Yeni Koronavirüs salgınının yarattığı yıkımda ailenin ekonomi politiği

Bilim ve Aydınlanma Akademisi
Kolektif Yaşamı Kurgulama Bilim Alanı
Suzan Şahin


Giriş

Marksist yönteme göre aileden bahsederken, ortaya çıkış biçimine, tarihsel olarak oturduğu yere, üretim ilişkileri ile olan ilişkilenme biçimine bakmaksızın bir değerlendirme yapmak mümkün değildir. Bu sebeple yazıya, Marksist literatürden faydalanılarak yapılacak bir giriş kaçınılmazdır. Ancak bu çalışma ailenin iktisadi boyutuna yoğunlaşacak olsa da aile kavramının çok daha geniş bir inceleme konusu olduğunu en başında vurgulamak gerekir. Öte yandan ailenin bugünkü tanımı ve işlevi ile sosyalizmde de devamlılığının olup olmadığı, ya da geçiş toplumunda ailenin yeri gibi başlıklar çalışmanın kapsamı dışında tutulmuştur.

Bu çalışmanın amacı, ailenin ekonomi politik yönünü Marksist yöntemle, içinde bulunduğumuz kapitalizm koşullarında Türkiye özelinde değerlendirmektir. Çalışma, daha önce benzer çalışmaların yapılmamış olması iddiasıyla değil, yeni koronavirüs salgınının yarattığı insani ve ekonomik kriz durumuna bir perspektif sunma arayışıyla ilgilidir. Söz konusu küresel kriz ile birlikte kapitalizmin sürdürülebilirliği dünya ölçeğinde sorgulanma evresine girmiştir. Dünya halklarının yükselen sosyal devlet talebi ise mevcut durumun yeni bir krize kadar kamucu bir müdahale ile revize edilmesi ya da mevcut düzenin yıkılarak yerine eşitlikçi bir sosyalist düzenin kurulması arasında iki “alternatif” sunmaktadır. Bu iki seçenekten kalıcı çözümün gerçekleşmesinin, mevcut düzenin yerini sosyalist düzenin almasının yegâne koşulu ülkemizde ve tüm dünyada çoğunluk olan işçi sınıfının öncü bir örgütlü güçle birlikte ayağa kalkması ile mümkündür. Yoksa tarihin hep kanıtladığı gibi kapitalizmin bu krizden de yaralı da olsa çıkıp, üretimde, tüketimde ve bölüşümdeki adaletsizliklerini arttırarak işçi sınıfının, üzerine daha büyük bir kâbus olarak çökmesi olasıdır. Bu makale ise iki seçeneğin birbirine alternatif olup olmadığını, çözümün tarihsel diyalektik bağlamda ve bilimsel veriler ışığında nereye işaret ettiğini tartışmayı amaçlamaktadır.

Tarihsel Materyalizm Işığında Aile

Canlı türlerinin organik evrimi, kimi aşamalarında toplumsal evrime de etki etmiştir. Bazı noktalarda bu etki ediş, belirlenime bile dönüşmüştür. Bunlardan biri 1,2 milyar yıl kadar önce gerçekleşen cinsel üremedir. Cinsel üreme iki cinsi birbirine zorunlu kılmış, böylece önce başka topluluklar halinde yaşam süreçlerinin sonra da çift yaşamının gelişmesinin önünü açmıştır. İnsanın kültürel evriminin temellerini oluşturan organik evrimin diğer aşaması memeliliktir. Memelilik çift halinde sürekli yaşama doğrudan yol açmasa da bakıma ihtiyacı olan savunmasız yavrular sebebiyle toplu yaşamalara varan yolu açmıştır. Toplu yaşam ise, başka pek çok etkileyen unsura göre, küçük sürü, trup, takım, aile gibi çeşitliliklerde görünmüştür (Şenel, 2006:89).

İlk insanların 20-30 kişilik topluluklar halinde yaşadıkları bilinmektedir. Daha sonra avcı toplayıcı toplumlarda da benzer şekilde klanların oluğu, insanların topluluklar halinde yaşadıkları pek çok arkeolojik kazıyla gün ışığına çıkmaya devam etmektedir. Klanlardan aileye geçiş ise eldeki verilere göre, daha yerleşik düzene geçildiğinde oluşmaya başlamıştır. Neolitik topluluklarda topraklar, belirli süreler için aile gruplarına ekip biçmeleri amacıyla bölüştürülmüştür böylece her tarla bir ailenin ortak emeğiyle ürün verebilmiştir. Bu bölüştürme, klan toplumunu parçalayıcı eğilimleri de beraberinde getirmiştir. Bu süreç nihayetinde, kandaş birlik olan doğal aile birimine kadar gerilemiş ve klan ailelere bölünmüştür (Şenel, 1982:154).

