İnsanın Afrikalı Kökeninin Peşinde: Leakeyler
In Pursuit of the African Origin of Human: Leakeys
Şayeste Çağıl İnal
Uzm. Bio., Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı
[email protected]
Erhan Nalçacı
Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı
[email protected]
Özet
Antropoloji çalışan herkesin mutlaka duyduğu Leakey ailesi, özellikle insanın Afrika’daki evrimsel kökenine dair yapılan çalışmalarda sıklıkla anılır. Kenya’da, Olduvai Boğazı başta olmak üzere, çok sayıda yerde çalışma yapmış olan Louis ve Mary Leakey, antropolojinin, 20. yüzyıla kadar sapasağlam gelen ırkçılığın etkisinden kurtulmasında büyük etkiye sahip olmuşlardır. Birlikte buldukları ve adlandırdıkları Zinjanthropus ve Homo habilis fosilleri, Avrupa merkezci antropologların, insan evriminin ancak Avrupa ya da belki Asya’da başladığına dair savunmalarını yıkmıştır.
Kenya’da doğup büyüyen ve kendisini Kenyalı bir Kikuyu üyesi olarak tanımlayan, İngiliz misyoner bir ailenin çocuğu olan Louis ile eğitimin kendisine göre olmadığını düşünerek liseyi bırakan, ancak antropoloji ve arkeolojiye büyük tutkuyla bağlı Mary’nin hayatı, sıradanlıktan uzak ve ilginç detaylarla doludur. Bir bilim dalı olarak varlığının başındaki arkeoloji ve antropoloji için büyük katkı sağlayan bu ikili, özellikle insanın kökenlerini Afrika’ya dayandırarak, Afrika’da yapılacak ve hızla farklı keşiflere yol açacak çok sayıda çalışmanın öncüleri olmuştur. Louis, üniversite eğitimi olmayan, ancak bütün kazılarda aktif rol oynayan eşi Mary’nin, yayımladığı makalelerde yer almasına, akademik çevrelerce adının duyulmasına özen göstermiştir. Ayrıca Jane Goodall ile birlikte başlattıkları, Dian Fossey ve Birute Galdikas ile devam eden primatoloji çalışmalarıyla Louis Leakey, insanın davranışsal kökenlerinin araştırılmasında da başlatıcı bir rol üstlenmiştir.
Louis Leakey’nin sahip olduğu iki kimliğin de avantajlarını kullanmakta başarılı olduğu unutulmamalıdır. Louis, Afrika topraklarının, insanın geçmişini sakladığının farkına varmış, Batı’daki kaynaklarını en iyi şekilde kullanarak, fosilce en zengin yerlerde kazı çalışmaları başlatabilmiştir. Bununla birlikte yetiştirildiği misyoner bakış açısından kurtulamamış, Kenya’daki politik karmaşalarda, kendi deyimiyle “yerel halkın iyiliğini” düşünerek, İngilizlerin yararına çalışmalar gerçekleştirmiştir. Bu yönüyle Louis Leakey, farklı taraflara, o tarafa uygun kimliğiyle yaklaştığına dair sıklıkla eleştirilmiş, bilim dünyasında kimliklerin ne derece önemli olduğuna dair sorgulamalarda irdelenen bir özne haline gelmiştir.
Anahtar kelimeler: antropoloji, Leakey, Afrika, fosil
Abstract
As one of the most famous names of anthropology, Leakey is often recalled in studies regarding human origins in Africa. Louis and Mary Leakey, who had done various studies including Olduvai Gorge in Kenya, had an important effect on the racism in anthropology. Zinjanthropus and Homo habilis, the fossils they found and named together, had demolished the human evolution theories of Euro-centered anthropologists who locate origins of humans in Europe or Asia.
Louis, who was born and raised in Kenya by English missionary parents and defines himself a Kenyan and a member of Kikuyu, and Mary, who left high school, because she did not think education was for her, but was very passionate of anthropology and archeology, had an extraordinary life with interesting details. The couple invested a lot in the new scientific fields of archeology and anthropology, and based the origins of human in Africa, which led to many studies and discoveries in Africa. As Mary did not have an academic background but had a critical role in all the findings, Louis made sure of her name got included in the articles. Furthermore, Louis started primate studies with Jane Goodall, Dian Fossey and Birute Galdikas, which started the pursuit for the origins of human behavior.
The fact that Louis Leakey used the advantages of his both identities must not be forgotten. Knowing that the fields of Africa hold the past of humans, he used his sources in west in the best way and started excavations at places crowded with fossils. In addition to this, he could not move past the missionary upbringing he had, and by his own words “for their own favor”, he provided knowledge for English authorities during political complications. Due to this fact, Louis Leakey had been scrutinized for his use of identities, and became a subject of criticism in regards of how important identities can be in the scientific world.
Key words: anthropology, Leakey, Africa, fossil
GİRİŞ
İnsanın evriminin başladığı ve devam ettiği yer, geçmişte uzun bir süre boyunca Avrupa ve Asya olarak düşünülmüş, Afrika olasılığı ise bir hipotez olmanın ötesine geçememiştir. 19. yüzyılın Avrupa merkezci ve ırkçı havası, “karanlık kıta” olarak nitelendirilen Afrika’nın insanlığın doğuşunda yeri olamayacağı kanaatindedir. Darwin’in ilk olarak dillendirdiği, insan evriminin başladığı yer olarak Afrika’nın düşünülmesi, Leakey soyadı ile başlayacaktır. Antropoloji ve arkeolojinin en tanınmış isimlerinden ikisi olan Louis ve Mary Leakey, insanın geçmişine dair önyargıları kırmış, alanlarına gerek buluşlarıyla, gerek yöntemleriyle büyük katkılarda bulunmuşlardır. Leakey soyadı günümüzde, diğer aile fertlerinin aynı alanda çalışmalarına devam etmesi nedeniyle insanın evrimine ilişkin araştırmalarda hâlâ bilinirliğini korumaktadır.
KENYALI İNGİLİZ
Louis Seymour Bazett Leakey, 7 Ağustos 1903’te, ailesinin misyoner görevi nedeniyle bulunduğu Kenya’da doğmuştur. Doğduğu yer tam olarak Nairobi yakınlarındaki Kabate’dir. Louis’in annesi Mary ve babası Harry, Afrika’nın daha iç kısımlarına giren ilk misyonerlerden olmakla birlikte, Kabate’de kurdukları, Hristiyanlığa geçen Afrikalılar için sığınma alanı görevi gören bir alan inşa etmişlerdir. Özellikle Mary’nin kurduğu okul ve batı temelli tıbbi yardımlar nedeniyle aile bölgede saygı görmüş, hayatlarının neredeyse tamamını burada yaşamışlardır (Bowman-Khrum, 2005; s. 6).
