Kapitalizm ve sosyalizm arasında eğitimin edindiği işlevler açısından farklar

Derya Ünlü ve Nazlı Somel
“Yeni İnsanı Nasıl Yetiştireceğiz?” Komisyonu Bildirisi


Eğitimin sınıf pozisyonlarını yeniden üretme işlevi

Sosyalizm ve kapitalizm; eğitim anlayışları, eğitimi örgütleme biçimleri ve eğitimin kazandığı toplumsal işlevler açısından birbirlerinden sınırlı alanlarda ya da bazı yönleriyle değil, hemen her yönden (öğretmenlerin sorumlulukları ve hakları, öğrenci örgütlerinin mahiyeti ve imkanları, eğitim sisteminin öğrenci değerlendirme ölçütleri vb.) farklıdır. Bunu bütün sınırlılıklarına rağmen yaşanmış deneyimlerden biliyoruz. Komünizmin eğitiminin ise tahayyülümüzün ötesinde olacağını ve hatta bugün anladığımız anlamda standart ve seçmeye dayalı eğitim sistemlerinin tamamen ortadan kalkacağını öngörmek zor değil. İşlev farklılaştıkça araç da kökten değişmekte ya da ortadan kalkmakta, yani tartışma aracın ötesine geçerek ‘nasıl bir insan ve toplum?’ sorularına varmakta. Komisyonumuz bundan sonraki bildirilerinde de zaman zaman bu farkları ele almaya devam edecek, bu nedenle alt başlığımızı numaralandırdık. Bu bildiride konumuz iki sistemin eğitimleri arasındaki en temel farka dair: toplumsal pozisyonları yeniden üretme işlevi. Bildirimize gelen eleştirilerden çıkardığımız bir şey, eğitim dendiğinde oldukça farklı şeylerin anlaşıldığı. Bizim kastımız programlı, standart ve amaçlı eğitim faaliyetlerinin toplamı ve bu bildiride örgün eğitimdir.

Yöntemsel olarak şöyle bir yol izledik: konuyu önce (A) kapitalizmde yaşadığımız biçimini sunarak başladık; sonra (B) sosyalizmin kuruluş dönemi ve ardından (C) sosyalizmin yerleşiklik kazandığı dönemi ayrı ayrı inceledik. Bu dönemleri reel sosyalizm deneyimlerinden yola çıkarak tartıştık ve bunun bir sonucu olarak tahayyülümüz sınırlı bir coğrafyayı kapsayan Sovyetler Birliği ve emperyalizmin ablukasına tek başına direnen Küba gibi örneklerle sınırlandı. Komisyonumuzun bundan sonraki çalışmalarında da sosyalist deneyimlerinden yola çıkarak çeşitli öngörülerde bulunmaya devam etmek istiyoruz; bunun için örneğin Alman Demokratik Cumhuriyeti ve Çin örneklerine de bakacak ve 20. Yüzyıl deneyimlerinin doğruları ve yanlışlarıyla yol göstericiliğini kabul edeceğiz. Bu bildiride son olarak (D) komünizmde nasıl olabileceğine dair (sınıflı toplumsal yapıca köreltilmiş olsa da) öngörülerimizi dile getirdik. Bu esnada çok sayıdaki bilmediklerimiz kendisini gösterdi, onları da sonraki bildiri konuları olarak not ettik.

1. Kapitalizmde Sınıfsal Farkların Yeniden Üretilmesi

Kapitalizmde eğitim, toplumsal sınıfları yeniden üretmez, üretiyormuş gibi görünmesi kapitalizmin yaratabildiği en önemli illüzyonlardan birisidir. Üretemez, çünkü elinde bunun için gerekli olan sermaye edinimi sağlama ya da miras gibi aktarma mekanizmaları bulunmaz. Eğitim dendiğinde bahsedilen toplumsal yapıyı yeniden üretme işlevi, bazen önemini vurgulamak adına burjuvaziyi de içeriyormuş gibi sunulur ya da kültürel yeniden üretim sınıfsal yeniden üretimi ikame edebilecek bir şey olarak kabul edilir. Özetle, toplumsal sınıfları yeniden üretmek, fiili olarak kimin hangi sınıf pozisyonuna sahip olacağı anlamında, eğitimin gücü ve etkisi dahilinde değildir. Toplumsal yapıyı yeniden üretmek ise sınıflı toplumu, onu mümkün kılan her türlü işleyişi (örn. miras hakkını) ve eşitsizliği yeni nesillere öğretmek ve kabul ettirmek anlamına gelir; bu medya gibi diğer bazı toplumsal kurumlarla birlikte eğitimin de görevlerinden birisidir. Dahası eğitim sınıflar arasındaki kültürel farkları (sanat anlayışları, günlük zaman geçirme pratikleri vb.) daha da belirginleştirir ve sanki sınıfsal farkların nedenleri bunlarmış gibi gösterilir. Bu iki işlev eğitimin emek gücünü yetiştirme (meslek edindirme) işleviyle karıştırılmamalıdır. Bu noktaları elimizden geldiğince açalım:

Kapitalizmde eğitimin sınıflar arası geçişleri sağlama gücü (social mobility anlamında) sadece burjuvazi dışındaki toplumsal pozisyonlar için (o dahi sınırları olmakla birlikte) geçerlidir. İyi bir okul kazanamadığı için mirasından mahrum kalan ya da babasının şirketlerinin başına geçemeyen burjuva duyulmuş değil. Oysaki kapitalizmde eğitim, burjuva devrimlerinin propaganda ettiği üzere, kişilerin ailelerinden (kökenlerinden) bağımsız ve kendi beceri ve çabalarına dayalı olarak statü elde edebilmesini sağlayabilecek temel ve tek sistematik mekanizmadır. Akla gelebilecek tüm diğer mekanizmalar (örn. sosyal ilişkileri kullanarak toplumsal pozisyon elde etme) eğitim gibi standardize edilmemiş, kişinin bu yolu kullanmasının kuralları yazılı olarak tarif edilmemiştir, dolayısıyla sistematik olmayan mekanizmalardır. Ancak, yukarıda söylediğimiz üzere, eğitim alanının toplumsal pozisyonları yeniden üretmesinden bahsettiğimizde burjuvazi dışındaki sınıfsal konumların yeniden üretilmesi, bu konumlar arasında eğitim yoluyla sağlanan geçişlerden bahsederiz. Bunun üzerinin örtülebilmesi, eğitimin sınıflı toplumsal yapıyı meşrulaştırma işlevlerinden en önemlisini yerine getirebildiğini; burjuvazinin toplumun geri kalanıyla aynı kurallara tabi olduğuna inandırdığını gösterir.

Eğitimin burjuvaziyi de içine alacak şekilde sınıfsal konumları belirlediği illüzyonu, yasa önünde bütün yurttaşlara eğitim hakkının tanınması, zorunlu eğitim kademelerinin kamu kaynaklarıyla finanse edilmesi gibi (emekçiler lehine uygulamalar olmakla birlikte yanıltıcı da olan) diğer uygulamalarla güçlendirilmiştir. Çünkü bu yolla kapitalist eğitimi ideolojik alanda güçlendiren ikinci destek gelir: Kapitalizmde eğitim herkese açıktır ve herkese rasyonel/standart kurallarca (örneğin merkezi sınavlarla) belirlenmiş mesafelere sahiptir. Elit okulları, yüksek ücretli özel okulların varlıkları, yani toplumun çoğunluğuna kapalı olan okullar ve yarattıkları eşitsizlik ‘içinde varsa yapar’ ideolojisiyle örtülebilir. Bir başka değişle kapitalizmde eğitim, sınıflı yapıyı sürdürmeyi sağlayacak şekilde organize olmuştur, ancak aynı zamanda hem bu sınıflı toplumun hem de kendi organizasyon biçiminin üstünü örtmeyi de sağlamaya çalışır. Bu ikili işlev, zaman zaman çatışır zaman zaman sorunlar yaratır, ancak bu sorunların ve çatışmaların derecesi ülkedeki sınıf mücadelesinin etkinliğiyle paraleldir ancak. Nitekim örneğin Türkiye’de zorunlu eğitim kademelerinde çalışmakta olan özel okullar fırsat eşitliği sağlayan kurumlar olarak (verdikleri burslar yoluyla ya da devlet okullarının yükünü azalttıkları iddia edilerek) lanse edilebilir, oysa ki sokaktaki herhangi birisi için ‘parası olanın okuduğu’ yerlerdir, eşitsizlik kaynağıdırlar, ancak aynı zamanda imkânı olan veli çocuğunu özel okula göndermek ister.