İnsanlık tarihi, kendi geçim araçlarıyla kendi maddi yaşamlarını sürdürmek amacıyla üretimde bulunan toplumsal bireylerin temeline oturduğu bir seyirdedir. Bireyler üretimde bulunurlarken değiştirdikleri doğa ile ilişkilendikleri gibi, iş bölümü ve değişimde farkında olmadan da olsa toplumsal ilişkiler kurarlar. Bireylerin üretken çalışması, üretici güçleri geliştirirken buna uygun mülkiyet biçimini de belirler. Bu biçim yeni gereksinimler doğurur. İşin durmadan değişen örgütlenmesi, insanın yeniden üretiminin ve ailenin düzenlenişinin toplumsal koşullarını da belirler. Böylece tarihin akışı, sayısını bilip, hesabını tutabildiğimiz “önemli” insanların eylem ve kazanımlarıyla açıklanamaz bir ilişkiler yumağı halini alır (Marx ve Engels, 2018:38-39).

İnsanların yaşayabilmek için her şeyden önce içmek, yemek, barınmak, giyinmek ve daha bazı başka temel ihtiyaçlarını karşılaması gerekir. Bu öncüllerden hareketle tarihsel eylem gereksinimleri karşılamak için ihtiyaç duyulan araçların üretimi, yani maddi yaşamın üretimidir. Yüzyıllardır bu ihtiyaçlar karşılansın, yaşam sürdürülebilsin diye her an yerine getirilmesi gereken tarihsel eylemler bütünü tarihin temel bir konusunu oluşturmaktadır. O halde ilk aletler bu gereksinmelerin üretilmesi için ortaya çıkmıştır. Bu yeniden üretim için yeniden ve yeniden bireylerin de üretilmesi gereklidir. Dolayısıyla kadın-erkek, anne-baba arasındaki ilişki buraya oturmaktadır. Aynı şekilde çocuk ile anne-baba ilişkisi de bunun bir parçası ise bu küçük birim aileden başkası değildir. Zaman içerisinde gereksinimlerin artmasıyla ailelerde yeni ve genişleyen toplumsal ilişkiler yumağı oluşmuştur. Yaşamı yeniden üretmenin ve başkasının yaşamını üretmenin çifte ilişkisi bir yanıyla doğal bir yanıyla toplumsal bir ilişki biçimidir. Bunun bir sonucu olarak, üretim tarzı bir elbirliğine bağlıdır, bu elbirliği de “üretici güç”ten başkası değildir. İnsanlar tarafından ulaşılabilen üretici güçler toplamı toplumsal durumu belirlediğinden, insanlık tarihinin de bu sanayi ve mübadele tarihi ile olan sürekli bağlantısı içinde ele alınması gerekir (Marx ve Engels, 2018:39).

Morgan ve Engels’ten sonra bilim ilerlemeyi sürdürmüş, insanlık tarihinin gelişiminin daha net görünmesini sağlamıştır (Engels,2019). İnsanın yeniden türemesi, türün devamlılığı ilişkilenmesinin aile tanımına sığdırılmasının da tarihsel ve toplumsal pek çok nedeni olmuştur. Mülkiyet ilişkilerinin belirleyici roller oynadığı tarihsel aşamaların olduğu tezi ise geçerliliğini kapitalist toplum yapısının yerini sosyalist topluma bırakmasıyla sönümlenebilecek, hala geçerli bir tez olmaya devam etmektedir.

Tek eşlilik, doğal gelişimin yanı sıra iktisadi koşulların da etkisi ile kurulan ilk aile biçimi olmuştur. Marx ve Engels’in 1846’da yaptıkları bir tahlil de şudur, ilk iş bölümü, erkek ile kadın arasında yapılmıştır ve amacı da çocuk üretmektir (Marx, Engels, 2018:52).

