Einstein’dan Hawking’e Burjuva Aydınlanmacılığı

Mehmet Ali Olpak
Dr., Türk Hava Kurumu Üniversitesi. Makine Mühendisliği Bölümü,
Özet
Yirminci yüzyılın en popüler bilim insanları arasında olan Albert Einstein ve Stephen Hawking, kendilerinden sonra yetişen kuşaklar açısından pek çok konuda örnek teşkil eden iki figür olmuştur. Bu çalışmada, Einstein ve Hawking gibi figürlerin aydınlanma mirası ve ilerleme düşüncesi ile ilişkisi ve işçi sınıfı iktidarı hedefine sahip bir öznenin ideolojik çerçevesinde hangi konumda bulundukları / bulunmaları gerektiği tartışılmaktadır. Bu tartışmanın “aydınlanma” ve “ilerleme” kavramlarının tarihsel arkaplanı ve güncel içerikleri bağlamında yürütülmesi gerektiği ve sözünü ettiğimiz figürlerin bahse konu siyasal hedef bağlamında kapsanabilir oldukları iddia edilmektedir.
Anahtar kelimeler: Burjuva aydınlanmacılığı, ilerleme, aydınlanma

Aydınlanma, bilim insanlarının önemli bir kısmı için halen değerini koruyan, savunulması gereken bir değeri ifade eden bir kavramdır. Kavramın içeriği tarihsel, (güncel) toplumsal ve ideolojik boyutlara sahiptir. Bu boyutlara dair çeşitli değerlendirmeler, bilim insanları arasında aydınlanma kavramını içeren fakat birbiriyle uyuşmayan çok çeşitli görüşlerin ortaya çıkmasına vesile olur. O kadar ki, bir noktada, bir ideolojik konum olarak “aydınlanmacılığın” reddine varılabilmektedir. 20. yüzyıl fizikçileri arasında bu görüş çeşitliliğinin neredeyse birebir izdüşümü görülmekle birlikte, fizik literatüründe izine nadiren rastlanmaktadır. Bu durumu bilimin kurumsallaşma tarzı ve düzeyinin 20. yüzyılda aldığı biçimle (yani bilim kurumlarının organizasyonu, fonlar, yayın süreçleri vs.) kısmen açıklamak mümkün olsa da, bilim insanlarının güncel siyasal meselelerdeki tutumlarından bağımsız bir değerlendirme yapmak hatalı olur. Bilim insanlarının güncel konulardaki yaklaşımı, ekseriyetle, çeşitli toplumsal ve siyasal sorunların çözümüne ilişkin akıl yürütmeler, çözüm önerileri gibi yapıcı unsurlar içermekle birlikte bu sorunların temelindeki sistemik arızaları “ilerledikçe çözülecek daha zor problemlere” indirgemek şeklindedir. Bu bağlamda, aydınlanma mirasını ve ilerleme fikrini, bu türden sorunların çözülmesi yeteneği ile sınırlı görme eğilimi hâkimdir. Ancak, sistemik sorunların niteliksel anlamda temel farklılığı, verili düzen koşulları içerisinde çözülebilir olmamalarıdır; zira bu tür sorunların kaynağı sistemin gerektiği gibi işlememesi değil, kendisinden beklenen şekilde işliyor olmasıdır! Fakat yine de, toplumsal ölçekte tecrübe edilen çeşitli sorunlara duyarlı olmak, bir çözüm arayışına girmek, bunları aydınlanma ve ilerleme fikirleriyle ilişkilendirmek gibi tutumlar, siyasal ve ideolojik bağlamda el uzatılmayı hak etmektedir. Bu noktada, 20. yüzyıl fiziğini “başlatan” figür olarak Albert Einstein ve kimilerine göre “2. Einstein” olan Stephen Hawking’i anarak, “burjuva aydınlanmacılığının zirvesi”ni tarif etmek ve nasıl aşılabileceğine dair bir tartışma başlatmak anlamlı olacaktır.

