Kapitalizm Dünyayı Besleyemiyor

Bilim ve Aydınlanma Akademisi
Toplum Sağlığını Geliştirme ve Koruma Bilim Alanı - Beslenme Komisyonu
Efe Sezgin, Gökçe Altın, Kutay Sırıklı


Giriş

Beslenme yaşam fonksiyonlarının sağlıklı bir şekilde devamını sağlayan gerekli biyolojik bileşenlerin vücuda yeterli miktarda, sürekli ve doğru biçimde alınmasını kapsayan bir eylemdir. Dolayısıyla beslenme, sağlığın korunması, geliştirilmesi, yaşam kalitesinin arttırılması, kronik hastalıklara yakalanma riskinin azaltmasına yönelik bütünlüklü bir programdır.

İnsanların yaş, cinsiyet, sağlık durumu, yaşam biçimi, çalışma koşulları gibi faktörlere bağlı olarak günlük kalori ve besin ihtiyaçları değişmektedir. Tablo 1’de yaşa bağlı olarak bir insanın karbonhidrat, protein, yağ gibi makro besin; vitamin ve mineraller gibi mikro besin ihtiyaçları özetlenmiştir.

Doğru beslenme makro besin öğeler olarak adlandırılan protein, karbonhidrat ve yağ türlerini; bunlarla birlikte mikro besin öğeleri olarak adlandırılan vitamin, mineral ve meyve-sebze kaynaklı fito-kimyasal türlerini içermelidir. Bundan dolayı "beslenme" tanımını kalori ihtiyacı doğrultusunda vücudun verdiği bir sinyal olan "açlık" hissinin giderilmesine indirgemek doğru değildir. Tek tip beslenme ile örneğin sadece ekmek yiyerek, günlük kalori ihtiyacı karşılanabilir, ama fizyolojik olarak gerekli olan diğer besinler alınmadığı için yine bir açlık çeşidi olan yetersiz beslenme ortaya çıkmaktadır. Yetersiz beslenme bir veya birden fazla mikro ya da makro besin öğesinin düzenli ve yeterli miktarlarda tüketilmediği durumlarda ortaya çıkan, vücutta kalıcı hasarlara yol açabilen; akut ya da kronik hastalıklara sebep olan bir sağlık sorunudur.

Dünya genelinde açlık ve eksik beslenme artarak devam eden bir sorundur. Günümüzde iki milyarın üzerinde insanda mikro besin (vitamin, mineral, vb.) eksikliği, 800 milyonun üzerinde insanda da kronik olarak yetersiz beslenme, 162 milyon çocuğun büyümesinde besin eksikliğinden dolayı engellenme, 51 milyon çocukta da tükenme sendromu görülmektedir.1

Güvenli ve besleyici gıdaya erişimin garanti edilemediği koşullarda meydana gelen "gıda güvensizliği", "gıda yoksulluğu" veya "gıda yetersizliği" ekonomik koşullar sonucu ortaya çıkan ve toplum sağlığını tehdit eden diğer unsurlardır.

Toplumların yaşadığı "gıda yetersizliği" ve "gıda güvensizliği" bir veya birkaç gün içerisinde görülen durumlar değildir. Temel gıda ihtiyaçlarının giderek artmasıyla, yoksunluğu yansıtan bir dizi aşamayı içerir. Artarak devam eden, kısıtlanan yaşamsal kaynaklara çözüm olarak beraberinde karar verme ve davranış süreci eşlik eder. Gıda yetersizlikleri geçici, orta vadeli veya uzun vadeli olabilir. Bu değişikliklere, diyetle alımın gerekli miktarı ve kalitesini sürdürmek için yeterli gıda üretme veya bu gıdaya erişme yeteneğindeki ani düşüşler neden olabilir. Besin yetersizliği sorunu mevsimsel olabileceği gibi, sürekliliğe yayılmış olabilir. Kişinin işsiz kalması, hastalık dönemleri veya tekrarlayan olumsuz olaylarla ilişkili olabilir. Bu tip olaylar, bireylerin ve hane halkının gıda güvenlik durumlarında değişikliklere neden olur. Bu durum, bazen daha fazla ve bazen daha az yoksulluğa ve beraberinde gelen beslenmeye bağlı açlık ya da obezite kaynaklı sağlık sorunlarının görülmesine neden olur.

Tüm bu gıda erişiminde yaşanan krizlerin açıklanması önemlidir ancak yeterli değildir. Gıda sorunu, sadece yukarıda bahsedilen nedenlerin giderilmesiyle çözülemeyeceği açıktır. Aynı zamanda burjuva iktisatçılarının savundukları gibi, açlık, nüfus artışı ve buna paralel gıda üretiminde yetersizliğin sonucu olarak görme eğiliminin de sorunu anlamak yerine üzerini kapatan, bir çeşit “kader” gibi algılanmasına sebebiyet vermektedir. Bu yaklaşım kendisini sürekli olarak yanlışlamaktadır. Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) bile meselenin gıda üretiminde olmadığını vurgulamak zorunda kalmıştır. Dünyada kişi başına gıda üretimi istikrarlı bir şekilde artmaya devam etmektedir. Ancak üretim kapitalist sistemin doğası gereği, gıdayı pazar sunulacak bir meta olarak görmesi açlığı ve gıda yetersizliğinin en büyük sebebidir.  

Açlık, kapitalizmde tesadüfi bir sorun değildir. Kıtlıklar ve gıdaya erişememe doğrudan ekonomik gelir ve satın alma gücüyle ilişkilidir. Gelir, piyasa ekonomisinde gıdaya erişme “hakkını” verir. Dolayısıyla insanlar, kapitalist ekonominin dalgalanmalarını, krizlerini göğüsleyebilecek kadar ekonomik gücü yoksa açlığa ve ölüme terk edilmektedir. Bu nedenle beslenme, tüm insanların doğal bir hakkı olmaktan çıkıp, onu sürekli olarak “kazanmak” zorunda bırakıldığımız bir düzenin sonucu olarak Dünyada açlık yaşanmaktadır

1. Açlık ve günümüzdeki durum

Açlık, kişinin düzenli olarak alması gereken besin bileşenlerini uzun bir süre boyunca tamamen alamaması ya da eksik ve düzensiz şekilde almasının sonucu ortaya çıkan bir beslenme sorunudur. Açlık vücut yapı ve fonksiyonlarını görülebilir, ölçülebilir ve bazı durumlarda kalıcı hasarlar bırakacak şekilde olumsuz etkilemektedir.3 Açlığın sağlık üzerindeki etkileri hangi yaşta açlığa maruz kalındığına ve açlığın ne kadar devam ettiğine bağlı olarak değişmektedir. Örneğin çocukluk çağında maruz kalınan açlık büyümeyi, iskelet, kas ve sinir sisteminin gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir.4 Hamile bireylerin açlığa maruz kalması durumunda ise hem bebeğin hem de annenin sağlığı tehlikeye girmektedir.5

Açlık ve yoksulluk kavramı incelemelerinde, sürekli dünyanın en yoksul bölgelerine atıfta bulunulan bir tablo çizilmektedir. Yırtık elbiseleriyle Afrikalı çocukların görüntüsü kimin gözlerinin önüne gelmez? Ancak yoksulluk tablosu yalnızca dünyanın en fakir bölgelerinde karşımıza çıkmamakta. Yoksulluğa bağlı açlık veya gıda güvensizliği her ülkede vardır ve her geçen gün gıda yoksunluğu çekenlerin sayısı artmaktadır. Örneğin kapitalist dünyanın başını çeken Amerika’da yapılan bir araştırma, Amerikalıların %53’ünün arkadaşlarından yardım alarak, %79’unun abur cubur gibi atıştırmalık hazır yiyecekler alarak, %35’inin kişisel eşyalarını rehin bırakarak, %40’ının ise yemekleri fazla sulandırarak beslenmeye çalıştığını ortaya koymuştur.6 Bununla birlikte bir başka çalışma Amerika’daki ailelerin yarısından fazlasının (%55’i) beslenme devamlılığını sağlayabilmek adına birden çok stratejiyi aynı anda uygulamak zorunda kaldığını belirtmektedir.6

