Teknolojik gelişim, iklim krizine çözüm olabilir mi?

Kapitalist üretim biçimine özünden bağlı çelişkiler teknolojik araştırma – geliştirme ve piyasa güçlerinin bir araya gelmesiyle çözülemez. Araştırma süreçleri, üretim ve toplumsal ihtiyaçlar boyutlarını birbiriyle ilişkilendirerek merkezi koordinasyonlu bir planlama yapılmadığı sürece teknolojik gelişmeler sorunlara yama dikmekten öteye gitmeyecektir.

[BAA – Kolektif Yaşamı Kurgulama – Çevre Komisyonu]

Tüm dünyaya yayılabilen, yok edilebilecekken tekrar tekrar ortaya çıkan veya çeşitlenen salgın hastalıklar, sadece sağlık alanının değil, sistemin bütünsel bir kriz içinde olduğuna dair işaretleri barındırıyor. Son pandemi için de aşı, ilaç üretme çalışmaları ilerleken teknolojideki gelişmelerin kendi başına toplumsal sorunların üstesinden gelebileceği, krizleri aşmayı sağlayabileceği zannı da yayılıyor. Bu çalışmaların artması anlamlı, ancak sadece kısa vadeli çözümler üretildiği de görülmeli. Örneğin şu an konu üzerine araştırmalar çoğalmış olabilir, fakat yarın bu işin yarım bırakılıp bırakılmayacağı ya da daha ucuz yöntemlerin geliştirilip geliştirilmeyeceği belirsizdir. Benzer biçimde, iklim krizi gündeminde de “doğru” teknoloji veya “sürdürülebilir” politika üretme çabası sonuçsuz kalmaktadır. Bilim insanları ve bilim severler salt teknolojik gelişmeye veya onunla ilgili politikalara boş inanç üretmek yerine, bilimin üretildiği toplumsal boyut üzerine bir şeyler düşünmeye başlamalı. Bu konumlanışlardaki farkı anlamak için son dönemdeki araştırmalardan öne çıkaran iki örneğe bakılabilir.

İklim krizi ve çözüm olabilecek iki araştırma

Aralık 2019 tarihli bir makale, E.coli bakterisinden bir soyun karbondioksit tüketecek şekilde genetiğinin değiştirildiği araştırma sürecini anlatıyor. Daha önceki araştırmalarda E.coli bakterisinin aşamalı süreçler sonucunda  karbondioksit tüketebileceği yayımlanmış, ancak verim elde edilememişti. İsrail Weizmann Bilim Enstitüsü’nden, Gleizer  ve arkadaşlarının çalışmasında ise E.coli bakterisi besin olarak, şeker yerine, doğrudan karbondioksit tüketerek biyokütle üretecek şekilde genetik değişiklik yapılabileceği belirtiliyor. Gleizer ve arkadaşları, çalışmalarının evrimsel değişimlerin anlaşılması ve sentetik biyolojiden faydalanılmasının önünü açtığını belirterek  iklim krizine de sürdürülebilir yaşam için bir çözüm sunulabileceğini ifade ediyorlar.

Science Advances dergisinde yayımlanan diğer bir makalede ise Güney Karolina ve Kolombiya Üniversitesi’ndeki bilim insanları, sera etkisine neden olan gazları ve hava kirliliği üreten partikülleri filtreleyen membranların daha hızlı, daha verimli tasarlanmasını sağlayacak bir teknolojik yöntem geliştirdiklerini anlatıyorlar. Çalışmada makine öğrenmesi ve sentetik kimya yöntemleri değerlendiriliyor; böylece özel membranların geliştirilmesi için tahmin yürütme ve deneme yanılma süreçlerinin, fiziksel üretim göre zamanı ciddi ölçüde kısalıyor. Çalışmada membranın en verimli, yani optimal geçirgenliğin saptanması ve tasarlanması üzerine düşünen araştırmacılar, Netflix izleyicilerine beğeni ve geçmiş kullanımlarına göre öneri getiren algoritma mantığını uyarlamayı makul bulmuşlar. Membranın özelliklerini geliştirmek için bu yapıda bir algoritmanın kullanılması ile pratik sonucun benzerlik gösterdiğini ifade ediyorlar.