Ailenin dördüncü çocuğu olan Louis, Kabate’deki etnik gruba verilen isim olan Kikuyu insanlarının arasında, hem İngilizce hem de Kikuyu dilinde konuşmayı öğrenmiştir. Birlikte büyüdüğü çocuklar ve büyükler her ne kadar Hristiyanlığı kabul etmiş Kikuyu insanlarından olsalar da kendi kültürlerini devam ettirmişler, Louis’in de bu kültüre dâhil olmasını sağlamışlardır. Louis, okuldaki Kikuyu arkadaşlarının kurduğu Mukanda (yeni cübbelilerin zamanı) grubuna dâhil olmuş, onlardan bir mızrağın nasıl atıldığını veya nasıl savaşıldığını öğrenirken, onlara da futbolun nasıl oynandığını öğretmiştir (Morell, 2011; s. 22).
Louis ve kardeşlerinin eğitimi temel olarak Leakeylerle birlikte yaşayan öğretmenler tarafından sağlanmaktaydı. Louis’in resmi eğitimi İngiltere’de başlayacak şekilde planlanmış olsa da 1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşı yüzünden, Louis ilk gençlik yıllarını Kenya’da yaşamak zorunda kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı, Afrika’nın farklı yerlerinde kolonize olmuş işgalci ülkelerin, elde etmek istedikleri topraklar için savaşa girmelerinde önemli bir koz olarak kullanılmış, bu açgözlülükten etkilenenlerin çoğu ise yerliler olmuştur. Kenya’daki misyonerler, Hristiyanlığa ikna ettikleri Kikuyular ile Hristiyanlığı kabul etmeyen Kikuyular arasında çatışmalara neden olmuştur. Bununla birlikte misyonerler, işgalci hükümet ve yerliler arasında bir yastık görevi görerek, “hükümet içinde hükümet” oluşturmuş, kendi hükümetlerinden gelen emirlerin yerliler tarafından gerçekleştirilmesini sağlamışlardır (Karanja, 2009; s. 52). Örneğin, misyonerler, çok sayıda Kikuyu şefiyle anlaşarak, her birinin, kendi kabilesinden belirli sayıda kişiyi İngilizler adına savaşması için orduya göndermesini sağlamıştır. Savaşa giden Kikuyulardan bazıları savaşta ölürken, bazıları da dünyaya yayılan İspanyol gribi nedeniyle evlerine döndüklerinde ailelerinin öldüğünü öğrendiler. Kendileriyle hiç alakası olmayan bu savaşa dâhil edilen Kikuyular, köylerini ve ailelerini bu yüzden kaybettiler (Bowman-Khrum, 2005; s. 7).
Doğumundan itibaren Kikuyu çocuklarıyla birlikte yaşayan Louis, kendini onlardan biri gibi görürken, onlar da Louis’i kendilerinden biri olarak görmekteydi. On üç yaşındayken Kikuyu geleneklerine göre kendi evini inşa etti ve onlardan biri sayılmaya başladı. Bir Kikuyu avcısı olan Joshua Muhia, Louis’e avlanmayı öğretirken, Louis de çevredeki farklı taşları merak ederek toplamaya başladı. Louis’in yağmur sonrasında toprak üstüne çıkan değişik taşlar arasında buldukları aslında obsidyen araçlardı. Ailesinin arkadaşlarından birisi olan herpatolog Arthur Loveridge Louis’e Afrika’da çakmaktaşı olmadığını, bu yüzden eski insanların obsidyen kullandığını söyledi ve ona bulduklarını saklamasını tavsiye etti. Böylece Louis’in tarih öncesi çağlara dair merakı başlamış oldu ve gelecek tercihlerini şekillendirdi (Bowman-Kruhm, 2012; s. 8).
Savaş sonrası Louis İngiltere’ye dönerek üniversiteye giriş için çalışmaya başladı. Doğduğundan beri özgürlüğe alışık olan Louis, İngilizlerin dakikliğinden hoşlanmadı. Ayrıca onlar kadar bilgili olmadığını düşünüyordu. Oğlu Richard onu biraz daha resmi, biraz daha Batılı ama yine de Afrikalı olarak tanımlamıştır (Leakey, R., 1984; s. 19). Karısı Mary Leakey de onun kendini daima Kikuyu olarak düşündüğünü dile getirmiştir (Leakey M., 1984; s. 111). Louis Leakey’nin Kikuyu ilişkilerini araştıran Carolyn M. Clark ise onun farklı zamanlarda farklı karakterlere sahip olan birisi olarak tanımlamıştır. Clark, kendisini Kikuyu olarak gören Louis’in aynı zamanda bir etnograf rolü taşıdığını, bununla birlikte Kikuyu’ya dair aktardığı bilgilerin çoğunda eksiklik olduğuna işaret etmiştir (Clark, 1989). Kendisini Kikuyu üstüne uzman olarak gören Louis’in hem dönemin Kikuyu liderleriyle olan ilişkisi, hem de bu liderlerin Kenya’nın dönem politikaları üzerinde farklı etkilere sahip olmaları, yakın Kikuyu tarihi üzerine yazdıklarına dair soru işaretleri oluşturmaktadır.
Cambridge’de okumak isteyen Louis, üniversiteye girişte istenen üç dilden birisini Kikuyu olarak belirtti. Bu dil üstüne sınav yapabilecek kimse olmadığından ve sertifika olarak da Kikuyu şeflerinden birinin parmak izi ile imzalanmış belgesini sağladığından, üçüncü dil olarak kabul edilmiştir. Finansal olarak burs ihtiyacında olan Louis, misyonerliğe devam edecek misyoner çocuklarına sağlanan bursa başvurarak bu eksiği de kapatmıştır. Ancak ilk senesinde bir ragbi oyunu sırasında başına aldığı darbe yüzünden okula ara vermek zorunda kalmıştır. Bu darbe, okul doktorunun teşhisiyle Louis’de post-travmatik epilepsiye neden olmuştur. Ancak bu durum, onun için bir fırsata dönüşmüş, Tanganyika’da yapılacak olan bir dinozor iskeleti araştırmasına katılmak için ekip lideri William Henry Cutler’a başvurmuş, bölge dilini bilen birisine ihtiyacı olan Cutler da onu ekibe dâhil etmiştir. Böylece Louis, altı ay boyunca bir saha çalışmasının yönetiminde rol oynamış, arkeolojik çalışmalarda bulunan örneklerin nasıl korunup, nasıl çalışılacağına dair önemli bilgiler edinmiştir.
