündeme geliyor. Devlet diyor ki “çeteler birbirini öldürüyor, arada kadınlar da öldürülüyor, bunun kadın cinayeti ile ilişkisi yok”. Çabamız Türkiye’nin Latin Amerika’ya benzemesini engellemek için. Şüpheli ölümler araştırılmadan bırakılırsa biz de o ülkelere benzeyebiliriz. Faili meçhul oranları da yüksek o ülkelerde. Bizde örneğin bu işareti veren kayıp kadın olguları var.”
Nicel Araştırma: Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneğinin Sağladığı Verilerin Betimleyici İstatistikleri
Önce Kadınlar ve Çocuklar Derneği’nin bize ulaştırdığı 50 kadın cinayeti dosyasına ait veriler incelenerek kalitatif bir çalışma yapılmıştır. Verilere göre, öldürülen 11 kadının çocuğu yoktur, 39 kadının çocuğu vardır. 50 kadından 28’i koruma kararına başvurmuş, 22’si başvurmamıştır. Koruma kararına başvuran kadınların 13’ü bir kez, 7’si iki kez, 6’sı ise 3’ten fazla kez koruma kararına başvurmuştur, 2 kadının koruma kararına kaç kez başvurdukları bilgisi bulunmamaktadır. Koruma kararına başvuran 28 kadından 21’i koruma kararı altındayken öldürülmüştür.
Söz konusu 50 vaka incelendiğinde, öldürülen kadınların daha çok 26-40 yaş arasında oldukları (%58), fail erkeklerin de %64’ünün yine aynı yaş aralığında oldukları görülmektedir. Öldürülen kadınların ve fail erkeklerin çoğunluğu (sırasıyla %96 ve %94) evli, imam nikahlı ya da boşanmıştır.
Öldürülen kadınların %62’si eşleri, %24’ü ise eski eşleri tarafından öldürülmüştür. Erkek arkadaş, eski erkek arkadaş ve reddedilen erkek tarafından öldürülen kadınların oranı %10’dur.
Kadınların ve fail erkeklerin meslekleri aşağıdaki grafiklerde verilmiştir. Öldürülen kadınların %62’sinin çalışmadığı, %34’ünün vasıfsız işlerde çalıştıkları görülmüştür. Fail erkeklerin ise çoğunluğu (%56) işsizken, %32’si nitelik gerektirmeyen işlerde çalışmaktadırlar.
Cinayetlerin yarısı ateşli silahlarla, %36’sı delici/kesici aletlerle işlenmiştir. Ateşli silahların 4’ü ruhsatlı, 20’si ruhsatsızdır, 1’i hakkında bilgi bulunmamaktadır. Cinayet saiklerine bakıldığında ise ayrılma ve boşanma isteği ile reddetme gibi saikler çoğunluğu oluşturmaktadır (%74).
TARTIŞMA ve SONUÇ
Kadına yönelik şiddet dünyanın her yerinde görülen yaygın bir insan hakları ihlalidir. Çoğu zaman rapor edilmez ve cezasız kalır, kimi zamansa ölümle sonuçlanır. Birçok ülkede kadın cinayetlerine dair temel veriler devlet kurumları tarafından toplanırken, bu verilerin mevcut ve erişilebilir olduğu durumlarda bile kapsamları genellikle sınırlıdır. Failin tespit edildiği durumlarda bile ölüm nedeni raporlarda öldürme eyleminin nerede gerçekleştiğini, ekonomik durum, yaş, etnisite, cinsel yönelim, fail ile kurulan ilişki gibi detayların sınıflandırılması ve raporlanması nadirdir. Kadın cinayeti verilerini toplayan kuruluşlar için ikinci bir bilgi kaynağı ise medyadır. Öte yandan sağlık sektörü az sayıda ülkede kaynak olabilmekte ancak suç istatistiklerinde toplanan verilerle uyum göstermemektedir.
Kadın cinayetlerinin toplumsal nedenlerini kavramak için öldürülen kadınların ve faillerin üretim ilişkileri ekseninde tuttukları yeri görmek önemlidir. Ancak veri toplama ve sınıflandırma biçimlerinin kendisi de mülkiyet ilişkilerinin ideolojik tahakkümü altındadır. Bu nedenle kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerine ilişkin verilerin bir standarda göre toplanması ve bunların saydam bir şekilde halkla paylaşılması talebi toplumun ilerici unsurlarınca daha güçlü dile getirilmelidir.
Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin en karakteristik özelliklerinden birinin şiddetin uygulayıcısının çoğu zaman kadının bir yakını olmasına değinmiştik. Yoksulluğun ise kadının hem şiddet ortamından uzaklaşamaması hem de ölümcül şiddete maruz kalması ihtimalini artıran bir diğer etken olduğu öngörülebilir. Zira yoksulluğun en önemli kaynağı olan işsizliğin kadın cinayeti failleri arasındaki en önemli demografik faktör olduğunu saptayan araştırmalar bulunmaktadır. Erkek işsizliği ile kadın cinayetleri ilişkisinde birbirleriyle tutarlı olmayan sonuçlar rapor edilmiş olsa da [36], çalışmaların çoğunda failin düzensiz bir işe sahip olması kadına yönelik şiddette belirleyici bir faktör olarak öne çıkmaktadır.[37] Açık ki kamusal hizmetlerin piyasalaştırılması ve güvencesiz esnek çalışma rejimlerinin artması ile birlikte son yıllarda derinleşen ekonomik kriz kadına yönelik şiddetin daha sık ve ağır bir niteliğe bürünmesine neden olmaktadır.
Bir diğer önemli nokta, kadınların kendi istekleri doğrultusunda kararlar almaları durumunda daha fazla şiddete uğramaları ihtimalinin belirmesidir. Cinayet işleme nedeni olarak kadının boşanma/ayrılma isteğinin öne çıkması bunu doğrular niteliktedir. Oysa kadınların çalışması ve ekonomik özgürlüklerinin olması şiddet gördükleri ortamı terk etme, şiddet gördükleri partner ile ilişkiyi bitirme ve şiddetten uzaklaşma imkanlarını arttırmaktadır. Ekonomik ve sosyal olarak daha bağımsız hareket edebilme eğilimi gösteren kadın, şiddete maruz kaldığında buna son verme kararı alabilmekte, ancak bu karar ölümcül bir şiddetle sonlanabilmektedir. Buradan hareketle çalışma hayatına katılımın kadına yönelik şiddet karşısında koruyucu bir faktör olduğu tezi bazı açılardan kördür. Üstelik çalışan kadınların daha fazla şiddet gördüğünü ve bir işe sahip olmanın evde daha fazla söz sahibi olmak anlamına gelmediğini gösteren araştırmalar da bulunmaktadır.[38] Ek olarak kadının daha fazla kazandığı ilişkilerde erkeğin ilişkideki belirleyiciliği azaldıkça şiddet eğiliminin arttığı belirtilmiştir.[39] Kısaca, kapitalizmde iş sahibi ve/veya eğitimli olmak kadınları şiddetten korumaya yetmemektedir. Çünkü tıpkı devlet aygıtı gibi burjuvazinin kendi yararına olan düzeni koruma ve yeniden tesis etmesinde kadın-erkek eşitsizliği de önemli işlevlere sahiptir.[40] Kadınların düzene geri adım attıran ya da planlarını bozan adımları ise genellikle iktidar tarafından bir karşı saldırıyla karşılanmaktadır. Bu karşı saldırının bir parçası olan kadına yönelik şiddet kendisini iş yerinde, evde, mahallede ve devlet kurumlarında var edecek, sürdürecek ve meşrulaştıracak mekanizmalarla donatılmıştır. Faillere ceza indirimlerinin normalleşmesinden yasal eksikliklere, medyanın fail yerine kadını yargılayan tutumundan kullanılan geleneksel ve dinsel referanslara kadar kadına yöneltilen düşmanlık aslında düzenin çarklarının dönmesi içindir. Buradaki temel nokta, kadın-erkek eşitsizliğinin toplumun maddi işleyişi tarafından kendiliğinden değil, esasen egemen ideolojinin müdahaleleri ile sağlanmasıdır. Türkiye’de kadın cinayetlerinde önemli bir tetikleyici faktör olan yerleşik “töre” ve “namus” anlayışının [41] hala gündemde olabilmesi de bu şekilde ele alınabilir. Çünkü egemen sınıf, kendisinden önceki feodal dönemin ideolojik unsurlarını tümüyle lağvetmek yerine onu kendi ihtiyacına göre yeniden üretmekte, kendi mülkiyetini ve hukuksal düzenini güvenceye alırken aşiretlerin varlığına, başlık parasına, berdele, bekaret kontrolü vb. geleneksel ve gerici ritüellerin devamına göz yummaktadır.
