Moskova’da arşiv ve kütüphane gezisinden ne elde edildi?

Erhan Nalçacı
07.09.2019
soL Portal

Bilim ve Aydınlanma Akademisi tarafından düzenlenen Moskova’da kütüphane ve arşiv gezisi bugün sonlanıyor, geziyi gerçekleştiren ekip ülkeye dönüyor.

Reel sosyalizmin tarihinin çok şiddetli bir sınıf mücadelesi tarihi olduğunu biliyoruz. Başka türlü bu tarihi kavramak mümkün değil. Ne demokrasi ne insan hakları kriter olarak alınıp açıklanabilir.

Bilim ve Aydınlanma Akademisi’nin üzerinde çalıştığı başlıca konulardan olan Sovyetler Birliği bilim tarihi de aynı şekilde. Sınıf mücadeleleri nedeniyle farklı şekiller almış, emperyalist devletler tarafından bir yandan erişilmeye can atılmış bir yandan da çarpıtılmış, hakkında kötü şöhretli bir efsane oluşturulmaya çalışılmış bir tarihten bahsediyoruz.

Bu gezi esnasında 15 kişilik bir ekiple Sovyetler Birliği döneminde yaratılan uçsuz bucaksız bir kültüre sınırlı alanlarda bazı sondajlar yapmaya ve örnekler almaya çalıştık. Sonuçta okyanustan bazı damlalar elde ettik. Yine de bir çeşit toplumsal arkeolojiye benzeyen bu çalışma sürecin tümü hakkında fikir veren bazı ipuçları sundu.

Gezi boyunca özellikle aşağıda okuma salonlarından birinin fotoğrafı olan Lenin Devlet Kütüphanesi’nde ve Rus Bilimler Akademisi’nin arşivinde çalıştık. Her iki yapının da iyi korunduğunu ve sosyalizm döneminin izlerini kuvvetli bir şekilde taşıdığını söyleyebiliriz. Sermaye tarafından teslim alınmış Moskova sokak ve meydanlarına göre nefes alınabilen bu mekanlarda çalışmak keyifliydi.

Aynı zamanda bu mekanlar 21. yüzyılda tekrar kuracağımıza inandığımız dünyada emekçi sınıfların ortak mülkiyeti duygusunu bize hissettiriyordu.

Rusya’nın Milli Kütüphanesi olarak kabul edilen Lenin Devlet Kütüphanesi’nin çok sayıdaki okuma salonlarından birisi görülüyor

Sovyet bilim tarihinin, genel olarak sanat da dahil kültürünün dönemlendirilmesi çok kısaca şöyle açılabilir:

1917 Ekim Devrimi öncesinde, kapitalizmin geç girdiği ve kırın baskın olduğu bu ülkede tezat oluşturacak şekilde ciddi bir entelektüel uyanış görülüyor. Sadece işçi sınıfı siyaseti en gelişkin halini almıyor, aynı zamanda her türlü burjuva akımı hızla Rus aydınları arasında yayılıyor. Henüz burjuva devrimini yapamamış bu ülkede her birisi farklı bir ilericilik taşıyor. Aydınlar özellikle Almanya ve Fransa’daki bilim ve sanat insanları ile organik ilişkiler kuruyorlar.

1917’de burjuva devriminin birkaç ay sonra işçi sınıfı devrimi ile aşılması bu tabloya etki ediyor. Bazı bilim ve sanat insanları ülkeyi terk edecektir. Öte yandan Ekim Devrimi bu burjuva akımlarının bir kısmını da kapsayarak olağanüstü bir entelektüel zenginliğe ve canlılığa yol açıyor.

1929’dan itibaren bilimin yeniden örgütlenişi bilimi başlıca bir üretici güç haline getiriyor ve Sovyetler Birliği’nin dünyada o zamana kadar görülen en büyük kalkınma ve büyüme hızına eşlik ediyor.

Ancak emperyalizm dünyanın bu ilk emekçi cumhuriyetini siyasi haritadan silmek istemektedir. 1933’te faşizm Almanya’da iktidara gelir ve bütün emperyalist dünya bu korkunç kanlı kılıcı Sovyetler Birliği’ne saplamak için çaba sarf eder.

Sovyetler Birliği hâlâ içinde barındırdığı karşı-devrimci potansiyelle bu saldırıyı göğüslemek zorunda olduğunu anlar ve anayurt savaşına hazırlanır. Bu saldırıyı, her aydının başka bir yere baktığı, çoğunun çeşitli akım ve Almanya başta olmak üzere yurtdışındaki bilim/sanat insanları ile ilişkili olduğu bir dağınıklıkta karşılamak mümkün değildir.

Kuramlar en güvenli koylara çekilir, bir ölçüde daha durağan ama yalın hale getirilir. Bu, devletin ve ideolojinin bilimi belirlemesi gibi batının iddia ettiği bir korkunçluk değildir.

Esas korkunç olan Sovyetler Birliği’nin üçte birinde taş üstünde taş bırakmayan, 25 milyon insanı katleden vahşetin bugün özünde devam eden emperyalizmin ürünü olmasıdır. Korkunç olan daha savaş biterken Sovyetler Birliği’nin nükleer silahlarla tehdit edilmesidir.

Önemli olan devrimin neye ihtiyacı olduğudur ve işçi sınıfının faşizme karşı zaferi genel olarak bu birleştirici yalınlaştırmanın başarılı olduğunu göstermektedir.

Hata yok mudur? Bunu kim söyleyebilir, işçi sınıfı tarihi elleriyle yaparken hata yaparak ilerleyecektir.

Yalınlaştırmanın bedeli olmuş mudur? Marksizm’in bu dönemde daha durağan hale gelmesinin, sonrasında sınıf mücadelesine ve kapsayıcılığa zararı olduğunu söylemeliyiz, bunu hâlâ aşmaya çalışıyoruz.

1960’lardan sonra Sovyet biliminin bu durağanlığı aşmaya başladığı, çeşitli alanlarda zenginleştirici düşünceler ve bilimsel gelişmelerin izlerinden fark ediliyor.

Ancak Sovyetler Birliği’ne bir virüs gibi liberal düşüncelerin de bu dönemde girmeye başladığı görülüyor. Bu virüsün yayılması sınırlı ve masum gözüken hane tüketiminin öne çıkması ve özel mülkiyetin yer bulmasıyla birlikte gidiyor.

Sosyalist ekonomiye paralel yaşamasına izin verilen ikincil piyasa ekonomisinin yarattığı burjuva düşüncesinin örgütlenmesi, buna karşılık devrimci bir atılım yapamayan partinin örgütsüzleşmesi karşı-devrimi beraberinde taşıyor.

Bilim ve Aydınlanma Akademisi’nin tarihimizi anlama çabalarının daha gelişkin bir Marksizm’e ve 21. yüzyılda sosyalizmin kuruluşuna küçük de olsa bir katkı yapması dileğiyle…