Bir Aydın Olarak Albert Einstein’ın Sosyalizm ve SSCB ile İlişkileri

Albert Einstein’s Relation to Socialism and the USSR as an Intellectual


Kıvanç İbrahim Ünlütürk
Doktora Öğrencisi, Koç Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü, İstanbul
Özet
Bu makale, Albert Einstein’ın bir aydın olarak portresini çizmeyi ve bunu yaparken özellikle sosyalizm ve SSCB ile ilişkisini özetlemeye çalışmaktadır. Einstein’ın sürekli olarak bir aydın sorumluluğuyla hareket ettiği ve toplumsal sorunlara müdahale etmek için uğraştığı ortaya konmaktadır. Savaş karşıtlığı, faşizm, sivil haklar hareketi vb. konulardaki görüşleri ve eylemleri hatırlatılmaktadır. Bu başlıklardaki mücadelelerde cesur bir biçimde ve ön planda konum aldığı gösterilmektedir. Einstein’ın siyasi duruşunun genel bir tablosu çizildikten sonra özel olarak sosyalist örgütlerde ve komünistlerin kurduğu dayanışma örgütlerinde yer alışı incelenmektedir. SSCB’yi şaşırtıcı derecede sahiplendiği birtakım örnekler üzerinden, Einstein’ın antikomünist propaganda karşısında SSCB’ye dair objektif bakışını koruyabildiği gösterilmektedir. Sovyet bilim insanları ile bir polemiği üzerinden, Einstein’ın “dünya hükümeti” fikrinin siyasi sonuçları emperyalizm bağlamında tartışılmaktadır. Emperyalizm fikrinden yoksun bir savaş karşıtlığının ortaya çıkardığı sorunlar gösterilmektedir. Einstein’ın ünlü Neden Sosyalizm? başlıklı yazısı eleştirel bir şekilde incelenmekte ve ütopik sosyalist düşünceleri ortaya konmaktadır.

Anahtar kelimeler: aydın, Albert Einstein, sosyalizm, SSCB
Abstract
The purpose of this article is in particular to summarize Einstein’s relation to socialism and the USSR, while painting a portrait of his as an intellectual. It is put forward that Einstein had constantly acted upon the responsibility of an intellectual and strived to intervene in social problems. His views and actions on the topics of pacifism, fascism, civil rights movement etc. are recalled. It is shown that he resolutely took part in the foreground of the struggles on these topics. After an overall picture of Einstein’s political stance is given, his membership in socialist organizations and solidarity organizations founded by the communists is examined in particular. Based on certain examples where he is surprisingly protective of the USSR, it is shown that Einstein was able to preserve his objective view of the USSR despite the anticommunist propaganda. The political implications of his “world government” idea are discussed within the context of imperialism, based on a polemic of his with Soviet scientists. The troubles of an antiwar stance devoid of the idea of imperialism are demonstrated. Einstein’s celebrated article titled Why Socialism? is critically examined and his utopian socialist ideas are exposed.

Key words: intellectual, Albert Einstein, socialism, USSR

1. AYDIN OLARAK ALBERT EINSTEIN

Adı “dahi” ile eş anlamlı hale gelmiş Albert Einstein şüphesiz ki insanlık tarihinin en önemli birkaç bilim insanından birisi. 1879 yılında Almanya’da dünyaya gelen Einstein, 1905 yılında İsviçre’de bir patent ofisinde çalıştığı sırada insanlığın evreni anlayış biçimini geri dönüşü olmayacak bir şekilde değiştirdi. Özel ve genel görelilik kuramlarının dışında, 20. Yüzyıl’ın diğer dev buluşu kuantum mekaniğine yaptığı katkılar da temel önemdeydi.

Bütün bunlar, insanlık var olduğu sürece Einstein’ın bir deha olarak anılması için yeterli sebepler. Fakat Einstein denince akla sadece bir dehanın gelmesi Einstein’a yapılacak büyük bir haksızlık olacaktır. Bütün hayatı boyunca toplumda gördüğü sorunların çözümü için uğraşan bu büyük fizikçi, kuru bir dehadan çok daha fazlası, bir aydındı.

Burjuva kültürünün canavarlaştıramadığı büyük devrimcilerin siyasi yönünü sürekli olarak törpüleyip zararsız figürler haline getirmeye çalıştığı iyi bilinen bir gerçektir. Bilinçli bir şekilde Nazım Hikmet’in bir aşk şairine, Pablo Picasso’nun bir dahi ressama, Che’nin içi boş bir “isyan ikonu”na indirgenmeye çalışılması akla ilk gelen örnekler olarak sayılabilir. Einstein her ne kadar bir devrimci olmasa da, düzenin zararsız görebileceği bir bilim insanı da değildir. “Siyasetle ilgilenen bilim insanı”nın bile egemenler için yeterince tehlikeli bir imaj olduğu açıktır. Bilim insanı siyasetten uzak durmalı, “ideolojilerden bağımsız” olmalı, bilimiyle uğraşmalıdır. Neticede bilimin ilerlemesi sorunları çözecektir ve siyaset aptallara ve sahtekârlara bırakılması gereken sıkıcı bir uğraştır.

Einstein ise gençlik yıllarından başlayarak hayata gözlerini yumduğu ana dek insanlığın sorunlarını ve acılarını kendi sorunları ve acıları olarak görmüştü. Bir bilim insanı olarak kendi toplumsal varlığının bilincinde olan Einstein, bu toplumsal varlıkla birlikte gelen tarihsel sorumluluğun da farkındaydı: Einstein, yaşadığı her saniye üzerinde bir aydın sorumluluğu hissetmiştir ve aydın kimliğini insanlığın ilerici mücadelesi yararına kullanmaya çalışmıştır.

Bir aydın olarak Einstein’ın eleştirilmesi gereken birçok eksiği ve yanlışı elbette vardır ve bu yazının amaçlarından biri de bunları eleştirmektir. Fakat Einstein’ın bu toplumsal ve siyasal yönü sahip çıkılması, yalnız bırakılmaması gereken bir şeydir ve “çılgın deha” anlatılarının karşısında “aydın Einstein” ağırlığı yaratılmasında büyük fayda var. Dolayısıyla bu yazının bir diğer amacı da Einstein’ın bu yönünü hatırlatmaktır.[1]

Bu makalenin asıl amacı ise Einstein’ın sosyalizm ve SSCB hakkındaki görüşlerinin bir özetini sunmak. Yazar, bir aydının portresi çizilecekse asıl odaklanılması gereken konuların zaten bunlar olduğunu düşünmektedir. Bir 20. Yüzyıl aydınının özelinde, sosyalizm ve kapitalizmin savaşının bu yüzyıla damgasını vurmuş olması bunu zaten bir ölçüde zorunlu kılmakta. Fakat bu düşünce asıl olarak, bugünün aydınının temel ve acil görevinin, işçi sınıfının safında kapitalizme karşı mücadele etmek olduğu fikrinden kaynaklanmaktadır.