Eğitimin bu meşrulaştırma işlevini tamamlayan şey, eğitim yoluyla sınıfsal farkların varlığının yani insanlar arası eşitsizliklerin ve insanın insanı sömürmesinin doğal, meşru, hakedişe dayalı ve hatta istenilir olduğunun (bunun için bkz. Coleman, 1992) herkes, ama özellikle sınıfsal eşitsizliklerden olumsuz etkilenenler için, kabul edilebilir kılınmasıdır. Örneğin, sermayenin hak edilmiş bir kazanç olduğu ya da ODTÜ’de temizlik işçilerinin (kendilerinden daha eğitimli ve buna bağlanmış anlamlar olarak daha çalışkan, daha zeki, disiplinli vb. olduklarından) hocaların ayrı tuvaletleri olmasının onların hak ettikleri bir ayrıcalık olduğunu düşünmelerinin sağlanabilmesi gibi. Bu, literatürde ideolojik yeniden üretim olarak da adlandırılır ve kültürel yeniden üretimi de kapsar. Kültürel yeniden üretimin bir boyutu da şudur:

Kapitalist sınıflı toplumun devamını sağlamanın önemli bir basamağı işgücünü yetiştirmeyi sürekli kılabilme ve bu esnada (çoğu kültürel değerlere, ideolojik kabullere dayanan) sınıfsal pozisyonlar arasındaki farkları belirginleştirebilmektir (Aksi durumda aynı fabrikada çalışan emekçiler arasındaki maaş farkları nasıl temellendirilebilir?). Bunun en belirgin şekilde görüldüğü kafa ve kol emeği arasında farkın bir kısmı eğitim alanında (ama daha önemlisi iş yerlerinde ve yaşam alanlarında) yeniden üretilir. Türkiye’de meslek liseleri ile fen liseleri arasındaki, müfredatları (aynı dersler dahi farklı içeriklerle sunulur), müfredat dışı etkinlikleri, okulun disiplin vb. kurallara yaklaşımı, öğrenciler arasındaki toplumsal cinsiyet ilişkileri açısından farkları düşünebiliriz. Bu farklar okul binalarından öğrenci kıyafetlerine kadar her şeye yansır ve öğrencileri eşit olmayan muamelelerle karşılaşacakları farklı toplumsal pozisyonlara hazırlar. Kapitalizm okullar arasındaki farkları da doğalmış gibi (okullara devam edenlerin özelliklerinin doğal bir sonucu gibi) lanse edebilir. Oysa ki, örneğin, on yıllar boyunca fen ve Anadolu liselerine öğretmenler, mevcut öğretmenler içinden yapılan bir sınavla seçildi. Okullar arasındaki farklar (benzer şekilde bölgeler, semtler vb.) doğal ve kendiliğinden değil, aksine kapitalizmin sınıflı yapısının sonucudur. Kafa ve kol emeğini ayıran okulların varlığı ise sınıf mücadelesinin bir sonucudur ve bu mücadele bazı ülkelerde (örn. Almanya’da öğrencilerin çok küçük yaşlarda mesleki ve akademik eğitim veren kurumlara ayrıştırıldığı üniversite öncesi eğitimi birleşik eğitime dönüştürme mücadelesi şeklinde) hala sürmektedir. Buna bir diğer örnek 20. Yüzyılın başında Chicago’da işçi sendikaları ve sermayenin temsilcileri arasında lise eğitiminin mesleki ve akademik olarak bölünmesi konusundaki mücadeledir (bkz. Wrigley, 1982). Genel olarak kapitalist eğitim sistemlerinin doğdukları ve bugünkü biçimlerini aldıkları tarihsel süreç incelendiğinde sınıf mücadelesinin eğitim sistemlerinin bugünkü biçimlerini almada doğrudan etkileri olduğu görülür (örn. sekiz ülkenin karşılaştırıldığı çalışma için bkz. Archer, 1984).

Kısacası, kapitalizmde kişiler toplumsal pozisyonlarına (hem ailelerinin pozisyonuna ve hem de kendi edinecekleri pozisyona) uygun eğitim alırlar, bu esnada birbirlerinden farklılaşır uzaklaşırlar. Yani okullarda öğrendiklerimiz evrensel bilginin sınıflara bölünmüş halidir ya da uygun görüldüğü kadarıdır. Tekrar olması pahasına: kapitalist eğitim aynı zamanda bu farkların doğal ve hatta istenir olduğuna da her bir yeni nesli okullardaki gündelik ceza ve ödül sisteminden, standart sınavlara birçok farklı enstrümanı kullanarak ikna eder. Bu esnada kendisini çıkar gözetmeyen, idealist ve herkese aynı uzaklıktaymış gibi sunar (Bourdieu ve Passeron, 1990).

Eğitim, kapitalizmin kast sisteminde toplumsal hareketliliği sağlamanın tek sistematik (kuralları belli, herkese açık ve bir hak olarak tanımlanmış) mekanizmasıdır. Oysa orada dahi alınan eğitim ile istihdamda alınan yer ya da Weber’in terminolojisiyle edinilen toplumsal statü arasında sistematik bir ilişki yoktur, kamusal eğitimlerin kuruluşundan bugüne de olmamıştır (sistemin savunucularının analizlerinde de görülür; Boudon 1974). İstihdam piyasasının genişleyip daralmasından ya da nitelik değiştirmesinden eğitim sorumlu değildir, ancak yine de eğitim sanki piyasa koşullarını kontrol edebilir gibi davranır (okulda başarılı olanların hayatta da başarı olacağı söylemi gibi.). Eğitimin ideolojik gücü bu konuda ikna gücüyle de ilişkilidir ve günümüzde bu güçte yaşanmakta olan bir erozyondan bahsetmek mümkündür. Nitekim 1990’lardan itibaren bu koordinasyon yokluğunun üstüne yüksek eğitimli işsizliği de eklenmiştir (Bora vd. 2017). Yani insanlar eğitimlerince öngörülen mesleklere değil onlardan daha düşük statülü mesleklere de ulaşamamakta, işgücüne dahi katılamamaktadır. Kapitalizmde eğitim her türlü entelektüel azmi ve merakı amaçlarında son sıralara iterek en başa meslek edinmeyi koymakta ancak onu da yapamamaktadır.

2. Sosyalizmin Kuruluş Döneminde Sınıfsal Farklar ve Eğitim

Sosyalist iktidarın özelliği, iktidarı alan işçi sınıfının burjuvaziyi ortadan kaldırma ve toplumdaki sınıfsal farkları herkesi işçileştirerek ve dolayısıyla mülksüzleştirerek (mülkiyeti toplumsallaştırarak) yok etme hedefidir. Nasıl ki kapitalizmin amacına uygun olarak kapitalist eğitim mevcut sınıflı toplumsal yapıyı yeniden üretmeye yardım etmekteyse, sosyalizmde de eğitim sınıfsız bir topluma doğru gidişe kültürel ve ideolojik destek sağlar. Sosyalist eğitimin işgücünü yetiştirmek gibi işlevleri de devam etmektedir ve bu durum toplumda devam etmekte olan sınıfsal farkları yeniden üretecek eğitim uygulamalarını beraberinde getirir. Yani sosyalizm döneminde eğitim hâlâ çelişkili bir uygulamadır, istenir ve istenmeyen sonuçları aynı anda doğurur.

Kapitalizmde sınıflı toplumun devamı nasıl kendiliğinden olmuyorsa, sosyalizmin korunması ve sınıfsız topluma doğru ilerleyiş de kendiliğinden olmaz, planlı bir müdahaleyi gerektirir. Sosyalist eğitimin farkı, kapitalist eğitimin aksine bu müdahaleyi saklamaya çalışmaması, kimin tarafında olduğunu ve amaçlarını açıkça ifade etmesidir: sosyalist ülkelerin eğitim sistemleri kapitalist eğitim sistemleri gibi taraflı ve doktrinerdir, kapitalist eğitimden farklı olarak işçi sınıfının ve sosyalizmin tarafını tutar.

Bir ülkede işçi sınıfının iktidarı almasını takip eden sosyalist kuruluş dönemi en az iktidarı almadan önceki dönem kadar çetin bir kavga dönemidir; bu kavga bir yandan işçi sınıfı iktidarına karşı somut tehditlere karşı mücadeledir. Bu mücadele bir yandan da sosyalizmle uyumlu olmayan her türlü yerleşik yapıya, inanışa, alışkanlıklara karşı verilir. Eğitim alanında da bir yandan kapitalizm döneminde yerleşiklik kazanmış ideolojik yanılsamalarla mücadele edilir (örn. eğitimin tarafsız olduğuna dair ideoloji) ve aynı zamanda eğitimin örgütlenme biçimi her seviyede değiştirilir. Bu dönemde öne çıkan amaç burjuvazinin kazanmış olduğu (maddi-manevi) mevzilerden çekilmesinin ve yerini işçi sınıfının almasının sağlanmaya çalışılmasıdır. Eğitim bu yolla sosyalist sistemin kültürel, ideolojik, teknik ve işgücü olarak desteklemesinin sağlanmasını hedefler ancak bunları sınırlı olarak gerçekleştirebilir.

Konumuzla ilgili olarak eğitim alanında, iktidar alındıktan hemen sonra yapılanlar şöyle sıralanabilir:

Bir önceki sistemin yaratmış olduğu eğitimden yararlanma açısından eşitsizlikler giderilmeye çalışılır: Eğitimin her kademesi ve türü bütün yurttaşlara açılır ya da yurttaşların eğitim almaları önündeki engeller kaldırılmaya çalışılır. Daha yüksek eğitim kademelerine gidildikçe emeğiyle geçinenlerin diğerlerine oranla daha fazla elenmesi sorununu çözmek üzere her türlü ayrımcılık uygulanır (örn. Sovyetlerde işçilere ve köylülere akşam okulları, burslar, yurtlar sağlanırken, kulaklardan ve diğer burjuvalardan eğitim harcı alındı, kontenjanlar sınırlı olduğunda işçi çocuklarına öncelik verildi.). Eğitime katılım işçi sınıfının hazır beklediği ve yaratılan her fırsatı sonuna kadar kullandığı bir şey değildir, katılımı sağlamak için ideolojik mücadele de verilir (örn. Sovyet öğretmenlerini reddeden köylü örnekleri ya da eğitimin kampanyalar şeklinde yürütülmek zorunda kaldığı durumlar). Aynı zamanda bir önceki sistemden devralınan eğitim kadrosu da emekçi çocuklarını teşvik etmek konusunda ya ikna edilmeli ya da onların yerine hızla yenileri yetiştirilmelidir.

Yukarıda sayılanların mantıkî sonucu olarak farklı sınıflardan çocuklara yönelik açılmış okullar kapatılır (yani, özel okullardan mezhep okullarına her türlü elit okulu) ve yenilerinin farklı biçimler ya da isimler altında açılmaması için dikkatli olunur.