Louis, üniversitesinin son iki yılında, 1904’te Cambridge’de antropoloji kürsüsünü kuran Dr. Alfred Cord Haddon ile çalışmıştır. Asıl çalışma alanı entografi olan Haddon’un Afrika’daki ok ve yaylara dair verdiği derste çeşitli yanlışları yakalayan Louis, bunları Haddon’a bildirir ve olumlu geri dönüş alır, Haddon tarafından 1925 yılının Noel’ini Hamburg, Brüksel ve Paris’teki konuyla alakalı çeşitli müzeleri gezerek geçirebilmesi için burs sağlanmıştır. Louis’in yaptığı bu çalışma, yayımladığı ilk makale olacaktır. Ayrıca bu gezi sırasında, Olduvai Boğazı’nda fosilleşmiş tam bir insan iskeleti bulan Alman paleontolog Hans Reck ile tanışmıştır. Reck’in bulduğu bu fosil tartışmalara neden olmuş, diğer araştırmacılar bunun eski bir fosil değil, modern insana ait olan bir iskelet olduğunu iddia etmişlerdir. Bölgenin I. Dünya Savaşı sonrasında Almanlardan İngilizlere geçmesi, Reck’in geri dönüp araştırmasına devam edememesi ve o dönemde kimyasal tarih belirleme yöntemlerinin henüz gelişmemiş olması nedeniyle Reck’in bulduğu iskelet fazla dikkat çekememiştir. Ancak Louis’in merakı uyanmıştır ve Reck’e bir gün birlikte Olduvai’ye geri döneceklerini söylemiştir (Morell, 2011; s 34).
İNSANIN EVRİMİNDE AFRİKA
Charles Darwin’in Türlerin Kökeni’nin basılmasıyla birlikte başlayan tartışmalar, beraberinde insanın evrimine dair soruları da getirdi. Darwin, İnsanın Türeyişi’nde, yaşayan memelilerin, aynı bölgede daha önce yaşamış ve soyu tükenmiş türlere benzediğini, bu nedenle şu anda insana en yakın türler olan goril ve şempanzelere benzer soyu tükenmiş maymunların bulunduğu Afrika’da insanın atalarının yaşamış olma olasılığını ileri sürdü (Darwin, 1981; s. 199). Yaratılışa olan inanç ile birlikte, insanın “Kara Kıta” olarak nitelendirilen Afrika’dan çıkmış olma düşüncesi başta şiddetle reddedilse de, Raymond Dart 1925’te Güney Afrika’da bulunan bir kafatasını ilkel bir hominide ait olarak tanımlayınca, Afrika’dan çıkış olasılığına dair ilk kanıtlardan biri ortaya çıkar. “Taung Bebeği” (Taung Baby) adı verilen ve daha sonra Australopithecus africanus olarak adlandırılan bu fosil, dönemin sıklıkla tercih edilen Avrupa veya Asya merkezli insanın evrimi düşüncesine zıtlık oluşturmaktadır. Anatomist olan Dart, araştırmacı Josephine Salmons’un kendisine getirdiği ve bir kireç taşı madeninden çıkmış olan kafatasını incelediğinde, kafatasının bir primattan çok bir insanı andırdığını ancak insan kadar gelişmiş olmadığını gözlemler. Nature’da yayımlanan makalesinde bu kafatasının insan ile yaşayan primatlar arasındaki bağı gösteren, soyu tükenmiş bir primat türü olduğunu savunur (Dart, 1925). Ancak dönemin gerici havası, Dart’ın alay konusu olmasına neden olur ve çok sayıda bilim insanı Afrika merkezli teoriye karşı çıkar. Dart ise geri adım atmaz ve aktif bir şekilde tezini savunur. Dönemin en meşhur ırkçı bilimcilerinden biri olan Sir Arthur Keith, Dart’ı ağır bir şekilde eleştiren, gösterdiği örneğin sıradan bir gorile veya şempanzeye ait olduğunu söyleyen ve Dart’ın makalesini çarpıtan bir mektup yazarak Nature’a gönderir. Sir Keith mektubunda Dart’ın bu önerisinin “bir Sussex köylüsünün I. William’ın atası olduğunu iddia etmek gibi” olduğunu söyler (Keith, 1925). Dart ise buna karşılık olarak editöre mektup yazarak kendisine yöneltilen tüm eleştirileri açıklar ve teorisini savunur.
Sir Arthur Keith ile birlikte anatomist Grafton Elliot Smith, insanın evriminin Avrupa’da gerçekleştiğini şiddetle savunmuşlardır. 1800’lerin ortalarından itibaren özellikle Almanya ve Fransa’da bolca bulunan Neanderthal ve Cro Magnon fosilleri, dönemin ırkçı havasıyla birlikte insanın ancak Avrupa’da evrimleşebileceği teorisini kuvvetlendirmek için kullanılmıştır. Bununla birlikte, İngiltere Piltdown’da bulunan, büyük beyin kapasitesinin yanı sıra maymun benzeri çeneye sahip olan “Piltdown İnsanı” fosili, Avrupa merkezli teoriyi savunan bilim insanlarının en önemli dayanağı olmuştur (Pickering, 2013; 39). Ancak Piltdown fosilinin sahte olduğu ve muhtemelen Charles Dawson tarafından oluşturulduğu bugün bilinmektedir (De Groote ve ark., 2016).
LOUIS, FRIDA VE MARY
Leakey kariyerinin başlarında insanın nerede, nasıl evrimleştiğinden çok, tarih öncesi dönemler üzerine yoğunlaşmıştır. Cambridge’den arkadaşı Bernard Newsam ile birlikte Kenya’da, Kabate yakınlarında, çocukluğundan hatırladığı çeşitli yerleri belirleyip, buralara kamplar kurmaya başlamıştır. Bu çalışmalar sırasında, Cambridge’de arkeoloji dersleri alan Wilfrida (Frida) Avern ile tanışmış, İngiltere’ye döndüğünde ise evlenme teklif etmiştir. Evlendikten sonra Frida ile Afrika’ya geri dönen Leakey, kazı çalışmalarını eşi ile birlikte devam ettirmiş, 1931 yılında ise ilk çocukları Priscilla doğmuştur (Bowman-Kruhm, 2005; s. 21).
Louis, Hans Reck’in kendisine gösterdiği insan iskeletlerinden yola çıkarak, sıradaki kazı alanını Olduvai Boğazı olarak belirler ve Reck’i kendisiyle birlikte çalışması için davet eder. Reck, Louis’in de etkisiyle, daha önce Olduvai’de bulduğu fosilin tarihinin en az 2 milyon yıl olduğunu iddia eder. Eşi Frida ise yeni doğan çocuklarıyla ilgilenmeyi arkeolojik çalışmalardan daha önemli görerek, Olduvai’ye gelmeyi reddeder.
