Söyleşi:Patronların iktidarında uzaya gitmek ve burjuvazinin gizli arzusu

soL Haber Portalı'nın Bilim ve Aydınlanma Akademisi Kolektif Yaşamı Kurgulama Bilim Alanı, Uzay Komisyonu Sekreteri Ogün Eratalay'la, 'uzaya gönderilmesi planlanan ilk Türk vatandaşı' gündemi ile ilgili söyleşiyi yayınlıyoruz.


[soL - Volkan Algan - 29.05.2022]


Geçtiğimiz hafta AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Milli Uzay Programımız çerçevesinde bir Türk vatandaşının Uluslararası Uzay İstasyonu'na gönderilmesi sürecini resmen başlatıyoruz" açıklamasının ardından Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, uzaya gönderilecek kişide aranan kriterleri paylaştı. 23 Haziran'a dek sürecek başvurular da açıldı.


Bilim ve Aydınlanma Akademisi (BAA) Kolektif Yaşamı Kurgulama Bilim Alanı, Uzay Komisyonu Sekreteri Ogün Eratalay

Uzaya bir Türk gönderme planı nedir, takip etmeyenler için özetler misiniz?

Bu gündem geçtiğimiz hafta içinde Resmî Gazete’de yayınlanarak kamuoyuna açıklanan Milli Uzay Programı Strateji Belgesiyle beraber açılmış oldu. “Uzay” meselesi geçtiğimiz yıl içinde de hatırlarsanız şov amaçlı bir yazıtın “bulunmasıyla” da gündeme gelmişti. Cumhurbaşkanının ve Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın yaptığı açıklamalarla da Uluslararası Uzay İstasyonu’na bir Türk astronotun gönderilmesinin gündemde olduğu açıklanmış oldu.

Sovyetler Birliği uzaya bir yurttaşını gönderdiğinde bu iyi bir şeyse, Türkiye gönderince de buna aynı şekilde yaklaşmak gerekmez mi?


Daha ortada fol yok yumurta yokken, ABD’li astronotların Ay üzerinde çekilen fotoğrafları manipüle ediliyor.

Sovyet örneğine gelecek olursak… Öncelikle ülkenin uzun adını yazmak bize konuştuğumuz devletle ilgili bazı şeyleri hatırlama olanağı vereceği için bunu tercih etmeliyiz bence. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, sıradan bir devlet değildi. İktidarda kendi ülke sınırlarının çok ötesinde ve tüm insanlığı kapsayacak şekilde düşünen, buna göre adım atan işçi sınıfının iktidarıydı. Dolayısıyla arada kocaman bir fark var.


Sovyet Kozmonot Yuri Gagarin

Bakan Varank "Uzay'ın bir lüks değil artık mücadele-savaş alanı olduğunu" söyledi, katılıyor musunuz? Öyleyse Türkiye bu alanda nasıl bir yerde duruyor?

Bu kişinin açıklamalarının bir şirket patronunun açıklamalarından farkı yok. Aksi de beklenemez zaten. Ayrıca Resmî Gazetede yayınlanan strateji belgesine dikkatli bakarsanız genel göz boyama ifadelerinin arasında geçen “küresel uzay pazarından daha fazla pay almak” ibaresi bakış açılarını ortaya koyuyor.

Uzay, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin varlığı ve girişimleri sayesinde silahsızlandırılan ve herhangi bir ülkenin tekelinde olmaktan çıkartılarak tüm insanlığın ortak değeri olarak tanımlandı. Bugün emperyalizm hala bazı adımları istediği gibi atamıyorsa sebebi budur. Ancak sosyalizmsiz bir dünyada elbette uzay er ya da geç mücadele, kâr ve savaş ortamı olacaktır. Kimse Elon Musk’ın Space X Starlink uydularını insanlığın yüce çıkarları için kullanacağını sanmasın.