Sosyalist eğitimin alametifarikası asıl olarak çocukların erken yaşlarda kafa ve kol işçisi olarak ayrılmasının önüne geçilmesi için verilen mücadelededir. Sosyalist bir ülkenin bütün yurttaşlarının gelecekte hangi mesleği yapacaklarından bağımsız olarak, derin kültürel sanatsal bilimsel teknik bilgi edinebilecekleri ve bütünlüklü bir gelişim gösterebilecekleri ortak bir eğitimden geçmeleri temel hedeftir. Bunun için konulan ilk somut hedef, üniversite öncesinde öğrencilerin genel eğitim almasıdır. Bu eğitim ne kol ne de kafa emeği için farklılaşmış müfredatlara bölünmemiştir, öğrencilerin erken yaşlarda eğitim hayatlarının önü kesilmez (örn. Almanya’da belli tür liseye gitmenin üniversiteye gidememek anlamına gelmesi gibi) ya da gideceği yön erken yaşta belirlenmez. Sosyalizmin kuruluş döneminde bu hedef sadece bir ideal olarak kalır çünkü sosyalizmin devamının garanti altına alınabilmesi için bazı sektörlere yönelik acil ihtiyaçlar kısa eğitimlerle karşılanır. Bu durumdan daha çok işçi ve köylü çocukları olumsuz etkilenir. Çünkü, kültürel olarak eğitime daha yakın ve ekonomik olarak daha elverişli, kentli ailelerin çocuklarına nazaran işçi ve köylü çocukları kısa ve hemen istihdamla sonuçlanan seçeneklere daha büyük oranlarda kayarlar. Bu ülkenin daha uzun ve gelişkin eğitim olanaklarından (örn. daha yüksek eğitim kademelerinden) daha az işçi ve köylünün yararlanması anlamına gelir.

Sovyetler’de genel eğitim 1930lardan itibaren hayata geçirilmiştir, Küba ise genel eğitim ve mesleki eğitim farkını ortadan kaldırmadan bir başka yol izlemiştir:

Küba’da eğitimin ilk 9 yılı zorunlu (ilkokul/ortaokul zorunlu) lise zorunlu değil. Lisede farklı okul türleri var; genel liseler, meslekî liseler, spor liseleri ve sanat liseleri, ayrıca bir de bizdeki fen liselerine denk düşecek her ilde bir tane olan Lenin Mesleki Bilimler Enstitüsü. Meslek liselerinden sonra öğrenciler çalışmaya başlayabilir, politeknik okullara devam edebilir ya da üniversiteye gidebilirler. Ayrıca çalışmaya başlayıp yine öğrenimlerine devam edebilirler, bu durumdaki kişiler için gece üniversiteleri var (bir nevi ikinci öğretim gibi). Ancak tüm liselerin ortak temel bir müfredatı vardır. Küba’da eğitim konusunda üzerinde en fazla durulan, dikkat edilen başlık, herkesin ortak bir bilgiye, kültüre sahip olması, bilgi ve kültüre erişimin herkes için mümkün hale getirilmesi. Bunu yaygın yetişkin eğitimi sistemleriyle de destekliyorlar. Lise türleri arasında belirgin bir sınıfsal farklılaşmadan bahsetmek zor ancak kültürel bir ayrışma hissedilebiliyor. Örneğin daha akademik bir geçmişe sahip ailelerin çocukları genel lise ve üniversiteye devam ediyor, bunun tersi de geçerli.

Kafa kol emeği arasındaki eşitsizliğin ortadan kalkmasında eğitimin oynadığı rol iki türlüdür; birincisi öğrencilerin tamamı üretken bir işte çalışır (bu belli sürelerledir ve ülkeden ülkeye, dönemden döneme değişmiştir. Örneğin Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde üniversiteye başlamadan önceki bir ya da iki yıl bir meslek öğrenilir ve çalışılır. Sovyetlerde, farklı kademelerde okuyan öğrenciler kolektif çiftliklerde ya da yakınlardaki fabrikalarda hem gözlem hem çalışma için düzenli olarak bulunurlardı). Bu sayede kol emeğinin dışarıdan gözlemle anlaşılamayacak özelliklerini, karmaşıklığını ve kolektif değerini kavrar. İkincisi, sosyalist eğitimin müfredatından, ders kitaplarına bütün materyalleri çocuğun çevresini gözlemleyerek hayatı mümkün kılan emeğin farkına varmasını ve ona saygı duymasını sağlamaya çalışır. Bu çocuktaki enternasyonalist yönelimi, bütün ülkelerin emekçilerine saygı ve sevgiyi de besler, cinsiyetçilik ve ırkçılık gibi ideolojilere karşı da güçlü bir araçtır (politeknik eğitim). Böylece kişinin gelecekte edineceği mesleğin ağırlıklı kafa ya da kol emeği olmasından ya da getireceği bireysel kazançlardan ziyade toplumsal ihtiyaçlara dayalı olarak seçilmesi ve ilgili mesleğe değer biçilmesi mümkün olur. Eğitim alanının dışındaki gelişmeler de bu yönelimi destekler, nitekim kapitalizmin meslek hiyerarşisi değişmeye başlamış mavi yakalılar hem yaşam koşulları hem gelirleri hem de siyasi arenadaki etkileri açısından çok daha önemli pozisyona geçmiştir. Artık ülkenin sahibi, komünizme gidecek yolu açabilecek sınıfın ülkede ve dünyada öncüleridirler (işçi sınıfına yüklenen bu öncülük misyonu, hemen bütün sosyalist ülkelerde gözlemlediğimiz öğrenci birlikleri -pioneerler- ve onların edindikleri işlevlerde de kendisini gösterir. Çocuklar öncülük alışkanlıklarını ve biçimlerini çok küçük yaşlarda eğitim kurumları içinde geliştirmeye başlarlar. Komisyonumuz bu konuda da bir bildiri hazırlığı içinde.)

Elbette yukarıda anlatılan gelişmeler çelişkilerden muaf değildir; örn. Sovyetlerde zaman zaman yaşanan yüksek ve zorlu bir eğitim gerektiren mesleklere olan ilginin azalması ya da kol işçilerinin çocuklarını yine kol işçiliğine yönlendirmesi gibi. Bunun için sosyalizm öncesinde yerleşiklik kazanmış, mesleklere yönelik toplumsal algılar hâlâ değişmemiş olduğundan, ödül ve ceza (caydırma) mekanizmaları iyi düşünülmelidir. Kafa ve kol emeği arasındaki farkı ortadan kaldırma yönündeki en etkili araçlardan birisi de çocukların çok küçük yaşlardan itibaren aktif yaşamın bir parçası kılınmaları, içinde bulundukları kurumların yönetiminden geliştirilmesine kadar her alanda görev ve söz sahibi olmalarıdır. ABD’li ilerici eğitimcilerden Dewey’i de takip ederek, çocukların eğitimi onları sadece geleceğe hazırlamaz içinde bulundukları ânı yaşamalarını, aktif olmalarını ve toplumun geleceğinde söz sahibi olmalarını sağlar. Burada bir nokta önemli; Sovyetlerde öğrencilerin okul yönetimlerine katılmaları vb. uygulamalara çok hızlı geçilmiş ve bunun bazı olumsuz sonuçları da olmuştur (örn. bazı okullarda öğrencilerin kendilerinde öğretmenlerini ya da sınıf arkadaşlarını sosyalizme bağlılıkları konusunda sorgulama, okuldan atma, görevine son verme yetkisi görmesi). Sosyalizmin ilk döneminde eğitim uygulamaları toplumsal dönüşümün hızını gözetmelidir.

Küba’da söz konusu amaç çerçevesinde kır-kent okulları ve köy okulları programları düzenleniyor ve bunlar eğitim sisteminin temeli haline geliyor. İlki, öğrencilerin yaz tatillerinin bir bölümünü (1 ay ya da daha fazla) kırsalda üretimde geçirmesini içerirken, ikincisinde doğrudan tarımsal üretim bölgelerinde yatılı okullar kuruluyor, öğrenciler tüm öğrenim hayatlarını (ortaokul ve lise) bu okullarda günün yarısını akademik eğitimde kalan yarısını da tarlada üretimde geçiriyor. Bu uygulamalar ülkenin ekonomik ihtiyaçlarıyla bağlantılı şekilde geliştiriliyor ve yıllar geçtikçe farklılaşıyor. Bugün lise düzeyinde yine yılın bir ayı üretimde geçirilirken, ilk ve ortaokulda öğrenciler sosyalist çalışma adlı ders kapsamında toplumsal projelere katılma, okulun temizlenmesi, kentin temizlenmesi, denge hastalığıyla mücadele etme, sivrisineklerle mücadele, okul kitap ve defterlerinin basımı, kent müzesinde çalışma gibi çalışmalara katılıyor. Günümüzde, İlkokulda toplam 5680 saatlik öğretim yılının 480 saati ortaokulda (7-9. Sınıflar), toplam 5.799 saatin 280 saati iş eğitiminde geçirilir (ortaokuldaki bu ders saati tarih dersinden fazla).

Kafa-kol emeği arasındaki farkı giderme ve kol emeğine değer biçme devrimin başından beri bir ideolojik mücadele konusu olarak da ele alınıyor ve örneğin tabiat, doğa, biyoloji gibi derslerde bile müfredat konularına yediriliyor. Çalışma yaşamı herkesin dayanışma içerisindeki topluma bir yerinden katkı sunma, elini taşın altına koyma anlamına geliyor. Çalışma bir toplumsallaşma, sosyalizasyon biçimi Küba için. Bunda başından itibaren kitle örgütleriyle devrimin herkese ulaşma ve herkesi içerme çabasının büyük ölçüde karşılanmış olması etkili. Dolayısıyla daha yüksek eğitim biçimleri (doktor, öğretmen, akademisyen olmak vb.) gerçekten bir statü ya da gelir bağlamında değil onun getireceği yükü kaldırabilme, daha yoğun çalışma gibi zorlukları göze alma ve ilgi duyma gibi motivasyonlarla gerçekleşmektedir. Öğretmenlik ve doktorluk gibi mesleklerin prestiji daha çok yurtseverlik, enternasyonalizm bağlamındadır. Yaşanılan mahalle, oturulan evin konforu, vakit geçirilen, sosyalleşilen mekanlar açısında bir farklılık yoktur diyebiliriz. Ancak, bu durumu yaratan olumsuz bir süreç de vardır: Özel dönem (1990’lar) sonrası Küba’da tüm maaşlar oldukça düşmüştür ve yaşamı sürdürmek açısından ciddi bir zorluğa da neden olmuş ve olmaktadır. Turizm sektörü dövize erişim sağladığından daha tercih edilir hale gelmiştir. 1990’larda pek çok profesyonel çalışan (ki bu kişiler sahip oldukları meslekler için yüksek öğrenim görmüştür) turizm sektörüne ve ek gelir elde edeceği daha basit beceriler gerektiren işlere yönelmiştir.