Bilindiği üzere, 18. yüzyılda tanımlanan ve gelişen “aydınlanma” düşüncesi, burjuvazinin o dönemdeki ihtiyaçları doğrultusunda içerik kazanmış bir ideoloji ve güncel siyaset yaklaşımıydı. (Ağaoğulları, 2015, s. 517-518) Yükselen sınıf olan burjuvazi, kendi çıkarları ile toplumun çıkarlarını düşünsel planda örtüştürme ihtiyacını fark etmese bile hissediyor ve bunu yapmanın yolu olarak toplumun tamamının “eski rejim”i sorgulayabilir hale gelmesini ve onu yıkma iradesine ortak olmasını tasavvur ediyordu. Bu yaklaşımın insanlığa bıraktığı miras, her alanda bilginin (ve dolayısıyla bilimin) topluma yayılması düşüncesi, insan aklına duyulan güvenin siyasal bir nitelik kazanması ve “ilerleme” düşüncesidir. (Ağaoğulları, 2015, s. 520-522)  İnsan aklı geliştikçe insanların bireysel ve toplumsal durumlarının iyileşmesi, eşitsizliklerin azalması, toplumun bir bütün olarak “ilerlemesi” beklenmiştir; bu da tedrici, yani evrimsel bir gelişim süreciyle mümkün olacaktır. (Ağaoğulları, 2015, s. 533)

Ancak burjuvazi, 19. yüzyılın ortalarından itibaren bu mirasa kesin olarak sırt çevirmiştir. (Şen, 2016, s. 52) Bu noktadan itibaren aydınlanma mirasına sahip çıkabilecek olan tek sınıf, bu mirasa yaşamsal bir gereksinim duyan işçi sınıfıdır; zira işçi sınıfı, kendi iktidarına ulaşmak için de, bu iktidarın kendi toplumsal kurgusunu ve kendi insanını yaratabilmesi için de aydınlanma mirasına sahip çıkmak ve onu yeniden biçimlendirmek zorundadır. Elbette bu tespit, işçi sınıfının kitleler halinde okullara, açık derslere koşması, dinle bütün bağlarını koparması ve benzeri beklentileri ifade etmemektedir. Kendisi ideolojik bir konumu ve siyasal bir hedefi tarif eden aydınlanma düşüncesinin, ancak işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda kurgulanan bir siyaset ve ideoloji tarafından yaşatılabileceği anlamına gelmektedir. Tarihe baktığımızda da Marksizmin bu mirası devraldığı, ilerleme düşüncesine tarihsel bir içerik kattığı, aklın ve bilginin 18. yüzyıldaki gayrı maddi içeriklerinden kurtulup tarihsel ve iktisadi bir arkaplanda tanımlı hale geldiği görülmektedir. (Şen, 2016, s. 53-55)

Aydınlanma kavramına dair tartışmalar genellikle bu tarihsel izlek üzerinden sürdürülse de, bu metnin amacı farklıdır. Burjuvazi dünyanın tamamına yakınında halen iktidarda olduğu halde, bu iktidarın yönettiği bilim kurumlarından aydınlanma mirasına sahip çıkan bilim insanları yetiştirmeye devam etmektedir. Bu insanların bir kısmı artık iktidarın işçi sınıfına geçmesi gerektiğini savunduklarından, aydınlanma anlayışları da bu perspektif bağlamında değerlendirilir. Peki, böyle bir iktidar değişikliği hedefine sahip olmadığı halde, halen “aydınlanmacı” veya “ilerici” olarak tanımlanmayı hak eden bilim insanlarının konumu nasıl tarif edilmelidir? İşte, bu metnin amacı, bu soruya bir yanıt üretmeye çalışmaktır.