İlkel durumda cinsiyetlere ilişkin eylemler olan iş bölümü zamanla gelişerek birtakım doğal durumlar, gereksinimler ve rastlantılar gibi değişkenler aracılığıyla maddi ve zihinsel iş bölümlerine yol açar. İş bölümünün oluşumuyla, düşünsel faaliyet ile maddi faaliyet, serbest zaman geçirme ile çalışma, üretim ile tüketim gibi birtakım çelişkiler farklı toplumsal kesimlere eşitsiz dağılır. Bu çelişki ancak iş bölümünün ortadan kaldırılması ile aşılabilecek sürecin bir uzantısıdır. Aile, bu çelişkileri içinde taşıyan hatta kendisi de içindeki iş bölümü ile bu toplumsal çelişkinin küçük bir örneğini sergileyen bir birim olarak karşımıza çıkmaktadır. Aile içinde var olan ilkel ve gizli kölelik ilk mülkiyettir, bu mülkiyet biçimi modern iktisatçıların mülkiyet tanımlamasındaki başkasının iş gücünden serbestçe yararlanma yetkisi tanımının kapsamındadır (Marx ve Engels, 2008: 55).

Aile bir kez ekonomik bir zorunluluk olarak ortaya çıktıktan sonra, din, gelenekler ve siyasi yapı tarafından desteklenmiştir. Öyle ki, kadının aileye “mecburiyeti” sadece ekonomik bir mecburiyet olmaktan çıkmıştır. Kapitalizmin gelişimi ile birlikte kadın iş gücünde yer alıp para kazanıyor bile olsa, ailenin devamını sağlama, yaşlılara ve hastalara bakma, çocukları yetiştirme sorumluluğunu üslenmeye devam etmektedir. Günümüzde bu hizmetler piyasada alınıp satılan hizmetler haline gelse bile kapitalist üretimin kriz yaşadığı ya da günümüzde olduğu gibi bir salgın durumunda üretimin devamlılığının sağlanamadığı koşullarda tüm bu “hizmetler” sorgusuz sualsiz yine kadın tarafından yerine getirilmektedir. Bu nedenle, kadının aile içindeki konumunun oluştuğu andaki sebep ekonomik ilişkiler olmakla birlikte, bu konumun devam etmesini ve pekişmesini sağlayan ideolojik bir yapı oldukça sağlam bir şekilde örülmüştür.

Öte yandan baba, çocuk, erkek kardeş, kız kardeş adlandırmaları birer unvandan fazlasıdır. Önceden belirlenmiş ve karşılıklı yükümlülükler doğuran ilişkilenme biçimleridir. Bu yükümlülüklerin tamamı ise toplum yapısının belirleyicilerindendir (Engels,2019:14). Burada aile denildiğinde diğer bileşenlerin de benzer bir şekilde değerlendirilebilecekleri vurgulanmalıdır.

Tek eşliliğin de diğer tüm ilişkilenme biçimleri gibi toplumsal olduğunu ve dolayısıyla kapitalist toplumda da iktisadi temelleri olduğunu söylemiş olduk. Peki bu durum sosyalizmde, iktisadi bağlılık ortadan kalktığında nasıl bir seyir izleyecektir?

İktisadi bağlılık tek eşliliği doğurmuştur, ancak iktisadi bağlılık ortadan kalktığında tek eşliliğin ortadan kalkacağı net bir şekilde söylenememektedir. Yine de tekeşlilik gerçekleşecekse de bu artık iktisadi bağlılık üzerinden olmayacağına göre Engels’in öngördüğü gibi artık daha gerçek bir şeye de dönüşebilecektir (Engels,2019:64). Özel ev idaresinin toplumsal bir forma kavuştuğu, evlilik dâhili ya da evlilik dışı çocukların bakımı ve yetiştirilmesinin toplumsallaştırıldığı bir durumda zorunluluk durumları yerini gönüllülük durumlarına bırakmaktadır.

Soruya geri dönülecek olursa, ailenin gelişim süreci, toplumsal ilerlemeye paralel bir ilerleme gösterecektir. Toplum değişip geliştikçe o da değişecek ve gelişecektir. Bu bugün toplum sisteminin bir ürünüdür, değişecek toplum biçiminin de yine bir ürünü olarak evrilecek ve sistemin gelişim seviyesinin bir göstergesi olacaktır. Bu değişen toplum biçiminde aile kurumuna ihtiyaç duyulup duyulmayacağı ise önden kesin hükümlerle belirlenebilecek bir katılık gösterememektedir (Engels,2019:72-73). Ancak çok da uzak bir gelecekte olmayacak bir sosyalist devrimler dalgası gerçeğinden hareketle şunu söylemek mümkün ki, bugünkü zorunluluklar ortadan kalktığında pek çok şey gibi iki insan arasındaki ilişkilenme biçimi de daha gerçek olacaktır. İktisadi bağımlılık ortadan kalkacak, bu tür bir çıkar ilişkisinin gelişmesi önlenecektir.