Açlık üzerine yapılmış çalışmalardaki verilerde, doğrudan tüm yiyecek ve içeceğin kesilmesiyle bağlantılı oranlar sunulmaktadır. Şekil 1’de gösterilen harita buna bir örnektir. Afrika kıtasında ve Güney Asya bölgesinde yoğun açlık gözlemlenirken haritanın geri kalanında açlık oranlarının “normal” seyrettiği görülmektedir

Açlık haritasında görülen resim yalnızca bir başlangıç sayılabilir. Dünyada beslenme kaynaklı ölüm oranları, olayın ne kadar ciddi olduğunu bize göstermekte. Bunun sonucunda istatiksel olarak dünyada her 10 saniyede bir çocuk yaşamını yitirmekte. 90’lı yıllarda açlığa bağlı çocuk ölümü sayıları milyonları aşarken, 2000’li yıllarda bu sayıda bir nebze düşüş yaşanmıştır. Ancak 2008 ekonomik krizi ile açlığa bağlı çocuk ölümü tekrar artışa geçmiş, 2015 sonrası ise ciddi oranda artmıştır. FAO’nun 2020 raporuna göre aç insan sayısı 2018'e nazaran 2019'da 10 milyon artarak yaklaşık 690 milyon kişiye çıkmıştır.8 Açlığın sayısal olarak Asya’da fazla olduğu ancak Afrika'da daha hızla yayıldığı görülmektedir. Raporda Asya'nın 381 milyon insan ile en çok yetersiz beslenen kişinin bulunduğu kıta olduğu, bu sayının Afrika’da 250 milyon, Latin Amerika ile Karayipler'de ise 48 milyon olduğu bildirilmektedir. Açlığa bağlı yıllık ölüm sayıları ise 9 milyon dolaylarındadır. Bu veriler, dünyanın vahim durumunu yansıtmaktadır. Bununla birlikte dünya genelindeki aç nüfusun %89’u gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır.9,10

1.1 Dünya genelinde açlığın nedenleri

Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 1996 yılında “Milenyum Hedefleri” doğrultusunda 2015 yılına kadar dünya üzerinde aç insanın kalmaması üzerine bir hedef koyulmuştu.11 Bu hedef üzerinden beş yılı aşkın zaman geçmesine rağmen açlık ve yoksulluk, artarak devam etmekte. Yine aynı kurumun bünyesinde bulunan Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD), Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), BM Dünya Gıda Programı (WFP) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 2015 yılında “2030 yılına kadar açlığı ortadan kaldıracaklarını” ilan etmişlerdi. Aynı süreç tekrar yaşanmaya başlamıştır. Dünya Gıda Programı’nın 13 Temmuz 2020 tarihinde yayımladığı "Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenmenin Durumu" adlı raporda "Dünyanın açlığa, gıda güvensizliğine ve kötü beslenmeye son vermeyi taahhüt etmesinin üzerinden beş yıl geçti. Ancak geldiğimiz noktada, 2030 yılına kadar bu hedefe ulaşmaktan uzağız” ifadeleri yer almaktadır.12 2020 yılında bulunduğumuz bu durum BM dâhil kimseyi şaşırtmamalı çünkü kapitalist ekonomi modeli, mutlak açlığı yaratır. Bu düzen devam ederken, açlığı bir proje ile bitirmeyi düşünmek, başlı başına bir hatadır. Bu durumda BM'nin raporunda belirtilen 2030 yılına kadar açlığı bitirmekten uzak olma hali, kapitalist ekonomi modelinde her daim karşımıza çıkacaktır.

1.1.1 Ekonomik krizler ve savaşlar

Dünya üzerinde açlığa bağlı görülen ölüm vakaları genel olarak belli bölgelere toplanmış vaziyettedir. Bu bölgeler emperyalist sömürünün yoksullaştırdığı Afrika kıtası, Güney Asya ve yıllardır savaşların sürdüğü Ortadoğu’dur. Günümüzde halihazırda süren yüzlerce sıcak çatışma bölgesi bulunmakta. Yalnızca Afganistan, Orta Afrika Cumhuriyeti, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Güney Sudan, Somali, Suriye, Çad Golü Havzası ve Yemen'deki savaşlar dolayısıyla, toplamda yaklaşık 56 milyon insan, acil gıda ve geçim yardımına ihtiyaç duymaktadır.13 Yine savaşlar dolayısıyla 2019 ortası itibarıyla dünya genelinde tahmini 79 milyon insan yerinden edilmiş durumdadır. Bunların 44 milyonu ülke içinde yerinden edilmiş insanlar, 20 milyonu da farklı ülkelere göç etmek zorunda kalan mültecilerdir. Bu mültecilerin yarısından fazlası yüksek sayıda akut gıda güvencesi olmayan insanların bulunduğu ülkelerde ağırlanmaktadır. Ayrıca, mültecilerin hiçbirisinin ne sağlık ne gıda güvencesi bulunmamakta ve binlercesi güvenli bir bölgeye ulaşamadan hayatını kaybetmektedir.

1.1.2 Kapitalist Ekonomi

Gıda ve beslenme otoriteleri besin yetersizliği kaynaklı ölümlerin nedenini ekonomik krizler ve savaşlar ile açıklama eğilimindedir. Kısmen doğrudur ancak kapitalist dünya savaşsız ve krizsiz olamaz, bu etmenler yalnızca açlıktan ölüm sayılarını arttıran bir sebep olarak görülmelidir. Dolayısıyla açlığı açıklamada ekonomik krizler ve savaşlar tek başına yeterli değildir. Çünkü dünyada görece kapitalist ekonominin bunalımlarının olmadığı dönemlerde de açlığa bağlı ölüm sayılarında azalmalar yaşanmamıştır.

Dünya üzerinde açlık sorunu ile ilgili istatistiksel bilgiler FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü)’nün açlık tanımına bağlı olarak hazırlanmaktadır. FAO’nun tanımına göre yetersiz beslenme, gıda enerjisinin hareketsiz bir yaşam tarzı için minimum ihtiyaçları bile karşılayacak kadar yetersiz (bir başka deyişle minimum harcanan enerji ihtiyaçlarını) olduğunda ve bu yetersizliğin bir seneden fazla yaşandığı durumlarda ortaya çıkan yüksek gıda güvensizliği olarak tanımlanmıştır.14 FAO’nun tanımı, oldukça muğlak, dar bir tanım olup yetersiz beslenme kavramını, bir yıldan uzun süren bir enerji yoksunluğu durumu olarak tasarlamıştır. Örneğin herhangi bir olayın tetiklediği durumlarda bir sene içerisinde gıda ve suyun tamamen kesilmesiyle ölen insanlar bu tablonun içerisinde bulunmamaktadır fakat bir insan susuzluğa en fazla 168 saat dayanabilir. Dolasıyla gizli açlık sayıları, dolaylı olarak açlıktan ölenler, ağır yaşam koşulları veya açlığa bağlı hastalıklar bu tanımda bulunmamaktadır. Böylelikle FAO’nun verilerinde açlığı kendi tanımlamasına göre yaparak, var olan açlık sorunun görülmesine engel oluşturmaktadır. Dolayısıyla Şekil 1’de gösterilen haritaya tekrar bakmak gerekir. Yoksullukla boğuşan ama “ölmeyen” milyonlarca insan tabloya dâhil edildiğinde hazırlanmış olan Küresel Açlık İndeksi verilerinden çok daha feci bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Geniş tanımlı gıda güvensizliği yaşayan insanların sayısı %26,4 oranındadır yani 2 milyar insan yetersiz beslenmeyle karşı karşıyadır.15