Yeniden tanımlanan “aydınlanma” ve “ilerleme”

Yukarıda çok kısa ve genel bir özeti verilen tarihsel izleğin tartışmamız açısından kırılma noktası, “burjuvazinin aydınlanma mirasına sırt çevirmesi” tespitidir. 18. yüzyıl aydınlanmacılarının amacı, entelektüel bir uğraş olarak bilgiyi kaydetmek ve insanlara bu bağlamda sunmak değil, tek tek bireylerin ve toplumların “akıl” ve “bilgi” ile ilişkisini değiştirmekti. “Kendi aklıyla hareket etme yeteneği”, (Ağaoğulları, 2015, s. 519) bireylerin içinde bulundukları toplumsal, iktisadi durumları anlamasını ve buna siyasal yanıtlar üretme kabiliyeti geliştirmesini ifade ediyordu. Elbette burjuvazinin beklentisi, bu siyasal yanıtların kendi hedefleri doğrultusunda verilmesi idi. Ancak sınıflar arasındaki çelişkiler kaçınılmaz olarak büyüdü ve işçi sınıfının farklı siyasal hedeflere sahip olma, dolayısıyla burjuvazinin iktidarını tehdit etme olasılığı ortaya çıktı. (Marx ve Engels, 2016, s. 14-20) Bu dönüşümlerin itici gücü, 18. yüzyıl aydınlanmacılarının düşündüğü gibi insan aklının gelişmesi değil (Ağaoğulları, 2015), hâkim üretim tarzının değişmesi idi. (Marx ve Engels, 2016, s. 9) Bu sürecin başka bir sonucu, burjuvazinin bir “sınıf aklı” geliştirmesi, yani gündelik ve tarihsel anlamda çıkarlarını tarif edebilmesi, bu doğrultuda siyasal tepkiler geliştirebilmesi ve bunu tek tek burjuvalar olarak değil, karmaşık bir toplumsal organizasyon ile, yer yer kendi içinde çelişkiler yaşayarak başarabilmesi oldu. Burada kendini gösteren olgu, hâkim üretim tarzındaki değişikliğin, “akıl” ve “bilgi” ile kurulan ilişkide de bir değişikliği getirmiş olmasıdır. Çıkarılan sonuç ise, işçi sınıfının da bir sınıf aklı geliştirmesinin mümkün olduğu ve aydınlanma mirasının artık kaçınılmaz olarak buna da hizmet edeceğidir. Feodal egemenlerin iktidarını sorgulama yeteneği kazanan kitlelerin, burjuvazinin iktidarını sorgulamaması için bir neden yoktur. Bu sınıf aklı da kendi iktidarını arayabilir ve aydınlanma mirasını bu bağlamda siyaseten yeniden konumlandırabilir, aydınlanma ve ilerleme kavramlarını kendi perspektifinden tanımlama ehliyetine sahip olabilir. Başlangıçta potansiyel bir tehlike olan bu durum, 19. yüzyıl ortalarında burjuvazi için gerçek bir tehdide dönüşmüştür. (Gelenek, 1996) İşte bu dönemeç, burjuvazinin aydınlanma mirasına ve kendi yarattığı ilerleme düşüncesine sırt çevirdiği, yani gericileşmesinin kesinleştiği noktadır.

Ancak sözünü ettiğimiz gericileşme, burjuvazinin kendi yarattığı ve tarihin bir döneminde taşıdığı değerleri bir çırpıda reddetmesi biçimini alamaz. Elbette zaman zaman buna yakınsandığı doğrudur; ancak bu cüretin gösterildiği örneklere işçi sınıfının zaman zaman sert yanıtlar verdiği de vakidir.[1] Dolayısıyla burjuvazi açısından ilerleme düşüncesinin ve bununla bağlantılı olarak aydınlanma düşüncesinin yeniden tanımlanması gerekir. İlerleme basitçe yaşam araçlarının teknik gelişimine, yani teknolojiye indirgenir; aydınlanma ise bilimsel faaliyete ve eğitime indirgenir. Öyle ki, örneğin eğitim olanaklarından toplumun önemli bir kesimi yararlanabilir, sağlık hizmetleri ucuzlayabilir ve kalitesi artabilir, teknoloji geliştirilerek farklı işkolları arasındaki biçimsel farklılıklar azaltılabilir. Elbette burjuvazi, mecbur kalmadığı hiçbir örnekte bu tür iyileştirmelere para harcamayı tercih etmeyecektir; ancak 20. yüzyılın gelişmiş ülkeleri, SSCB’nin varlığında kendi işçi sınıflarına bu türlü “tavizler” vermek durumunda kalmışlardır. Sosyalizmin 20. Yüzyıl sonlarında emekçi sınıflar için kısa vadede bir alternatif olmaktan çıkması, bu “tavizlerin” hızla geri alındığı bir süreci tetiklemiştir.