İlerleyen bölümlerde daha yakından inceleneceği gibi, Einstein kendini bir sosyalist olarak tanımlıyordu ve SSCB’ye karşı hiç gizlemediği bir sempati besliyordu. Bunlara rağmen, Einstein bir Marksist değildi ve SSCB’yle ilgili düşünceleri de her zaman tutarlı değildi. Yine de Einstein, birçok örnekte Sovyetler Birliği’ne karşı hüsnüzan ile yaklaşmış, Bolşeviklerin –metotlarıyla olmasa da– amaçlarıyla derin bir gönül bağı kurmuştur. Bunların sonucunda ise, bugünden bakıldığında bir entelektüel için oldukça şaşırtıcı gelebilecek konumlanışlara girmiş, Sovyetleri “sahiplenmiştir”. Bunlar düşünüldüğünde, FBI’ın Einstein hakkında 1400 sayfayı geçen bir dosya tutmuş olmasında şaşılacak bir şey olmadığı daha iyi görülecektir.

Bilindiği gibi Einstein çok geniş bir yelpazede toplumsal sorunlara dair söz söylemiş ve eyleme geçmiştir. Dolayısıyla özel olarak sosyalizm ve SSCB’ye odaklanmadan önce Einstein’ın genel olarak siyasi görüşlerini hatırlamak faydalı olacaktır. Savaş, faşizm, sivil haklar gibi başlıklardaki görüşlerini Einstein’ın sosyalistliğinden ve Ekim Devrimi’nin bütün dünyada yarattığı ideolojik dalgadan net bir şekilde ayırmak elbette mümkün değil; bu başlıklara bakarken sık sık sosyalizm ve SSCB konularına değinilecek. Yalnız asıl olarak incelenmek istenen bu iki konuya derinlemesine eğilmeden önce, daha genel ve yüzeyde kalan bir siyasi tablo çizmek yazıyı okur açısından daha bütünlüklü kılacaktır.

2. SAVAŞ KARŞITLIĞI

Einstein ve politika dendiğinde ilk akla gelen elbette Einstein’ın pasifizmidir. En başından itibaren kendini bir savaş karşıtı olarak konumlandıran Einstein, denebilir ki hayatının sonuna dek savaşları insanlığın en büyük problemi olarak görmüştür. Siyasi hayatının başlangıcı da savaş karşıtlığıyla olacaktı.

I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde, aralarında Max Planck ve Wilhelm Röntgen gibi ünlü fizikçilerin de bulunduğu 93 Alman entelektüeli Uygar Dünya’ya başlıklı bir bildiriye imza atmışlardı.[2] Beyaz ırkın üstüne salınan Moğol ve zencilerden bahseden, her satırı şovenizm dolu olan bu utanç verici bildiri Alman militarizminin yanında yer almakta, uygar bir ulus olarak Almanya’nın sonuna dek savaşacağını haykırmaktaydı (Grundmann, 2005, s. 25).

Einstein ise Avrupalılara Manifesto adını taşıyan ve barış çağrısı yapan bir karşı bildirinin dört imzacısından biri oldu. Her ne kadar olumlu karşılayanlar olduysa da, başka kimsenin imzalamaya yanaşmadığı bildiri yayımlanmadı (Grundmann, 2005, s. 29; Jerome, 2002, s. 17). Yine de Einstein’ın ilk siyasi eylemi olarak, savaş karşıtı seslerin tamamen bastırılmaya çalışıldığı bir atmosferde böyle bir bildirinin yayımlanması için mücadele etmesi oldukça önemlidir.

Her ne kadar savaş konusundaki görüşleri birçok açıdan burjuva pasifizmi seviyesinde kalmış olsa da, Nazi barbarlığına karşı insanlığın silaha sarılması gerektiğinin de bilincindedir. Bu anlamda kendisinin derin saygı duyduğu ve fakat Nazilere karşı Yahudilerin “kendilerini kasap bıçağının önüne yatırmaları” ve “uçurumlardan denize atmaları” gibi stratejilere sahip olan Mahatma Gandi gibi alçalmamıştır. Tam tersine, Nazilerin atom bombası üretmeye yakın olabileceklerini düşünen Einstein, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanı Roosevelt’e bir mektup yazarak ABD’nin nükleer silah programı başlatması gerektiğini söylemiştir.

Bu noktada değinilmesi gereken bir konu, Einstein’ın siyasi lügatinde emperyalizm kavramına pek fazla yer olmadığı. Einstein, ABD’nin de Nazilerle aynı sınıfın çıkarlarını savunduğunu, aynı Nazi Almanyası gibi emperyalist bir ülke olduğunu ve sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda benzer derecede alçalabileceğini görememiştir. Bu nedenle ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’de neredeyse tamamı sivil yüz binden fazla insanı katletmesi Einstein için tamamen beklenmedik bir olaydır.

Einstein’ın sınıf mücadelesi ile savaşlar arasındaki ilişkiyi, sınıflar ortadan kalkmadığı sürece savaşların bitemeyeceği gerçeğini göremediği rahatlıkla söylenebilir. Başka bir deyişle, yukarıda kısaca burjuva pasifizmi olarak nitelenen Einstein’ın savaş karşıtlığı, biraz daha açmak gerekirse bir sınıf ve emperyalizm analizi içermeyen, dolayısıyla oldukça soyut bir konumlanıştı. İleride Sovyet bilim insanları ile girdiği bir polemik üzerinden daha detaylı inceleneceği üzere bu eksiklik, II. Savaş sonrası nükleer silahlanma konularında da ABD ve Birleşmiş Milletlere hayırhah bir gözle bakmasına neden olacaktı.

3. FAŞİZMİN YÜKSELİŞİ

Yahudi bir kökenden gelen Einstein, Avrupa’da Yahudi düşmanlığının yükselişine birinci elden tanık olmuştu. Yahudi olmasının üzerine solcu olarak ünü de eklenince Naziler tarafından doğrudan hedef alınması kaçınılmazdı. Einstein yurtdışında iken iktidara gelen faşistler Einstein’ın kitaplarını yakmaya başlamış ve gazetelerinde Einstein’ın başına ödül koymuşlardı. Mart 1933’te Belçika’daki Alman Konsolosluğuna pasaportunu teslim ederek Alman vatandaşlığını resmi olarak terk eden Einstein 1952’ye kadar bir daha Almanya’ya uğramayacaktı.

Bütün bunlar Einstein’ın ne yazık ki milliyetçi refleksler geliştirmesine neden olmuştu. Einstein tereddütsüz bir şekilde Yahudi ve Siyonist kimliklerini üzerinde taşımaktaydı. Bununla beraber ayrı bir Yahudi devleti hayali yoktu; Filistin’de Arap ve Yahudilerin bir arada yaşayacağı iki uluslu bir devleti savunuyordu. Yine de bu İsrail’in kuruluşunu mutlulukla karşılamasına engel olmamıştı.

Elbette faşizmin yükselişine karşı Einstein en baştan itibaren bir aydın olarak mücadele etmiş, elinden geldiğince bu yükselişi engellemeye çalışmıştı. Hatta yukarıda da bahsedildiği gibi, hayatı boyunca silah karşıtlığını başa yazan Einstein faşizmi durdurmak için atom bombası üretilmesini bile önerecekti. Bunun dışında İspanya’da Franco karşıtı güçlere verdiği destek de faşizme karşı mücadelesinde ayrı bir yer tutmakta. İngiltere ve Fransa’nın ABD ile birlikte uyguladığı, İspanyol cumhuriyetçilerine silah ulaşmasını engelleyen ambargosunun kalkmasına yönelik gösteri ve bildirilerin bir parçası da Einstein’dı (Simon, 2005). Bunlar ne yazık ki amacına ulaşmadı ve SSCB dışında cumhuriyetçilere silah ulaştıran bir ülke olmadı. Bir başka örnek olarak Nazilere karşı savaş kapsamında 1942’de SSCB’ye destek için verdiği bir konuşmaya ileride değinilecek.