Dolayısıyla kapitalist bir ülke olan Türkiye’deki iktidar sahipleri de kendi güçleri oranında bu alana girebilmek için hamle yapacaktır. Türkiye, savunma sanayiinde görüldüğü gibi özgün bir konumda bulunuyor. Küresel aktörlerden birisi olmasa da önemli bir bilgi birikimine ve tecrübeye sahip, azımsanmayacak kabiliyetleri olan bir aktör. Bu konuyu belki ayrıca ele almak gerekir…

Halkın büyük bir yoksulluk içinde yaşadığı Türkiye'de bu tür çalışmalar nasıl bir anlam ifade ediyor sizce? İkisini birlikte mi, ayrı mı değerlendirmek lazım?

Bu konuya Bay Varank şöyle cevap vermiş:

"Uzay bir lüks değil. Yarış hatta artık savaş. Rusya, Ukrayna’nın altyapısını vurunca Elon Musk’ın uyduları ile Ukrayna harekete geçebildi. Artık dünyada etki oluşturmak uzaydan geçiyor. Hindistan’ın kişi başına düşen milli geliri 1900 dolar ama uzay çalışmalarında öndeler."

Yine olaya emek-sermaye çelişkisi üzerinden bakmak aydınlatıcı olacaktır diye düşünüyorum. Türkiye’de iktidar zaten yoksulların değil patronların iktidarı. Bunu her türlü hak arama mücadelesinde, sendikalaşma girişiminde, yasaklanan örgütlenme faaliyetinde, izin verilmeyen grevlerde görmüyor muyuz? Dolayısıyla Türkiye’deki emekçilerin artık her gün ailesine nasıl ekmek getireceğini, elektrik faturasını nasıl ödeyeceğini, işten acaba atılıp atılmayacağını düşündüğü bir durumda kamu kaynaklarının bu toplumsal sorunların çözümüne değil de başka alanlara aktarılması israfın ötesinde bir durumdur. Zaten büyük oranda emekçilerden alınan vergilerle oluşturulan kamu bütçesi bu türlü şatafatlı projelerle yine savunma şirketi patronlarına devlet desteği denilerek aktarılacak, kapitalist mantık burada da işleyecektir.

Hindistan’ın örnek verilmesi ise tam anlamıyla bir skandal. Bırakınız uzay çalışmalarını bugün gemi söküm sektöründe öne çıkan üç ülkenin Bangladeş, Hindistan ve Türkiye oluşuna bakalım. Bu üç ülkenin de toplumsal olarak derin gelir adaletsizliğine sahip olduğu bilinen bir gerçek. Gemi sökümü gibi ölümcül bir sektörde öne çıkmalarının sebebiyse her üç ülkedeki işçi sınıfının da örgütsüz olması ve çalışma hayatındaki uygulamaların patronlara her türlü insanlık dışı koşullarda rahatça işçi çalıştırılabilecek özgürlüğü sağlamasından ileri gelmektedir. Hindistan’ın uzay kabiliyetinin ardında füze kabiliyeti, onun ardında da İngiltere’den bağımsızlığını kazanan koca ülkenin Müslüman-Hindu savaşıyla Hindistan-Pakistan-Doğu Pakistan olarak bölünmesi yatar. Emperyalizmin her iki ülkeye de sınırlı şekilde teknolojik transfer yaparak savaş kabiliyetini kontrolü elden bırakmadan silahlandırması, kardeş milletleri birbirine düşman ederken kendisine varlık alanı açması gibi karmaşık ve devam eden bir süreçtir.

Dolayısıyla sorunuzun yanıtı her iki konunun da asla birbirinden ayrı düşünülmeyecek olduğudur.

Unutmadan bir şey ekleyeyim. Halkın yoksullukla boğuştuğu bir ortamda, Sebze Üretim Tekniği önlisans mezunu bir kişinin Türkiye Uzay Ajansı Başkanlık Müşavirliğine atanması gibi örneklerle sanırım bu değerlendirmenin doğruluğunu teyit etmiş oluyoruz.

Türkiye burjuvazisinin kıtalararası balistik füze arzusu

Uzay çalışmaları ve silah sanayi arasında nasıl bir ilişki var, hem Türkiye'de hem dünyada?

