Evrim Kuramı ve Bilimsel Yayıncılık Eleştirisi

Pakistan’daki Lahor Kadın Üniversitesi’nden Sarah Umer, 2018 sonunda yayımlanan makalesinde insan evrimini ve Darwin’in iddialarını yalanlamaya çalışıyor. Makaleyi daha ilginç kılan ise, Harun Yahya’ya atıf yapılması bir yana, meşhur Nature Dergisi’nin sahibi Springer’ın altındaki bir başka dergide açık erişimli olarak yayımlanması oldu.

[BAA – Biyolojik Hareket ve Evrim]

Görüş: Hakan Mutlu, Ezgi Altınışık

Tarihi geçmiş, temelsiz ve hatalı iddialar

Evrim tartışmalarının ateşi sönmüyor iken, konu insan evrimi olduğunda alev daha da çok büyüyor. İnsanın biyokültürel evrimini araştıran en temel bilim dalı olan Antropoloji’nin en önemli özelliklerinden birisi, insan-merkezci olmaması, yani insanların doğanın bir parçası olduğunu ve doğanın tüm öğeleri gibi bizim de evrimleştiğimizi savunmasıdır.

Tam bu noktada Uluslararası Antropoloji ve Etnoloji Dergisi’nin (International Journal of Anthropology and Ethnology) Aralık 2018 sayısında yayımlanan bir makale dikkat çekiyor1. Pakistan’daki Lahor Kadın Üniversitesi öğretim üyelerinden Sarah Umer, kendi deyimiyle, insan evriminin kısa tarihini Darwin’in iddialarına meydan okuyarak ele alıyor. İlk bakışta derin bir evrimsel tartışma yazısı okuyacakmışsınız hissi uyandırsa da ilk cümlesinden itibaren yaratılışçılık uydurmalarıyla ve bilim maskesi altına saklanmış, tarihi geçkin güdümlü bilgilerle dolu olduğu anlaşılıyor.

Makaledeki hatalar yalnızca mükerrer İngilizce yazım hatalarıyla değil, çok ciddi bir eksik bilgi birikimi ve konunun gidişatını belirlemek için özellikle seçilmiş eski kaynaklarla dolu. En önemlisi ise, Umer’in insan evrimi konusunda ileri attığı çok büyük ve mesnetsiz önermelerin varlığı ve yazarın bunların günümüze kadar yapılmış çalışmalara dayandırdığını söylemesi. Yazıda görülen en güncel kaynak ise 17 sene öncesine, 2002’ye ait.

Bilim dünyasında, hele ki evrimsel antropoloji alanında 17 sene çok büyük bir tarih aralığı. Bir yıl içinde bazen onlarca yeni fosil buluntusuna ait akademik çalışmalar birbiri ardına yayımlanıyor ve mevcut hipotezlerin niceliği ve niteliği değişebiliyor. Böyle bir ortamda genellemeci ifadeler ortaya koymak ve daha da önemlisi bunları kaynaksız bir şekilde okuyucuya sunmak hem bilimsel etiğe hem de yönteme aykırı.

Umer, insanın günümüzden 4 milyon yıl önce Afrika’da ortaya çıktığı konusunda “evrimciler” arasında bir fikir birliği olduğuyla başlıyor, ardından da insanın ne zaman “insan” olarak ele alınabileceğini irdelemeye çalışıyor ve 1 milyon yıl öncesinde insanlaştığımızı söylüyor. İnsanın genel evrimsel tarihini Afrika’da başlatmak elbette yanlış değil; ancak hem fosil buluntular, hem arkeolojik veriler, hem de moleküler bilgilere bakıldığında 1 milyon yıl öncesi için sadece Afrika kıtasını değil, Avrasya’nın da tamamını ele almamız gerektiğini gösteren bilimsel çalışmaların sayısı son 20 yılda epey artmış durumda. Antropolojik anlamda ise insanı Homo cinsinin başlangıcında, yani günümüzden yaklaşık 2,8 milyon yıl öncesinde “insan” olarak tanımlamaya başlıyoruz. Bu alanda kendi türümüzü, yani Homo sapiens’i tanımlamak için ise anatomik olarak modern insan terimini kullanıyoruz ve kökenini yaklaşık 300 bin yıl öncesine, Afrika kıtasında dayandırıyoruz.