Şu an ise Einstein’ın Nazilere karşı mücadelesinde üzerinde durulması gereken özel bir nokta var: sosyal demokratlardan beklentisi. Einstein’ın Marksist bir sınıf analizinden yoksun olması faşizme karşı mücadele konusunda da elbette kendini göstermişti. Kendini sosyalist olarak tanımlamasına ve komünistlerle oldukça yakın ilişkiler içinde olmasına rağmen Einstein sosyal demokratlara karşı güven beslemekteydi.

17 Haziran 1932’de sendika lideri Theodor Leipart, Almanya Komünist Partisi (KPD) lideri Ernst Thälmann ve Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) başkanı Otto Wels’e yazılan bir açık mektubun üç imzacısından biri de Einstein’dı. Mektup, yükselişte olan faşist tehdide karşı KPD ve SPD’nin ortak aday listeleri üzerinden bir seçim ittifakı kurması çağrısında bulunuyordu (Grundmann, 2005, s. 261).

Bu noktada; Einstein’ın 1929 yılında bir röportajda sarf ettiği aşağıdaki sözler konuyla yakından ilgilidir (Einstein, 1929, s. 114):

Tarihteki materyal etkilere gereğinden fazla önem vermeye yatkınlığımız var. Ruslar özellikle bu hatayı yapıyor. Entelektüel değerler ve etnik etkiler, gelenek ve duygusal faktörler de aynı derecede önemliler. Eğer böyle olmasaydı, Avrupa bugün milliyetçi bir akıl hastanesi değil federe bir devlet olurdu.

Einstein’ın tarihsel materyalist felsefeyi eleştirdiği bu sözleri, Marksist tarih kuramını anlayışındaki eksiklik kadar, faşizmin yükselişinin altındaki nesnel ekonomik sebepleri açık bir şekilde göremediğini de gösteriyor. Etnik ve duygusal faktörlerin tarihin akışında etkisi olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Fakat bu gerçek kendi başına bir şey ifade etmemektedir; neden şu duygusal faktör değil de bu duygusal faktörün öne çıktığı sorusu bu haliyle cevapsızdır. Tarihsel materyalizm kitlelerin ruh hallerinin (ve sosyal üstyapıya dair diğer benzer etkenlerin) önemsiz olduğunu söylemez, bunların temellerinin de materyal koşullarda aranması gerektiğini söyler. Nazilerin, Alman burjuvazisinin pazar ihtiyacının bir sonucu olduğunu göremeyen ya da bu gerçeği yeterince önemsemeyen Einstein, artık aynı sınıfın bir diğer temsilcisi olan ve komünistlere karşı mücadeleleriyle Hitler’in önünün açılmasında önemli yardımları bulunan sosyal demokratlardan (Arıcan, 2019) faşizme karşı beklenti içerisindeydi.[3]

4. SİVİL HAKLAR HAREKETİ VE MCCARTHY’CİLİK

Daha dolaysız olarak sosyalistliğine ve SSCB ile ilişkilerine yoğunlaşmadan önce son olarak bahsedilmesi gereken –ve bunlardan çok da uzak olmayan– iki konu da Einstein’ın ABD’deki siyahî hakları için verdiği mücadele ve McCarthy’ci antikomünist cadı avı karşısındaki konumlanışı.

Yahudi düşmanlığına maruz kalmış ve bunun sonucu olarak ABD’ye yerleşmiş biri olarak Einstein ABD’de gördüğü siyah düşmanlığı karşısında dehşete düşmüştü. “Amerikanların toplumsal görüşlerinde (…) karanlık bir nokta var. (…). Eşitlik ve insan onurundan anladıkları esasen beyaz tenlilerle sınırlı. (…). Kendimi ne kadar bir Amerikan gibi hissedersem bu durumdan o kadar acı duyuyorum.”[4] (Jerome, 2002, s. 71). Dolayısıyla ABD’deki hayatının başından itibaren ırkçılığa karşı mücadele etmesi kaçınılmazdı.

Einstein’ın siyahi hakları için mücadelesinin en önemli örneği olarak, komünist sanatçı Paul Robeson’ın önderlik ettiği Linçe Son Vermek İçin Amerikan Seferi (American Crusade to End Lynching, ACEL) oluşumuna dâhil oluşu örnek verilebilir. FBI’ın tuttuğu Einstein dosyasının on iki sayfası ACEL üzerineydi. Bu ise Einstein’ın dâhil olduğu oluşumların çoğundan epeyce daha fazla yer tuttuğu anlamına geliyordu (Jerome, 2002, s. 79). ACEL ayrıca Einstein ve Robeson arasında gelişecek uzun süreli bir dostluğun da başlangıcıydı. Robeson’ın komünist olması gerekçesiyle McCarthy döneminin ağır baskılarıyla karşılaştığı, arkadaşı olmanın bile “tehlikeli” olduğu dönemde Einstein Robeson’a sahip çıkacaktı. Bu ise Einstein’ın Kızıl Tehlike yıllarında aldığı cesur konumlanışlardan sadece biriydi.

Amerikan devletinin komünistlere saldırışını yıllar önceki Nazi felaketiyle karşılaştıran Einstein, McCarthy’ci gözü dönmüşlüğe karşı sesini yükseltmekte kararlıydı. 1953 yılında William Frauenglass isimli bir lise öğretmeni, bir Senato soruşturma komitesine siyasi görüşlerini açıklamayı ve isim saymayı reddetmesi üzerine işinden atılmıştı. Einstein, Frauenglass’a yazdığı mektupta “Komitelerin huzuruna çağrılan bütün entelektüeller ifade vermeyi reddetmeli (…). Eğer yeterince insan bu tehlikeli adımı atmaya hazırsa, başarılı olurlar. Eğer değilse, entelektüeller kendileri için hazırlanan kölelikten daha fazlasını hak etmiyorlar demektir.” diyecekti. Ulusal gazetelerin en ön sayfalarından yayımlanan mektup amacına ulaşmış, cadı avının komitelerine ifade vermeyi reddedenler sayıca büyümüşler ve bir hareket haline gelmişlerdi (Simon, 2005).

Dostu Robeson haricinde, antikomünist saldırılara karşı verdiği önemli mücadelelerden biri de, Sovyet ajanlığı suçlamasıyla idam cezasına çarptırılan Julius ve Ethel Rosenberg’ün cezalarının iptali içindi. Büyük uluslararası ilgi gören bu çabalar ne yazık ki sonuçsuz kaldı. Benzer şekilde siyahî hareketinin en önemli önderlerinden W. E. B. Du Bois Sovyet ajanlığıyla suçlandığında kendisine en başta sahip çıkanlardan biri Einstein’dı.