Kentleşmenin ekonomik kaynaklara ve kurumsal desteğe erişim olanakları nedeniyle şiddetle daha etkili baş etme imkanı sunacağı varsayılabilir. Ancak yoksulluk, yabancılaşma ve yalnızlaşmanın şiddetin azalmasının önünde bir engel olduğu da düşünülebilir. Bir araştırmada, kentleşmenin yardıma ulaşma kanallarının varlığına rağmen kadına yönelik şiddet açısından risk faktörleri yaratabileceğine ve kadınları şiddete karşı daha savunmasız hale getirebileceğine değinilmiştir.[42] Her ne kadar kentlerde kadına yönelik şiddete toleransın daha düşük olduğu, yasal hükümlerin ve yaptırımların baskısının daha yüksek olduğu, dini kabul ve geleneklerin kentsel mekanlarda etkisinin azalıyor olduğu doğru olsa da, kentlerde cinsiyetler arasındaki hane/aile içi iş bölümünde köklü bir değişiklik söz konusu olmamıştır. Üstelik kadının geleneksel rollerini aksatmaması beklentisi kadının çalışmasına yönelik olumsuz değer ve görüşlerler oluşturabilmektedir. 1984’de yapılan bir çalışma, çalışan kadınlara genel olarak saygı duyulsa da erkeklerin bir kısmının çalışan kadınların cinsel olarak kolay elde edilir olduğu yönünde düşünceleri olduğunu göstermiştir.[43] AKP Türkiyesi’nde bu bakış açısının toplumsal zemininin giderek güçlendiği hesaba katıldığında, çalışan kadınların cinsel, ekonomik ve fiziksel şiddetin hedef tahtasına konduğu, ortaya çıkan gerici ideolojik iklimle kadının çalışmasının ve dışarı çıkmasının ahlak yoksunluğu ile özdeşleştirilmesinin kadın cinayetlerindeki artışta etkili olduğu söylenebilir.
Özetle kadın-erkek eşitsizliği sınıflı toplumlarda ortaya çıkmış, üretim biçimindeki değişime ve hatta dönemsel olarak egemen sınıfların özgün ihtiyaçlarına göre farklı şekillerde, daha dar veya daha geniş sınırlar içerisinde yeniden ve yeniden üretilmiştir.[44] Ayrıca gericiliğin önünün açılması, çalışma rejiminden siyasete düzenin kuralsızlaşma gereksinimi, bununla ilişkili olarak hukuk sisteminin ve kurumların işlevsizleştirilmesi beraberinde kadına yönelik şiddeti körükleyen bir dizi sosyal mekanizmayı da açığa çıkarmıştır. Bu nedenle günümüz Türkiye’sinde dramatik bir artış gösteren kadın cinayetleri, burjuvazinin dönemsel ihtiyaçlarından ve bu ihtiyaçların giderilmesine yönelik toplumsal müdahalelerinden bağımsız okunamaz.
Bugün “en gelişmiş” ve “en demokratik” ülkeler dahil tüm dünyada tanık olduğumuz kadın emekçilerin daha düşük ücret alması, kamusal bakım hizmetlerinin budanması, kürtaj hakkının engellenmesi, çocuk istismarının artışı ve kadın cinayetlerinin tırmanışı kadına yönelik her türden şiddetin kapitalizmde süreğen olması ile açıklanabilir. Bu açıdan aşağıda kadına yönelik şiddeti tarihin karanlık sayfalarına gömecek öneriler yapılandırılmaya çalışılmış ve tartışmaya açılmıştır.
ÖNERİLER
Uzun bir süredir Türkiye’de tırmanan kadın cinayetlerinin önünü almak için kadın örgütleri bir dizi acil çözüm önerisini dile getirmektedir. Bunlar arasında İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunun uygulanması, sığınma evleri ve kadın konukevlerinin sayısının artırılması, bu kurumların koşullarının iyileştirilmesi, şiddet faillerinin cezalarının artırılması, faillerin cezasız bırakılmaması, silaha erişimin zorlaştırılması, medyada kadına yönelik şiddeti özendirici, meşrulaştırıcı yayın ve haberlerin yapılmaması gibi talep ve öneriler öne çıkmaktadır. Özellikle 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunda geçen delil ve belge aranmadan şiddet mağduru kadınların hemen korumaya alınabilmesi, hakim ve mülki amirin ivedilikle koruyucu tedbir kararı alabilmesi ve fail bu tedbirlere uymadığında henüz dava süreci başlamadan zorlama hapsi uygulanarak tecrit edilmesi yönündeki maddeler yaşamsal öneme sahiptir.
Ancak mücadelenin odaklandığı bu acil taleplerin sınırları, barındırdıkları çelişki ve eksikler de yine kadın mücadelesinin farklı özneleri tarafından dile getirilmektedir. Kadına yönelik şiddetle mücadelede barolarda gönüllü olarak çalışan avukatlar, hukuk sisteminin bir bütün olarak gericileşmesine ve yargının içinin boşaltılmasına yakından tanıklık ederken, kadın dernekleri sığınma evlerinin yeterli sayıda ve işlevsel olmadığını her geçen gün tekrar deneyim etmektedirler. Gizliliğin kimi zaman ihlal edildiği, çocuklu kadınlar için türlü zorluklar barındıran ve kadınları ancak birkaç ay barındıran sığınma evleri şiddet mağduru kadınlar için kalıcı ve uzun vadeli bir çözümün değil, hızlı ve hayat koruyucu bir işlevselliğin adresleri olabilir. İstanbul Sözleşmesi ise şiddeti çok yönlü olarak tanımlaması, aile yerine hane içi şiddeti tariflemesi, her türlü ayrımcılığın ve şiddetin önlenmesi için tedbirler alınmasına dair somut görevlendirmeleri nedeniyle kadınların gerisine düşmeyecekleri bir kazanımdır.