İlerleme ve aydınlanmanın sözü geçen yeni tanımlarının, yukarıda bahsettiğimiz tarihsel izleği ve daha fazlasını öğrenme ve anlama olanağına sahip bilim insanları için yeterli olmayacağı açıktır. Bu durum, bilim insanlarının burjuva düzeni tarafından ideolojik olarak kapsanamaması olasılığını doğurur. Ne var ki, bilim insanlarının toplumsal sınıflardan bağımsız, kendilerine ait bir kolektif siyasal akılları yoktur; sonuçta hepsi, kendi sınıfsal kökenlerinden bağımsız olarak, toplumsal işlevleri itibarıyla “burjuvazinin ücretli işçileridir”. (Marx ve Engels, 2016, s. 11) Dolayısıyla, bu kapsanamama olasılığının kendiliğinden yeni bir siyasal hedefe tahvil edilmesi söz konusu olmaz; bilim insanları da, toplumun mevcut ideolojik yelpazesine dağılırlar. Dolayısıyla, ilerleme ve aydınlanmanın yukarıda bahsedilen şekilde yeniden tanımlanmasını bir sorun olarak görmeyip, çeşitli siyasi öznelerin bu yeni içeriğe uygun siyaset yapıp yapmadığına bakarak konum almaya çalışırlar. Bu çaba, burjuva düzeninin kendisini sorgulamaya evrilmediği sürece, alınabilecek konum mutlaka burjuva düzeni içinde iyileştirme arayışından ibaret kalacaktır; dolayısıyla alınabilecek konum her durumda bir tür “burjuva aydınlanmacılığı” olacaktır. Burjuvazi sahip çıktığı için değil; aydınlanma ve ilerleme burjuvazinin tanımladığı haliyle kavrandığı için…

Figürler ve dönemler  

Peki, bilim camiasının o ünlü figürleri nerede duruyor? Bu soruya bir yanıt bulabilmek için, figürlerin hangi dönemin insanları olduğunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Einstein’ın zamanı, bir dönemin zirvesi ve kapanışı olarak nitelenebilir. Bir yanda insanlığın geleceğine dair fütüristtik bir umudun kendini gösterdiği, diğer yandan emekçi yığınların büyük sanayi kentlerinde “ölümüne” çalışarak yaşamını sürdürdüğü bir dönem; insanlığın o zamana kadar gördüğü en büyük yıkım ve en görkemli dirilişle kapanan dönem… Ekim Devrimi, 19. yüzyılı ve bir “devrimci dönemi” kapatan olay olarak değerlendirilirse, (Okuyan, 2007) aynı dönemin bilim tarihi açısından “Mucize Yıl”[2] 1905 ile 1945 arasında kapandığı söylenebilir. Görelilik Kuramı ve Kuantum Kuramı bu yıllarda doğmuş ve ilk adımlarını atmıştır. Bu yıllarda ortaya çıkan yeni fizik, bugün dahi anlamakta zorlandığımız bir gerçeklik tasvirine yol açmıştır. Ancak esas önemli husus şudur ki, bilimin içeriği, bilim insanlarının “öncü düşünürler” olarak üstleneceği rol ile değil, “bilimin işçileri” olarak çok daha yoğun bir kolektif emek ortaya koymalarıyla ilerletilebilir ve kavranabilir bir hal almıştır. Bu durum, 1905’ten 1945’e giderek belirginleşmiş ve 2. Dünya Savaşı sonrasının “büyük projeleri”nde bilimsel organizasyonların ölçeğinin büyümesiyle sonuçlanmıştır.