5. SOSYALİZM VE SSCB

Daha önce de bahsedildiği gibi, Einstein kendini bir sosyalist olarak görüyordu ve daha en başından itibaren Bolşevik deneyimine karşı beslediği bir sempati vardı. İleride detaylı olarak görüleceği gibi, bu sempati daha ziyade bir duygudaşlık şeklindeydi; Einstein’ın Marksizm-Leninizm ile teorik çerçevede bir bağı yoktu, fakat Bolşevik devriminin hedefleri aynı zamanda Einstein’ın da insanlık adına kişisel olarak beslediği hedeflerdi. Başlangıçta bu hedeflere ulaşmada Marksist-Leninist yöntemleri uygulanabilir olarak görmese de, ilerleyen yıllarda Sovyetlerin kaydettiği ilerlemenin akıl almayacak boyutlarda olduğunu ifade edecekti.

Einstein’ın sosyalist mücadeleye dâhil oluşuna bakmak için 1918 yılına uzanılabilir. 1914 yılında kurulmuş bir oluşum olan Yeni Vatan Birliği (Bund Neues Vaterland), 1916 yılında kapatılmıştı. 1918 Eylülü’nde ise Birlik, “yaklaşan Alman devriminin doğum sancılarının hissedilmesiyle” tekrar aktif hale gelecekti (Grundmann, 2005, s. 244). Birlik’in yeni programındaki maddelerden kimileri şunlardı:

  • Üretim araçlarının, sistematik olarak bütün toplumun mülkü haline dönüştürülmesi aracılığıyla sosyalizmin hayata geçirilmesi ve üretim araçlarının merkezileştirilmesi.
  • Ordu ve sınıf tahakkümünün ortadan kaldırılması.
  • Politik demokrasi. Halkın egemenliği ve cinsiyet, ulus, ırk ya da din ayrımı olmaksızın bütün yoldaşların eşitliği.
  • Uluslararası ilişkilerin düzeltilmesinde işbirliği. Uluslararası ilişkilerde adaletin zora üstün gelmesi
  • Ulusların kendi kaderini tayin hakkı. Bir dünya parlamentosu, uluslararası mahkemesi ve haydut devletlere karşı yürütme yetkisi olan uluslar üstü bir milletler birliğinin kurulması

Yeni program, ana komitenin üyelerinden biri olarak Einstein’ın da imzasını taşıyordu.[5] Devrimci bir nitelik taşımayan bu program, düzen içi araçlarla sosyalizme “yumuşak” bir geçiş tasavvur ediyordu.

Bu noktada, Einstein’ın Bolşevizm ile kurduğu, karşıtlık ve gönül bağını aynı anda içeren ilişkiye daha yakından bakılabilir. Einstein 1920 yılında arkadaşı ve ünlü fizikçi Max Born’a yazdığı bir mektupta şunları söyleyecekti (Born, 1971, s. 21):

Politik durum istikrarlı bir şekilde Bolşeviklerin lehine gelişiyor. Görünen o ki Rusların hatırı sayılır dış başarıları, Batı’nın savunulamaz pozisyonuna kıyasla karşı konulmaz bir momentum kazanıyor; özellikle de bizim pozisyonumuza göre. Ama bu gerçekleşmeden önce kan ırmakları akmak zorunda kalacak; gerici güçler de şiddetini sürekli olarak artırıyor. (…). Bu arada sana itiraf etmem gerekir ki, teorileri ne kadar gülünç olursa olsun Bolşevikler bana o kadar da kötü gelmiyor. (…) Bu arkadaşların tepede yetenekli siyasetçileri var. Geçenlerde Radek’in yazdığı bir broşürü okudum – hakkını vermek lazım, adam işini biliyor.

Born’un mektup hakkında söyledikleri de bu konuda özellikle önemli:

[Einstein] Marx, Engels ve Lenin’in pek fazla yapıtını okudu mu bilmiyorum. Benzer şekilde burjuva eğilimli siyaset ve ekonomi yazarlarına da çok aşina değildi. Her halükarda, Rus devrimine beslediği umut, komünist ideolojinin doğruluğuna dair akılcı bir kanıdan çok, Batı’daki egemen güçlere karşı duyduğu (…) nefrete dayanıyordu. Bunu vurguluyorum çünkü komünist yazarlar onu sık sık doktrinlerinin bir destekçisi, ya da en azından bir öncüsü olarak sunuyorlar.

Born’un oldukça haklı olduğu söylenebilir. Öncelikle, Einstein’ın gülünç bulduğu bu teori hakkında ciddiye alınır bir okuma yaptığı şüpheli. Batı’nın egemen güçlerine duyduğu nefret nedeniyle Rus devriminden umutlanması ise tam olarak yukarıda bahsedilen gönül bağına karşılık geliyor. Son olarak da, Einstein’ın kimi komünistlerce bir komünist gibi gösterilmesinin –bilimsel ve siyasal olarak– son derece yanlış olduğu vurgulanmalı. Kendini bir sosyalist olarak tanımlıyordu, komünistlerle her zaman yakın bağlara sahip olmuştu, fakat hiçbir şekilde komünist değildi. Başka bir deyişle Marksist doktrinin bir destekçisi değildi, fakat komünizmin ideallerinin katı bir destekçisiydi. Denilebilir ki Einstein’ın sosyalizm görüşü tam da Marx ve Engels’in hesaplaştığı ve aştığı ütopik sosyalizme karşılık geliyordu.

Einstein hayatının sonuna kadar bu ütopik sosyalist görüşlere sahip olacaktı. Komünistlerle ve SSCB ile olan ilişkisindeki “sahip çıkan” taraf göz önünde bulundurulduğunda Einstein’ın sosyalistliğine “anti-Marksist” ya da “anti-Sovyetik” demek çok zor, fakat hiçbir zaman bir Marksist olmadığı çok açık ve bunun sonucu olarak Sovyetler Birliği’nin karşısında konumlanan görüşleri de mevcuttu. Einstein’ın bu ütopyacı fikirleri ileride daha yakından incelenecek.

İlerleyen zamanda Alman İnsan Hakları Birliği adını alacak olan Yeni Vatan Birliği, Einstein’ın 1923’te kurulacak başka bir topluluğa katılmasına da önayak olacaktı: Yeni Rusya’nın Dostları Cemiyeti (Gesellschaft der Freunde des neuen Russland). Cemiyet’in temel motivasyonu, “Yeni Rusya”ya siyasi ve ideolojik destek vermekten çok, I. Savaş sonrası tamamen yalnız kalmış olan Almanya’nın izolasyonunu kırması için Sovyetlere yönelmesini sağlamaktı (Grundmann, 2005, s. 248).

Einstein cemiyetin üyesi olarak birçok etkinlikte yer aldı. Bunlar arasından önemli bir örnek olarak, 1926 yılında SSCB Bilimler Akademisi başkan yardımcısı Aleksandr Fersman’ın davet edildiği, Sovyet Rusya’da bilim ve teknolojideki başarılar konulu konuşma verilebilir.
Birlik’teki ve Cemiyet’teki faaliyetleri, Einstein’ın KPD ile de yakın ilişkiler geliştirmesine yol açacaktı.

Şekil 1: Yeni Rusya'nın Dostları Cemiyeti'nin 29 Kasım 1926 tarihinde düzenlediği ve SSCB Bilimler Akademisi başkan yardımcısı Aleksandr Fersman’ın davetli olduğu Sovyet Rusya’da bilim ve teknolojideki başarılar konulu konuşmadan.