Bununla birlikte işçi sınıfının mücadelesinin yeniden yükselmesinde önemli bir potansiyeli olan kadın dinamiğinin kapitalizm dışı daha köklü ve kalıcı çözümlere göz dikmesinin üzerinde durulmalıdır. Bugün dünyada kadın-erkek eşitsizliğini meşru kılan tüm gerekçeler bertaraf edilmiştir. Kadınların özünde duygusal, mantıksız, daha zayıf olduğu gibi safsataların bilimdışılığı gösterilmiş; teknolojik gelişmeler ve makineleşme ile mesleklerin cinsiyetlere özgü olmasının zemini ortadan kalkmıştır. Cinsiyetler arası ilişkilerin niteliği ise biyolojik olarak değil, üretim biçiminin toplumsal ilişkiler üzerindeki belirleyiciliği ile şekillenmektedir. İş bölümündeki adaletsizlikler için üretim koşullarının kendiliğinden ürettiği gerekçelerin (örn., makinelerin olmadığı dönemlerde tarım işçiliğinin, yapı işlerinin kas kuvveti gerektirmesi vb.) yokluğunda, kadın-erkek eşitsizliğinin egemen sınıfların bir tercihi olduğu gerçeği billurlaşmaktadır. “Kadın işi”, “erkek doğası” gibi içi boş kavramların inandırıcılığı giderek azalırken, eşitlik ve özgürlük mücadelesi veren kadınlar asıl düşmanları olan kapitalizmle daha sık karşı karşıya gelmeye başlamıştır. Kapitalist sistemin insana düşman hemen tüm fiillerinde kadınlar kendilerini konunun bir tarafı olarak bulmakta, kadınların mücadelesi sistemin ihtiyaç ve yönelimleriyle giderek daha fazla çatışmaktadır. Bu nedenle insanca ve özgür bir yaşamdan yana olanlar olarak yaklaşmakta olan devrimler çağının bizlere verdiği heyecan ve cesaretle, bu raporu yazarken kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini azaltmayı değil bitirmeyi hedefleyen bir dizi öneriyi de kaleme aldık. Önerilerimiz aynı zamanda tartışmaya, mücadeleye, yeni dünyayı planlamaya ve kurmaya dönük açık bir çağrıdır.
- Laiklik güvence altına alınmalı, gericilik bertaraf edilmelidir: Krizini aşamayan sermaye sınıfının iktidarını güvenceye almak için beslediği dinci gericilik ilerlemenin ve özgürlüklerin açık düşmanıdır. Gerici düşüncenin kadın bedenini aşağılayan, bir tahrik unsuru olarak sunan ve nesneleştiren tüm tutum ve söylemlerinin yasal yaptırımları olmalı, kişinin bedenine ilişkin özgürlüklerini baskılayan tüm unsurlar kamusal alandan geri çektirilmelidir. Tarikatlar kapatılmalı, okullarda zorunlu din dersi kaldırılmalı, din kamusal ve toplumsal yaşantının dışına çıkarılmalıdır. İmamların nikah kıyma yetkisi iptal edilmelidir.
- Dayanışma evleri kurulmalı, şiddetin uygulayıcısı fail tecrit edilmelidir: Şu anki sığınma ve kadın konukevleri şimdiye dek tespit edilen sorunlar temelinde dayanışma evleri olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Bu evler kadınların saklandıkları değil, hayatlarının zorluklarını toplumsal bir dayanışma içinde aştıkları yerler olmalıdır. Çünkü mevcut haliyle kadınların şiddet karşısında sığınabileceği bu yaşam alanlarının yeniden yapılandırılması yerine geliştirilmesi hedefi eksik ve hatalı olacaktır. Şiddet gördüğü için evini ve yakınlarını terketmek, iş ve hatta şehir değiştirmek zorunda kalmak şiddeti uygulayanın değil, şiddete maruz kalanın tecriti anlamına gelir. Dolayısıyla kadını şiddetten korumaya yönelik önlemler kadar erkeğin şiddet uygulamasının önlendiği yasal düzenleme ve uygulamaların yapılması elzemdir. Kadına hangi türden olursa olsun şiddet uygulayan erkek, kadının talebiyle hızla devlet tarafından kadından uzaklaştırılmalı, cezai işlemlerin yanı sıra failin rehabilitasyonuna yönelik bilimsel bir planlama yapılmalıdır. Şiddet faili kadın istemediği ve uzmanlarca uygunluğu onaylanmadığı sürece, kadına ulaşabileceği tüm ortamlardan men edilmelidir.