Küba deneyimi bizlere eğitim ve toplum arasındaki ilişkinin tarihsel gelişmelerce belirlendiği, bu nedenle de her dönemin ve ülkenin özgünlükleri olduğuna işaret etmekte. Ancak yine de en temel, gayri insani eşitsizlikleri ortadan kaldırmak konusunda eğitimi işe koşmak ortak noktadır.

Sosyalizmin kuruluşu sürecinin daha ileriki dönemlerine göre bir avantajı, olumlu bir rekabet ortamının toplumda neredeyse doğal olarak var olmasıdır. Ülke yönetiminde ve üretimde olanların tamamı devrime katılmışlardan oluşmaktadır ve sosyalizmin varlığına yönelik tehditler somut ve yoğundur. Aynı zamanda toplumsal değişim de neredeyse elle tutulur haldedir. Bunların ideolojik mücadelede bazı avantajları olmuştur. Devrimden sonra doğan nesilleri yetiştirirken, anlaşılır şekilde, aynı hazırbulunuş mümkün olmayacaktı. Sovyetlerde ileri gelen komünistler kapitalizmin yeni nesillerce tanınması ve sosyalizm mücadelesinin kavranması için izlenebilecek yolları tartışmıştır. Bu da bir başka bildirinin konusu.

Bundan sonraki bildirilerde ele almak istediğimiz diğer bazı konular şöyle:

  • Sovyet ve Küba deneyimlerine baktığımızda sosyalizmin kuruluşu döneminin eğitim alanında aynı zamanda deneysel bir dönem olduğunu, farklı okul türleri, öğretim metotları ve bunların yanı sıra (özellikle Sovyetlerde) daha otonom okullar, müfredat ve ders kitabı karşıtlığı, standart sınavlara karşıtlık, disiplin karşıtlığı olduğunu gözlemledik. Bu yönelim daha sonra yerini standartlaşmaya bırakıyordu. Bu durumu yakından incelemek istiyoruz.

  • Toplumsal cinsiyet konusunu genel uygulamaları anlatmanın ötesine geçerek, Sovyetlerde 1943’te başlamış ve 10 yıl sürdürülmüş kız ve erkek öğrencilerin ayrı kurumlarda eğitim alması örneği üzerinden tartışmak istiyoruz.

    1. Yüzyılın sosyalist eğitim deneyimleriyle bugün kuracağımız bir sosyalist ülkenin eğitimi arasında ne gibi ortaklık ve farklar olacak? Özellikle, geçtiğimiz yüzyıl boyunca işçi sınıfının daha eğitimli hale gelmesi ve bununla ilişkili olarak burjuva eğitimine daha uzun ve yoğun şekilde maruz kalmış olmasının olası etkilerini (yani avantaj ve dezavantajları) ele almak istiyoruz.

3. Sosyalizmin Yerleşiklik Kazandığı Dönemde Eğitim ve Toplumsal Farklar Arasındaki İlişki

Sosyalizm yerleşik hale geldiğinde, yani artık ülke içinde işçi sınıfı iktidarı sağlam (kolay kolay devrilemeyecek) bir zemine oturduğunda, sosyalist kurumların kuruluşları tamamlandığında ve en önemlisi sosyalizmde yetişmiş ilk nesiller ülkenin her türlü işleyişinde söz sahibi olmaya başladığında sosyalist eğitim de yeni bir döneme girmiş olur. Bu dönemi, kendi kendisiyle kavga dönemi, olarak nitelendirebiliriz. Bir yandan ilk eğitim uygulamalarının öngörülmemiş sonuçlarıyla mücadele, bir yandan kapitalizmi hiç yaşamamış kişilere anlatma ve en önemlisi sosyalist geçiş sürecinde “üretici güçlerin gelişimi” sınıf mücadelesi sürdüğü için tamamen özgürleşmiş olmayacak, o yüzden bu belirli alanlarda ileri derece uzmanlaşma olanakları yaratılırken başka alanlarda vasıfsız emeğe ihtiyacın sürmesi, bir çelişki olarak eğitime yansıyacak.

Sosyalizmin yerleşiklik kazandığı dönemde okullaşma oranlarındaki düşüklük, kendi eğitim kadrosuna sahip olmama gibi sorunlar geride bırakılmıştır. Öğretmenler kendi yayınları, örgütleri ve enstitüleri yoluyla eğitime yön vermeye de başlamış, içten evrilen bir sisteme geçilmeye başlanmıştır.

Erken yaşlardan başlayarak okullaşma, okul dışı öğrenci örgütlenmeleri ve onların bilim, sanat, spor ve elbette siyaset alanlarında okul içinde ve okul dışındaki bağımsız kurumlarında okullarla yarışacak etkinlikteki uğraşları, öğrenciyi kendi yaşamının ve toplumun bağımsız bir öznesi haline getirmeye başlamıştır; ailenin ve dolayısıyla toplumsal yeniden üretimin etkisi azaltılmış olur. Ayrıca bilgi ve beceri edinme, yüksek nitelikli profesyonellerin yetişmesi sadece okullarla sınırlı kalmaz, birçok formal ve informal biçimlerde sürdürülür hale gelir (Örn. Sovyetlerin ünlü küçük yaşlardaki çocuklarca organize edilen, devasa ve çok çeşitli alanlarda atölyeleri olan ‘öncü sarayları’ gibi. Bunların benzerleri ve bunları mümkün kılan çocuk birlikleri -öncü birlikleri- Küba’da da mevcuttur.) Çocukların bu etkinlikleri onları birer öncü olmak konusunda birbirleriyle rekabete sevk eden, bu rekabette kimsenin geride kalmamasından da önde olanların sorumlu olduğu bir sosyalist rekabet anlayışıyla donatır. Çocukların edinecekleri bu dayanışmacı rekabet kültürünün işyerlerine de yansıyacağı öngörülür.

Emekleriyle geçinenlere yönelik ayrımcılık kaldırılır, ülke içindeki toplumsal ayrışma ciddi oranda azalmıştır (ama bitmemiştir ve yeni bicileri ortaya çıkabilir). Sınıfın dışındaki, kapitalizmin tarihsel olarak devralıp kullandığı toplumsal ayrışma boyutlarına odaklanılabilir; örn. toplumsal cinsiyet ve etnik farklar. Kapitalizmde üstesinden gelinemeyecek gibi görünen birçok fark hızla çözülür (Burada sınıfsal farklar ile diğer toplumsal farklar/eşitsizlikler arasında bağlantı olmadığı ya da birinin önce diğerinin sonra ele alınacağı söylenmemekte. Çok bariz farklardan daha ayrıntılara doğru gidiş tahayyül edilmekte). Örneğin hâlâ önde giden kapitalist ülkelerin sorunu olagelen cinsiyetler arası matematik ve fen alanlarındaki başarı farkları ve mühendislik vb. kız çocuklarının tercih etmediği mesleklerin bulunması sorunu Sovyetlerde çözülmüştür ve hatta hâlâ eski Sovyet ülkeleri bu konuda tüm dünyadan ayrışmaktadır. Küba’da da benzer şekilde eğitim alanında sınıf dışındaki toplumsal ayrışmaların etkisi büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır. Ancak bu süreçte ortaya çıkabilecek yeni farklara karşı dikkatli olunmalıdır. Komisyonumuz Sovyetler örneğinden yola çıkarak bunların neler olabileceği konusunda bir bildiri hazırlamak istiyor.

Sovyetlerde genel (farklılaşmayan) 10-12 yıllık zorunlu eğitim 1930’larda gerçekleşmiş ve tüm toplumun sıkıca sarıldığı ideallerden birisi haline gelmiştir. Ancak bu gelişmenin kol ve kafa emeği açısından neler değiştirdiği konusunda daha ayrıntılı okuma yapmaya ihtiyacımız var. Kapitalizmde yaşayanlar açısından tahayyül edilmesi zor, yeni tür bir hiyerarşi ortaya çıktığı söylenebilir ve bu bir tür toplumsal yarar hiyerarşisidir. Ancak sorunların da yaşandığı, özellikle aşağıda biraz değindiğimiz kır-kent gibi farkların devamına ya da (tarihsel gelişmelerden kaynaklanan) yeni farkların oraya çıkmasına dayalı olarak biçim değiştirdiği söylenebilir. Bu konu ayrı bir bildiriyi hak etmekte, Kruşçev (Hruşçov) dönemini anlatarak başlayabiliriz bu konuyu. Sovyetler örneğinde aynı zamanda, eğitimde, ideolojik bir sorunun da ortaya çıktığını söylemek yanlış olmaz. Bunun emareleri arasında, üniversite seviyesinde verilen siyasi derslere olan ilginin azalması, bunları ezbere anlatan hocaların ağırlıkta olması gösterilebilir (Fitzpatrick, 1979).