5.1. Komünistlerle Yakınlaşması

Einstein-KPD ilişkisinin cisimleştiği noktalardan biri, Kızıl Yardım isimli dayanışma örgütüydü. 1922’de Komintern tarafından Uluslararası Kızıl Yardımın kurulmasının ardından bu örgüte bağlı olarak 1924 yılında KPD tarafından Alman Kızıl Yardımı kurulmuştu. Örgütün ilk başkanlığını, 1949’dan 1960’a kadar Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin başkanlığını da yapacak olan Wilhelm Pieck üstlenmişti. 1925 yılında ise görevi Clara Zetkin devralacaktı.

Einstein’ın örgütle olan bağı ise 1926 yılında yayımlanan bir çağrı ile ilan edilmiş olacaktı. Kızıl Yardım’ın yayımladığı ve siyasi tutsakların çocukları için düzenlenecek olan bir Noel yardımına katkı çağrısı yapan bildiride, Kızıl Yardım Çocuk Evleri yönetim kurulu üyesi olarak Einstein’ın ismi de vardı! (Grundmann, 2005, s. 251).

Bir yıl sonra komünistlerin bir başka dayanışma örgütünde görev üstlenecekti. Sovyetlerdeki 1921-1922 kıtlığından etkilenenlere yardım etme amacıyla 1921’de Lenin’in çağrısıyla Berlin’de Uluslararası İşçi Yardım Örgütü kurulmuştu. Kasım 1927’de örgütün genişletilmiş merkez komitesine Clara Zetkin, Käthe Kollwitz, Maksim Gorki gibi isimlerle birlikte Einstein da seçilecekti.

1929 ise Einstein’ın 50. yaşına bastığı yıldı. Uluslararası Kızıl Yardı’ın Elgersburg Çocuk Evindeki çocuklar, Einstein’ın 50. yaş gününü yolladıkları mesaj ve çizimlerle kutlamışlardı. Yazdığı cevapta kardeşliğin ve eşitliğin öneminden bahseden Einstein ise, çocuklara Rosa Luxemburg okumalarını tavsiye ediyordu! Aynı yıl Lenin’in ölümünün beşinci yıl dönümünde de, Lenin hakkındaki o ünlü sözlerini yazmıştı: “Lenin’in kendi varlığı pahasına, bütün enerjisini toplumsal adaleti gerçeğe dönüştürmek için harcamış olmasına hayranlık duyuyorum. Yöntemlerinin uygulanabilir olduğunu düşünmüyorum. Ama bir şey kesin: onun gibi insanlar, insanlığın vicdanının koruyucuları ve geliştiricileridir.” (Grundmann, 2005, s. 252).

Bu noktada değinilmesi gereken bir konu, Einstein’ın komünistlerle bu çeşit temaslarının, komünistlerin yan örgütlerinde sorumluluklar üstlenmesinin burjuva literatüründeki sunuluş şekli. Örneğin Grundmann [6] bu konuda şöyle yazıyor (2005, s. 253):

Einstein’ın kendisinin nasıl ve ne amaçla kullanıldığını her zaman bilip bilmediği şüpheli. Kullanılmıştı ve hatta bazen kötüye kullanılmıştı; ama bu kullanılmaya ve arada sıradaki suistimale rıza göstermişti.

Grundmann suistimal derken neyi kastettiğini açıklamadığı için bu konuda bir şey söylemek mümkün değil. Fakat bu “bilerek ya da bilmeyerek kendini kullandıran Einstein” anlatısı elbette kendisiyle sınırlı değil; Einstein’ın açık komünizm sempatizanlığı karşısında “çaresiz” kalan her burjuva kaynağının açıkça söylemese de meseleye bu açıdan baktığını tahmin etmek zor olmayacaktır. Einstein’ın, eylemlerinin sonuçlarını, kime ne şekilde yarayıp yaramayacağını dar görüşlü burjuva akademisyenlerinden daha iyi bilecek kadar siyasi akla ve öngörüye sahip olduğu açıktır. Bu yazarlar ya bir aydının kendisi komünist olmadığı halde komünistlere bile isteye yardım edebileceğini hayal edemiyorlar, ya da birinin komünistlere destek vermesini komünistler tarafından kullanılması olarak sunmak için bilinçli bir tercih yapıyorlar. İki durumda da ufukları “kullanma-kullanılma” ilişkisinden öteye gidemiyor. Aydın Einstein’ı anlatırken bu “sosyal meselelere kafası çok çalışmayan çılgın profesör” benzeri anlatılara karşı da kesin bir şekilde mücadele etmek gerekiyor.

5.2. Einstein’ın SSCB Savunusu

Einstein’ın gözündeki SSCB’nin, soğuk savaş sonrası şekillenmiş olan SSCB imajından oldukça uzak olduğuna değinilmişti. Her ne kadar bu tarz anti-Sovyetik önyargılardan azade olmasa da, birçok durumda meseleye nesnel bir şekilde bakıp, Batı propagandasının SSCB hakkındaki yalanlarını fark edebiliyordu. Birkaç örnek bu meseleyi açık bir şekilde gösterecektir.

1931’de Einstein, SSCB’de kırk sekiz sabotajcı hakkında yürütülen bir kovuşturmaya karşı bir kampanyanın parçası olmuştu. Kısa bir süre sonra ise fikrini değiştirecek ve aşağıdaki açıklamayı yapacaktı (Grundmann, 2005, s. 254):

İlk başta bir miktar tereddütle beraber imza attım çünkü bu imza konusunda bana yanaşan kişilerin yeterliliğine ve dürüstlüğüne güveniyordum. Bunun dışında, son derece önemli teknik görevlerin hayata geçirilmesi sorumluluğunu üstlenmiş kişilerin, hizmet etmeleri gereken davaya kasten zarar vermelerinin psikolojik olarak imkânsız olduğunu düşünüyordum. Bugün bu imzayı atmış olmaktan derin bir pişmanlık duyuyorum, çünkü o zamanki görüşlerimin doğruluğuna inancımı kaybetmiş bulunuyorum. Benim alışkın olduğum koşullarda akla bile gelmeyecek şeylerin, Sovyetler Birliği’nin özel koşullarında mümkün olduğunun yeterince farkında değildim.

Sovyetler karşıtı kara propagandaya karşı Sovyetleri savunmasına dair bir diğer önemli örnek de, 1934 yılında Isaac Don Levine’e verdiği cevap. Sovyetlerden deyim yerindeyse iliklerine kadar nefret eden Levine, 1930’larda medya patronu William Randolph Hearst’ün gazetelerinde köşe yazarlığı yapmaktaydı. Hearst’ün medya ağı ise Nazilerin ABD’deki sesi ve antikomünist propagandanın merkezlerinden biriydi. Ukrayna’daki 1932-1933 kıtlığının Stalin tarafından kasıtlı olarak yaratıldığı yalanı Hearst’ün gazeteleri aracılığıyla yayılmıştı ve Hearst’ün Hitler’le bizzat görüştüğü 1934’teki Almanya ziyaretinin ardından ortaya çıkmıştı (Tottle, 1987, s. 15). Göring ve Rosenberg gibi Nazi kurmaylarının, Mussolini’nin yazıları Hearst’ün gazetelerinde yayımlanmaktaydı.

1934’te Sergey Kirov’un öldürülmesi sonrası SSCB’de sürdürülen soruşturmalara karşı bir kampanya başlatan Levine, kampanyaya katılması için Einstein’ı da davet etmişti. Einstein ise cevap olarak Levine’e kampanyadan vazgeçmesini tavsiye edecek ve “(…) Ruslar tek amaçlarının Rus halkının çoğunluğunun hayatını iyileştirmek olduğunu kanıtladılar ve bu konuda daha şimdiden önemli başarılar yakaladılar.” diyecekti (Sesardic, 2016, s. 118).