Umer’in diğer bir sorusu ise insanın bu kadar “gelişmek” için neden 12 bin yıl öncesine kadar zaman harcadığı. Soru sormak elbette yanlış değil; ancak evrimsel bir soru sormak için evrimin temel mekanizmaları ve işleyişi üzerine biraz fikir sahibi olmak gerekiyor. Böyle bir soru sormak, evrimin nasıl işlediğini anlamadığınızın en büyük göstergelerinden biri; çünkü evrim herhangi bir doğrultuda ve amaçta gerçekleşmediği için yaklaşık 3 milyon yıllık bir sürecin boşa geçtiğini düşünmek bu dönemde olanları değersizleştiriyor. Günümüzden 12 bin yıl önce, yani tarım ve yerleşik hayatın başat yaşam biçimi olmaya başladığı dönemde, insanın artık “gelişmiş” bir varlık olarak işe yarar hâle geldiğini imâ etmek çok büyük bir hata. Bahsi geçen bu en az 3 milyon yıllık süreçte iki ayak üstünde dik yürümeye uyum sağlama, birbirinden farklı en az 10 taş alet endüstrisi, ateşin kontrollü kullanımı, barınak inşası, avcı-toplayıcı hayat tarzında değişimler, beynin fizyolojik evrimindeki süreçler, bilişsel karmaşıklığın başlaması, sembolik düşünebilme yeteneği ve faaliyetlerinin ortaya çıkışı gibi belki de 3 milyon yılın az bile sayılabileceği yüzlerce değişiklik gerçekleşti.

Bilim insanları evrim hakkında gerçekte ne düşünüyor?

Yazar, birçok bilim insanı, evrimci, arkeolog ve dini yazının insanın daha “düşük” bir canlıdan gelmediğini ve dünyaya tamamen gelişmiş bir varlık hâlinde geldiğini savunduğunu söylüyor. Akıllara da doğal olarak “Kim bunlar?” soruları geliyor, ancak yazıda iddianın kaynağını bulmak çok zor. Daha da ilginci, yazar, insanın yaşayan tüm canlılar arasında en iyi özellikler ve vasıflar ile kutsandığını, zekâsı ve bilgeliği ile diğer tüm türleri kontrol ettiğini ifade ediyor.

Biyolojik sınıflandırma yapan bilim dalı taksonomide, her canlının ait olduğu bir grup vardır. İnsan da diğer canlılar gibi bu sınıflandırma içinde yer alır. Umer, makalesinde insanın ait olduğu taksonomik ailenin hem adını hem tanımını yanlış kullanmakla kalmıyor, bu yanlışlarını düzeltmek için güncel makale kullanmak bir yana, atıfta bulunduğu kitabın yeni baskısı olmasına rağmen2, 1997 yılına ait ilk ve artık geçersiz bazı bilgiler içeren baskısına başvuruyor. Üstüne üstlük argümanlarını bu eski ve yanlış kavramlar üzerine kurmaya çalışıyor.

Özgün makalelere ulaşmak yerine Wikipedia’ya başvuran, biyolojik tür isimlerini yanlış yazan, ithamlarla dolu ifadelerinin hiçbirine atıf göstermeyerek genelleme yapan yazar, yazısının ilerleyen bölümlerinde insanın evrimsel özelliklerin kazanımı ve aktarımına dair dar neden-sonuç ilişkileri üzerine kurduğu argümanlarını da kaynaksız genellemeler ile savunmaya çalışıyor. Neandertaller’in sembolik düşünme becerilerini “kanıt yetersizliği”nden dolayı sorguluyor, insanların ve Neandertaller’in gen alışverişi yapıp yapmadıklarını ise 1998 senesinden bir kitabı kaynak göstererek tartışıyor. Bugün Neandertaller’in sembolik düşünme, yardımlaşma, ölü gömme gibi birçok beceri ve faaliyetlerine dair onlarca kanıt, insanlarla çiftleştiklerine ve gen alışverişi yaptıklarına dair ise yüzlerce genetik çalışma olmasına rağmen yazarın bunların hiçbirine değinmemiş olması kabul edilemez bir hata.

Daha yazısının başlığında Charles Darwin’in iddialarına meydan okuyacağını belirten Umer’in Darwin’le ilgili cümleleri ise sadece son sayfalarda, birkaç sefer yer alıyor. Ara form fosillerinin sayısının çok az olduğunu ve tamamen gelişmiş canlıların, aralarında hiçbir evrimsel geçiş olmadan, tam o şekilde ortaya çıktıklarını, doğal olarak Darwin’in yanıldığını söylüyor. Bu iddiasını 30-40 yıllık, cımbızla çekilmiş alıntılarla haklı çıkarmaya çalışıyor ve canlıların dünyada mükemmel durumda, tam gelişmiş şekilde oluştuklarını savunuyor.