Her iki sektör birbiriyle iç içedir. Özellikle ilk başlarda uzay alanı havacılık alanının bir uzantısı olarak değerlendirilip bu sektörle ilişkilendirilmiştir. Kozmonotların çoğunun deneyimli savaş uçağı pilotları olması bu anlamda rastlantı değildir. Sektörel olarak da özellikle kıtalararası füze sistemlerinin varlığıyla uzaya uydu/insansız araç/mekik/astronot taşıyan roket sistemlerinin gelişimi paralel olmuştur.

Burada önemli bir ayrıntıya işaret etmek istiyorum. Eğer kendi uydunuzu uzaya yerleştirebilecek roket sistemine sahipseniz, kıtalararası balistik füze kabiliyetiniz vardır demektir. Burada askerî silah teknolojisinin ayrıntılarına girmeye gerek yok ancak kendi uydusunu yapabilen, gözlem kabiliyetini geliştiren, yetkin güdüm sistemleri üretebilen bir Türkiye savunma sanayisinin tek eksiği fırlatma kabiliyetidir.

Bu alanda kamuya açık bilgilerden görebildiğimiz kadarıyla bu yönde testler ve girişimler sürmektedir. Bence tüm bu “uzay” meselesinde kopartılan yaygara ve yapılmaya çalışılan göz boyamanın ardında çok da dile getirilmek istenmeyen bir hedef var, o da Türkiye burjuvasinin artık bölgesel bir güç olma iddiasını askerî olarak da pekiştirecek bir kıtalararası balistik füze kabiliyetine sahip olma arzusudur. Bundan çok da uzak değiller…

Türkiye'nin uzay çalışmaları bir tarafında Rusya, diğer ucunda ABD'nin başı çektiği bu alanda nasıl bir ilişkiler bütünü içinde gerçekleşiyor?

Emperyalizmin bir hegemonya krizi içinde olduğu hep yazıldı, çizildi. Türkiye burjuvazisi, mevcut iktidar eliyle sistemin boşluklarında kendisine alan açma konusunda ne kadar girişken ve gözü kara olduğunu gösterdi. Hem yabana atılamayacak hacimlere ulaşan sermaye ihracıyla hem yabancı ülkelerde asker bulundurmasıyla hem de bölgesel mini-savaşlardaki (Libya-Suriye- Karabağ) örtülü/açık ve dolaylı/dolaysız varlığıyla bunu gösterdi.

Uzay çalışmaları da bu nüfuz artırma girişiminin kapsamında düşünülmeli. Türkiye burjuvazisi bir yandan Rusya ile kritik enerji sektörlerinde işbirliği yapıp bu ülkeye yetişmek üzere personel gönderirken öte yandan mevcut uluslararası ittifakları üzerinden ABD ve Batı Avrupa ile işbirliğinin yollarını arıyor.

Biliyorsunuz şu anda uzayda alçak yörünge olarak tabir edilen yani dünyadan uzaklığı 2 bin kilometrenin altında olan bir yükseklikte 1998 yılından beri görev yapan Uluslararası Uzay İstasyonu (ISS) bulunuyor. Burada başta ABD ve Rusya olmak üzere çeşitli ülkeden bilim insanları ve kozmonotları dönüşümlü olarak görev yapıyor, bilimsel deneyler ve gözlemler yapıyor. Bu istasyona bir Türk bilim insanı/kozmonotunun gönderilmesi pekâlâ mümkündür.

Yine konunun meraklılarına ilk uzay istasyonunun Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği tarafından yörüngeye oturtulduğunu, çok sayıda sosyalist ve sosyalizmle dost ülke kozmonotunun da 1970’li yıllarda yani bundan yarım yüzyıl önce İnterkosmos adlı ortak uzay programı sayesinde uzaya gittiğini hatırlatmış olalım. Dolayısıyla örneğin ilk Çekoslovak kozmonotun 1978, ilk Bulgar kozmonotun 1979, ilk Vietnamlı ve Kübalı kozmonotların 1980, ilk Moğol kozmonotun 1981 ve ilk Suriyeli kozmonotun 1987 yılında uzaya çıkmış olduğunu hatırlarsak Türkiye bu konuda bile oldukça geç kalmış durumdadır.