Levine’in, bunların “Stalin rejiminin 1933’te üç ila beş milyon köylüyü kasten açlıktan öldürmesi gerçeği” ile nasıl bağdaştırılabileceği sorusuna ise Einstein’dan herhangi bir yanıt gelmedi.

Bugünden bakıldığında bir entelektüel için inanılması güç olan bir konumlanışı ise Moskova duruşmaları konusundaydı. 1937-1938 arasında Max Born’a yazdığı tarihsiz bir mektupta gösterdiği objektifliği, soğuk savaş sonrası bir entelektüelde görmek neredeyse imkânsızdır (Born, 1971, s. 130):

Bu arada, Rus duruşmalarının sahte olmadığı, Stalin’i devrimin fikirlerine ihanet etmiş aptal bir gerici olarak görenler arasında bir komplonun olduğu yönünde artan işaretler var. Her ne kadar bizim için bu tarz bir iç meseleyi hayal etmek zor olsa da, Rusya’yı en iyi bilenlerin hepsi aşağı yukarı bu fikirde. Yalanlar ve uydurmalar yüzünden başta bunların bir diktatörün despotik eylemleri olduğuna kesin olarak ikna olmuştum, ama bu bir yanılgıymış.

Einstein’ın Sovyet Rusya sevgisinin zirvesi ise herhalde II. Savaş sırasında gerçekleşmişti. 1942’de Rus Savaş Yardımı İçin Yahudi Konseyinin bağış yemeğinde yaptığı Rusya’nın bizim için anlamı başlıklı konuşmanın her cümlesi Rus halkına duyulan bir minnettarlıkla doluydu. “İnsanlığın ilerleyişinin dostları olarak, Amerikanlar olarak, özellikle de Yahudiler olarak, Rus halkının özgürlük mücadelesine elimizden gelen katkıyı yapmak için en güçlü sebeplere sahibiz.” diye başlayan konuşma, “En baştan açık olalım. Yıllarca basınımız bizi Rus halkının başarıları ve hükümeti konusunda aldattı. Bugün ise herkes, Rusya’nın bilimin ilerleyişi için bizim ülkemizle aynı gayretle çalıştığını biliyor.” diye devam ediyordu (Einstein, 1942).

Einstein, faşizme karşı Avrupa’nın Rusya’yı nasıl yalnız bıraktığından ve Rusya’nın tek başına mücadele ettiğinden bahsediyor, gericiliğe karşı verilen mücadeleyi ve kültürel alandaki akıl almaz gelişimi övüyordu. “Son olarak biz Yahudiler için özel ve belirleyici öneme sahip bir olgudan” bahsederken “Rusya’da sadece kâğıt üstünde değil, gerçek anlamda ulusların ve her türlü kültürel grubun eşitliği söz konusu. ‘Eşit katkıyla eşit hedefler ve eşit haklar’ boş bir tabir değil, gerçek hayatta uygulanan bir standart.” diyecek, Rusya’nın fedakârlıklarına karşın yardım çağrısında bulunacaktı.

5.3. Dünya Hükümeti ve Sovyet Bilim İnsanlarıyla Polemik

Einstein’ın hayatı boyunca sahip olduğu “dünya hükümeti” fikrinin en çarpıcı ifadelerinden birisi, 1947 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna yazdığı açık mektupta ve bu mektuba dört Sovyet bilim insanının cevap vermesi üzerine girdiği tartışmadadır. Bu tartışmada Einstein’ın siyasi analizlerinde emperyalizm olgusuna yer olmadığını, ABD ve Birleşmiş Milletler’in (BM) dünya barışını hedeflediğini düşündüğünü görmek mümkündür.

Einstein BM’ye yazdığı mektupta (2011a), geleneksel ulusal egemenlik konsepti değiştirilmeden, uluslararası alanda atom enerjisi ya da genel silahsızlanma konularında mutabakat sağlanamayacağını söylüyordu. Atom çağında güvenlik ve barış için uluslar üstü bir hükümetin zorunlu olduğunu gören her yurttaşın, Birleşmiş Milletleri güçlendirmek (ve bir dünya hükümeti haline getirmek) için elinden gelen her şeyi yapacağını iddia ediyordu. BM’nin daha fazla güce sahip olması için gerekli gördüğü değişiklikleri anlatıyor, dünya halklarının adil bir şekilde temsil edildiklerini hissetmeleri için, BM delegelerinin hükümetler tarafından atanmayıp doğrudan halk tarafından seçilmeleri gerektiğini söylüyordu.

Einstein, Rusya’nın bir dünya hükümetine katılmayı reddetmesi durumunda ise –Rusya’yı ikna etmek için her şey yapıldıktan sonra– dünyanın geri kalanının bu hükümeti Rusya olmadan kurması gerektiğini düşünmekteydi. Mektubunun sonunda söyledikleri ise Einstein’ın emperyalist rekabeti ve emperyalizm ile sosyalizm arasındaki savaşı ne derece basitçe ve yanlış bir şekilde ele aldığını göstermektedir:

ABD ve Rusya’nın ikisi de kapitalist ülkeler olsaydı bile –ya da komünist, ya da monarşist–, eminim ki aralarındaki rekabet, çıkar çatışmaları ve kıskançlıklar bugünküne benzer gerilimler yaratırdı.

Einstein’ın fikirlerini doğrudan Sovyet aydınıyla karşılaştırmak, Einstein’ın (hatta diyebiliriz ki genel olarak Batı aydınının) fikirlerinin ne derece naif, ütopik (ve dolayısıyla geri) olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Einstein’ın mektubuna bir açık mektupla yanıt veren Sovyet bilim insanları Sergey Vavilov, Aleksandr Frumkin, Abram İoffe ve Nikolay Semyonov, Einstein’ın önerdiği fikirlerin, amaçladığının tam tersi yönde bir etki yapacağını; dünya barışına yarar değil zarar getireceğini göstermeye çalışmışlardır (Vavilov, Frumkin, Joffe, & Semyonov, 2011).

[Dünya hükümeti fikrinin] çeşit çeşit savunucuları arasında, bunu sınırsız yayılma için bir örtü olarak kullanan su katılmamış emperyalistler dışında, kapitalist ülkelerden, (…) bunun gerçekteki olası sonuçlarını göremeyen birçok entelektüel de vardır.

Dört yazar, ulusal egemenlik “eski kafalı, gerici” bir fikir gibi görünürken dünya hükümeti fikrinin “ilerici” gözükmesine rağmen, bu fikrin modern zamanlarda asla ilerici olmadığını, sermayenin kendi ulusal sınırlarını dar bulmasının sonucu olduğunu ileri sürmekteydi. SSCB onca mücadele ve fedakârlık sonunda özgürlüğüne ve bağımsızlığına kavuşmuşken, ondan bağımsızlığını bir kenara bırakması istenemezdi; bu, kapitalist tekellerin tahakkümünden başka bir anlama gelmeyecekti.