- Eşler arası mülkiyet ilişkileri ve miras hukuku lağvedilmelidir: Kökleri feodal döneme yaslanan kapitalizmin miras hukuku tüm toplumsal uzantılarıyla lağvedilmelidir. Birliktelikler mülkiyet ilişkileri üzerine değil, eşitlik ve özgürlük temelinde karşılıklı saygı ve sevgi üzerine gönüllü olarak kurulmalıdır. Bunun için eğitimden hukuka toplumsal yaşantının her aşamasında yeniden düzenlemeler yapılmalıdır. Eşlerin ayrılma hakkı devlet güvencesi altında olmalı, ebeveynleri ayrı çocukların her türlü sosyoekonomik ihtiyacı devlet tarafından takip edilerek karşılanmalıdır. Geleneksel aile modellerinin yüceltilmesi ve mutlu olunmayan birlikteliklerin sürdürülmesi baskısı son bulmalıdır. Eşler arasındaki mülkiyet ilişkilerinin belirleyiciliğinin sonlanması için özel mülkiyetin ortadan kaldırılması gerektiği açıktır.
- Yeniden üretimde ve ebeveynlikte cinsiyetçi adaletsizlik sonlandırılmalıdır: İşgücünün yeniden üretimi “yani kapitalist sistemin sürdürülebilmesi için gerekli olan işgücünün sağlanması, bakımı ve üretimi için gereken faaliyetlerin bütünü” [45] yalnızca kullanım değeri yaratmaktadır. Burada ortaya somut bir maddi değer çıkmaması yüzyıllardır kadın aleyhine yoğun emek sömürüsü ile sonuçlanmaktadır. “Kadınlık görevi” olarak tanımlanan bu işlerin aksaması ile kadına yönelik şiddet arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bu nedenle yeniden üretim alanı ve bakım emeğinde kadın-erkek eşitsizliklerinin devamını sağlayan tüm koşullar toptan değiştirilmeden kadına yönelik şiddetin son bulması beklenemez. Yeni teknolojiler ise ev işlerinin toplumsallaştırılması açısından pek çok kolaylık sağlayacaktır. Bunun kadar önemli olan bir diğer gereksinim yaşlı ve hasta bakım evlerinin yaygınlaşması, her yerleşim birimi ve işyerinde tüm çalışanların ücretsiz ve güvenli çocuk bakım hizmetine ulaşmasının sağlanmasıdır. Kadının biyolojik olarak veya yaratılıştan çocuk bakımı için belirli davranış eğilimleri ve duygularla donatıldığı, erkeklerin ise doğasında babalıkla ilişkili özel bir niteliğinin olmadığı tezleri yeniden üretimde bakım emeği sömürüsünü meşrulaştıran anlatılardır. Ayrıca çocukların bakımı, sağlığı ve eğitimi sadece ebeveynlerin değil tüm toplumun sorumluluğudur. Devlet ücretsiz gündüz bakımevleri ve kreşleri yaygınlaştırılmalı, ihtiyaç halinde kişisel çocuk bakım desteği devletin güvencesinde ücretsiz olarak sağlanmalıdır. Ev işlerinin henüz toplumsallaştırılamadığı koşullarda, 0-1 yaş grubunda çocuğu olan ebeveynlere devlet ev işleri için yardımcılar görevlendirmelidir. Eğitimin bireysel değil kamusal bir yükümlülük olması sağlanmalı, eğitim müfredatı bilimsel olmasının yanında eşitlikler üzerine kurulmalıdır. Binlerce yıldır adaletsiz bir şekilde kadının üstüne yıkılan emek gücünün yeniden üretimi kamusallaştırılarak, makinalaştırılarak ve erkekleştirilerek kadın-erkek eşitsizliği üreten bir alan olmaktan çıkarılmalıdır. Bu alandaki emek sömürüsünün sonlandırılabilmesi için gerekli durumlarda hukuki yaptırımlar uygulanmalıdır.
- Kadına yönelik şiddet önleyici sağlık hizmetleri kapsamında takibe alınmalıdır: Kadına yönelik şiddetin fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik çeşitlerinin yasal olarak net bir şekilde tanımlanması, takip edilmesi, faillerinin cezalandırılması ve rehabilite edilmesi önemlidir. Ayrıca kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmadan önlenmesi için koruyucu sağlık hizmetleri toplumcu bir anlayışla yeniden yapılandırılmalıdır. Bugün devlet, kadına yönelik şiddete, şiddet kronikleşip yaralayıcı veya öldürücü olduğunda dahi müdahil olmakta geç kalmaktadır. Oysa bu müdahillik belirlenmiş bilimsel prosedürler çerçevesinde, sağlık taramaları içinde bir takip planı oluşturularak çok daha erken bir dönemde mümkün olabilir. Koruyucu sağlık hizmetleri organize ettiği bu taramalarda gerekli psikososyal desteğin sağlanmasında ve tırmanma eğilimi gösteren şiddet vakalarında, gecikmeksizin hukuki sürecin işletilmesinde sorumluluk almalıdır. Yine doğum kontrol ve kürtaj hizmeti kadının sağlığı açısından ücretsiz sağlık hizmetleri kapsamına alınması şarttır.