Serbest piyasa toprak, gıda ve emek dâhil olmak üzere her şeyi meta haline getirir. Meta ise kârlılık ile hesaplanabilir. Dolayısıyla, dünya üzerinde gıda üretiminin hangi durumda olduğundan bağımsız olarak üretilen ürünün ne kadar kazanç getireceğine bakılarak değerlendirilir. Dünyada “gıda sektörünü” 10 tekel elinde tutmaktadır. Marketten alınan hemen her ürün, bu şirketlerin bir tanesinden çıkmıştır. Gıda pazarını elinde tutan bu şirketler, piyasada fiyatların ve üretilecek belirlenmesinde doğrudan karar vericidirler. Diğer taraftan toprakta neyin hasat edileceğine de tekeller karar verir, çünkü piyasaya hangi ürün çıkarılırsa doğal olarak o ürünün hammaddesi üretilir. Örneğin bir ülkenin tahıla ihtiyacı varken, toprak sahipleri daha kârlı olacağı için mango meyvesi ürettirebilir. Bu durum planlı bir besin üretiminin de önüne geçer.

Kapitalist dünyada "gelişmekte olan ülke" olarak adlandırılan ülkelerin genel özelliği, son 20 yılında topraksızlaşmanın üst seviyelere çıkmış olmasıdır. Bu tanımlamaya göre Türkiye belki de en önemli örneği teşkil etmekte. Yıllar boyunca “kendini besleyebilir ülke” sıfatından çıkıp tarımda muhtaç hale getirilirken, tarımsal faaliyetler bırakılıp sanayi havzaları kurulmuş, IMF ise bu yapısal değişimi sonuna kadar desteklemiştir. Farklı ülkelerde de aynı sürecin yaşandığı görülebilir. Tarımsal üretim “değersiz” gösterilmeye kalkılmıştır. Yıllarca gelişmiş ülke olmak için sanayiye geçilmesi gerektiği söylenmiştir. Böylesi bir süreç yaşanırken emperyalist ülkeler farklı bölgelerden toprak gaspına başlamıştır. Emperyalistlerin az gelişmiş bölgelerde “sahip olduğu” topraklar son yıllarda muazzam bir artış göstermektedir. Ulusal sınırlarının dışarısında toprak gasp eden ülkelere bakıldığında ABD, İngiltere ve Çin başı çekmektedir. İngiltere 4,4 milyon hektar, ABD 3,7 milyon hektar, Çin 3,4 milyon hektar toprağı ya satın almış ya da kiralamış durumdadır.16 Toprakların başka ülkelere satılmasının anlamı, yerel çiftçilerin mülksüzleştirilmesi, dolayısıyla ülkenin yoksullaşması ve ormansızlaşmadır. Bu bölgelerde yapılan tarımsal faaliyetler ise genel olarak işlenmiş ürün sanayisinde, “lüks tüketim” olarak adlandırılabilecek ikincil ürünlerin yetiştirilmesinde ve kozmetik ürünler için kullanılmaktadır. Gasp edilen araziler çoğunlukla Afrika kıtasındadır. Verimli arazinin çok olduğu bölgelerden olan Afrika’nın, açlığın ve yoksulluğun da en yaygın yaşandığı bölgelerin başında olduğu bilinmektedir. Arazilerin büyük şirketlere devredilmesi bölge halkının kendi toprağından mahrum kalmasına, açlığa terk edilmesine sebep olmaktadır.

1.2 Türkiye’de açlık ve sebepleri

Yoksulluk, dünyanın sorunu olduğu gibi Türkiye’nin de sorunudur. Bir taraftan kapitalist düzenin eşitsizlikleri nedeniyle gelir dağılımındaki uçurum, öte yandan sürekli yaşanan kriz sonucu yüksek enflasyon, ithal malların döviz kuruna bağlı sürekli pahalanması gibi olgular yoksulluğu dolayısıyla açlığı daha da şiddetli bir boyuta taşımaktadır.

Türkiye’de 1980 ile geçilen serbest piyasa ekonomisi, 2000'li yıllarda ciddi oranda ekonomik dağılım makasının açılmasına, yoksulluğun büyümesine ve toplumsal eşitsizliklerin daha da artmasına sebep olmuştur.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye’de çalışan emekçi sayısı 28,5 milyon. Bununla birlikte çalışan emekçilerin 10 milyon kadarı asgari ücretle çalışmaktadır.17 Türkiye’de 1 Ocak 2020 tarihiyle birlikte, asgari ücret brüt 2 bin 943 TL, net 2 bin 324 TL olarak belirlenmiştir.18 Ayrıca Türkiye’de 2020 yılı itibariyle işsiz sayısı 7,5 milyon olarak saptanmıştır.19 TÜRK- İŞ sendikasının Ocak 2020 raporuna göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 2.219 TL, yoksulluk sınırı ise 7.229 TL olarak hesaplanmıştır.20 Dolayısıyla Türkiye’de yoksulluk sınırı altında 30 milyondan fazla insanın yaşadığı anlaşılmaktadır. 2000’li yıllarda Türkiye’de işsizlik oranı ortalama olarak %10,87 dolaylarında seyretti. İşsizlik 2019 senesinde, 2018’e göre 932 bin artış gösterirken, istihdam bir önceki yıla göre 658 bin kişi azaldı. Böylelikle 2019 senesinde işsizlik oranı 2018’e göre %2,7 artış göstererek %13,7 seviyesine yükselmiştir. Geniş tanımlı işsizlik oranları ise %20,7 (4 milyon 469 bin) olarak açıklanmıştır. Genç ve kadın işsizliği ise daha da vahim bir tabloyu göstermektedir. Genç işsizlik, 2019 yılında %20,3’ten %25,4 seviyelerine ulaşmıştır. Bu oran, her dört gençten bir tanesinin işsiz olduğunu göstermektedir. Kadın işsiz sayısı ise 2019 yılı itibari ile %13,9’dan %16,5’e yükselmiştir.20

2020 bahar mevsiminde tüm dünyayı etkileyen COVID-19 pandemisi sürecinde, dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye'de de birçok işçinin işten atıldığı veya ücretsiz izne çıkarıldığına dair haberler basında geniş yer buldu. DİSK-AR’ın Haziran raporuna göre COVID-19 pandemisi öncesi var olan ağır işsizlik tablosu, 2020 ile daha da derinleşmiştir. Bu süreçte Türkiye tarihinin en yüksek işsizlik oranları görülürken, Nisan 2020 ile geniş tanımlı işsizlik %28,7 (17 milyon 722 bin) oranına yükselmiştir. 2019 senesinde çalışan emekçilerin sayısı 27 milyon iken, COVID-19 pandemisi süreciyle birlikte çalışan emekçi sayısı 7 milyon 109 bin kişi azalarak 20 milyon 456 bine gerilemiştir.