Bu dönemin tartışmamız açısından dikkate değer özelliği, insanlığın aynı anda büyük çöküşleri ve devrimci sarsıntıları yaşadığı bir dönem olmasıdır. Buna paralel olarak, gerçeklik algımız ve kendi aklımıza güvenimiz bazen çökmüş, bazen yeni arayışları yönlendirmiştir. Bilimin üzerine kurulduğu en temel varsayım, doğanın kavranabilir ve dönüştürülebilir olması fikri, 18 ve 19. yüzyıllarda olmadığı kadar sorgulanır olmuştur. Buna karşın, toplumun kavranabilir ve dönüştürülebilir olması fikri, devrimci ideolojilerin en temel hareket noktası, kendini ispat edeceği pek çok fırsat bulmuştur. Bu durumun Einstein gibi ilerici bilim insanları açısından önemi, bir sosyalist iktidar programı doğrultusunda siyaset yapıyor olmasalar da sosyalizme sempati duyacak cesareti bulmalarına yardım etmesidir. Einstein, “Neden Sosyalizm” başlıklı bir deneme bile yazmıştır! (Einstein, 2014, s. 123-130) Yine bu dönemin Frederic Joliot-Curie gibi yurtsever bilim insanlarını komünist siyaset ile buluşturması şaşırtıcı olmasa gerek. (Nobelprize, 2018)

Hawking’in dönemi ise, başka özellikler taşır. Hawking ve dönemdaşlarının yetişmeye başladığı yıllar soğuk savaş yıllarıdır; ideolojik mücadele soyut ve somut anlamda şiddetli olsa da, aydınlanma mirası ve ilerleme düşüncesini düşünsel planda sorgulanmak kolay değildir. Sovyet sosyalizmi bir “işçi sınıfı aydınlanmasının” olanaklılığını çoktan ispatlamıştır. Ne var ki, Sovyet sosyalizmi bir noktada tarih sahnesinden çekilmiş ve gel-gitlerle dolu 20. yüzyıl sona ermiştir. Bu, burjuva aydınlanmacılığının sınırlarında kalanlar için de bir yenilgidir; zira o sınırların kaçınılmaz olarak daralmasını önlemelerini sağlayacak bir siyasi güç yoktur ortada. Yine de, Hawking gibi “robotlardan ziyade kapitalizmin kendisini risk olarak görmeliyiz” (Huffingtonpost, 2018) diyebilen bilim insanlarının varlığı önemlidir; zira Marksizmi ve onun aydınlanma anlayışını peşinen reddederek, bilim ile toplum arasındaki ilişkiyi cehalet ve din eleştirisi üzerinden kurmak gibi bir kaçış yolu açılmıştır ve yolcusu çoktur. En tanınan örneği, meşhur Richard Dawkins olsa gerek. Yaklaşımını özetlemek için bir tvit yeterli: “Milliyetçilik, Marksizm, ideolojiler şiddeti “meşrulaştırabilir”. Daha az ideolojiye, daha az dine, daha fazla eleştirel muhakemeye ihtiyacımız var.” (Dawkins, 2018) Siyasetin gerçekliği, gelecek tahayyülleri, hepsi aynı sepeti ifade eden “din, milliyetçilik, Marksizm” suçlarına maruz kalıyor. Ellerimizle yüzümüzü kapatıyoruz ve çevremizi saran gerçekliğin bizi görmediğini iddia ediyoruz. Adına da “eleştirel muhakeme” deniyor.

Dawkins ve benzerleri üzerinde fazlaca durmayacağız. Sadece şunu belirtmek gerekir: her türden dinsel ve milliyetçi gericiliği finanse eden burjuvazi de, Dawkins gibi “Marksizm olmaz”cı ateistler de sonuçta mevcut düzenin sürmesini amaç edinmişlerdir. Bu, siyasi bir hedef, ideolojik bir konumlanıştır; burjuva aydınlanmacılığının da dışına düşmektedir. Eğer Dawkins’in akli melekelerinden şüphe etmiyorsak, ahlaki melekelerinden şüphe edip, kendimizi daha fazla zora sokmadan devam edebiliriz.