Başta ilerici hatta radikal bir öneri gibi gelebilecek olan, BM delegelerinin halk tarafından seçilmesi de yazarlara göre bir şeyi değiştirmeyecektir; burjuva-demokratik ülkelerde bile seçimler sermayenin oyun alanından daha fazlası değildir. Bunun dışında, BM üyelerinin ezici çoğunluğu ABD’ye bağımlıdır ve dış politikalarını ABD’nin çıkarları doğrultusunda belirlemek zorundadır.

Yazarlar Einstein’ın önerilerinin barışa değil, Amerikan emperyalizminin yayılmacılığına hizmet edeceğini söyler, dolayısıyla, gerçekte Einstein’ın yapmak istediğinin tam tersi bir etkisi olacaktır.

Einstein’ın cevabı ilginçtir. Yazarların kapitalist ülkelere ve özellikle ABD’ye karşı olan saldırgan tavrının altında aslında sınırsız bir izolasyonculuk fikrinin yattığını iddia eder. Ona göre bu tavrın nedeni, başta ABD olmak üzere emperyalizmin barış karşısındaki en büyük tehdit olması değil, Sovyetlerin on yıllar boyunca maruz kaldığı saldırılar sonucu geliştirilmiş (ve anlaşılır) olan savunma psikolojisidir. Einstein cevabında net bir şekilde ABD ve BM’nin, uluslararası güvenlik sorununun çözümü için samimi bir çaba sarf ettiğini söyler (Einstein, 2011b). Einstein’ın tavrına bakılırsa, ABD’nin nükleer katliamları adeta birer tarihsel kazadır, “bir kerelik” şeylerdir.

5.4. Neden Sosyalizm?

Hâlen yayımlanmakta olan aylık sosyalist dergi Monthly Review 1949 Mayısı’nda ilk sayısını yayımladığında, sayının başyazısı olarak Einstein, ünlü Neden Sosyalizm? (Why Socialism?) başlıklı makalesini kaleme almıştı (Einstein, 2009). Siyasi açıdan ne derece etkili olduğu tartışılır olsa da, tarihsel açıdan dünyanın en ünlü bilim insanının kapitalizme karşı açık bir şekilde sosyalizmin safını tutması şüphesiz çok değerlidir. Siyasi sonuçlarının sınırlı olmasında ise şaşırılacak pek bir şey yoktur; Einstein’ın sosyalizm savunusu –Marksizm’e kıyasla– pratiğe, eyleme bir çağrı değil, “insanlığın vicdanına” bir sesleniş. Bu anlamda Marksizm öncesi ütopik sosyalizme birebir denk düştüğü rahatlıkla söylenebilir.

Yazının geneline bakıldığında Einstein’ın sınıf savaşı olgusuna herhangi bir vurgu yapmadığı görülmektedir. Einstein sosyalizmi işçi sınıfının devrimci pratiği ile kurulacak bir sınıf diktatörlüğü olarak değil, akla ve mantığa uygunluğu nedeniyle kurulması gereken ahlaki ve ekonomik bir sistem olarak görüyor. “İnsan hayatını mümkün olan en doyurucu hale getirmek için toplumsal yapıyı ve insanların kültürel tutumlarını nasıl değiştirmeliyiz” sorusuyla ilgilenmesi, Einstein’ın sosyalizmi topluma “uygulanacak” ideal bir sistem olarak gördüğünü gösteriyor; insanlığın tarihsel gelişiminin mevcut aşamasındaki çelişkilerin bir sonucu olarak değil.

Engels’in Saint-Simon, Fourier ve Owen’ın sosyalizmlerinin ütopik yanını anlatmak için söylediği sözler Einstein’ın yazısına da uygulanabilir (Engels, 1974, s. 52):

Üçünün de ortak bir yanı vardır: hiçbiri, tarihi gelişimin o arada yarattığı proletaryanın çıkarlarının temsilcisi olarak ortaya çıkmamıştır. Onlar da, Fransız filozofları gibi, önce belirli bir sınıfı değil, tersine, hemen bütün insanlığı kurtarmak istemişlerdir. (…).

(…) bu üç toplumsal reformcuya göre, (…) burjuva dünyası, akla-aykırıdır ve adaletsizdir ve, bu yüzden, tıpkı feodalizm ve daha önceki bütün toplum aşamaları gibi, onun da sonu süprüntülüktür.

Kapitalizmin yarattığı sorunlara haklı olarak değinen Einstein, bunda kapitalistlerin öznel payına ise pek bir vurgu yapmıyor; neredeyse kapitalistleri de aynı çarklarda öğüten metafiziksel bir kapitalizm resmi çizildiğini söylemek mümkün.[7]

Fakat Einstein’ın yaptığı çok önemli bir vurguyu da atlamamak gerekiyor: sosyalizm gibi siyasi bir meselede bilimin rolü. Sosyalizmin insanlık için doğru bir hedef olup olmadığı sorusuna bilimin yanıt veremeyeceğini söyleyen Einstein, bilimin insanlar için bir erek yaratamayacağını, en fazla belirli bir ereğe ulaşmak için gerekli araçları sağlayabileceğini söylüyor.[8]

İnsanların toplumsal davranış biçimlerinin statik olmamasına yaptığı vurgu da benzer şekilde önemlidir. Einstein bunların biyolojik olarak en baştan belirlenmediğini, tersine toplumun örgütlenme biçimine göre değişeceğini vurgulamıştır. “İnsanların çoğunluğunun hayatını iyileştirmek isteyenler” de umutlarını burada bulabilirler; “insanlar (…) birbirlerini yok etmeye mahkûm değildirler.”

6. SONUÇ

Bu makale Albert Einstein’ın bir aydın olarak kabaca portresini çizmeye çalışmış, bunu yaparken de sosyalizm ve Sovyetler Birliği ile ilişkileri konularına odaklanmayı seçmiştir. Makalenin genelinde görülebileceği gibi, Albert Einstein’da bir “çılgın profesör” bulmak imkânsızdır. Gençlik yıllarından itibaren, toplumsal meselelerde üzerinde bir aydın sorumluluğu hissetmiş ve içinde yaşadığı dünyaya elinden geldiğince müdahale etmeye çalışmıştır. Emperyalist paylaşım savaşı sırasında, Nazi faşizminin yükselişi sırasında sessiz kalmamıştır. ABD’deki siyahların sivil haklar hareketi sırasında ve McCarthy döneminin antikomünist baskıları karşısında da benzer şekilde aktif ve ön planda olmuştur.

Her ne kadar sosyalizm taraftarı olsa da Einstein bir Marksist değildir, hiçbir zaman da olmamıştır. Bu da dünyaya müdahale etmesinin önünde bir engel oluşturmuş, toplumsal fikirlerinin birçok durumda teori düzleminde kalmasına neden olmuştur. Sınıfsal bir analize sahip olmaması ve emperyalizm kavramıyla düşünmemesi, dünya barışı gibi çokça önemsediği bir meselede kendi amacına ters konumlanışlar almasına neden olmuştur.
Her ne kadar kendisi komünist olmasa da, komünizme her zaman bir sempati duymuş olan Einstein, gerek Almanya’daki hayatı sırasında, gerekse ABD’de, komünistlerle oldukça yakın ilişkiler kurmuş, birçok örnekte komünistlere çok değerli destekler vermiştir.