Türkiye’de asgari ücret 2.324,70 TL’dir. Bu para dört kişilik bir ailenin aylık olarak gerekli gıda harcamasını karşılayamamaktadır. Asgari ücret, dört kişilik ailenin “insani” koşullarda hayat sürdürebilmesi için yapması gereken harcamaya bir ayın ancak dokuz günü için yetmektedir. Tablo 2, TÜRK-İŞ’in Ocak- 2020 için hazırladığı açlık ve yoksulluk tablosunu göstermektedir.21

Tüm bu tablonun sonucu Türkiye’de gıda fiyatlarının yüksekliği ile hesaplanınca açlığın ne kadar yaygın bir sağlık sorunu olduğunu göstermektedir. Dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve yeterli beslenebilmesi için en az 2.383,76 TL’lik alışveriş yapması gerekmektedir. Bu oran yalnızca açlık sınırı olarak değerlendirilmektedir. Yine dört kişilik bir ailenin gıda, kira, elektrik, su, eğitim vb. ihtiyaçları için en az 7.764,69 TL'lik bir harcama söz konusudur.22

Tablo 3’te gösterilen verilerin hazırlandığı tarihlerde COVID-19 pandemisi ile başlayan derin işsizlik krizinin olmadığını hatırlatmak gerekiyor. 2020 Ağustos ayı itibariyle aylık enflasyon yüzde 0,86 oranında, 12 aylık enflasyon yüzde 11,77 oranında ve yıllık ortalama enflasyon ise yüzde 11,27 oranında artış göstermiştir.23 Dolayısıyla gıda ürünlerindeki pahalılık daha da artmaktadır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstatistik Ofisi’nin Nisan 2020’de hazırladığı raporda, hanelerde yer alan kişilerin yüzde 53,5'inin sigorta kaydının olmadığı %47,3'ünün ise düzenli bir gelire sahip olmadığı görülmektedir. %92,6'sının 1.000 TL tutarında beklenmeyen bir harcamayı borçlanmadan kendi imkânlarıyla karşılayamayacağı; yine nüfusun %91,8'inin haftada en az iki kere et, tavuk ve balık alacak durumda olmadığı ortaya çıkmıştır.24 Pandemi sürecinde ücretsiz izne çıkarılan on binlerce emekçinin olduğu bilinmektedir. Gıda harcamalarını sağlayacak gücü olmayan insanların sayısı, giderek artmaktadır.

Türkiye’nin küresel açlık endeksi 2019 yılında %5 olarak hesaplanmıştır. Bu oran nispeten diğer ülkelere göre düşük bir orandır, fakat Türkiye’de açlık dolayısıyla ölüm sayıları üzerine ayrıntılı ve güvenilir bir çalışma yoktur. Bu yüzden net tablo bilinmemektedir. Türkiye’de açlığa bağlı ölüm oranları ciddi sayılara ulaşmasa da gizli açlık ve yetersiz beslenme oranları yüksektir. İnsanların temel olarak tüketmesi gereken besinlere ulaşımı tehlikeli düzeydedir. TÜİK’in 2009 senesinde yayımladığı Yoksulluk Çalışması raporuna göre, Türkiye’de 339 bin kişi, yalnızca gıda harcamalarını içeren açlık sınırının altındayken, 12 milyon 751 bin kişinin ise gıda ve diğer tüm harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında olduğu belirtilmiştir.25 Günümüze geldiğimizde ise Türkiye’de yoksulluk sınırı altında 30 milyondan fazla insan yaşamaktadır.

2. Obezite ve günümüzdeki durum

Dünya genelinde artan obezite pandemisinin altında yatan en önemli etkenlerden biri yetersiz beslenmedir. Artan günlük kalori tüketimi ile obezite arasında yakın bir ilişkinin olduğu bilinmektedir. DSÖ tarafından yayımlanan verilere göre tüm kıtalarda (yani sadece Avrupa ve Amerika gibi emperyalist hiyerarşinin üst basamaklarında yer alan ülkelerin bulunduğu kıtalar değil Afrika da dâhil olmak üzere) kişi başına düşen günlük kalori miktarı 1965’ten günümüze genel olarak sürekli bir artış göstermektedir.26,27 Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü verilerine göre bir insanın günlük kalori ihtiyacı 1800 kilokaloridir. 2013 verilerine göre Türkiye kişi başına düşen günlük 3700 kilokalori ile ABD ve pek çok Avrupa ülkesinin önünde, dünyada kişi başına düşen kalori bakımından ilk beş ülke içerisinde yer almaktadır. Aynı verilere göre kişi başına düşen kalori miktarı bakımından en son sıralarda yer alan Orta Afrika Cumhuriyeti (1879 kilokalori), Zambia (1879 kilokalori), Madagaskar (1930 kilokalori), Afganistan (2052 kilokalori), Haiti (2090 kilokalori) ülkelerinde bile kişi başına düşen günlük kalori miktarı 1800 kilokalorinin üzerinde görünmektedir. Ama aynı zamanda bu ülkeler dünya açlık endeksinde en çok açlığın, besin yetersizliği kaynaklı çocuk ölümlerinin görüldüğü ülkelerdir.28 Kişi başına düşen kalori miktarının yüksek olması, bir ülkede dar tanımıyla ‘açlık’ olmaması, o toplumda besin yetersizliği sorununun olmadığı anlamına gelmemektedir. Dünyada günlük kişi başına düşen kalori bakımından neredeyse en yukarıda olan ABD’de besin eksiklikleri alarm verici boyutlara ulaşmıştır. ABD Ulusal Beslenme Araştırma Grubu'nun 2020 yılında yayımladığı rapora göre ABD’de yetişkinlerin %46’sı, çocukların da %56’sı dengesiz ve eksik beslenmektedir. Raporda 1979’dan 2018’e kadar olan sürede yanlış ve eksik beslenmenin arttığı ve aynı dönemde sağlık sorunları için harcanan paranın üç katına çıkarak gayri safi yurtiçi hasılanın %20’sine ulaştığı belirtilmektedir. Aynı raporda ABD’nin sağlık, ekonomi ve ulusal güvenlik bakımından en önemli sorununun halkın düzgün beslenmemesi olduğunun altı çizilmiştir.29

Beslenme ve Gıda otoritelerince obezite ile mücadelede yegâne seçeneğin bireylerin "sağlıklı beslenme" ve "aktif bir yaşam" rutinini seçerek kalori tüketimlerini azaltmaları ya da alınan kalorileri spor yaparak harcamaları ile obezite probleminin ortadan kalkacağına dair bir yaklaşım benimsenmiştir. Günlük kalori tüketiminin artmasındaki sebepler bireylerin günlük yemek yeme tercihlerine indirgenmekte, bireylerin bu tercihleri yapmak zorunda kalmasının altında yatan sosyo-ekonomik etmenler göz ardı edilmektedir. ABD, Avrupa gibi kişi başına düşen günlük kalori miktarının en yüksek olduğu ülkelerde obezite son 40 yıldır sürekli artmaktadır. Bununla birlikte obezitedeki artış Türkiye, Çin, Hindistan gibi ülkelerde de hızla artmaktadır.30

2.1 Dünya genelinde obezitenin nedenleri

Gıda güvensizliği, yoksulluğa bağlı açlık çekenler için kullanılan bir kavram olageldi. Ancak gıda güvensizliğinin sonucu yalnızca açlık çekmek değildir, insanlar gerekli besin gruplarını alamadığı için obez veya aşırı kilolu hale gelebilmektedir. Yoksulluk ve obezite arasındaki ilişki, enerji bakımından yoğun gıdaların düşük maliyetiyle ilişkilidir. Bu tür besinlerin tüketimine ciddi oranda eğilim vardır. Yüksek kalorili gıdaların, düşük gelirli tüketiciler tarafından seçilmesi, tasarruf için planlı bir strateji haline gelmiştir.