Sosyalizmin yerleşiklik kazandığı dönemde, eğitim ve toplumsal farklılaşma konusunda yaşanan sorunu soyutlamak gerekirse: İleri derece uzmanlaşma olanakları yaratılırken başka alanlarda vasıfsız emeğe ihtiyacın sürmesinin eğitim alanına etkileri. Bununla kastettiğimiz şudur, sosyalizm neredeyse iki nesilde bütün yurttaşlarını eğitime dahil etmiş ve daha önce görülmemiş oranlarda emekçi çocuğu yüksek öğrenim almıştır. Bu daha basit, manuel işlerde istihdamın sağlanmasını, istihdam edilenlerin uğradığı eşitsizliğin giderilmesini, özellikle tarımda istihdamı (örn. Küba’da) zorlaştırmıştır. Öte yandan sosyalist ülkeler bazı alanlarda tüm dünyaya öncülük edecek bir bilimsel ve teknik gelişmeyi zorlamakta ve bunun için gençlerinin bir kısmına en ileri düzeyde insanlığın ufkunu genişletecek bir eğitim vermektedir. İstihdamdaki bu eşitsizlik sorununun ilk kısmı makineleşme, genel olarak teknolojik gelişmelerle çözülebilecek sorunlardır. Ancak, az ya da çok meslekler arasındaki farkların ve her zaman daha çok talep edilecek mesleklerin olması ihtimalinin, eğitim alanına etkileri konusunda kafa yorulmalıdır. Örneğin, kapitalist eğitimde olduğu gibi belli meslekleri seçerken, yetenek ve başarı öne çıkarıldığında sorunların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Küba’da olduğu gibi meslek ile toplumsal sorumluluk arasında sıkı ilişki kurulması en kökten çözümlerden birisidir, ama düşünmeye devam.

Küba’da kırsal alana yönelik politikalar geliştirme konusu devrimle birlikte gündeme geliyor ve devrim sonrası çabaların merkezinde duruyor. Eğitimin, aynı nitelikle, herkes için ulaşılabilir olmasını sağlamak temel ilke oluyor ve bugün, batılı kaynaklar dahi Küba’nın bu konudaki başarısını doğruluyor. Eğitime erişim, başarı ve zorunlu eğitim sonrası devam etme ve yüksek öğretime yerleşme açısından toplumsal cinsiyet ve kır-kent açısından anlamlı bir fark bulunmuyor. İlk faaliyet, yeni okullar yaparak, eğitime erişimin önündeki fiziksel engeli ortadan kaldırmak oluyor (ki bugün de oldukça ücra yerleşimlerde, ilköğretim düzeyinde, 4-5 öğrencisi olan binlerce okul bulunuyor.) Ancak atılan en etkili adım, 60’ların ikinci yarısında kurulan ve eğitim sitemine dâhil edilen kır kent okulları ve köy okulları adlı programlardır. Temel ortaöğretim (ortaokul) ve lise düzeyinde olan bu programlar aynı zamanda Küba’nın politeknik bir müfredat oluşturma çabasının da bir ürünü. Ancak bugün, bu başlıktaki temel mesele, her ne kadar kırsal alanı sanat, spor vb alanlarda destekleyecek imkânlar gerçekleştirilse de, Küba’da da kente göçün yoğunluğudur. Küba’da da kent nüfusu kırsala göre artış göstermektedir. Kent hâlâ her açıdan bir çekim noktasıdır. Burada Küba ekonomisinde yaşanan değişimlerin de etkisi vardır. Tarımsal ekonomiden çok hizmet, turizm ve biyoteknoloji gibi yüksek eğitim düzeyiyle ilişkili sektörlerin öne çıkmış olması, kırsal alanın önem ve ağırlığını da geri plana itmektedir. Özellikle 1990’lardaki özel dönem sonrasında pek çok şeker arazisi azaltılmış, beslenme sorunu kentsel tarım gibi uygulamaları öne çıkarmıştır.

4. Komünizmde Eğitimin Toplumsal Farkları Vurgulama İşlevinin Yerini Ne Alacak?

Özel mülkiyetin ve dolayısıyla sınıfların ortadan kalkmış olduğu dönemin mantıki sonucu insanların birbirinden statü olarak farklılaşmaya ve bazı toplumsal ödülleri edinmek için yarışmaya ihtiyaç duymayacağı bir dönemin başlamasıdır. Dolayısıyla, bu tahayyül etmekte dahi zorlandığımız yeni ve gerçek yaşamda, insanların öğrenme ve toplumsal yararlı işleri yapmak için ne ödül ne de ceza mekanizmalarına ihtiyaç duyacağını öngörebiliriz. Paranın, devletin olmadığı, dolayısıyla bir sınıfın diğerine tahakkümü için gerekli araçlar olan (bugün bildiğimiz anlamda) örgütlü siyaset ve ideolojinin de yerinin olmadığı bu yeni toplumsal düzenin eğitim sistemi olacak mı? Farklı fikirleri dile getirmek için bir araya gelmenin özendirildiği ancak bu birlikteliğin farklı dünya görüşlerine evrilmediği, her türlü bilimsel olmayan fikrin yaygınlaşmasının toplumsal dayanaklarının ortadan kalkmış olduğu, dolayısıyla sosyalist toplumun büyük enerji ve kaynak aktardığı eşitlikçi, bilimsel fikir ve davranışları savunma gereğinin ortadan kalktığı bir dönem. Bunların mantıki bir sonucu olarak, komünizmde eğitimin siyasi ve ideolojik kültürleme görevi sona erer.

Ancak hâlâ yakın ve uzun dönem toplumsal ihtiyaçları gözeten bir toplumsal iş bölümüne ihtiyaç duyulur. Burada bir ön kabul olarak komünizmde de uzmanlık isteyen mesleklerin olacağı, her tür işin dönüşümlü yapılamayacağı düşünülebilir. Ya da, bir kısım işlerin herkes tarafından dönüşümlü yapılacağı ama aynı zamanda her bir bireyin bir uzmanlığı olacağı düşünülebilir. Bu ikisi arasındaki fark kafa (uzmanlık) ve kol (dönüşümlü yapılan iş) emeği olabilir. Bu durumda yine sistematik bir eğitime ihtiyaç duyulur. Ancak kesin olarak denilebilir ki, bugün bildiğimiz biçimleriyle eğitim sistemleri (seçme ve eleme üzerine kurulu olan) tamamen ortadan kalkmıştır. Onun yerini, öğrenmeye odaklı geçici de olabilen oluşumlar almıştır. Bunlar gayet esnek bir şekilde, ihtiyaçlara ve talebe göre ortaya çıkar ve kaybolur.

Komünizmde de, uzun ve yakın dönem toplumsal ihtiyaçların gözetilebilmesi için eğitimde merkezi planlamanın yapılması gerekebilir. Bunun için sosyalizmde temelleri atıldığı üzere, hiç kimsenin eğitim kaderinin erken yaşlarda belirlenmediği, her kademede ve yaşta tekrar meslek seçme ve yeni bir yolda yürümenin önünün açık olacağı bir planlama yapılır. Bu planlamanın toplumsal ihtiyaçlarla uyumlu hale getirilmesinde teknoloji kullanılabilir (Leguin’in Mülksüzler’indeki gibi görev almak isteyenlerle açık olan görevler arasında eşleştirme yapan bir bilgisayar sistemi), nitekim bu tarz teknolojiye dayalı bir koordinasyonun/planlamanın temelleri sosyalizm döneminde atılmaya başlanır. Bu başlık bir bütün olarak komünizmde toplumsal hayatın nasıl organize olacağıyla ilişkili olduğundan, bu noktayı BAA’nın diğer komisyonlarıyla birlikte geliştirmeyi umuyoruz.

Yukarıdaki tahayyül kaba da olsa doğru ise, komünist eğitimin işlevi sadece bilgi ve beceri edinimidir, bugün ve sosyalizmde edindiği ideolojik ve kültürel işlevlere gerek kalmamıştır. Burada kültürü kişilerin ya da grupların gündelik pratikleri olarak tanımlıyoruz. Kapitalizmde belli (aslında burjuvaziye yakın olan) kültürler (belli yemek yeme biçimleri, müzik ve dans türleri, spor dalları) diğerlerinden üstün görünür ve eğitimde öyle sunulur, sosyalizmde daha kolektif yarara uygun olanlar ve işçi sınıfı kültürüne yakın olanlar eğitim yoluyla teşvik edilir. Komünizmde kültürel pratikler toplumsal hiyerarşinin konusu olmaktan çıkar, sadece çeşitliliğin bir konusudur ve mutlaka eğitimin öğretmesi gerek bir şey olmaktan çıkar. Çocuk eşitlikçi bir toplumda yetişirken doğal yollardan öğrenir bunları.

Çocuklara birkaç yılda bilimsel bilgiye ulaşmanın ve bilimsel bilgi üretmenin temelleri (okuma-yazma, matematik, fen) öğretilmesinin ardından, yani kısa bir zorunlu eğitimin ardından, modüler-seçmeli ve standart olmayan eğitim modeline geçilir. Herkes ihtiyacı olan, istediği ve merak ettiği konuları öğrenmek üzere modül seçer, bunun için ne yaş ne de başka bir sınırlandırma getirilir. Bu modüllerin eğiticileri öğrettiği şeyi iyi yapanlardan oluşur, gönüllü bir iştir ve sürekli değildir. Eğitimde standart aranmaz, sonuçlar eğiticinin kendi uzmanlık alanı için koyduğu kıstaslara göre belirlenir, sınavlar da eğiticinin neyi ne kadar öğretebildiğini ölçtüğü araçlara dönüşür. Bilimsel bilginin ve bu alandaki yeni gelişmelerin serbestçe paylaşıldığı, belli ülkelere ve bölgelere sıkışmamış olduğu komünizmde, bu modüler eğitimin eşitsizlik yaratması söz konusu olmaz. Modüler sistem belli meslekleri icra etmeye başlamanın bugünden daha uzun sürebileceği anlamına gelir. Örneğin doktorluk gibi. Ancak her tür iş kolektif olarak yapılacağından, bir mesleğin başlangıcı ve sonu bugünkü gibi kesin olarak belirlenmek durumunda değildir.