Reck’in bulduğu fosili destekleyecek başka fosilleri arayan Louis, Kanjera’da çeşitli Homo sapiens kafatası örnekleri ve el baltaları bulur. Bununla birlikte Kanam’da bulduğu fosillerin, farklı çene yapılarına sahip olduklarını düşünerek, bu örnekleri Homo kanamensis adıyla sınıflandırır. Leakey’nin bu bulguları, meslektaşları tarafından övgüyle karşılanır ve hem maddi, hem de manevi olarak aldığı destekler artar (Bowman-Kruhm, 2005; s. 23).
1933’te ikinci çocuğuna hamile olan Frida, zamanının çoğunu yatakta ya da iki yaşındaki Priscilla ile geçirmeye başlar. Leakey bu dönemde evinden uzaklaşarak ayrı bir hayat sürdürür. Aynı dönemde, Kraliyet Antropoloji Enstitüsü’nün (Royal Anthropological Institute) verdiği yemekli bir davette, Mary Nicol adındaki genç bir illüstratörün yanına oturur. Bu, her ikisi için de önemli bir başlangıç olacaktır (Morell, 2011; s. 72).
AFRİKA’DAKİ HAYATINDAN ÖNCE MARY NICOL
Mary Nicol (Leakey), 6 Şubat 1913’te, Londra’da doğmuştur. Profesyonel bir ressam olan babası Erskine Edwin Nicol, iş için farklı ülkelere giderken, Mary de onunla birlikte Avrupa’nın birçok yerini dolaşmıştır. Sürekli yer değiştiren Mary’nin, bu nedenle resmi eğitimi eksik kalmıştır. Mary’nin babasının arkeolojiye olan merakından dolayı, çeşitli Paleolitik alanları gezerler ve babasının bu merakı, Mary’e aşılanmış olur (Bowman-Kruhm, 2005; s. 27). 13 yaşında babasını kaybeden Mary, annesiyle birlikte İngiltere’ye geri döner ancak eğitim hayatına uyum sağlayamaz. Wimbledon Rahibe Okulu’nda eğitim görmeye başlayan Mary, okulun katı kurallarından sıkılır, çeşitli yaramazlıklar yapar, hatta bir defasında kimya laboratuvarında patlamaya neden olur (Pilbeam, 1998). Nihayetinde okuldan atılan Mary, resmi eğitime devam etmez ve arkeolojiye olan merakı üzerine eğilir. Çizime olan yeteneğini kullanarak, çeşitli arkeolojik kazılarda illüstratör olarak çalışır. Çeşitli üniversitelerde dışarıya açık olan arkeoloji derslerine katılır.
Mary, dönemin nadir kadın arkeologlarından olan Dr. Gertrude Caton-Thompson’un yazdığı kitapların illüstrasyonlarını yapar. Caton-Thompson da Mary’nin, Louis Leakey’nin hızla ilerleyen kazıları için yardımcı olacağını düşünerek, Kraliyet Antropoloji Enstitüsü’ndeki yemekte yan yana oturmalarını sağlar. Mary ve Louis’in başta profesyonelce ve arkadaşça başlayan ilişkileri, yavaşça romantikleşmeye başlar. İlişkileri küçük arkeoloji çevresinde hızla duyulur ve Cambridge’deki çoğu kişi, ikisinin arasındaki bu ilişkiden hoşlanmaz. Frida’yı seven ve evli bir adamın, karısı hamileyken başka birisiyle ilişki kurmasını ayıplayan Cambridge çevresi, Louis’in İngiltere’deki akademik ortamdan uzaklaşması için zorlar. Her iki aile tarafından onaylanmayan çift, birlikte Kenya’ya giderek orada yaşamaya başlarlar. Frida ise doğumun hemen ardından Louis’den boşanır. 1936’nın sonlarında ise Louis ile Mary evlenir. Artık Leakeyler kazılara aktif olarak birlikte devam edecek, çalışmaları birlikte yapacaklardır (Bowman-Kruhm, 2005; s. 29).
GEÇMİŞTEKİ HATALAR
Finansal olarak zorlanan Leakey çifti, Afrika’daki toprakların sakladıklarını bulmaktan vazgeçmezler. Öncesinde tanınmış ve başarılı olan Louis, akademik çevrenin, Mary ile ilişkilerinden dolayı kendisini dışlayıcı davranmasından dolayı yalnız kalmıştır. Louis ve Mary, uzun bir süre olumsuzluklarla boğuşurlar. Özellikle Louis’in Kanam ve Kanjera’da bulduğu fosillerin, Louis tarafından yanlış tarihlendirildiğine dair şüpheler, Louis’in zaten sarsılmış olan itibarını daha da zorlar.
İngiltere’deki Imperial College’da jeoloji profesörü olan Jeolog Percy Boswell, Leakey ve Reck’in tarihlediği fosilin o kadar eski olamayacağından şüphelenir. Bununla birlikte, Kanam ve Kanjera’daki fosillerin tarihlerinin de fazla abartıldığını düşünür. Leakey, şüphelerini gidermek amacıyla Boswell’i Olduvai’ye davet eder. Uzunca bir süre Kenya’da vakit geçiren Boswell, Olduvai Boğazı’nın tozlu yapısından dolayı rahatça inceleme yapamaz. Ayrıca Kanam ve Kanjera’ya gitmek istediğini defalarca dile getirmesine rağmen Leakey onu kazı alanına götürmez. Boswell’in memnuniyetsizliğinin farkında olan Leakey, kendisi İngiltere’ye dönüp, eleştirilerine yanıt verene kadar bir şey yazmamasını rica eder. Bunu kabul etmesine rağmen Boswell, İngiltere’ye döner dönmez Kanam ve Kanjera hakkında negatif eleştirilerle dolu bir yazıyı Nature dergisine gönderir (Boswell, 1935; Bowman-Kruhm, 2005; s. 33; Mutton, 2011; s. 142). Boswell makalesinde, Olduvai’de yapılan çalışmaların da fazla parlak olamayacağını belirtir.[1]
Boswell’in bu mektubu ile birlikte, Leakey’nin yaptıklarına ve yapacaklarına olan inanç sarsılır. Zaten finansal zorluk çeken Leakeyler, Olduvai’de kamp kurmanın bütün zorluklarını yaşarlar. Özellikle su ve yiyecek eksikliği vardır; kuraklığın olduğu dönemlerde tüm kamp, çevredeki hayvanların içtiği ve içinde gezdiği sulardan içerler. Yemek ise çabuk tükenir, gelmesi de uzun sürer. Mary ve Louis, dönemin zorluklarını, araştırmalarına duydukları inanç ve güvenle atlatmaya çalışırlar.