Kapitalist dünyanın sanayileşme koşullarına bağlı olarak, artan iş temposu, şehir içi ulaşımın süresinin nüfusa ve altyapıya bağlı olarak uzunluğu, bireylerin kendilerine ayırabildikleri sürenin kısıtlılığı gibi birçok unsur toplumların yemek alışkanlıklarında değişimlere sebep olmuştur. Geniş emekçi sınıfların yemek yeme alışkanlıklarının çalışma koşulları, yaşam tarzı ve ekonomik duruma göre belirlenme süreci giderek derinleşmektedir. Tüketicilerin tercih değişikliklerinde özellikle hızlı pişme, doyurucu özelliği ve ucuz olması faktörleri ağır basmaktadır. Yemek alışkanlıklarının değişimi sadece çalışanlarda değil, özellikle üniversite öğrencilerinde de çarpıcı bir şekilde görülmektedir. Yemek yeme alışkanlıklarında görülen değişim ev içi yemek pişirme sürecine de yansımaktadır. Taze ürünler kullanılarak hazırlandığı için görece daha besleyici olan ev içi pişirilen yemekler giderek bu özelliklerini kaybetmektedir. Günümüzde evde yapılan yemeklerde genellikle, yüksek kalorili, yağ, şeker ve tuz içeren yarı işlenmiş gıdaların kullanıldığı görülmektedir. Bu tür yarı işlenmiş ürünlerin kullanılmasında en büyük neden zaman kısıtlılığıdır. Emekçiler yoğun ve uzun bir çalışma mesaisinden çıkıp yemek pişirecek gücü ve zamanı bulamamaktadır. Ayrıca taze ve işlenmemiş ürünler çok pahalı olurken, işlenmiş ve dondurulmuş ürünler ucuzdur ve pişirilmesi pratiktir. Ancak bu durum gizli açlık olarak adlandırılan, insanın günlük olarak alması gereken protein, vitamin, demir, fosfor gibi hayati öneme sahip makro ve mikro besinlerden yoksunlaşması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla gıda erişimi ile diyet kalitesi ve diyetle ilgili hastalık riski birbirlerine bağlı olan kavramlardır.

Hazır gıdalar, işlenmemiş yiyeceklere oranla çok daha fazla duyusal zevk sağlamaktadır. Hazır yiyeceklerin düşük maliyetli olmasının yanında tüketiminin bu kadar artmasında yağlı ve şekerli yiyeceklerin beyinde zevk verme merkezini uyarması yatmaktadır. Obeziteye yol açan diyet seçimlerinde atıştırmalıkların, hazır ve hızlı ürünlerin, şeker şuruplu içeceklerin ve şekerlemelerin içeriğine odaklanılması gerekmektedir. Gıdanın tat, doku, görünüş gibi özelliklerini geliştirmek ve çekiciliğini, dolayısıyla alım potansiyelini arttırmak için gıda formülasyonlarına katılan gıda katkı maddelerinin sebep olabileceği sağlık sorunları ile ilgili pek çok çalışma mevcuttur.31-37 Bilimsel veriler göz ardı edilerek kâr amacı ile gıda formülasyonlarında hala kullanılmakta olan bu kimyasallardan hazır gıda tüketicilerinin rahatsızlığı yoktur. Hazır gıdaların içerisinde bulunan şeker şurupları, halk arasında "çin tuzu" olarak da bilinen ve tükürük salgısını arttırarak lezzet bileşenlerinin daha kuvvetli duyulmasını sağlayan mono sodyum glutamat (MSG, E621) bu bağımlılığı tetikleyen ve bireyi iradesiz bırakarak belirli ürünlere yönlendiren elementlerden bazılarıdır. Birçok çalışmada doymuş yağ, şeker şurubu, nişasta ve rafine tahıllardan oluşan diyetlerin obezite, Tip 2 diyabet, kardiyovasküler hastalıklar ve kanser riskini tetiklediği belirtilmiştir.34,35,38 Tüm bu etkileri tüketiciler tarafından da fark edilmesine rağmen, ucuzluğu, pratikliği ve bağımlılığı dolayısıyla hazır gıdalardan kopamama söz konusudur.

3. Kapitalizm, yoksulluk, açlık ve obezite sarmalı

Kapitalizmin ülke ve politik sömürüsünün yanı sıra sosyal zaman sömürüsü de açlık ve obeziteyi tetiklemektedir. Sağlıklı gıdalara erişim, besin kalitesinin (bağlantılı olarak da açlık ve obezite riskinin) önemli bir belirleyicisidir. Ancak, sağlıklı gıdaya erişim gıdaların kalitesi, niteliği ve alım gücü gibi olgularla çok boyutluluk gösteren bir durumdur. Yemek yeme alışkanlıklarına etki eden yüksek gıda fiyatları ve zaman eksikliği, beslenme sorununun en belirleyici faktörleridir.

Yoksulluk tekil bir sorun değildir. Beslenmeye bağlı sağlık problemleri, yoksulluğun bir sonucu olarak karşımıza çıkar. Yoksulluk ise insanın yaşamını idame ettirebilmesi için gerekli olan yiyecek, barınma, giyim gibi asgari düzeydeki ihtiyaçlarını karşılayamama durumudur. Kapitalist sistemde temel ihtiyaçlar da para ile satılmaktadır. Dolayısıyla yoksulluk, insanın hayati gereksinimlerini karşılayacak yeterli gelire sahip olamamasıdır.

Bireyler tekil olarak hane gelirinde düşüşe sebep olabilecek ekonomik krizleri öngörerek belli oranlarda önlemler alabilirler. Gıda stoklamak bu önlemlerden biridir. Ancak “stoklamanın” sınırlılıkları vardır ve insanların geleceğini garanti altına almaya yetmez. Gerçek gıda kıtlığının ilk belirtileri görüldüğünde, insanlar gıda tüketimini azaltmanın yollarını ararlar. Bunlar, gıda çeşitliliğini azaltmak, günlük öğünleri et, balık, tavuk, süt ürünleri gibi protein kaynaklı besin gruplarından değil, baklagiller ve tahıl gruplarından karşılamaya yönelik adımlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye tüketim verileri bunu doğrular niteliktedir. Türkiye’de kişi başına tüketilen proteinin sadece %29’u hayvansal ürünlerden sağlanmaktadır.30 Yine et tüketimine alternatif olarak et yerine daha ucuz yiyecekleri tüketmeyi tercih etmek gibi günlük beslenme alışkanlıklarında değişimler yaşanmaktadır. İşlenmemiş taze gıdalara kıyasla daha ucuz olan yüksek kalorili "hızlı yiyecekler" tüketme eğilimi beslenme alışkanlıklarındaki değişikliklere örnek gösterilebilir. Bir başka önlem ise öğün atlamaktır. Bu tür zorunlu tercihler, gıdalardan alınması gereken günlük besin ihtiyacını tehlikeye atmakta, insan yaşamını doğrudan etkilemekte ve toplumları "besin yetersizliğine” sürüklemektedir.

Tüketimin azaltılması ve diyet kalitesinden ödün verilmesi, tıbbi tetkikler dışında kolayca anlaşılmayan besin eksikliğinin bir sonucu olarak “gizli açlığa” yol açabilir. Yiyecek ve besin alımlarındaki en ufak azalmanın bile çocuklar, sağlık ve beslenme ihtiyaçları yüksek olan insanlar (hamile ve emziren anneler gibi) ve sağlığı zaten tehlikeye girmiş kişiler için yıkıcı etkileri olabilir. Ayrıca kilolu, yetersiz beslenen, halsiz veya yaşlı olanlar, yüksek gayret gerektiren işlerde çalışanlar yine risk grubunun içerisindedir. Ayrıca bu tür tüketim tavizlerinin tümü kilo kaybına yol açmaz. Kötü beslenmeden kaynaklanan kilo alımı yani obezite başka bir hasar olarak, yetersiz beslenmenin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.  

Obezitenin önlenmesine yönelik halk sağlığı önlemleri arasında, enerji bakımından yoğun atıştırmalıkların; şeker şuruplu içeceklerin tüketimini kesmek ve sebze, meyve, protein ve tam tahıl gruplarının tüketimini arttırmak gerekmektedir. Ancak “sağlıklı diyetler” maliyetlidir. Dolayısıyla düşük gelirli grupların, bu maliyeti kaldırabilecek durumda olmadığı açıktır çünkü obezite tedavisinde düşük kalorili gıdaların seçilmesi ve her besin grubundan tüketilmesi gerekir. Ancak düşük kalorili besinlerin fiyatları yüksekken, fazla kalorili ve az besleyici ürünlerin fiyatları daha ucuzdur.