- Kadın ile erkeğin eşit olmadığı ve kadının erkeğe tabi olduğu fikrini yaygınlaştıran söylemler nefret suçu kapsamında değerlendirilmelidir: Özgürlük toplumsal koşulların ve zorunluluğun bilincine varmak ve bunları değiştirme iradesi göstermektir. İnsanın onuru ve şerefi gibi değerler ise cinsel davranışlar ve yönelimler üzerinden değerlendirilemez, kişilerin geleneksel kabullere ve mevcut toplumsal normlara ne derece uygun yaşadığına göre ölçülemez. Bunların aksi yönündeki tutumlar, ayrımcılık, aşağılama, değersiz kılma gibi davranışlar ise nefret suçu olarak değerlendirilmelidir. Gelişkin ve ilerici bir değerler sistemi ancak emek ve dayanışma üzerine kurulabilir. Bunun için erken çocukluktan başlanarak verilecek eğitimin yanında emek örgütlerinden siyaset arenasına, kamusal kurumlardan toplumsal yaşama her alan buna uygun olarak yeniden inşa edilmelidir.
- Çocuk yaşta evlilikler tümüyle yasaklanmalıdır: 15-18 yaş aralığında ebeveyn onayı ile izin verilen evlilikler dahil, çocuk yaşta tüm evlilikler yasaklanmalıdır. Çocuk istismarına dair tüm yasalar herhangi bir mazeret söz konusu olmadan işletilmeli, yasal düzenlemeler sadece bilimsel birikim temelinde yapılmalıdır. Çocuk yaşta evliliği savunan herkese “suçu övmekten” cezai yaptırım uygulanmalıdır. Okullaşma cinsiyet farkı gözetmeden tüm çocukluk dönemini kapsamalı, 4+4+4 eğitim sisteminden vazgeçilmeli ve %100 okullaşma sağlanmalıdır.
- Bireysel silahlanma yasaklanmalıdır: Silah bulundurma oransal olarak cinayet işlenmesi olasılığını arttıran bir etkendir. Silahla işlenen kadın cinayeti oranlarının yüksekliği ateşli silahlara erişimin bu denli kolay olmasının önemli bir sorun olduğunu göstermektedir. Önleyici sağlık hizmetlerinin bir parçası olarak tespit edilen veya kolluk kuvvetlerine veya yasal mercilere yansıyan şiddet olgularında failinin silah sahibi olup olmadığı ivedilikle kontrol edilmeli, varsa silahına ivedilikle el konulmalı ve silah ruhsatı iptal edilmelidir.
- Göçmen kadınların hakları geliştirilmelidir: Göçmen kadınlar yaşadıkları ülkenin yasal haklarından yararlanabilmeli, kamusal hizmetlerden faydalanabilmek için çevirmenlik hizmeti alabilmelidir. Kadınların eşten bağımsız oturma izni, mülteci statüsünün kabulü, üçüncü bir ülkeye iltica hakkı gibi haklardan faydalanabilmeleri için engeller kaldırılmalıdır. Savaş, afet gibi nedenlerle kitlesel göç söz konusu olduğunda hızla kadın ve çocukların güncel ihtiyaçlarına yönelik sosyal politikalar geliştirilmelidir. Kültürel farklılıklar nedeniyle kadın ve çocukların zarar görmemesi güvence altına alınmalıdır.
- Toplumsal örgütlenme güçlenmelidir: İşçi sınıfının işyeri ve mahallelerde örgütlü hale gelmesi, sermayenin devletinden yukarıda sayılan hakları elde etmek için verilecek mücadele çok önemli bir basınç oluşturacaktır. Ancak bunun da ötesinde sınıfın kendi gücüne güvenmesi yeni insana ait değerlerin yükseltmesi ve örgütlü gücüne dayanarak bu değerleri yayması ve koruması için biricik yol olarak gözükmektedir. Bu nedenle işyerlerinde sınıf sendikacılığı, emekçi mahallerinde işçi sınıfı siyasetlerinin öncülüğünde emekçi inisiyatiflerinin güçlenmesi ve yaygınlaşması bugünden yerine getirilecek en önemli görevdir. Bu yapılar kadının toplumsal eşitliği ve özgürlüğünü savunacak, yeni bir değerler silsilesi yaratacak ve gerekiyorsa kendi olanaklarıyla sürece müdahale edeceklerdir. Ayrıca Türkiye’de yaşanacak sosyalist bir devrim sonrası kadın cinayetlerini önleme işlevini de görecek çok yaygın ve güçlü bir toplumsal örgütlenmenin bütün yaşam alanlarına hâkim olması beklenir.
