Önemli bir değişim çağının tanığı: Kariye Müzesi
Bilim ve Aydınlanma Akademisi Ayasofya’dan sonra Diyanet’e devredilerek camiye çevrilen Kariye müzesiyle ilgili Prof. Dr. Engin Akyürek’le bir söyleşi yaptı. Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nde öğretim üyesi olan Akyürek, Geç Antik ve Bizans arkeolojisi ve sanat tarihi alanlarında araştırmalarını yürütüyor.
[Röportaj: BAA - Gizem Batı Ayaz]
Ayasofya'dan sonra ibadete açılma kararıyla gündeme gelen Kariye müzesinin tarihinden bahsedebilir misiniz?
Kariye Müzesi, Bizans döneminde Khora manastır kompleksinin kilisesidir, manastırın diğer yapıları günümüze ulaşamamıştır. Kariye’nin ilki 6. yüzyıl olmak üzere beş yapım evresi bulunmaktadır. Mimaride saptanabilen en erken evre doğu tarafındaki kemerli altyapıdır. Komnenos hanedanı döneminde iki yapım evresi vardır: 11. yüzyılda imparator I. Alexios Komnenos, 12. yüzyılda (1120) ise Isaakios Komnenos bugünkü planıyla kiliseyi yeniden inşa ettirmiştir. Narteksteki deesis (İsa’ya yakarış) mozaiğinde Meryem’in yanında Isaakios Komnenos’un ve 8. Andronikos’un kızı Maria, önceki baniler olarak yer almaktadır. Ancak kilise bugün gördüğümüz haliyle, 1316-1321 tarihleri arasında imparatorluk sarayında Büyük Logothete ünvanlı Theodoros Metokhites tarafından yaptırılmıştır. Çağının gerçek bir Rönesans entelektüeli olan Metokhites, yazdığı şiirlerinde manastırın kilisesini onartarak narteksleri ve mezar şapelini yaptırdığını, yapıyı mozaik ve freskolarla bezediğini belirtmektedir. Osmanlı döneminde 1511 yılında camiye dönüştürülen kilise, 1945 yılına kadar cami olarak hizmet görmüş, bu arada duvar resimleri badanalanarak örtülmüştür.
İnsanlık tarihinin ortak miraslarından biri olan Kariye müzesinde bugüne kadar hangi restorasyon ve bakım çalışmaları yapıldı? Kariye tarihsel olarak nasıl bir dönemi anlatıyor, neden önemli?
1898 yılında Alman Kaiser’i II. Wilhelm’in İstanbul’u ziyareti nedeniyle bir restorasyon geçirmiştir. 1929 yılında Evkaf Müdürlüğü naosun batı duvarındaki Meryem’in Ölümü (koimesis) mozaiğini temizleyerek açmış, 1945 yılında ise yapı Ulusal Anıt ilan edilmiştir. 1947 yılında Amerikan Bizans Enstitüsü 1958 yılına kadar sürecek bir restorasyona başlamıştır. Duvar resimlerinin tamamen ortaya çıkartıldığı bu restorasyonu iki önemli bilim insanı, Thomas Whittemore ile Paul Underwood yürütmüşlerdir. Restorasyon sürecinde çok kaliteli mozaik ve freskolar ortaya çıkartılmış, yapı 1948 yılında Müzeler İdaresi’ne bağlanmıştır. Ayasofya Müzesi’ne bağlı olan 5 müze yapısından biri olarak bu güne kadar İstanbul’un Ayasofya’dan sonra en fazla ziyaret edilen Bizans dönemi müzesi olan Kariye, 2020 yılında tekrar cami olarak kullanılmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmiştir.
Khora manastırı, Bizans imparatorluğunun son evresi olan 1261-1453 arasındaki Palaiologos’lar döneminin en önemli yapısı olmuştur. Büyük toprak kayıpları sonucunda zayıflayan imparatorluk, artık büyük projeleri üstlenemezken, Metokhites büyük servetini bu yapının inşası için harcamış, özellikle resim sanatı açısından bu uygarlığın zirvesine ulaşmıştır. Kariye duvar resimleri, ortaçağ Bizans resminden farklı olarak dinamik, antik sanata daha yakın bir üslup geliştirmiş, bu özellikleriyle Avrupa’daki Rönesans dönemi sanatına yakınlaşmış, birçok bilim insanı için Avrupa Rönesans’ı için bir esin kaynağı olmuştur. Bilim insanları bu dönemi, gerek sanatsal üslubu, gerekse genel kültürel ortamı bakımından Bizans Rönesansı olarak adlandırmaktadır. Manastırın son banisi Metokhites de bu çağın tipik Rönesans insanı -Uomo Universale, Evrensel İnsan- özellikleriyle çağın ruhunu daha iyi anlamamızı sağlar: Çok geniş ilgi alanı, Antik kültüre olan ilgisi, çağının birçok bilim dalına olan merakı ve bu bilim dallarında yazdığı kitaplar, edebiyata, şiire, sanatlara olan merakı. Kariye, bu önemli değişim çağının günümüze ulaşabilmiş olan somut örneği olarak değerlidir.
Ardı sıra ibadete açılma kararı alınan müzelerle ne yapılmak isteniyor, alınan kararları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kariye Müzesi’nin tekrar cami olarak kullanılmaya başlanması, her şeyden önce zengin çeşitlilikteki kültürümüzün tek tipleştirilmesi, yoksullaştırılmasıdır. Kariye, İznik Ayasofyası ile başlayan, daha sonra Trabzon Ayasofyası, Enez Ayasofyası, İstanbul Ayasofyası ile sürdürülen bu kültürel kıyımın (şimdilik) son halkası olmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, bu toprakların fetih ve İslamlaştırma süreci siyasal İslam için halen tamamlanamamıştır. O mahallede yeni bir camiye ihtiyaç yok, olsa bile başka bir alana aynı ölçekte bir mescit yapmak mümkündü. Bütün dünyadan on binlerce insanın ziyaret ettiği, evrensel ölçekte bir kültür mirası ve önemli müzelerden bir olan Kariye, yakın çevresinde ikamet eden en fazla birkaç yüz kişiye hizmet eden sıradan bir mescit haline getirilmiştir.
Bu kararların ihtiyaçla, bilimle, akılla açıklanabilir bir tarafı yok. Aslında bu kararların iktidarın oy devşirmesine de hizmet etmediği, Ayasofya sonrası yapılan kamuoyu çalışmalarında görüldü. Tersine, bu yapıların çevresinde turizmle geçimlerini sağlayan grupların tepkisi de büyüktür. Dolayısıyla bu eylemler, kör bir bağnazlık, tarikatlara ve küçük radikal guruplara hoş görünme, ama daha önemlisi kendi zihinlerini şekillendiren ideolojilerinin bir sonucudur; öyle ki kendileri açısından bir fayda zarar analizi dahi yapma gereği duymamışlardır.
Ne yazık ki bu evrensel ölçekte değerli eserin yerli ve yabancı kültür sevdalıları tarafından ziyaret edilebilmesi kısıtlanacak, beş vakit namaz arasında fırsat bulup içeriye girebilenler de eşsiz mozaik ve freskoların göremeyeceklerdir. Trabzon Ayasofyası, Kariye’nin de nasıl kullanılacağını göstermektedir. Elbette ki bu önemli eserlerin özgün nitelikleriyle korunabilmesinde ciddi sorunlar yaşanacaktır. İdeolojik bağnazlık ve rant hırsının bütün kültürel ve doğal varlığımız için bir tehdit olduğunu düşünüyorum.