Yüksek gelir gruplarının diyetlerinde daha fazla kaliteli et, balık ve deniz ürünleri, meyve ve sebze görülürken, düşük gelir gruplarında işlenmiş, boş ve fazla kalorili, karbonhidrat oranı yüksek ve özellikle beyaz ekmek tüketimi görülür. Dolasıyla düşük gelir gizli açlığın önemli bir nedenidir.

Sonuç

Bir taraftan her yıl milyonlarca insanın açlıktan ölmesi, bir taraftan "hâlâ ölmeyen" milyonlarca insanın çektiği açlık dünyanın en büyük sorunu olarak karşımızda durmakta. Emperyalist-kapitalist sistemin bunalımları ve yarattığı ekonomik krizler gıda ürünlerinde yüksek fiyatlara ve kaynak kıtlığına yol açmaktadır. İnsanların ihtiyaç duyduğu önemli gıda maddelerinin fiyatlarındaki oynaklık dünyada ve Türkiye’de besin yetersizliklerinin ve açlığın artmasına sebep olmaktadır. Gıda giderleri, yoksul insanların bütçesinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Gıda fiyatları yüksek olduğunda, yoksul insanlar beslenme durumları, sağlık hizmetleri ve eğitim satın alma seçenekleri dâhil olmak üzere temel ihtiyaçlarından ödün vermek zorunda kalmaktadırlar.  

Dünyada tekellerin ve AB'nin fonladığı birçok açlıkla mücadele örgütü bulunmakta. Konuya dair yıllardır çeşitli raporlar yazılmakta, "çözüm önerileri" sunulmakta, açlığı bitirme hedefleri konulmaktadır. Ancak açlık sorununu bitirmek bir yana, sorun çoğalarak devam etmektedir. Bahsedilen kurumlar ciddi olarak kırmızı alarm veren bölgelere "sadaka" vermekten öteye gidememektedir. DSÖ ve FAO gibi örgütler yanıltıcı açlık tanımı ile çözüm odaklı girişimler yerine gelişmiş veya gelişmemiş tüm ülkelerde açlık sorununa katkıda bulunmaktadır. Açlığı sadece bir kalori eksikliği olarak tanımlamak hem hükümetlerin hem de onları güdümü altına alan gıda lobisi ve tekellerinin işine gelmektedir. Boş kalorili besleyici değeri olmayan ürünlerin dünya genelinde giderek artan tüketimine yol açmakta ve boş gıda tüketimi de açlığa çare olmak yerine hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde obezite salgınına neden olmaktadır.

Türkiye'de de sözde yardım örgütleri, tarikatlar vb. aracılığıyla açlık hissinin bastırılması olarak tanımlanabilecek bir takım gıda yardımları yapılmaya çalışılmaktadır. Her yıl belirli günlerde yapılan çağrılarla toplanan paraların karşılığı yoksul insanlara anlık bir tokluk hissi vermenin ötesine geçememekte, hala milyonlarca insan açlık ve/veya beslenme yetersizliği çekmektedir. Sonuç olarak but tür dernekler üzerinden giden yardımların, açlığı yok edemeyeceği, yalnızca günlük olarak açlığı “bastırmanın” ötesine geçemeyeceği gerçeği karşımıza çıkmaktadır.

Yoksulluğun pençesinde hayatta kalmaya çalışan Afrika, Güney Asya, Ortadoğu gibi bölgeler ciddi oranda kırmızı alarm vermektedir. Bu eşitsiz gelişimin kaynağına dair birçok fenomen sıralanabilir. Tüm bunlar ciddi oranda insanları yoksulluğa ve açlığa sürükleyen gerçek olgulardır. Ancak ortak ve temel problem ise doğrudan düzenin kendisidir. Kırmızı alarm veren bölgelerin hepsi emperyalist sömürünün sonucunda geri kalmıştır. Bu yüzden tekil olarak insanlar, yaşamında karşılaştıkları yoksulluk tehditleri aşmaya çalışmalarına rağmen ya hiç ya da kısa bir dönem için kontrolü sağlayabilirler. Tüm hayatlarını güvenli bir şekilde yaşamaları ise olanaksızdır.

Diğer taraftan açlık ve yoksulluk algısını gelişmiş ülkeler kendi üstlerinden atarak az gelişmiş bölgeleri işaret etmektedir. FAO’nun “açlığı bitirme projesi” aslında ülkelerin ekonomisinin geliştirilmesi ve kendi bölgelerinde egemen konuma gelmesini öğütler niteliktedir. Ancak bir ülkenin ekonomik gelişmişliği o ülke insanlarının yoksulluktan kurtulduğu anlamını taşımamaktadır. Görülüyor ki açlık yalnızca az gelişmiş ülkelerin değil tüm dünyanın ortak bir sorunudur. Böylelikle kapitalist egemenler, “ölümü” az gelişmiş ülkelerde gösterip, kendi emekçilerini ise verili açlığa ikna etmektedirler. 


Sonuç olarak ekonomik krizler, savaşlar, doğal afetlerin sonucu açlığın temel nedenleri değil, kapitalist sistemin bir sonucudur.  Açlık doğrudan, paylaşım sorunudur. Kapitalist düzende “iyileştirilmesi” veya tamamen ortadan kaldırılması söz konusu olamaz. Sınıflı toplumların olduğu bir dünyada açlık her zaman olacaktır. Kapitalist dünyada üretim oranları artış gösterirken, yoksulluğun artması bir tesadüf sayılamaz32. Açlığın ortadan kaldırılması konusunda yapılan çalışmalardaki önerilerin kadüklüğü de burada başlamaktadır. Kapitalist egemenliği frenlemeyen, karşısında durmayan her proje geçersizdir. Dolayısıyla asıl odaklanılması gereken nokta paylaşım ve mülkiyet sorunudur. Dünya zenginliğinden kimlerin ne kadar pay aldığının cevabı, yoksulluğun da cevabıdır. Açlığın çözümü toprağın üzerindeki mülkiyetin kaldırılmasıyla başlayıp, sofraya kadar halkçı bir planlanmadan geçer.

Açlık ve yoksulluk, insanlığın kaderi değildir. Dünya tarihinde birçok halk yoksulluğu yüzünden ayağa kalkmış, mücadele vermiştir. Bugün de bu böyle olacaktır. Krizler yoksulluğu derinleştirirken, açlığın ve yoksulluğun pençesindeki insanlar, sesini yükseltmesini de bilecektir.


Kaynakça

1 Food and Agriculture Organization, World Health Organization. (2014). Second international conference on nutrition. http://www.fao.org/3/a-ml931e.pdf

2 UNICEF (2020). Gıda Krizleri Küresel Raporu, COVID-19 salgınının yeni risklere yol açtığı kırılgan ülkelerdeki gıda krizlerinin şiddetini ortaya koyuyor” https://www.unicef.org/turkey/basın-bültenleri/gıda-krizleri-küresel-ra…

3 Baysal, A., Aksoy, M., Besler, H. T., Bozkurt, N., Keçecioğlu, S., Mercanlıgil, S. M., & Yıldız, E. (2002). Diyet el kitabı. Ankara: Hatipoğlu Baskı, 225-53.

4 Baysal, A. (2003). Sosyal eşitsizliklerin beslenmeye etkisi. CÜ Tıp Fakültesi Dergisi, 25(4), 66-72.

5 Ross, A. C., Caballero, B., Cousins, R. J., Tucker, K. L., & Zigler, T. R. (2014). Modern Nutrition In Health and Disease. [e-book].