Umarız aklımıza gelenler, güzel bir tartışmayı mümkün kılacak yeterliktedir.


Kaynakça

Archer, M. S. (1984). Social Origins of Educational Systems. London: Sage.

Bora, A., N. Erdoğan, T. Bora, İ. Üstün. (2017). “Boşuna mı Okuduk?” Türkiye’de Beyaz Yakalı İşsizliği. Istanbul: İletişim.

Bourdieu, P., & Passeron, J.-C. (1990). Reproduction in Education, Society and Culture. Theory, Culture & Society (2nd editio). London: Sage Publications.

Fitzpatrick, S. (1979) Education and Social Mobility in the Soviet Union 1921-1934, Cambridge University Press.

Wrigley, J. (1982). Class Politics and Public Schools: Chicago, 1900-1950. New Brunswick, N.J: Rutgers University Press.

Boudon, R. (1974). Education, Opportunity, and Social Inequality: Changing Prospects in Western Society. New York: John Wiley & Sons.

Coleman, J. S. (1992). Some Points on Choice in Education. Sociology of Education, 65(4), 298. https://doi.org/10.1177/1477878512437456

Küba’ya dair ek okuma önerisi:

Griffiths, T. (1998). The development of secondary school education in revolutionary Cuba, 1959–1991: a world-systems approach (volumes I and II) (Doctoral dissertation, Ph. D. dissertation, University of Newcastle, Australia).

MacDonald, T. H. (2009). The education revolution, Cuba’s alternative to neoliberalism. Britain: North Wolds Printers Ltd.


KATKILAR

ALİ SOMEL

Giriş- 2. Paragraf:

“Bu dönemleri reel sosyalizm deneyimlerinden yola çıkarak tartıştık ve bunun bir sonucu olarak tahayyülümüz sınırlı sayıda ya da çeper ülkede sosyalizmin hayata geçtiği, emperyalizmin yarattığı her türlü tehlikeye yönelik yatırımın zorunlu olduğu ya da abluka altında işlemek zorunda kalan örneklerle sınırlandı.“

Burası pek anlaşılmıyor. Şöyle denebilir: “sınırlı bir coğrafyayı kapsayan Sovyetler Birliği ve emperyalizmin ablukasına bir tek başına direnen Küba” denebilir.

A- 1. paragraf:

"Eğitim dendiğinde muhaliflerce bahsedilen toplumsal yapıyı yeniden üretme işlevi, bazen önemini vurgulamak adına burjuvaziyi de içeriyormuş gibi sunulur ya da kültürel yeniden üretim sınıfsal yeniden üretimi ikame edebilecek bir şey olarak kabul edilir."

Hangi muhalifler? Bir literature atıf varsa belki referans vermek iyi olur.

A- 3. paragraf:

"Eğitimin burjuvaziyi de içine alacak şekilde sınıfsal konumları belirlediği illüzyonu, yasa önünde bütün yurttaşlara eğitim hakkının tanınması, zorunlu eğitim kademelerinin kamu kaynaklarıyla finanse edilmesi gibi (istenir olmakla birlikte yanıltıcı da olan) diğer uygulamalarla güçlendirilmiştir"

Kim tarafından istenir ve ne açıdan yanıltıcı anlaşılmıyor. Onun yerine cümle şuna benzer bir şekilde kurulsa sanki parantezdeki vurguyu da içerecek şekilde anlam daha iyi verilmiş olur: “…gibi emekçiler lehine olan uygulamalar kullanılarak güçlendirilmiştir.”

A- 5. paragraf:

"Okullar arasındaki farklar (benzer şekilde bölgeler, semtler vb.) doğal ve kendiliğinden değil, aksine kapitalizmin sınıflı yapısı ve sınıflar arası mücadelenin sonucudur."

Okullar arasındaki farkların sınıflar mücadelesinin sonucu olduğu çıkarsaması kafamda canlanmadı. Belki biraz açmak iyi olabilir.

A- 7. paragraf:

"Eğitim kapitalizmin kast sisteminde toplumsal hareketliliği sağlamanın tek sistematik mekanizmasıdır"

Bundan çok emin olamadım. Toplumsal hareketlilikten kasıt sınıf atlama imkanları ise eğitimden ziyade networkler sistematik bir mekanizma olarak öne çıkar gibime geliyor. Mülk sahibi ailelerden gelmeyen insanların mülk sahibi sınıflardan insanlarla kurdukları bağlar, belirli piyasa alanlarda girişimcilik denemleri istisnai de sınıf atlama örnekleri doğuruyordur diye tahmin ediyorum. Etrafta işletme okuyup bir yazılım şirketine ortak olan, düşük puanlı bir bölümden mezun olup emlakçılık yapan, sosyal bilimci olup bir ihaleciye dönüşen örnekler sanki daha çok.

A- 7. paragraf:

"Oysa orada dahi eğitim ile istihdam, ya da Weber’in terminolojisiyle toplumsal statü arasında sistematik bir ilişki yoktur, kamusal eğitimlerin kuruluşundan bugüne de olmamıştır (sistemin savunucularından sayılabilecek Boudon’un analizlerinde de görülür)."

Kamusal eğitimin sınıflar mücadelesi tarafından belirlendiğini kabul ediyoruz. Dolayısıyla eğitim-istihdam ilişkisinin sınıflar mücadelesine ve ayrıca kapitalizmin krizlerine göre (vasıflı işgücü ihtiyacı veya vasıfsızlaşma eğilimleri) değişebileceğini düşünmeliyiz. Bu cümledeki sistematik bir ilişki yoktur ifadesi buna zıt gibi duruyor. İnceletmek gerekebilir.

B-8. paragraf:

"Bunun için sosyalizm öncesinde yerleşiklik kazanmış mesleklere yönelik toplumsal algılar hala değişmemiş olduğundan, ödül ve ceza (caydırma) mekanizmaları iyi düşünülmelidir."

Bu önemli gibi gözüküyor. Planlamada maddi-manevi teşvik tartışması var. Eğitim için de benzer tartışmalar yapıldıysa yer verilebilir. Ücret makası kullanarak bazı mesleklere yönlendirmek gibi. Az biliyorum ama Küba’da tarımsal alanda (görece vasıfsız) işgücü açığının yüksek gelir vaadiyle kapatılmaya çalışılması ile tıp gibi ülke dış politika ve dış ticaret açısından maddi önemi olan bir alana toplumsal adanmışlık gibi manevi teşviklerle yönlendirilmesi gibi yöntemler. Buna makalenin devamında başka bir bağlamda değinmişsiniz, belki bu kısımla ilişki kurulabilir.

B-8. paragraf:

"Sovyetlerde öğrencilerin okul yönetimlerine katılmaları vb. uygulamalara çok hızlı geçilmiş ve bunun bazı olumsuz sonuçları da olmuştur"

Kısa da olsa neydi olumsuzluğu değinilse iyi olur.

C- 1. paragraf:

"Bu dönemi, kendi kendisiyle kavga dönemi, olarak nitelendirebiliriz. Bir yandan ilk eğitim uygulamalarının öngörülmemiş sonuçlarıyla mücadele, bir yandan kapitalizmi hiç yaşamamış kişilere anlatma ve en önemlisi üretim araçlarından daha hızlı bir şekilde ilerleyen eğitim seviyesinin yarattığı toplumsal bazı sorunlar (Elbette bunlara sorun demek bugünden bakıldığında biraz garip oluyor)"

Üretim araçlarının ilerleme hızı ile eğitimin ilerleme hızı arasında bir fark değil de emeğe vasıf kazandırma olanakları ile vasıfsız emeği ortadan kaldırma olanakları arasında bir çelişki var bence. İlkini eğitimle ikincisini araçlarla özdeşleştirmek yanıltıcı olabilir. Çünkü verili toplumda araçların ortalama ilerleme düzeyini de belirleyen toplumun ortalama vasıf kazandırma (uzmanlaşma) düzeyidir. Tam da vasıfsız bir emek türünün faaliyet gördüğü (tarım gibi) bir alanla ilgili yeterince (makina üretecek kadar) uzmanlaşılmamış (eğitim yoluyla vasıflı emek yaratılmamış) olduğu için bu çelişki doğuyor. Küba’daki tıp-tarım çelişkisi Küba’nın abluka karşısında bir bütün olarak üretici güçleri geliştirebilmesinin sınırıyla ilgili politik bir çelişki. Dolayısıyla bence şöyle denebilir: Sosyalist geçiş sürecinde “üretici güçlerin gelişimi” sınıf mücadelesi sürdüğü için tamamen özgürleşmiş olmayacak, o yüzden bu belirli alanlarda ileri derece uzmanlaşma olanakları yaratılırken başka alanlarda vasıfsız emeğe ihtiyacın sürmesi, bir çelişki olarak eğitime yansıyacak.

D- 4. paragraf

"Bu planlamanın toplumsal ihtiyaçlarla uyumlu hale getirilmesinde teknoloji kullanılabilir (Mülksüzler’deki sistem gibi)"

Nasıl bir sistem olduğu hatırlatılsa iyi olur. Kurguda planlama değil koordinasyon vardı diye hatırlıyorum. Nitekim komünizmde merkezi planlamadan bahsetmek mümkün olmayabilir çünkü merkezi belirleyecek bir ölçek tarif etmek zor. Sosyalist geçişte ulusal ölçeklerde planlama yoluyla üretim birimleri arasında tam entegrasyon sağlandıktan sonra uluslararası düzeyde çeşitli sahalarda herhalde koordinasyonlar olacağı öngörülebilir.