Olduvai kazıları başladığında Louis, Kikuyu tarihine dair çalışmak, gelenekleri, kültürleri ve dilleri hakkında yazmak ister. Kendisi de kabileden sayılan Louis’in beyazlığına karşı başta şüphe duyulsa da, kabilenin başındaki dokuz kişi bilgi vermeyi kabul eder. Böylece Louis, üç ciltlik 1903’ten Önce Güney Kikuyu (The Southern Kikuyu before 1903) adlı, misyonerler gelmeden önceki Kikuyu hayatına dair kitabı yazmaya başlar.
Louis’in bu kitapla olan meşguliyetinden dolayı Olduvai’deki kazıları Mary yönetir. Bu sırada neredeyse hiç paraları kalmamıştır ve başlamak üzere olan İkinci Dünya Savaşı yüzünden İngiltere’ye dönmeleri mümkün değildir. 1940 yılında Louis, Coryndon Memorial Müzesi’nin küratörü olarak işe alınır; maaşı yoktur ancak kendisine uygun bir ev sağlanmaktadır. Yine aynı yıl Mary ile ilk çocukları Jonathan dünyaya gelir. 1944’te ise daha sonra kendisi de dünyaca tanınmış bir arkeolog olacak olan Richard doğar. Mary, anne olmaktan memnun olsa da bunun çalışmalarını etkilemeyeceğini söyler (Leakey, M., 1984; s. 79).
İLK ÖNEMLİ BULUŞ
1930’larda Viktorya Gölü yakınlarındaki Rusinga Adası’nı[2] çalışmış olan Louis, 1947’nin Ocak ayında yapılan Pan-Afrika Kongresi’nde daha fazla bilim insanın, insan evriminin merkezinde Afrika olduğunu düşündüğünü ve Rusinga Adası’nın odakta olduğunu fark eder. Mary ile birlikte 1948’de Rusinga Adası’nı incelemeye giderler ve Mary burada ilk keşfi olan Proconsul africanus fosilini bulur.[3] Daha önce Proconsul fosilleri bulunmuş olsa da Mary’nin bulduğu bu fosil neredeyse kafatasının tamamını, çeneyi ve dişlerin tamamını kapsar. Evlerine geri döndüklerinde, Louis bulguların fotoğraflarını Sir Arthur Keith dâhil, çok sayıda bilim insanına gönderir.[4] Meslektaşlarının onaylamasıyla birlikte, Louis kaybettiği saygınlığı ve desteği tekrar kazanmaya başlar.
1949’da Leakeyler üçüncü çocukları Philip’i ailelerine katar. Aynı dönemlerde Mary, Proconsul africanus’u primat evrimi üzerinde uzman olan Le Gros Clark’a sunar ve Clark, Leakey ailesinin araştırma bütçesi alması için yardımcı olur. Araştırma için bütçeyi veren kişi bir maden mühendisi olan Charles Boise’dir ve uzun bir süre Leakeylerin araştırmalarına katkıda bulunacaktır (Bowman-Kruhm, 2005; s 53).
POLİTİK KARMAŞALAR
1950’lerde Kenya hâlâ İngiltere sömürgesi altındaydı ve halk bu durumdan giderek daha fazla rahatsız olmaya başlamıştı. Kendisini Afrikalı kabul eden Louis, politik sorunlarla yakından ilgilenmekte, konuyla ilgili çeşitli yazılar yayımlamaktaydı. 1936’da yazdığı Kenya: Karşıtlıklar ve Problemler (Kenya: Contrasts and Problems) adlı kitabına daha sonradan eklediği önsözde, hükümetin başarısızlığıyla birlikte artan korku, güvensizlik ve öfkenin, Mau Mau’nun oluşumuna yol açtığını yazdı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin Afrika’daki kolonileri ekonomik ve politik sorunlarla uğraşmaktaydı. İngiltere ekonomiyi kuvvetlendirmek için Afrikalıların ithalata dönük üretim yapmasını destekledi. 1930’ların sonuna doğru İngiltere’nin Afrika’daki ekonomik varlığı neredeyse tamamen Afrikalıların üretimi ve ithalatı sayesinde devam ediyordu. Ancak verimli bölgeler İngilizlere aitti ve halk yalnızca kendileri için belirlenmiş bölgelerde yaşayabiliyordu. Savaş öncesinde zaten zayıf halde olan Kenya’daki yerel hükümet ise savaş sonrasında varlığını İngiltere Hükümeti’nin sağladığı olanaklara bağlıyordu. Yerel hükümetin bu eğilimi ile birlikte, 1945 yılına gelindiğinde İngiltere bölgedeki hâkimiyetini oldukça kuvvetlendirmiş oldu. Yerel hükümetin önemli koltukları, İngiltere’nin devamlılığını destekleyen kişilerle dolduruldu. Bununla birlikte, artan ekonomik başarı, köylere ve yerel halka yansımıyor, yalnızca sömürge hükümeti ve destekleyenler tarafından kullanılıyordu. Elbette yerel halk bunun farkındaydı ve rahatsızdı, ancak sömürge hükümeti bu rahatsızlığı ciddiye almadı. Özellikle Kikuyu insanları kendilerine dayatılan baskıcı yöntemlerden, iş güçlerinin kullanımından ve kültürlerinin değişiminden oldukça şikâyetçiydi.
Kikuyu liderlerinin çoğu, sömürge devleti tarafından kollanmakta, ekonomik olarak desteklenmekteydi. Ancak Kikuyu liderleri, sömürge hükümeti tarafından beklenmedik şekilde, yine de sadece kendi yararlarını düşünmekteydi. Bunun ve Afrika’nın toplumsal değişiminin farkına varamayan sömürgeciler, duymak istemedikleri sesleri yönetimin tüm basamaklarından uzaklaştırdılar. Halk ile iki başlı yönetim arasında giderek artan bu ayrıklık, nihayetinde halktan, özellikle Kikuyu insanlarından bazılarının silahlı bir seçeneğe yönelmesine yol açtı. Özellikle Nairobi’deki halkın içinde bulunduğu kötü koşullar ve çeşitli isyanları bastırmaya çalışan sömürge hükümeti, ayaklanma için hazırlanan Kikuyu’nun şehirlerde örgütlenmesini hızlandırdı. 1947’de Afrika İşçileri Federasyonu (African Workers’ Federation) lideri Chege Kibachia’nın tutuklanması ve polisin bunu protesto etmek isteyen insanlara ateş açması ile birlikte, Mau Mau’nun önderlik ettiği ayaklanma başladı. Kikuyu işçileri ve gençleri Nairobi sokaklarını ele geçirdiler (Clough, 1998; s. 95). Kikuyuların isyanı, İngiltere tarafından büyük bir şiddetle bastırıldı, 10 binden fazla Afrikalı öldü. Sömürgeciler ise 100’den az kayıp vermişti (Alao, 2013; s. 8).