6 Economic Research Service, United States Department of Agricultue (2020). FoodAPS National Household Food Acquisition and Purchase Survey. https://www.ers.usda.gov/data-products/foodaps-national-household-food-…

7 Wold Food Programme (2019). Hunger Map, 2019. https://www.wfp.org/publications/2019-hunger-map

8 Food and Agriculture Organization of the United Nations (2020). The State of Food Security and Nutition in the World. http://www.fao.org/3/ca9692en/online/ca9692en.html

9 Mercy Corps (2020). The facts: What you need to know about global hunger. https://www.mercycorps.org/blog/quick-facts-global-hunger

10 Whes & Hunger Notes (2020). Hunger And Nutrıtıon Facts. https://www.worldhunger.org/hunger-and-nutrition-facts/

11 International Monetary Fund (2015). The IMF and the Millennium Development Goals. https://www.imf.org/external/np/exr/facts/mdg.htm

12 Our World in Data (2020). What share of adults are overweight? https://ourworldindata.org/obesity#what-share-of-adults-are-overweight

13 Food and Agriculture Organization of the United Nations (2019). Conflict-driven hunger worsens. http://www.fao.org/news/story/en/item/1178080/icode/

14 Food and Agriculture Organization of the United Nations (2020). Hunger and food insecurity. http://www.fao.org/hunger/en/

15 Allen, S. L., de Brauw, A., & Gelli, A. (2016). Harnessing value chains to improve food systems. IFPRI book chapters, 48-55.

16 Yagci, G. (2018). Türkiye'nin yurt dışında tarım aazısı kiralaması ülke içinde betonlaaşmayı arttıracak. Eronews. https://tr.euronews.com/2018/09/12/turkiye-sudan-tarim-anlasmasi-gelece…

17 Tükiye devrimci işçi sendikaları konfederasyonu. (2018). Asgari Ücret Gerçeği Raporu. http://disk.org.tr/wp-content/uploads/2018/12/DISK-AR-2019-Asgari-U%CC%…

18 CNN Türk (2020). Asgari ücret 2020 AGİ dahil ne kadar? Asgari ücret net fiyatı. https://www.cnnturk.com/ekonomi/asgari-ucret-2020-agi-dahil-ne-kadar-as…

19 Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi. (2020) İşsizlik ve İstihdam Raporu http://disk.org.tr/2020/03/mart-2020-issizlik-ve-istihdam-raporu-krizde…

20 Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (2020). Açlık ve Yoksulluk Sınırı Raporu. http://www.turkis.org.tr/OCAK-2020-ACLIK-VE-YOKSULLUK-SINIRI--d357751

21 Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (2020). Açlık ve Yoksulluk Sınırı Raporu. http://www.turkis.org.tr/AGUSTOS-2020-ACLIK-VE-YOKSULLUK-SINIRI-d435750

22 Birleşik Metal-İş Sendikası. (2020). Açlık ve Yoksulluk Sınırı Şubat 2020 Dönem Raporu. http://www.birlesikmetalis.org/index.php/tr/guncel/basin-aciklamasi/144…

23 Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (2020). Tüketici Fiyat Endeksi. http://www.turkis.org.tr/TUKETICI-FIYAT-ENDEKSI-AGUSTOS-2020-d438750

24 İstanbul İstatistik Ofis. (2020). İstanbul'da Kent Yoksulluğu Araştırması. https://istatistik.istanbul/bulten.html?bultenAd=İstanbul%27da%20Kent%20Yoksulluğu%20Araştırması,%20Mayıs%202020

25 İncedal, S., & Coşkun, S. (2013). Türkiye’de yoksulluğun boyutları: Mücadele politikaları ve müdahale araçları. Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanlık Tezi. Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanliği Sosyal Yardimlar Genel Müdürlüğü Ankara.

26 Wold Health Organization (2020). Average number of calories available per person per day (kcal). https://gateway.euro.who.int/en/indicators/hfa_440-3200-average-number-…

27 Roser, M., & Ritchie, H. (2013). Food Supply. Our World in Data.

28 Roser, M., & Ritchie, H. (2013). Hunger and undernourishment. Our World in Data.

29 Fleischhacker, S. E., Woteki, C. E., Coates, P. M., Hubbard, V. S., Flaherty, G. E., Glickman, D. R., & Parekh, A. (2020). Strengthening national nutrition research: rationale and options for a new coordinated federal research effort and authority. The American journal of clinical nutrition, 112(3), 721-769.

30 Gül, U., & Uzun, N. (2014). Durum ve Tahmin Kırmızı Et 2014. Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü, TEPGE.

31 Gultekin, F., Oner, M. E., Savas, H. B., & Dogan, B. (2020). Food additives and microbiota. Northern Clinics of İstanbul, 7(2), 192.

32 Basal, W. T., ElHefny, I. M., AlSenosy, N. K., Hozayen, W. G., Ahmed, A. E., & Diab, A. (2020). Evaluation of the cytotoxicity and apoptotic induction in human liver cell lines exposed to three food additives. Recent Patents on Food, Nutrition & Agriculture.

33 Kiefner-Burmeister, A., & Burmeister, J. M. (2020). Deceptively unhealthy foods targeting parents and children. Journal of Health Psychology, 1359105320903485.

34 Siedlecka, D., Micał, W., Krzewicka-Romaniuk, E., & Romaniuk, A. (2020). The bitter side of high fructose corn syrup (HFCS)-the global obesity pandemic. Journal of Education, Health and Sport, 10(9), 747-751.

35 Valle, M., St-Pierre, P., Pilon, G., & Marette, A. (2020). Differential Effects of Chronic Ingestion of Refined Sugars versus Natural Sweeteners on Insulin Resistance and Hepatic Steatosis in a Rat Model of Diet-Induced Obesity. Nutrients, 12(8), 2292.

36 Sasaki-Hamada, S., Hojyo, Y., Mizumoto, R., Yanagisawa, S., & Oka, J. I. (2020). Cognitive and hippocampal synaptic profiles in monosodium glutamate-induced obese mice. Neuroscience Research.

37 He, K., Du, S., Xun, P., Sharma, S., Wang, H., Zhai, F., & Popkin, B. (2011). Consumption of monosodium glutamate in relation to incidence of overweight in Chinese adults: China Health and Nutrition Survey (CHNS). The American journal of clinical nutrition, 93(6), 1328-1336.

38 Türker, P. F. (2016). Glisemik indeks, glisemik yük ve obezite. Türkiye Klinikleri Beslenme ve Diyetetik-Özel Konular, 2(1), 35-39.


KATKILAR VE YANITLAR

Gamze Yücesan Özdemir

Bu bildiriye emeği geçen herkese çok teşekkürler. Hem dünyada hem Türkiye’de beslenme sorunu çok boyutlu ele alan bir bildiri ortaya çıkmış. Çalışma bir iç bütünlüğe sahip, ayrıca altbaşlıklandırma da sistematik bir inceleme sürecini ortaya koyuyor. Bildiri içinde kullanılan kutulandırma da, beslenme üzerine özellikle yeni okuyanlar ve düşünenler için çok bilgilendirici olmuş.

Bildiriye içkin olmakla birlikte, bildirinin özüne sinmekle birlikte iki konunun girişte açıklanmasının önemli olacağını düşünüyorum:

İlki, beslenme konusunun disiplinler arasında çok fazla parçalanmış bir biçimde ele alındığını görüyoruz. Beslenme disiplini, gıda disiplini, sağlık disiplini, iktisat disiplini farklı açılardan beslenme sorununu ele alıyorlar. Bu parçalanmışlık ise, beslenme sorununu yaratan sosyal gerçekliği anlama ve açıklamada kısıtlılıklar yaratıyor. Beslenme sorunu, açlık ancak içine gömülü olduğu iktisadi, siyasi ve ideolojik yapıların birlikte açıklanması ile anlaşılabilir.