Kadın cinayetleri üzerine hazırladığımız bu raporda ele alamadığımız birçok başlık olduğunu söylemek isteriz. Eksiklerimiz raporun kapsamı ile sınırlı değil. Kadın cinayetlerini durdurmak için daha fazla araştırmaya, daha derin düşünmeye ve daha örgütlü bir mücadeleye gereksinim olduğu açık. Üstelik hedefimiz bugünkü toplumsal düzen içinde kadın ve erkeğe eşit hak sağlanması, kadına yönelik şiddetin baskılanması ve kadın cinayetlerinin azaltılmasından daha da fazlası. Bizler “bundan daha ileriye giderek, bir insanı diğer insana, hatta bir cinsi diğerine muhtaç yapan bağları kırmayı” [46] cinsiyetler arasındaki eşitsizliğinin ve kadına yönelik şiddetin maddi koşullarını yok ederek kadınlar için eşit, özgür ve şiddetsiz yeni bir dünya kurmak istiyoruz. Bu dünyanın eskisinden mutlak bir kopuşla kurulacağından ve kadınların bu kopuşun ve yeniden kuruluşun eşitlerinden olacağından ise şüphe duymuyoruz!
Kaynakça
[1]https://dspace.ceid.org.tr/xmlui/bitstream/handle/1/352/ekutuphane3.5.1.4.4.pdf?sequence=1&isAllowed=y
[2] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/598032
[3] Russell Diana E. H (2008), “Femicide: Politicizing the Killing of Females”, Strengthening Understanding of Femicide: Using Research to Galvanize Action and Accountability – Conference Papers on Femicide, April 14-16, Washington DC, s. 26-31
[4] http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/2877/kadin-cinayetlerini-durduracagiz-platformu-mayis-2019-raporu.
[5] Yüksel-Kaptanoğlu, İ., & Çavlin, A. (2015). Kadına yönelik şiddet yaygınlığı. Türkiye’de kadına yönelik aile içi şiddet araştırması içinde (s. 81–122). Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Ankara: Elma Teknik Basım Matbaacılık.
[6] Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun Türkiye’deki kadın cinayetleri verilerini güncel dava ve haberleri kullanarak derlediği verilerden yararlanılmıştır.
[7] her 100.000 kadın başına düşen kasıtlı kadın cinayetleri grafiğidir.https://data.worldbank.org/indicator/VC.IHR.PSRC.FE.P5
[8] İnsani Gelişme Endeksi, Eşitsizliğe Uyarlanmış İnsani Gelişme Endeksi, Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi, Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi ile Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi’ni içermektedir. https://www.tr.undp.org/content/turkey/tr/home/presscenter/pressreleases/2019/12/HDR-post-release-pr.html
[9] Üreme sağlığı, güçlenme ve ekonomik durum olmak üzere üç boyutta kadın ve erkek kazanımları arasındaki eşitsizliğe bağlı olarak potansiyel insani gelişme kaybını gösterir. Genel olarak TCEE değeri yüksek olduğunda eşitsizliklerin ve dolayısıyla insani gelişme kayıplarının da yüksek olduğu görülmektedir.
[10] http://www3.weforum.org/docs/WEF_GGGR_2018.pdf
[11] TÜİK, Ulusal Eğitim İstatistikleri Veri Tabanı, 2019. TÜİK, Hane Halkı İşgücü Araştırması, 2019.
[12] TÜİK, Kazanç Yapısı Araştırması, 2018
[13] http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/2889/kadin-cinayetlerini-durduracagiz-platformu-2019-raporu
[14] Çetin, İ. (2015). Defining recent femicide in modern Turkey: Revolt killing. Journal of International Women’s Studies, 16(2), 346-360.
[15] Campbell, Risk Factors for Femicide in Abusive Relationships: Results From a Multisite Case Control Study https://ajph.aphapublications.org/doi/full/10.2105/AJPH.93.7.1089
[16]https://apps.who.int/iris/bitstream/handle/10665/77421/WHO_RHR_12.38_eng.pdf;jsessionid=7F50FC2E50736DF785D6DB7985D18EF3?sequence=1
[17] https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S1047279707004863
[18] Campbell, Risk Factors for Femicide in Abusive Relationships: Results From a Multisite Case Control Study https://ajph.aphapublications.org/doi/full/10.2105/AJPH.93.7.1089
[19] OWİD based on UN, OECD, Eurostat and other sources
[20] Altınay, A. G., & Arat, Y. (2008). Türkiye’de kadına yönelik şiddet. İstanbul: Punto Yayınları.; İnceoğlu, Y., & Kar, A. (2010). Dişilik, güzellik ve şiddet sarmalında kadın ve bedeni. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[21] İpek ve Ayvaz-Kızılgöz (2019)
[22] https://ec.europa.eu/eurostat/statistics-explained/index.php?title=Employment_-_annual_statistics
[23] Kabeer, N. (2008). “Paid work, women’s empowerment and gender justice: critical pathways of social change”. Pathways Working Paper, 3, IDS, University of Sussex, Brighton, 121 pages.