Kendisini Kikuyu’ya ait ilan eden ama aynı zamanda İngiliz olan ve İngilizler adına çalışan Louis, bu dönemde yönünü seçemedi. Fakat İngiliz yönetimi, fikir almak, isyanları nasıl bastıracağına dair öneri istemek için sık sık Louis ile toplantılar düzenledi (Berman ve Lonsdale, 1991). Louis 1952’de Mau Mau ve Kikuyu (Mau Mau and Kikuyu) adlı kitabını, 1954’te ise Mau Mau’nun nasıl alt edilebileceğini anlatan Mau Mau’yu Yenmek (Defeating Mau Mau) kitabını yazdı. Bu kitabında, İngilizlerin Mau Mau’ya karşı nasıl bir strateji geliştirerek onların yeniden “barışçıl bir koloniyal hayata” entegre edilebileceğini anlatır. Kendisini bir Kikuyu olarak tanımlayan Louis, aslında asimile olmuş, Hristiyan, batılı Kikuyu insanının hayalini kurmaktadır (Berman ve Lonsdale, 1991).
Mary, Afrika ve Kikuyu’yu tanımayan ve topluma sonradan alışan birisi olarak, o dönem daha çok kendi araştırmalarına odaklanmıştır. Biyografisinde, otuz yıl öncesini değerlendirerek, Kikuyu insanının yaşadıklarına duyduğu öfke ve bağımsızlık isteklerinin şiddete yatkın yanları için geçerli bir sebep olduğundan, özellikle Avrupa’nın istilası, hakimiyeti ve onlara ait toprakların istismarının bu olaylara yol açtığından bahsetmiştir (Leakey, M., 1984; s. 111).
İNSANIN AFRİKA KÖKENİNE DAİR ÖNEMLİ BULGULAR
1959 Temmuzu’nda, kendisini iyi hissetmeyen Louis’i kampta bırakan Mary, Olduvai’deki kazı alanlarını dolaşır. “Bed I” olarak isimlendirilmiş kazı alanında, toprakta kafatasına benzer bir kemik keşfeder. Biraz temizledikten sonra heyecanla kampa geri dönen Mary, aradıkları şeyi sonunda bulduklarını ilan eder.
Kısa süre sonra Louis, buldukları fosil hakkında Nature dergisine yazar. Makalesinde fosili eşi Mary’nin bulduğunu belirtir. Buldukları bir hominide ait kafatasının neredeyse tamamıdır. Aynı toprak seviyesinde kırık hayvan kemik parçaları da bulduklarını belirten Leakey, bunun buldukları hominidin hayvan yediğini ve hayvan kemikleriyle araç yaptığını gösterdiğini söyler. Buldukları bu kafatasının, Australopithecine tipinde fosillere benzediğini, ancak ne tam olarak Australopithecus ne de Paranthropus olduğunu belirtir. Bu nedenle Doğu Afrika anlamına gelen “zinj” ile kendilerine destek olan Charles Boise’in soyadını birleştirerek bu kafatasını Zinjanthropus boisei olarak adlandırır (Leakey, 1959). Bugün bu kafatası Paranthropus boisei olarak sınıflandırılmaktadır.
Boswell’in yorumları nedeniyle yaşadığı sıkıntıları tekrar yaşamak istemeyen Leakey bu fosilin kafatası kapasitesi hakkında yorumda bulunmamış, basın tarafından yapılan yorumların da kendine ait olmadığını vurgulamıştır (Leakey, 1960). Dönemin önemli antropologlarından Clark Howell, Nature’da Leakey’nin bulgularını değerlendirmiş ve paleontoloji için çok önemli bir keşif olduklarını söylemiştir (Leakey, 1960). Ayrıca fosille birlikte bulunan taş aletlerle birlikte değerlendirerek, fosilin ait olduğunu düşündüğü Australopithecus hominidlerinin düşünüldüğü gibi toplayıcı değil, küçük memeli ve hatta büyük herbivorları avlayıp yiyen karnivor ve avcı olduklarını savunmuştur (Leakey, 1960). Bu yorumla, Leakeylerin bulduğu bu fosilin, insan davranışının evrimsel gelişimi üzerine doğrudan fikir verdiğini belirtir. Ancak Howell’in en önemli yorumu, bulunan bu fosilin, daha önce Avrupa veya Asya’da bulunan Orta Pleistosen ve sonrasındaki fosiller gibi olmadığını, fosilin Erken Pleistosen dönemine ait olduğunu ve bu yönüyle o zamana kadar bulunmuş en yaşlı, alet kullanan hominid fosili olduğudur (Leakey, 1960).
1960’a kadar Homo cinsine ait en eski fosil, Asya’da bulunan bir Homo erectus fosiliydi. 1960’ta annesi Mary ile arazide çalışan 20 yaşındaki Jonathan, bulduğu alt çene, kafatası ve diğer iskelet kemiklerini annesine gösterir. Jonathan’ın bulduğu bu kemikler, çocuk bir hominide aittir. Louis, bu bulunan kemiklerin Zinjanthropus’a benzemediğinden, daha ileri bir hominid olduğunu düşünür. Bu kafatasını incelemesi için paleoantropolog Phillip Tobias’a iletir. Ayrıca el konusunda uzman anatomist John Napier’e de el ve bilek kemikleri gönderilir. Napier, bulunan elin, modern insan eline çok benzediğine karar verirken, Tobias kafatası kapasitesinin Australopithecus olamayacak kadar geniş olduğunu belirtir (Wood, 2014). Bulunan bu kemiklerin sınıflandırılması, 1964’teki makaleyle olur. Nature’da yayımlanan makale, Leakey, Tobias ve Napier’in ortak çalışmasıdır. Makalede, bulunan bu kemiklerin Homo cinsine ait olduğu konusunda emin olduklarını belirtirler. Bununla birlikte bu tür, daha önceki Homo türlerinden farklıdır, dolayısıyla yeni bir tür tanımlanması gerektiğini söyleyerek, latince “becerikli adam” anlamına gelecek şekilde bu türü Homo habilis olarak sınıflandırırlar (Leakey, Tobias ve Napier, 1964).
Homo habilis makalesi, şüpheyle karşılanmıştır. Australopithecus üzerine uzman olan John Robinson, bulunan bu kemiklerin Homo erectus ve Australopithecus kemiklerinin bir karışımı olduğunu öne sürmüştür. Olduvai’de bulunan yeni fosiller Robinson’un bu teorisini çürütürken, Homo habilis’in ayrı bir tür olduğunu garantiledi (Tobias, 2009).