İkincisi ise, kötü beslenmenin nedenleri ve sonuçları arasındaki ilişkidir. Çoğu zaman kötü beslenmenin nedenleri olarak gelir eşitsizliği, savaşlar, gıdaya ulaşamamanın belirtildiğini görüyoruz. Bunlar kötü beslenmenin nedenleri mi yoksa görünümleri mi? Neden-sonuç ilişkisi, yeniden değerlendirerek kötü beslenmenin ve açlığın ekonomi politiğini tartışmalıyız. Kötü beslenmenin ve açlığın nedeni kapitalist üretim ilişkileridir. Diğer bahsedilenler ise kapitalist üretim ilişkilerinin yarattığı sorunların görünümleridir.

Tüm emeği geçenleri tekrar kutluyorum. Bu önemli konunun tartışılmasının BAA seminerlerini çok güçlendireceğine inanıyorum.

Kutay Sırıklı:

Katkılarınız için teşekkür ederiz. Söylediğiniz gibi beslenme multidisipliner bir alan. Bu durum kimi eksen kaymalarına sebebiyet verebilmektedir. Ancak BAA, aynı doğrultuya bakarak birçok alanda faaliyet göstermesinden dolayı bu durumu bir avantaja çevirebilir.

Bu çalışmada önceliğimiz Dünyada ve Türkiye’de açlığın durumu, boyutları ve halk sağlığı üzerine oldu fakat hepimizin yaşamını tehdit eden açlık ve gıda güvensizliği, kapitalist sistemden ayrı düşünülemez.

Öneriniz doğrultusunda Giriş ve Sonuç bölümlerine eklemeler yapıldı. Beslenme bozuklukları ve açlığa neden olan olgular geniş bir yelpazedeyken kaynağında kapitalist düzenin var olduğunu tekrar vurguladık. Ayrıca açlık ve yoksulluk başlığını bu bildiriyle birlikte noktalamadık. Çalışmanın bir sonraki adımlarında ekonomi-politik konusuna daha fazla yer ayırarak ilerlemeyi düşünüyoruz.  

Zuhal Okuyan:

Beslenme ile ilgili bildiriyi yazan arkadaşlar elinize sağlık. Herkesin anlayacağı açıklayıcı kutular çok iyi olmuş.

Acaba bir paragraf temiz gıda ve gıda güvenliğinden de söz etse miydik? 1)  Kapitalizm kâr edebilmek için daha çok tarım zehiri kullanmakta 2) Çevre kirliliği nedeniyle toprak ve su aşırı kirlendiğinden zehirli gıdalar yeniyor 3) Sıkışık mekânlarda yapılan hayvansal üretim ve balıkçılık nedeniyle ürünlerin besleyici değeri azalıyor, yeni salgınlara zemin hazırlanıyor

Kutay Sırıklı:

Katkılarınız için teşekkür ederiz. Temiz ve güvenli gıdanın nasıl olması gerektiğini, tersinden birçok boyutuyla açıklayarak göstermeye çalıştık. Akış içerisinde tekrar olmaması adına, Giriş bölümünde kutucuğun içerisine “Temiz Gıda” için kısa bir tanımlama ekledik.

Sıraladığınız diğer önerileriniz ise diğer bilim alanlarımızla birlikte ortak bir çalışmanın ürünü olacak şekilde ayrıca çalışılması gereken başlıklar. Sonraki raporlarımızda mutlaka incelenmesi, kamuoyuna paylaşılması adına programımızın içerisine dâhil ediyoruz.

Tolga Binbay:

Efe Sezgin, Kutay Sırıklı, Gökçe Altın, Toplum Sağlığını Geliştirme ve Koruma  BA - Beslenme Komisyonu tarafından hazırlanan "Kapitalizm Dünyayı Besleyemiyor " başlıklı bildiriyi okudum. Yazarların emeklerine sağlık. Çok iyi bir bildir olmuş. Hatta bir BAA raporu olarak da değerlendirilebilir. Bildiri titizlikle hazırlanmış. Dil kullanımı, grafik tasarımı da gayet özenli. Okuyucuya tek tek bilgi vermesi, kutucuklara alınan veriler, açıklamalar çok kullanışlı. Düşünenlerin emeklerine sağlık. Rapor olarak da yayınlanmasını öneriyorum.

Kutay Sırıklı:

Yorumlarınız için teşekkür ederiz. Bildiriyi raporlaştırmak için kısa süre içerisinde çalışmaya başlayacağız.

Erhan Nalçacı:

Türkiye’de ve dünyada açlık sorununu çok iyi tanımlayan bir belge oluşturulmuş, ben de Tolga Binbay gibi daha geliştirilmiş halinin BAA raporu olarak yayınlanabileceğini düşünüyorum.

Kullandığınız harita Türkçeleştirilebilir. Ayrıca şu artık Türkçeye çok yerleşmiş olan “fast food” kavramının bir karşılığını bulmamız gerektiğini düşünüyorum.

Raporda dünya çapında çekilen besin kıtlığı çok iyi verilmiş ve aslında dünyada yeterli besin olduğu halde kapitalist üretim ilişkileri nedeniyle insanların yeterli gıdaya ulaşamadığı belirtilmiş. Bu durumda şuna ihtiyacımız var, gerçekten dünyada ve Türkiye’de yeterli besin üretimi var mı? Şu an dünyadaki besin üretimi ne kadar insanı dengeli bir şekilde beslemeye yeterli? Sosyalizmde gıda üretimi için, tarım ve gıda sanayisi ve besinlerin dağılımı için neler öneriyoruz.

Ayrıca bildirinin emperyalist ülkelerin diğer ülkelerin topraklarını tarım için satın alması ve kiralaması bir bildiri konusu olacak kadar önemli gözüküyor.

Kutay Sırıklı:

Katkılarınız için teşekkür ederiz.  

Bu çalışmanın ana amacı sorduğunuz soruların zeminini, oluşturmaktı. Bu konuda belli bir noktaya geldiğimizi düşünüyoruz. Dünyada nüfus artışına paralel bir şekilde besin üretiminin de arttığını görmekteyiz. Verili durum, yaşanan teknolojik gelişmeler ve doğal kaynakların doğru kullanımı doğrultusunda gıda üretiminin asla nüfusun altına düşmeyeceğini göstermektedir. Tabi ki gıda üretiminin yeterli şekilde devam edebilmesi için iki temel unsurun sağlanması gerekmektedir. Birincisi ekim arazilerinin başka hiçbir faaliyet için kullanılmama şartıdır. İkincisi ise ülkenin gerekli tarımsal ihtiyaçları yerine çok daha karlı bir satış için üretilen (kakao, kahve, tropik meyveler) ürünlerin merkezi olarak planlama dâhilinde kısıtlanmasıdır. Ancak temel mesele üretimin hacminde değil. Kapitalist sistem gıdayı temel insanı bir hak görmek yerine piyasaya sürülecek bir meta olarak görmelerinden kaynaklanmadır. Bu açıkça bir paylaşım sorunu olduğunu bize göstermektedir. Bildirinin raporlaşması safhasında bu konuyu daha da derinleştirerek verilerle desteklenmiş şekliyle sunmayı düşünüyoruz.


Sosyalist geleceğimizde beslenmenin planlaması ise çok daha geniş ve ayrıca odaklanılması gerekmektedir. Merkezi bir planlamanın unsuru olarak gıda üretimi, dağıtımı ve sunulması geriye dönük deneyimlerimiz incelenerek ancak daha da önemlisi teknolojik ilerlemeleri hesaba katarak ve onları daha da geliştirerek uygulanmasıyla yapılabilir. Bu önemli konuyu, kesinlikle tüm ayrıntılarıyla inceleyerek önerilerimizi bir sonraki çalıştayda sunmayı planlıyoruz.

Tartışamaya katılmak için:

iletisim@bilimveaydinlanma.org