D- 5. paragraf:

"Böyle ise, komünist eğitimin işlevi sadece bilgi ve beceri edinimidir, bugün ve sosyalizmde edindiği ideolojik ve kültürel işlevlere gerek kalmamıştır"

“Kültür” kavramı makalede farklı anlamlarda kullanılıyor gibi geldi bana. Bir yandan sınıflı toplumlar tarihinin devrettiği ekonomi dışı eşitsizlikler, diğer yandan profesyonel olmayan sanat-spor-bilim alanları. İlki açısından komünizmde dünyada homojen bir kültür olup olmayacağı tartışılabilir. İkincisi açısından ise kültürün sürmesi ve eğitimin parçası olması muhtemel.

D- 5. paragraf:

"Eğitimde standart aranmaz, sonuçlar eğiticinin kendi uzmanlık alanı için koyduğu kıstaslara göre belirlenir, sınavlar da eğiticinin neyi ne kadar öğretebildiğini ölçtüğü araçlara dönüşür"

Bu bilimin evrenselliği fikrine ve bilimin kolektif gelişimine aykırı olmaz mı?


AKİF AKALIN

Merhaba, Derya Ünlü ve Nazlı Somel'e makaleleri için teşekkürler.

Kabul ederlerse iki katkım olabilir.

  1. Ekteki grafik, benim 10 yıl kadar önce derslerimde kullandığım bir grafik ve üzerindeki kırmızı çizgi bana ait. Grafiğin kaynağı üzerinde yazılı fakat ben şimdi bulamıyorum. Fakat aşağıdaki makalede çok benzer konu ele alınıyor onun grafikleri de kaynak gösterilebilir.

Grafik şunu anlatıyor: 1991 öncesi SSCB'de eğitim düzeyinin sağlık üzerinde belirli bir etkisi var, üniversite mezunları ilkokul mezunlarından daha uzun yaşıyor. Fakat 1991 sonrası bu fark kapitalist ülkelerdeki gibi hızla açılıyor. Bu grafik sizin yazdıklarınızı somut biçimde destekler.

The Widening Gap in Mortality by Educational Level in the Russian Federation, 1980–2001 August 2006 American Journal of Public Health 96(7):1293-9

  1. SSCB'de devrimden sonra tıp eğitiminde öğrenci seçiminin nasıl yapıldığına ilişkin https://yadi.sk/i/NxJv-GgTr4YGq linkinden indirebileceğiniz kitabın 95. sayfasında bilgiler var. Grafik 1913 - 1922 arasında öğrencilerin sınıfsal konumunun nasıl değiştiğini gösteriyor. Kitapta da bu süreç detaylı anlatılıyor.

Elinize sağlık, kolay gelsin.


ZELAL ÖZGÜR DURMUŞ

1- “Toplumsal sınıfları yeniden üretme” ifadesi, literatürde “emek gücünün yeniden üretilmesi” bağlamında kullanılıyor diye düşünüyorum. Esasında “toplumsal sınıf” kavramı da problemli bir yöne sapmaya sebep oluyor diye düşünülebilir. Çünkü sınıf toplumun sonucu, bir alt kategorisi değil; topluluk ilişkilerini kurumsallaştıran üretim biçiminin bir sonucu olabilir. Dolayısıyla yeniden üretim, kişiye yeni olanaklar sağlama, kartları yeniden karma imkânı verme anlamına gelmekten ziyade; var olan toplumsal ilişkilerin olduğu gibi sürdürülmesi, yinelenmesi manasına geliyor diye algılıyorum. Bu emeğin yeniden üretimi elbette karnını doyurma, çocuklarını büyütme gibi maliyetleri barındırıyor. Ancak sistemin ihtiyacı olan iş becerisini kazandırmak da giderek karmaşıklaşıyor, yani teknoloji ilerledikçe bu işleri yapan teknikerlerin yetiştirilmesi de yeniden üretime giriyor diye düşünüyorum. Nitelik artarken başta ücretler de yüksek olabilir, teknik işçilik yayıldıkça ve işsizlik de ortaya çıktıkça ise ücretler de düşüyor. Kavrama ki bu farklı algının nereden kaynaklandığını anlayabilmek için yazıda kast edilenin biraz daha açıklanması gerektiğini düşünüyorum. Tabii kapitalist sistemde eğitim mekanizmasının tam ve doğru bir resmini çizmek bu yazının hedefi olmayabilir, ama ilk cümledeki kavramın çok temel bir ayrım olduğunu zannediyorum.

2- Eğitimin fiziki ve ideolojik yeniden üretim dışında sabit bir işlevinin olmadığını, her dönem yeniden şekillendiği düşünülebilir mi? Mevcut eğitimin kendini fırsat eşitliği sağlayan bir yapı olarak sunması ve buradaki ideolojik başarının ardında, geçmiş dönemdeki zorunlulukların yarattığı göreli sınıfsal hareketlilik olabilir mi? Örneğin eğitimin aydınlanmacılığı kapsadığı dönem ya da yeni görevlere uygun yetişmiş iş gücüne ihtiyaç olan dönem gibi. Bu dönemlerde eğitimin toplumun tümüne eşit bir şekilde ve herkesi ileri çekici bir biçimde sunulmadığı söylenebilir; ancak oransal olarak az olmayan bir nüfusta sınıfsal hareket yaratmış gibi görünüyor. Burayı neden vurguluyorum? Çünkü kapitalizm bu göreli genişlemeyi bir daha asla sağlamayacak. Burası bir kriz noktası olarak ele alınabilir geliyor. Belki yazıdaki istihdam konusuyla ilişkilendirilebilir.

3- Kapitalizmde işbölümünün yaşadığı dönüşümü, emeğin de artık bir meta haline dönüşmesiyle ilişkili olarak algılıyorum. Toplam iş miktarı içindeki oransal bölüşüm geçmişte kalıyor. Emek gücü piyasa değeri olan bir şey haline dönüştüğünde içerikteki ayrımdan (kafa veya kol emeğinin ayrımı) ziyade, hangi emek biçiminin pazarda ne ücrete denk düştüğüne göre şekilleniyor. Bu meta ekonomisi değişmeden, yani tek tek ülkelerde sosyalizm varken, kafa kol ayrımına dayalı işbölümünün değişmesi mümkün olabilir mi? Bu nokta bağlamında metindeki her yaşta üretime ve yönetime katılma vurgusunu süreklileşmiş devrim mücadelesi ile ilişkilendirmek mümkün mü?

4- “Sosyalizmin yerleşiklik kazandığı dönemde, eğitim ve toplumsal farklılaşma konusunda yaşanan sorunu soyutlamak gerekirse: Eğitimin gelişim hızıyla toplumsal üretim araçlarındaki gelişimin hızı arasındaki fark.” Bu noktada üretici güçlerin tekyönlü gelişmesinin sosyalist sistemin ülkeler ölçeğinde genişlemesi gerçekleşmediği için olduğu söylenebilir, diye düşünüyorum. Yoksa makineleşmenin ilerlemesi, en azından geldiğimiz bilimsel gelişkinlikte, oldukça yüksek seviyede. Kapitalizmin varlığı sürdükçe, sosyalist veya kapitalist ülkeler teknoloji ve başka pek çok şeyin kısıtıyla baş başa kalabilir. Tarihin içinde toplumsal ihtiyaçlar ile şekillenen insan mayasının, var olan bağlamdan ayrı, bireysel olarak daha fazla özgürleşmesinin mümkün olmadığı düşünülürse meslekler arası ayrımı ideolojik siyasal mücadele ile ancak önemsizleşebileceğini düşünüyorum. Aslında kuruluş dönemi ve yerleşiklik dönemi diye ayrım yapılamaz gibi geliyor bana. Elbette bir evrimsel ilerleyiş, bir toplumsal gelişim var, ama siyasal ve ideolojik mücadele ile harmanlanan bir eğitim inceltmesi yapılmalı diye düşünüyorum.


ERHAN NALÇACI

1-Sosyalizmin yerleşiklik kazandığı dönemde eğitim başlığı altında “tehlike ülke dışıyla sınırlı kaldığı” kavramı dönem tanımlanırken kullanılmış. Arkadaşların ne kastettiği anlaşılabiliyor, ancak bu konuya çok dikkat etmekte yarar var. Sovyetler Birliği’nde non-antagonistik (uzlaşmaz olmayan) çelişki kavramının başka dinamiklerle birleşince nasıl bir soruna yol açtığına hepimiz tanıklık ettik. Kolektif çiftçiliğe dayalı ikili mülkiyet ve ev ekonomisine dayalı iktisada son vermeden hiçbir zaman rahatlamamak ve burjuva ideolojisinin tekrar üreyip örgütlenebileceğini unutmamak gerekiyor. Hele devrimci dinamizmin yitirildiği bir dönemde.

2- Bu çalıştay süreci yeni başlamıyor ve önceki iki yıl boyunca yürüttüğümüz tartışmaların üzerinde yükseliyor. Geçen iki yıllık dönemde öne çıkan iki önemli kavramı hatırlatmak istiyorum:

Sınıfsız toplum yolunda ilerleyen olgun sosyalizmin:

  1. Kafa ve kol emeğinin, hizmet ve üretimin, yaşam alanları ile üretim araçlarının bütünleşeceği üretim birimi kavramı. Sosyalist merkezi planlamanın üretim birimlerini dikkate alması.

  2. Sosyalizmin ve merkezi planlamanın ulusal sınırları aşması ve ulusal mülkiyetten kurtulunması.

Olgunlaşan sosyalizmin ve hele komünist toplumun bu iki kavramı dikkate almadan tartışılmaması gerekiyor. Toplumsal işbölümü üretim birimleri arasında olacaktır, ama üretim birimi içinde kafa ve kol emeği kaynaşacaktır.

Okullar üretim birimleri içinde yer alacak ve eğiticilik zaman içinde amatörleşecektir.

Ve her üretim birimindeki çeşitli yaşlardaki çocuklar farklı dillerin konuşulduğu üretim birimlerine staj ziyareti yapacaktır. Bu uygulamanın farklı halkların birbirini tanıması, yeni deneyimlerin yaygınlaşması ve dayanışma duygusu için çok önemli olacağı tahmin edilebilir.