Burjuva aydınlanmacılığının sınırları içinde kalan pek çok değerli bilim insanı, benzer yanılgılara düşmüş olsalar da, belirli başlıklarda veya momentlerde en azından toplumsal eşitsizliklerden yakınabilmekte, Dünya üzerindeki büyük ölçekli siyasal, iktisadi, toplumsal sorunların çözümünü bir “ilerleme” düşüncesi çerçevesinde ele alabilmektedir. Bu asgari tutumu “yeni” bir aydınlanmacılığa, bir işçi sınıfı aydınlanması fikrine davet edebilecek yeni bir odağın ortaya çıkması, yakın gelecekte bilim camiasındaki bu bölmenin yeniden “eleştirel muhakeme” cesareti kazanmasını ve burjuva düzeninin kendisini daha yüksek sesle sorgulamasını sağlayacaktır. Bahsettiğimiz “belirli başlıklar veya momentlerde” gösterilen tutum, bunun belirtecidir. Dolayısıyla, Einstein ve Hawking gibi figürler işçi sınıfının birikiminde kapsanabilir, kapsanmalıdır. Böylesi figürlerin izinden gitmeye uğraşan, onların toplum algısını örnek alarak kendi görüşlerini oluşturmaya çalışan bilim insanlarına da bu gözle bakılmalı, bugünün çelişkilerinin yarın “bir gelişim sürecinin sorularından” ibaret kalabileceği hatırlanmalıdır. O “yarın”ı kaçınılmaz olarak birlikte kuracağımız için…

Kaynaklar

Ağaoğulları, M. A. (2015). Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları, 6. Baskı.

Dawkins, R. (2018). https://twitter.com/richarddawkins/status/276600986917801984 (Son erişim: 09.07.2018).

Einstein, A., (2014). Neden Sosyalizm?, “Son Yıllarım” içinde (Çev. Ferhat İyidoğan), İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınları.

Gelenek, Marksist Klasiklere Bugünden Bakarken Fransa’da Sınıf Savaşımları ve 18 Brumaire, Gelenek 51, İstanbul, 1996. https://www.gelenek.org/marksist-klasiklere-bugunden-bakarken-fransada-sinif-savasimlari-ve-18-brumaire (Son erişim: 08.07.2018).

Huffingtonpost, (2018). https://www.huffingtonpost.com/entry/stephen-hawking-capitalism-robots_us_5616c20ce4b0dbb8000d9f15 (Son erişim: 09.07.2018).

Marx, K. ve Engels, F. (2016). Komünist Manifesto, Çev: G. Doğan Görsev, İstanbul:Yazılama Yayınları, 3. Baskı.

Nobelprize, (2018). https://www.nobelprize.org/nobel_prizes/chemistry/laureates/1935/joliot-fred-bio.html (Son erişim: 09.07.2018).  

Okuyan, K. (2007). Bir Meşruiyet Kavgası, Gelenek, 97, 5-26.

Şen, Ö. (2016). Türkiye’de Laiklik ve Sol, İstanbul:Yazılama Yayınları, 3. Baskı.


Dipnotlar:

[1] Pek çok örnek sayılabilir; ancak en görkemlisi, kuşkusuz Ekim Devrimi’dir.

[2] 1905 yılı, Einstein’ın Elektromanyetik Kuram’da görelilik (Özel Görelilik Kuramı’nın ortaya çıkışı), fotoelektrik etki (kuantum hipotezi ile ilgili) ve Brown hareketi üzerine ünlü makalelerini yayınladığı yıldır. Kuramsal fizikte devrim niteliğinde fikirler ortaya çıktığı için sonradan “Mucize Yıl” (Annus Mirabilis) olarak anılır oldu.