Yine en az yarım asır önce yayımlanmış kaynaklardan kendi fikrine uyarlayabileceği alıntılarla Homo türlerinin, kendinden önceki diğer türlerle hiçbir ortak özellik paylaşmadığını öne sürecek kadar büyük bir sistematik paleontoloji bilgisizliğiyle makalesine devam eden Umer, Harun Yahya’ya yaptığı atıfların ardından insanın 40-50 bin yıl önce ilahî bir güç yardımıyla dünyaya geldiğini ve ondan önceki hiçbir türe insan denemeyeceğini ve atamız sayılamayacağını söylerek yazısını bitiriyor. Kaynakçasına bakıldığında ise, aynı kaynağın her farklı sayfası için bir kaynak yazıyor, hatta aynı kaynağı birkaç farklı şekilde bile yazarak bilimsel kaynak gösterme yöntemlerini de hatalı kullanıyor.

Dikkat edilmesi gereken son bir nokta ise, Dr. Sarah Umer’in ne paleontolojiyle, ne evrimsel antropolojiyle, ne de moleküler biyolojiyle organik bir bağının bulunmaması. Yazar, Lahor Kadın Üniversitesi’nde Tasarım ve Görsel Sanatlar Enstitüsü’nde görevli. Makaledeki akademik mensubiyet kısmında da kendi bölümünün adını bile yanlış yazmış, bunu üniversitesinin internet sitesinde görmek mümkün. Akademik sosyal ağlar olarak bilinen ResearchGate ve Academia profillerine bir göz attığımızdaysa Kültürel Çalışmalar, Sosyal ve Kültürel Antropoloji, Tarih ve Dini Çalışmalar gibi, makaleyle çok da bağlantılı olmayan, ilgi alanlarını görüyoruz. Bir konuda fikir ortaya koymak için elbette o işin uzmanı olmak gerekmiyor; ancak Darwin gibi bir bilim insanının “iddialarına meydan okumayı” düşünüyorsanız, çalışmanızı sağlam tutmak zorundasınız. Kıssadan hisse, bilmiyorsanız öğrenmek zorundasınız.

Peki bunlar neden önemli?

Bilimsel bir makalenin yayımlanması uzun süren, zahmetli bir süreç. Günümüzde kaliteli ve güvenilir bilimsel hakemli dergilerin yanında bir de paraya aç ve bilimsel kaliteden olabildiğince uzak avcı dergilerin faaliyetleri, okuyucuları da birinci elden etkiliyor ve sorumluluk sahibi yazarlar ve okuyucular güvenilir yayıncılara ait dergileri tercih ediyorlar.

Neredeyse iki asırlık Springer3 da bu yayın şirketlerinden bir tanesi. 2015 senesinde Nature Publishing Group ve birkaç diğer şirket ile birleşerek yayıncılık dünyasının dev tekellerinden biri hâline gelen yaklaşık 1,5 milyar Avro’luk yıllık cirosuyla Springer Nature şirketi4-5, Sarah Umer’in makalesinin çıktığı Uluslararası Antropoloji ve Etnoloji Dergisi’nin yayın haklarını da elinde tutuyor. Dergi ise Çin Sosyal Bilimler Akademisi’ne6-7 bağlı Etnoloji ve Antropoloji Enstitüsü’nün8 resmî yayını. Yani oldukça büyük bir uluslararası bağlantılar zincirinden bahsediyoruz.

Yayın tekellerinin bilimsel üretime ket vurması, bilim dünyası tarafından uzun yıllardır tartışılıyor. Hatta bu nedenle bilim insanları tarafından yapılan açık erişim baskısı başarılı biçimde sürüyor ve meyvelerini veriyor. Bu noktada, bilim insanlarının kaygısını anlamak açısından akademik yayıncılık faaliyetlerinden bahsetmek gerek. Süreç, uzun yıllardır piyasacı bir anlayışla, kısır döngü halinde yürütülüyor. Bilim insanları, bilginin üretimi için çoğu zaman kamu fonlarından yararlanıyorlar. Bu üretimin çıktısı olan akademik makaleler, köşe başlarını tutan yayın tekellerinin dergilerine yollanıyor. Gönderilen makaleler, çoğunluğu gönüllü editörler tarafından, yine gönüllü bilim insanlarına değerlendirilmek üzere gönderiliyor. Basıma kabul edilen makalelerin tüm hakları dergiye geçiyor ve basım masrafları da çoğu zaman yazarlardan, dolayısıyla kamu fonlarından karşılanıyor. Yayınlanan makaleye ulaşmak isteyen okuyucular yine para ödemek zorunda. Doğal olarak dergiler hem yazarlardan, hem de okuyuculardan kazandıkları parayla birçok başka sektörden daha fazla kâr marjına ulaşıyor. Yani, bilimi vergileriyle fonlayan halk, üretimi yapan, makaleleri değerlendiren, hatta bazen yayına hazırlamak üzere dizgiyi yapan bilim insanları, bu kolektif üretime ulaşmak için tekrar tekrar ödeme yapmak zorunda. Bilimsel çalışmalara ulaşmak isteyen vatandaşlar bunlara kesinlikle ulaşamazken popüler bilim dergileri ise yine yüksek fiyatlarla yayımlanıyor.