Ayrıca komünist toplumda da sadece bilgi ve beceriden değil, ideolojiden bahsetmemiz gerekiyor.

3- Son olarak da Küba’nın bugün yaydığı ışıltıya rağmen önümüzdeki dönemde bu deneyimin kısıtlarına ilişkin sağlık bildirisi için yaptığım katkıya bakılabilir


BAA Çevre ve İklim Değişikliği Komisyonu

Merhaba. Bildiri için teşekkürler.

Öncelikle, alana aşina olmayan biri olarak metindeki tartışmaları takip edebilmek ve atıflara ulaşabilmek için bir kaynakça eklenmesi gerektiği fikrindeyim.

Oldukça kapsamlı bir konu bir boyutuna daraltılarak tartışılmış. Dolayısı ile bazı kabuller/yargılarla başlıyor ve metnin içindeki referanslardan kapitalizm ve sosyalizmde eğitime bakışın nasıl farklılaştığını izleyebiliyoruz. Ancak yine de genel okuyucu için kısaca bir kavramsal çerçevenin çizilmesinin faydalı olabileceğini düşünüyorum.

Kapitalizmde sınıfsal farkların yeniden üretilmesi başlığı altında, örgün eğitim ele alınıyor. Acaba son yıllarda sıklıkla karşımıza çıkan yetişkin eğitimleri ve sertifika programlarına değinmenin bir geçerliliği olabilir mi yoksa bu konu daha ziyade sınıf içi toplumsal hareketlilikte mi dikkate değer, ya da dikkate değer mi?

Sosyalizmin kuruluş döneminde sınıfsal farklar ve eğitim bölümünde, öğrencilerin üniversite öncesinde ortak genel bir eğitime tabi tutulmalarının hedeflendiği ve öğrencilerin her yaşta ve koşulda eğitimin istedikleri biçimine katılabilecekleri ifade edilmiş. Sanırım ikinci kısım genel eğitim sonrasına işaret ediyor. Netleştirilmesi iyi olabilir.


SİBEL AHISKA

Komünizmde Eğitimin Toplumsal Farkları Vurgulama İşlevinin Yerini Ne Alacak?

Her ne kadar bu durumun gerçekleşebilmesini yakın bir zamanın konusu olmadığını var sayıyor olsak da bu sürecin kendisini değerlendirmenin; nasıl bir dünya talep ettiğimizi anlayabilmek ve anlatabilmek doğrultusunda hep daha fazla tartışmaya ihtiyacımız olduğu için önemli olduğunu düşünüyorum.

Komünist eğitimin işlevinin kimi geçmiş dönem özelliklerini zaruri olarak taşıyacağını ancak asli olarak bu işlevin ideolojik ve kültürel boyutuna gerek olmayacağından söz etmişsiniz. Biz kapitalizme içkin eğitim modellerini masaya yatırdığımızda en çok eğitimin insan aklı ve hayal gücünü kısıtlayan yanını eleştiririz. Siz de yazınızda bu konudan bahsetmiş, kapitalizmde eğitimin sadece meslek edimi seviyesine indirgendiğini üstelik bunu da tam olarak yerine getirmediğinden söz etmişsiniz. Tam da bu noktada tasavvur ettiğimiz dünyada ideolojik ve kültürel formasyonun devamlılığını sağlamaktan vaz geçmek mümkün olabilir mi. Sizin de belirtmiş olduğunuz gibi aslında şu anda meslek edimi de dâhil yaşamın pek çok yerinde insan hayatını çok da kolaylaştıracak olan teknolojik gelişmeler insanlığın lehine kullanılmamaktadır. Merkezinde sermaye birikimini koyan bir sistem için teknoloji, birikimin kaynaklardan sadece biridir ve tüm insanlığın faydalanabileceği bir duruma gelmesi sosyalizmde mümkün olacaktır bunu biliyoruz. Komünist bir toplumda temel ihtiyaçların oluşturulması, bölüştürülmesi ve tüketilmesi bir önceki dönemlerden daha kolay ve görece insan edimine daha az zarar veren bir şekilde olacağını varsayabiliriz. Peki, insanlık bu durumda kendini nasıl geliştirecek. Kaynaklara kolay ulaşım mutluluk kavramının dönüşümünde sorunlar yaratacak mı?

Bu soruya verilecek cevabı ancak eğitim başlığında değerlendirebiliriz diye düşünüyorum. Çünkü bu cevabın içeriği ancak ideolojik ve kültürel hegemonyanın konusu olabilir bu da ancak eğitimle sağlanabilir.


KATKILARA DAİR YAZARLARIN CEVABI:

Bildirimiz için sözlü ve yazılı biçimlerde tarafımıza ulaştırılmış çok sayıda katkı oldu, çok teşekkür ederiz. Bu katkılardan yola çıkarak metni yeniden ele aldık, görebildiğimiz yanlışlarımızı düzelttik ve açık olmayan kısımları daha somut ifade etmeye çalıştık. Bizi en çok sevindiren katkı komisyonumuzun üyelerinin kolektif olarak koydukları oldu, üç saati aşkın bir online görüşmede bildirimizi bölüm bölüm tartıştık. Bu tartışma önümüzdeki çalıştaylar için yeni konuları belirlememizi sağladı ve daha kolektif ürünler çıkarma isteğimizi güçlendirdi. Katkı koyan herkese tekrar teşekkürler.

Okuyucu yazılı katkıları aşağıda bulabilir. Bunların tamamına tek tek cevap vermemiz mümkün olmadı ama bazı öneriler doğrultusunda metinde değişiklikler yaptık. Öne çıkan (ortak da denebilir) bazı noktalara dair fikirlerimiz şöyle:

Bizi en çok şaşırtan ama düşününce çok doğal bulduğumuz nokta bizim ve katkılar arasındaki komünizm tahayyülleri arasındaki farklardı. Biz komünizmi ve eğitimini, artık kuşku taşımadan, önlem almaya çalışmadan tamamen özgürce yaşanan ve öğrenilen bir dönem olarak tahayyül ediyoruz. Bu dönemde ne ideolojiye ne ilerleme mücadelesine (bunun doğal bir hızda ve gerçek sorunları çözmek için olacağını düşünüyoruz) yer olmayacak ne standartları ne de eşitliği dert etmek durumunda kalmayacak insanlık. Basit bir nedenle: bu olumsuzlukların toplumsal maddi kaynakları ortadan kaldırılmış olacak. Bu fikirlerimizi metinde biraz daha ayrıntılı anlatmaya çalıştık. Elbette bu söylediklerimiz, komünizme dair tahayyülümüzün temellendirilmiş ve geliştirilmeye muhtaç olmayan bir nitelikte olduğu anlamına gelmiyor. Bu ilk deneme bizi bu konuda okumaya, tartışmaya sevk etti. Fikirlerimiz yaşanacak komünizmle alakasız dahi olabilir ama umudumuz bizim ona doğru ilerleyişimizi olumlu yönde etkileyecek olmaları.

En çok tartışılan konulardan birisi kapitalizmde en uç noktalara varmış olan kafa ve kol emeği arasındaki eşitsizliklere dair sosyalizmin çözümleri oldu. Bu oldukça temel, geniş ve eğitimin sadece kısmı bir rol oynayacağı bir sorun. Biz bu metinde teorik düzeyde ve maddi sınırları (örn. Sosyalizmin coğrafi sınırlarını) hesaba katmadan bir değerlendirmede bulunduk. Buna göre, kafa ve kol emeği arasındaki farklar öğrencileri her ikisine de yönlendirerek ve toplumda bu ikisi arasındaki eşitsizlikleri giderecek önlemlerle birlikte yavaş yavaş ortadan kalkacak kanımızca. Burada Erhan Nalçacı’nın toplumun üretim birimleri şeklinde örgütlenmesi ve eğitimin de bu birimler temelinde organize olması fikri akla yatkın. Bu konuda düşünmeye devam edeceğiz. Bu noktada Sovyetler deneyimini daha yakından inceleme ve özellikle 1960 sonrası ‘hataları’ inceleme ihtiyacı ortaya çıktı.

Bugüne kadarki sosyalist deneyimler, onların yanı sıra denenen ancak en başında başarısızlığa uğrayan örneklerin daha yakından incelenmesi elzem, komisyonumuzun hedefleri arasına not ettik. Komisyonumuzun üyelerinin daha çok Sovyetler ve Küba konusunda bilgi sahibi olması metinde bunların öne çıkmasına neden oldu. Zamanla çeşitlendireceğiz. Küba’nın ise çok özgün ve bu nedenle bundan sonraki sosyalist deneyimlere ışık tutabilecek nitelikte olmadığı tespitine katılmadık. Küba deneyimi özgünlükler kadar sosyalist toplumların ortak (evrensel) sorunlarına dair de fikir vermekte. Bu ikisini birbirinden ayırmak her zaman mümkün olmasa da Küba deneyimini farklı biçimlerde örnek olarak incelemeye devam edeceğiz.

Bu bildiride ortaya çıkan bir diğer ihtiyaç, yeni insanı yetiştirme konusunun tarihsel bir perspektifle ele alınması gerekliliği oldu. Burada amacımız bazı temel ilkeleri belirlemekti, ancak farklı arka planlardan bilim insanlarını tartışmaya katabilmek için, bundan sonraki bildirilerde daha somut örneklerden yola çıkacağız. Dolayısıyla kapitalizmin dönemlendirilmesine (buna görece az değinecek olsak da) ve farklı sosyalizm uygulamalarının tarihsel nedenlerine eğileceğiz.

Arif Akalın hocamıza ayrıca teşekkür ederiz, yönlendirdiği kaynaklardan sonraki bildirilerimizde mutlaka yararlanacağız.

Sevgiler, Saygılar,

Derya Ünlü ve Nazlı Somel