1976’da Tanzanya’da, volkanik küllerle kaplı bir bölge olan Laetoli’de Mary Leakey’nin yönettiği kazılarda çok sayıda ayak izi keşfedildi. Bu ayak izlerinin en dikkat çekici olanları ise 1978’de ekibe katılan Paul Abell tarafından bulunan, uzun bir yol boyunca izlenebilen hominid ayak izleri oldu. Bu ayak izleri, iki ayak üstünde (bipedal) yürüyen hominidleri gösteren ilk izlerdi ve modern insandan önce de bipedal yürümenin varlığına işaret etmekteydi (Hay ve Leakey, 1982). Bölgedeki diğer buluntular ve tarihlendirme çalışmaları sonucunda bu izlerin Australopithecus afarensis tarafından oluşturulduğu düşünülmektedir.
GOODALL, FOSSEY VE GALDIKAS
1957 yılında Kenya’daki arkadaşını ziyarete giden 23 yaşındaki Jane Goodall, hayvan gözlemlemeye meraklı, fakat lisans eğitimi alamamış genç bir kadındır. Hayvanlara olan bu merakından dolayı kendisine Louis Leakey ile tanışması tavsiye edilir. 1949’dan itibaren insanın davranışsal kökenlerini merak eden ancak yapacağı çalışmaya uygun bir aday bulamamış olan Louis, meraklı bu genç kadını sekreteri olarak işe alır. Birlikte Olduvai’de çalıştıktan sonra Louis, Jane’e şempanzelerle çalışmasını teklif eder. 16 Temmuz 1960’ta Gombe Şempanze Rezervi’ne varan Jane, bugün 60 yıla varan şempanze çalışmasını başlatacak, şempanzelerde alet kullanımını göstererek insanın davranışsal kökenleri üzerine dallanıp budaklanan çok sayıda çalışmaya ön ayak olacaktır (İnal ve Nalçacı, 2020).
Jane’in ardından Louis, 1966’da bir fizyoterapist olan Dian Fossey’i gorillerle çalışması için seçer. Kongo, Virunga’da çalışmaya başlayan Dian, ülkedeki iç çatışmaların ortasında kalır, hatta Rumangabo’da esir alınır. Uganda’ya kaçmayı başaran Dian, kendisine tavsiye edildiği gibi çalışmayı bırakmaz; Virunga’nın Rwanda tarafında kalan kısmında çalışmasını yeniden başlatır (Fossey, 1983; s. 17) Gorillere yaklaşmayı ve onlar tarafından kabul görmeyi, eskiden otizimli çocuklarla çalışırken kullandığı, yüzü saklama gibi tekniklerle sağlar (Mowat ve Winter, 1987; s. 353). Araştırmalarından uzaklaşıp, daha çok vahşi doğayı koruma ve kaçak avcılara karşı koymaya yönelen Fossey, 1983’te Karisoke’de, bilinmeyen bir sebepten dolayı öldürülür (Morell ve ark., 1993).
Aralarında akademik yanı en güçlü olan Birute Galdikas ise orangutanlara yöneldi. İlk iki araştırmacının aksine, Birute Endonezya’da çalıştı. Orangutanlar, primatlar arasında en az tanınanlardan biriydi ve Birute, kullandığı bilimsel yöntemler ve istatistiksel yaklaşımlarla bu durumu tersine çevirdi (Morell ve ark., 1993). Jane gibi Birute de günümüzde hala aktif olarak çalışan bir bilim kadınıdır.
Bu üç kadının da ortak noktası, Louis Leakey’nin kendilerine sunduğu arazide çalışma fırsatıdır. Dönem koşulları göz önünde bulundurulduğunda ve kadının bilimdeki yerinin sınırlılığı düşünüldüğünde, Afrika’nın vahşi koşullarında kadınların primat çalışmaları yapmasını sağlaması, Leakey’nin açık görüşlü kişiliğine bir örnektir. Her ne kadar National Geographic Leakey’nin bu girişimlerini ve Jane, Dian ve Birute’nin emeklerini finansal destek sağlamak koşuluyla kendine bağlamış olsa da, bu üç kadının ve konumunu iyiye kullanabilmeyi başaran Leakey’nin kadın bilim insanlarının gelecekteki girişimlerine ön ayak olduğu bir gerçektir.
LEAKEY SOYADININ MİRASI
Mary ve Louis’in oğullarından Philip, Kenya’da bir politikacı olurken, Jonathan ise Kenyalı bir iş insanı oldu. Richard ise anne ve babasının izinden devam ederek paleontoloji ve antropolojiye yöneldi. Ancak bu mesleğe yönelmesi bilinçli değildi; liseye devam etmeyen Richard, bildiği hayatın içinde, ebeveynlerinin yanında çalışmaya devam etti. İngiltere’de eğitim görmek için dönse de, sadece liseyi tamamlayıp Kenya’ya geri döndü. 1967’de Kenya Ulusal Müzesi’nin kuruluşunda yer aldı ve aynı yıl, Omo Vadisi’ndeki bir kazıya katıldı. Bu kazı için yaptığı uçuşlar sırasında Turkana Gölü yakınlarında tortul kayaçlardan oluşan bir bölgeyi fark etti ve buranın fosillerce zengin olacağını düşündü. Babasının isminin de etkisiyle National Geographic, burada yapılacak bir kazıya ödenek verdi. Yapılan kazı çalışmaları buranın gerçekten de fosilce zengin olduğunu gösterdi.
Richard’ın bulduğu çeşitli fosillerin yanı sıra, 1989’da Turkana Gölü yakınlarında bulduğu Turkana Oğlanı (Turkana Boy), en meşhur fosillerden biri oldu. İskeletin neredeyse tamamı bulunan bu fosil, günümüze kadar tamamına yakını bulunmuş en eski hominid fosilidir (Schiess ve Haeusler, 2013). Bununla birlikte, doktorası sırasında katıldığı bir kazıda Richard ile tanışmış olan, Richard Leakey’nin ikinci eşi zoolog ve paleoantropolog Meave Leakey, 1994’te daha önce bilinmeyen bir tür olan Australopithecus anamensis’i keşfetti. 1999’da ise ekibiyle birlikte yeni bir cins ve tür olan Kenyanthropus platyops’u tanımlayarak, Homo cinsinin evrimsel soyunda Australopithecus cinsine dair yeni bir tartışma başlattılar.