Einstein’ın bu yönleri hatırlatılmalı ve ön plana çıkarılmalıdır; çünkü günümüz aydınının Einstein’ın toplumsal sorumluluk bilincinde, cesaretinde ve enerjisinde örnek alması gereken çok şey vardır. Bunu yaparken Einstein’ı dürüst bir şekilde eleştirmek ise aynı derecede önemlidir. Bugünün aydını Einstein gibi değil, Einstein’dan çok daha ileri olmak zorundadır; kapitalizm işçi sınıfı tarafından yıkılmayı beklemektedir, işçi sınıfı ise militan aydınlarını.


KAYNAKLAR

Arıcan, H. (2019). Sosyal demokratlar Hitler'in önünü nasıl açtı? 90’ıncı yıldönümünde Berlin-Wedding işçi katliamı. Erişim tarihi: 01.04.2020 https://haber.sol.org.tr/dunya/analiz-sosyal-demokratlar-hitlerin-onunu-nasil-acti-90inci-yildonumunde-berlin-wedding-isci
Born, M. (1971). The Born-Einstein Letters. (I. Born, Çev.) Macmillan.
Einstein, A. (1929). What Life Means to Einstein. (S. Viereck, Röportaj Yapan) The Saturday Evening Post.
Einstein, A. (1942). What Russia Means to Us. Jewish Council for Russian War Relief. Erişim tarihi: 01.04.2020 https://digital.library.cornell.edu/catalog/ss:21072652
Einstein, A. (2009). Why Socialism? Monthly Review, 61.
Einstein, A. (2011a). Open Letter to the General Assembly of the United Nations. A. Einstein, Out of My Later Years içinde (s. 198). Open Road Media.
Einstein, A. (2011b). A Reply to the Soviet Scientists. A. Einstein, Out of My Later Years içinde (s. 214). Open Road Media.
Engels, F. (1974). Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm. (Ö. Ünalan, Çev.) Sol Yayınları.
Grundmann, S. (2005). The Einstein Dossiers. (A. M. Hentschel, Çev.) Springer.
Jerome, F. (2002). The Einstein File: J. Edgar Hoover's Secret War Against the World's Most Famous Scientist. St. Martin's Press.
Schlosser, A. I. (1998). Paul Robeson in Film: An Iconoclast's Quest for a Role. Freedomways, Paul Robeson: The Great Forerunner içinde (s. 72). International Publishers.
Sesardic, N. (2016). When Reason Goes on Holiday: Philosophers in Politics. Encounter Books.
Simon, J. J. (2005). Albert Einstein, Radical: A Political Profile. Monthly Review, 57.
Tottle, D. (1987). Fraud, Famine and Fascism: The Ukrainian Genocide Myth from Hitler to Harvard. Progress Books.
Vavilov, S., Frumkin, A. N., Joffe, A. F., Semyonov, N. N. (2011). Dr. Einstein's Mistaken Notions. A. Einstein, Out of My Later Years içinde (s. 204). Open Road Media.


[1] Bu yazıyı yazma sürecindeyken, kapitalist toplumun ekonomik anarşisini “kötülüklerin asıl kaynağı” olarak gören Einstein’ın o ünlü dil çıkaran imajını, bir bankanın düzenlediği girişimcilik yarışmasının afişinde gördüğümü söylersem yapmak istediğim vurgu çok daha iyi anlaşılacaktır.

[2] Felix Klein, Philipp Lenard, Walther Nernst ve Wilhelm Wien de imzacılar arasındaki ünlü matematikçi ve fizikçilerdendir.

[3] Thälmann ise Einstein’a ya da bahsi geçen mektuba cevap olarak değil, fakat genel olarak SPD ile blok kurma çağrılarına cevap olarak “Temelli olarak düşmanın tarafına geçmiş insanlarla müzakere edilmez, onlarla blok kurulmaz. (…). Sosyal demokrasiye karşı ve onun tecridine yönelik en keskin savaşlar verilmeden (…) ve sosyal demokrasiye nihai darbeyi vurma stratejisi olmadan Hitler faşizmine bir darbe indirilemez.” diye yazacaktı (Grundmann, 2005, s. 263).

[4] Bu sözleri, Paul Robeson’ın 1934’te Sovyetler Birliği’ni ziyareti üzerine söylediği sözlerle karşılaştırmakta fayda var: “Kendimi ilk defa bir insan gibi hissediyorum. Burada bir zenci değil, bir insanım… Burada, hayatımda ilk defa eksiksiz bir insan onuruyla yürüyorum.” (Schlosser, 1998).

[5] Einstein’ın en başından beri savunduğu ve özellikle soğuk savaş yıllarında Einstein’ın savaş karşıtlığında merkezi bir yere sahip olacak olan “dünya hükümeti” düşüncesinin temelleri bu programda görülmekte. Bu konuya, Einstein’ın dört Sovyet bilim insanı ile girdiği polemik üzerinden daha detaylı olarak değinilecek. Fakat bu noktada, programdaki “haydut devlet” ifadesi hemen dikkat çekecektir. Bu ifadenin bugün yalnızca, Batı emperyalizminin çıkarlarına uygun hareket etmeyen devletler için kullanılan tembelce bir karalama ifadesi olduğunu hatırlatmak yerinde olacaktır. Bu şekilde, bahsi geçen Sovyet bilim insanlarının Einstein’ın bu fikirleri hakkındaki endişeleri daha anlaşılır hale gelecektir.

[6] Bu makalenin ana kaynaklarından biri olan S. Grundmann 1938 yılında doğmuş, 1964 yılında Leipzig Üniversitesi Karl Sudhoff Tıp ve Doğa Bilimleri Tarihi Enstitüsünde doktorasını tamamlamıştır. 1968-1990 yılları arasında Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde Sosyal Bilimler Akademisinde sosyoloji doçentliği ve profesörlüğü yapmıştır. Büyük ölçüde Prusya Bilim, Sanat ve Kültür Bakanlığının Einstein üzerine tutmuş olduğu dosyaya dayanan bu eseri dışında, Einstein’ın Naziler tarafından el konan varlıkları üzerine ve Gestapo’nun gözünden KPD’nin istihbarat çalışmaları üzerine de çalışmaları mevcuttur. Antikomünist bir duruşa sahip olan Grundmann, Einstein’ın komünistlerle olan temaslarını bir “sansasyon, hatta skandal” olarak görmektedir.

[7] “Zamanımızın krizinin özü” olarak Einstein, bireyin toplumla ilişkisi sonucunda, bencilce dürtüleri sürekli güçlenirken toplumsal dürtülerinin sürekli bozunmasını görüyor ve ekliyor: “Toplumdaki pozisyonları ne olursa olsun bütün insanlar bu bozunmadan muzdaripler. Farkında olmadan kendi egotizmlerinin tutsağı olan insanlar kendilerini güvensiz, yalnız ve hayatın naif, basit, sade zevklerinden mahrum bırakılmış hissediyorlar.”. İnsanların çoğunluğu olarak hayatın basit zevklerinden mahrum bırakılmış olmamızın bencilliğimizden değil, kapitalist azınlık tarafından sömürülmemizden kaynaklandığını düşünmek daha makuldür.

[8] İnsanlara siyasetle uğraşmaması, “bilim yapması” konusunda vaaz verenler Einstein’ın “beşeri sorunlar söz konusu olduğunda bilimi ve bilimsel metodu fazla abartmamak” gerektiğini düşündüğünü bilseler acaba ne tepki verirlerdi?