Bilim insanlarının, bu kısır döngüye direnmesi sonucu büyük akademik şirketler açık erişimli dergiler kurmak zorunda kaldılar. Ancak, burada da başka bir tuzak bulunuyor. Eğer makalenizin herkes tarafından ücretsiz bir biçimde okunmasını istiyorsanız, bu durumda doğrudan makaleyi hazırlayanlar olarak maliyeti karşılamak, yani yine kamu kaynaklarını kullanarak fahiş ücretler ödemek zorundasınız. Aslında bu da “dostlar alışverişte görsün” misali yapılan bir kandırmacadan ibaret.

Akademik yayıncılar, bu faaliyetlerini meşrulaştırmak amacıyla, “iyi ve kontrollü bilim üretimi” argümanını öne sürüyorlar. Yani, hakemli yayıncılık süreci olmazsa yanlış bilginin yayılacağı ve kontrolün sağlanamayacağı yalanıyla korkutuyorlar. Ancak üstünü örtmeye çalıştıkları şey zaten neredeyse tüm yayın sürecinin bilim insanlarının gönüllü katkılarıyla yürüyor oluşu. Mevcut sistem, yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi en vahim akademik skandalları bile engellemiyor. Örneğin Chicago Üniversitesi’nden emekli evrimsel biyolog Jerry Coyne, bahsi geçen yayını görmesinin ardından yayıncı Springer’e yazdığı ve yayının editöryal ve akademik hatalarla dolu olmasının nasıl kabul edildiğinden bahsettiği e-postasına çok da ilgili olmayan ve özünde yazarı sorumlu tutan bir yanıt aldığını söylüyor9.

Dahası, birçok akademik dergi “iyi bilim”den daha çok “popüler olması ve atıf alması beklenen” makaleleri kabul ediyor. Böylece yayıncılar bu popüler dergiler sayesinde kazançlarına kazanç katıyor.

Neresinden bakarsanız bakın, bilimsel etiğin her bir noktasına aykırı bu yayıncılık faaliyetleri hem kamunun hem de bilimsel üreticilerin mücadelesiyle son bulacaktır. Daha şimdiden Almanya, İsveç ve Fransa’daki birçok üniversite ve kurum10-11-12 Elsevier ve bahsi geçen Springer Nature gibi yayın tekellerine abonelikleri durdurma kararı almış bulunuyor. Özellikle Türkiye gibi, bilim dünyasında çok geride kalan ülkelerde, ekonomik açıdan sürdürülemez bu sisteme bir karşı duruş elzem görünüyor.


Kaynaklar:

1.                  Umer, S. (2018). A brief history of human evolution: challenging Darwin’s claim, International Journal of Anthropology and Ethnology 2, 6. DOI: 10.1186/s41257-018-0014-2

2.                  Price, T. D. ve Feinman, G. M. (2012). Images of the Past, 7th Edition, New York: McGraw-Hill. ISBN: 978-0-07-803497-8.

3.                  Springer’in 175. yaş günü: http://www.knowledgespeak.com/newsArchieveviewdtl.asp?pickUpBatch=3187

4.                Springer Nature birleşme haberi 1: https://www.springer.com/gp/about-springer/media/press-releases/corporate/springer-nature-created-following-merger-completion/256626

5.                Springer Nature birleşme haberi 2:  https://www.timeshighereducation.com/news/nature-publisher-to-merge-with-springer/2017985.article

6.                 Chinese Academy of Social Sciences - CASS: http://casseng.cssn.cn/

7.                 CASS hakkında bilgiler: http://www.gov.cn/english/2005-12/02/content_116009.htm

8.                 Etnoloji ve Antropoloji Enstitüsü hakkında bilgiler: http://iea.cass.cn/listshow-BA0100.htm

9.                 Jerry Coyne’nin kişisel blogunda yazdığı metin: https://whyevolutionistrue.wordpress.com/2018/12/19/springer-writes-back-defending-its-publication-of-a-creationist-paper/

10.             Max Planck Enstitüsü’nün aboneliğini bitirmesi: https://www.mpdl.mpg.de/en/505

11.             İsveç’in Elsevier aboneliğinin iptali: https://www.the-scientist.com/the-nutshell/sweden-cancels-agreement-with-elsevier-over-open-access-64405

12.             Fransa’nın Springer Nature aboneliğinin iptali: https://www.the-scientist.com/daily-news/french-universities-cancel-subscriptions-to-springer-journals-29882

Yazarın profilleri:

https://www.researchgate.net/profile/Sarah_Umer/info

https://lcwu.academia.edu/SUmer

Görsel 1: Flickr/Brent Danley, CC BY-NC-SA

Görsel 2: Dave Einsel Getty Images