Richard ve Meave’nin kızları Louise ise Leakey soyadından payını aldı ve kendisi de paleoantropolog oldu. Annesi ile birlikte Kenyanthropus platyops’un keşfi ve tanımlanmasında yer alan Louise, Belçika soylu ailesinden gelen bir prens olan, antropolog Emmanuel de Merode ile evlenmiştir. Louise günümüzde National Geographic tarafından desteklenen bir antropologdur (Thornton, 2012). Leakeylerin taraflı ideolojik bir yapısı olan National Geographic ile aile boyu ilişkisi ayrıca not edilmelidir.
SONSÖZ
Misyonerlik amacıyla Kenya’ya gelmiş bir ailede başlayan bir hayatla, insanın kökenlerini Afrika’da arama isteğine sahip, mesleğine aşık başka bir hayatın birleşmesiyle, insanın evrimindeki kilit fosillere ulaşılmış, insan davranışlarının kökenleri araştırılmaya başlanmış ve arkeoloji, antropoloji, primatoloji gibi bilim dalları hızlı bir ivmeyle gelişmiştir. Ayrıca bu dönem kadın bilim insanlarının arkeoloji ve antropoloji alanlarında önemli buluşlara imza attığı tarihsel bir dönemeçtir. Buna karşılık özellikle Louis Leakey, kendini Afrikalı olarak hissetmesine rağmen İngiliz sömürgeciliğinin antropoloji alanında kadrosu olmaktan kendini kurtaramamıştır.
KAYNAKLAR
Alao, A. (2013). Mau-Mau Warrior. Bloomsbury Publishing.
Berman, B. J., ve Lonsdale, J. M. (1991). Louis Leakey's Mau Mau: A study in the politics of knowledge. History and Anthropology, 5: 143-204. https://doi.org/10.1080/02757206.1991.9960811
Boswell, P. G. (1935). Human remains from Kanam and Kanjera, Kenya Colony. Nature, 135(3410), 371-371. https://doi.org/10.1038/135371a0
Bowman-Kruhm, M. (2005). The Leakeys: a biography. Greenwood Publishing Group.
Clark, C. M. (1989). Louis Leakey as athnographer: On the southern Kikuyu before 1903. Canadian Journal of African Studies/La Revue canadienne des études africaines, 23(3), 380-398. https://doi.org/10.1080/00083968.1989.10804266
Clough, M. S. (1998). Mau Mau Memoirs: history, memory, and politics. Lynne Rienner Publishers.
Dart, R. A. (1925). Australopithecus africanus: the man-ape of South Africa. Nature, 115(2884), 195-199. https://doi.org/10.1038/115195a0
Darwin, C. (1981). The descent of man and selection in relation to sex. Princeton University Press.
De Groote, I. et al. (2016). New genetic and morphological evidence suggests a single hoaxer created ‘Piltdown man’. Royal Society Open Science, 3, 160328. https://doi.org/10.1098/rsos.160328
Fossey, D. (1983). Gorillas in the Mist. Houghton Mifflin Harcourt.
Hay, R. L., ve Leakey, M. D. (1982). The fossil footprints of Laetoli. Scientific American, 246(2), 50-57. https://doi.org/10.1038%2Fscientificamerican0282-50
İnal, Ş. Ç., ve Nalçacı, E. (2020). Primatolojinin öncülerinden Jane Goodall. Madde, Diyalektik ve Toplum, 3, 140-147.http://bilimveaydinlanma.org/content/images/pdf/mdt/mdtc3s2/primatolojinin-onculerinden-jane-goodall.pdf
Karanja, J. (2009). The missionary movement in colonial Kenya: The foundation of Africa Inland church. Cuvillier Verlag.
Keith, A. (1925). The taungs skull. Nature, 116(2905), 11. https://doi.org/10.1038/116011a0
Leakey, L. S. B. (1959). A new fossil skull from Olduvai. Nature, 184(4685), 491-493. https://doi.org/10.1038/184491a0
Leakey, L. S. B. (1960). The newest link in human evolution: the discovery by LSB Leakey of Zinjanthropus boisei. Current Anthropology, 1(1), 76-77. https://doi.org/10.1086/200077
Leakey, L. S., Tobias, P. V., ve Napier, J. R. (1964). A new species of the genus Homo from Olduvai Gorge. Nature, 202(4927), 7-9. https://doi.org/10.1038/202007a0
Leakey, M. D. (1984). Disclosing the past: An autobiography. McGraw-Hill.
Leakey, R. E. (1984). One Life: an autobiography. Salem House Pub.
Morell, V., Kahn, P., Koppel, T., ve Normile, D. (1993). Called 'Trimates', three bold women shaped their field. Science, 260(5106), 420-426. https://doi.org/10.1126/science.260.5106.420
Morell, V. (2011). Ancestral passions: the Leakey family and the quest for humankind's beginnings. Simon and Schuster.
Mowat, F. (1987). Woman in the mists: the story of Dian Fossey and the mountain gorillas of Africa. New York, New York, USA: Warner Books.
Mutton, K. (2011). Scattered skeletons in our closet. Adventures Unlimited Press.
Pickering, T. R. (2013). Rough and tumble: aggression, hunting, and human evolution. University of California Press.
Pilbeam, D. (1998). Obituaries: Mary Douglas Leakey (1913-1996). American Anthropologist, 100(4), 988. https://doi.org/10.1525/aa.1998.100.4.988
Thornton, S. (2012). Paleontologist: Dr. Louise Leakey. https://www.nationalgeographic.org/article/real-world-geography-louise-leakey/ (Erişim: 18 Haziran 2020).
Tobias, P. V. (2009). Homo habilis—a premature discovery: remembered by one of its founding fathers, 42 years later. F. E. Grine, J. G. Fleagle ve R. E. Leakey (ed.) içinde, The First Humans–Origin and Early Evolution of the Genus Homo (s. 7-15). Springer. https://doi.org/10.1007/978-1-4020-9980-9_2
Wood, B. (2014). Human evolution: fifty years after Homo habilis. Nature News, 508(7494), 31. https://doi.org/10.1038/508031a
[1] İlginç bir şekilde, Boswell, tarihi ya da bulunma yeri tam belli olmayan ve daha sonradan sahte olduğu açığa çıkan Piltdown fosilinin gerçeğe daha yakın olduğuna inanmıştır (Morell, 2011; 86).
[2] Rusinga Adası, Kenya’da, Viktorya Gölü’nün içinde bulunan, volkanik kökenlere sahip bir adadır.
[3] Bugün bu fosilin 23 ile 14 milyon yıllık olduğu bilinmektedir.
[4] Sir Arthur Keith, bulunan bu fosilin insana benzemediğini, goril veya şempanzeye daha yakın olduğunu söyleyecektir.