Toplumsal bir sorun toplumsal bir çözüm gerektirir

İki haberde de ortak olan belirli bir yönelimin olduğunu belirtmek yanlış olmaz; bu yönelim, bilimin teknolojik alanda yarattığı yenilikler ile üretim biçimimiz olan kapitalizmin çelişkilerinin aşılabileceğine dair inanç. Marksist bir düşünür olan John Bellamy Foster, piyasa dinamikleri ile teknolojik yeniliklerin bir araya gelmesi ile iklim krizinin sınırlarının aşılabileceği iddialarına iki ana temele yaslanarak cevap verir. Bunlardan ilki bir filme yaptığı benzetmeye (Sihirbazın Çırağı-The Sorcerer's Apprentice) dayanır; piyasa dinamiklerini kendi “yaptığı büyüyü kontrol edemeyen bir sihirbaza” benzetir. Buna göre, piyasadaki aktörler, kârlarını maksimize etmenin ötesinde bir planlama yapabilme yetisine sahip değildir, rekabete dayalı sistem sadece kendi kârını yükseltmeyi hesaba katmasını zorunlu kılar, bunu yapamadığı takdirde diğer şirketler tarafından satın alınır. Dolayısıyla, örneğin fosil yakıtlardan vazgeçemeyecek bir piyasanın doğru hareket etmesini beklemek veya teknolojik  gelişmeleri çözüm oluşturma yönünde değerlendirmesini düşünmek safça bir duruştur.

Foster’ın yaslandığı bir diğer temel, William Stanley Jevons ve onun adından gelen Jevons Paradoksudur. Bu paradoksa göre, bir alandaki teknolojik gelişme o alanda kullanılan kaynağın öncesine kıyasla daha verimli bir kullanımını beraberinde getirir. Lâkin bu durum kaynağa olan talebe artışı da beraberinde getirerek o kaynağın eskisinden daha yoğun bir kullanımına sebep olur.  Başka bir deyişle teknolojinin gelişiminin getirdiği verimlilik, piyasa koşullarında, yani kapitalist üretim biçiminde merkezi planlamanın yokluğu nedeniyle, gerçekten bir tasarruf yahut “çevre dostluğu” sağlamış olmayacaktır.

Yukarıda bahsettiğimiz makaleler bağlamında bakıldığında, ilkinde belirli bir genin değiştirilmesine atıfta bulunuluyor; lâkin bu çözüm sürdürülebilirlik ilkelerini “benimsemiş” ama kârının maksimizasyonunu gözeten piyasadaki şirketlere bırakıldığında, fosil yakıt endüstrisince salınan CO2 emilimi için biyoyakıt üretimindeki bakterinin aşırı kullanılacağı, bu kullanımın CO2 salımını hızlandırma fırsatı olarak değerlendirileceği kapitalizmin iki yüz yıllık geçmişine bakınca kolayca görülebilir.

Bahsedilen ikinci çalışmada ise kapitalist üretim biçimi, özellikle kriz esnasında ortaya çıkan piyasanın sınırlarını makine öğrenmesi ve Büyük Veri'nin (Big Data) işlevselleştirilmesi ile aşabilmenin yollarını arıyor. Lâkin, kapitalist üretim biçiminde karar mekanizmasının “sosyal” parametreleri sadece sayısallaştıran Büyük Veri’ye devredilmesi, piyasa sınırlarını aşmayıp daha önceki aşamalara geri dönmesi anlamına gelir. Örneğin Büyük Veri, ideal filtreyi tasarlayabilirse eğer, bu sefer filtrenin üretim koşullarına dair krizlerde çözümsüz kalır. Bu da tek başına Büyük Veri’nin işlevselleştirilmesinin toplumun yararı adına planlama yapmanın yerine geçemeyeceğini gösterir.

Nihayetinde, kapitalist üretim biçimine özünden bağlı çelişkilerin, ki iklim krizi bu çelişkilerin başında gelir, teknolojik araştırma – geliştirme ve piyasa güçlerinin bir araya gelmesiyle çözülemez. Araştırma süreçleri, üretim ve toplumsal ihtiyaçlar boyutlarını birbiriyle ilişkilendirerek merkezi koordinasyonlu bir planlama yapılmadığı sürece teknolojik gelişmeler sorunlara yama dikmekten öteye gitmeyecektir. Oysa yeni bir elbise dikilmesi, yeni bir üretim biçimine geçilmesi gerekiyor. Çözümsüz değiliz, yeter ki çözümü yamalara heba etmeyelim....

Kaynakça

https://monthlyreview.org/2009/05/01/capitalism-in-wonderland/

https://www.newscientist.com/article/2224908-co2-guzzling-bacteria-made-in-the-lab-could-help-tackle-climate-change/

https://phys.org/news/2020-05-big-synthetic-chemistry-climate-pollution.html

https://towardsdatascience.com/survey-d4f168791e57