[24] Prieto-Carrón, M., Thomson, M., Macdonald, M. (2007). “No more killings! Women respond to femicides in Central America”. Gender and Development, 15 (1), 25−40.
[25] http://femicide-watch.org/readers/must-knows-femicide
[26] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/kizli-erkekli-eve-ilk-ceza-kesildi-25084727
[27] https://www.milliyet.com.tr/gundem/bosanmak-isteyenlerin-yuzde-38-i-vazgecirildi-2537221
[28] https://www.birgun.net/haber/bakan-selcuk-her-kadin-cinayeti-bizim-kadina-yonelik-siddetteki-kadin-cinayeti-degildir-315341
[29] Akadlı Ergöçmen, B., Türkyılmaz, A. S., & Abbasoğlu Özgören, A. (2015). Kadına yönelik şiddetle mücadele yöntemleri. Türkiye’de kadına yönelik aile içi şiddet araştırması içinde (s. 149–174). Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Ankara: Elma Teknik Basım Matbaacılık.
[30] Çağlayan, S., & Kemik, A. (2018). Kırdan kente iç göç süreciyle kadınların iş yaşamına katılımları ve sonuçları. Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, (43), 143-157.
[31] Çakmak, M. (1998). “GAP’ta Kadın”, İktisat Dergisi, Sayı 377, Mart 1998, 68-74.
[32] Yalçın, Ç. (2015). Türkiye’de ev hizmetlerinde çalışan göçmen kadınlar ve ekonomik şiddet, Fe Dergi 7(1), 50-60.
[33] Demirdizen, D. (2013). Türkiye'de Ev Hizmetlerinde Çalışan Göçmen Kadınlar: Yeni Düzenlemelerle Yarı Köle Emeğine Doğru mu? Calisma ve Toplum, 38(3).
[34] Barın, H. (2015). Türkiye’deki Suriyeli kadınların toplumsal bağlamda yaşadıkları sorunlar ve çözüm önerileri. Göç Araştırmaları Dergisi, (2), 10-56.
[35] https://www.evrensel.net/haber/375432/verilerle-turkiyede-sendikalasma-ve-isci-hareketi
[36]https://apps.who.int/iris/bitstream/handle/10665/77421/WHO_RHR_12.38_eng.pdf;jsessionid=3C7C6D8E9B53F72167E8F7D588B0646D?sequence=1
[37] İçli, T. G. (1994). Aile içi şiddet: Ankara-İstanbul ve İzmir örneği. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 11(1-2), 7–20. & Dönmez, G., Şimşek, H., & Günay, T. (2012). Evli erkeklerde eşlerine yönelik şiddet ve ilişkili etmenler. Türkiye Halk Sağlığı Dergisi, 10(3), 151–159.
[38] Pallitto, C C, O’Campo, P (2005), “Community level effects of gender inequality on intimate partner violence and unintended pregnancy in Colombia: testing the feminist perspective”, Social Science and Medicine Vol 60, No 10, pages 2205–2216.
[39] Hindin, M J and L S Adair (2002). “Who’s at risk? Factors associated with intimate partner violence in the Philippines”. Social Science and Medicine, 55, 1385–1399.
[40] https://sol.org.tr/gelenek/kadin-erkek-esitsizligi-konusunda-marksizmin-tartisma-cercevesi-27239
[41] Sakallı-Uğurlu, N., & Akbaş, G. (2013). Namus kültürlerinde “Namus” ve Namus adına kadına şiddet”: Sosyal psikolojik açıklamalar. Türk Psikoloji Yazıları, 16(32), 76–91; Çetin, İ. (2015). Defining recent femicide in modern Turkey: Revolt killing. Journal of International Women’s Studies, 16(2), 346-360.
[42] McIlwaine, C. (2013). Urbanization and gender-based violence: exploring the paradoxes in the global South. Environment and Urbanization, 25(1), 65–79.
[43] Doğan, H. Z., & Budak, G. (1984). Çalışan kadınların sorunları. Türk Psikoloji Dergisi, 5(17), 8-13.
[44] https://sol.org.tr/gelenek/kadin-erkek-esitsizligi-konusunda-marksizmin-tartisma-cercevesi-27239
[45] Özbudun, S. (2015). Marksizm ve kadın: Emek, aşk, aile. İstanbul: Tekin Yayınevi
[46] Bebel, A. (1879/2019). Kadın ve sosyalizm. İstanbul: Yordam Kitap, s. 22.