Kadının Çalışma Hayatına Dâhil Oluşunun Aile Ekonomisine Etkisi

Sermaye, vampir gibi ancak canlı emeği emerek hayatta kalan ve ne kadar fazla canlı emek emerse o kadar uzun yaşayan ölü emektir (Marx, 2010:230). Bu ölü emeği büyütmek için kapitalizm daha çok emek sömürüsüne ihtiyaç duymaktadır. Mutlak ya da nispi artı değer sömürüsü sonuna kadar kan emdiğinde daha fazla emecek taze kan ihtiyacı doğmaktadır. Bu noktada çocuk ve kadın emeği devreye girmektedir.

Makineleşmeyle birlikte kas gücü kullanımının azalmasının ilk sonucu kadın ve çocuk emeğinin yedek emek kaynağına dönüşmüş olmasıdır. Kapitalist açısından çalışma zorunluluğu, hem çocukların oyun zamanına el koymaktan çekinmez hem de ev içinde ailenin kendisi için özgürce harcayabileceği emeğe el koymaktan çekinmemektedir. Bugün eşlerin ikisinin de çalışıyor olması olasılığı üzerinden belirlenen ücretler, makineleşmeyle birlikte ailenin tüm üyelerini üretime dâhil etme fırsatı bularak yetişkin erkeğin emek gücünü tüm aileye dağıtmaktadır. Böylece makineleşme sömürüyü hem çoğaltmış hem de sömürü derecesini arttırmış olacaktır (Marx, 2010:378-379). Burada makineleşmenin, kapitalist toplumda sömürü oranını arttırmak için kullanılan bir araç olduğu savunulsa da ileri bir adım olduğu gerçeğinden hareketle sosyalist bir düzende bambaşka etkiler yaratacağı açıktır. Ancak sanayileşmeden önce de daha küçük birimlerde hem parça başı işlerde hem hane içi üretim meselesinde enformel sektör üretiminin küçük ölçeklere dağıtılması, aile emeğinin işlerliği, düzensiz, esnek ve güvencesiz çalışma biçiminin yani kapitalist üretim tarzının ortaya çıkışının da evveline dayanır, ki bu tarihsel bir sürekliliğe işaret etmektedir. Aile bireylerini emek piyasasına dâhil etmek, bu anlamıyla iktisadi olduğu kadar tarihseldir de (Can, 2004).

Tekrar bugüne baktığımızda, dinci gerici kültürün bugünkü formunun kadının emeğinin evin dışına çıkışına itirazları vardır. Bunun hem erkek egemen iktisadi belirlenimi kısıtlamaya bazen engellemeye, hem de kadınların daha geç evlenmesine, daha az çocuk doğurmasına ve boşanma fikri karşısında daha dirayetli olmasına dayanan nedenleri vardır. Aile kurumunun oluşması yani evliliğin gerçekleşmesi ne kadar iktisadi koşullara bağlıysa, ailenin feshi yani boşanma da bir o kadar iktisadi koşullara bağımlıdır. Gerici ideoloji ile sermayenin ihtiyaçları birbirine uymayabiliyor. Sermayenin devamlılığı açısından metinde daha önce de söylendiği gibi üretime kadınların katılması sömürüyü artırmakta, gerici ideolojinin etkisi ise annelik görevini öne çıkararak kadın emeğinin ucuzlamasına sebep olmaktadır. Bu gerekçelerin tamamı sermayenin önceliğine, daha ucuza canlı emek isteğine karşı koyabilecek güçte olamamaktadır (Gökçe, 2019). Aile yapısı ve tanımı tıpkı toplumsal diğer normlar gibi (ahlak, kültür vb.) üretim ilişkileri ve dolayısıyla mülkiyet biçimi değiştikçe değişecektir.

Akexandra Kollontai, 1920’de Komünizm ve Aile adlı makalesinde, kadınların sadece kendi çocuklarını önemsedikleri, geri kalan çocukları umursamadıkları içe kapanık durumlardan da kurtulacağını, çünkü tüm çocukların tüm toplumun sorumluluğunda olacağını savunmaktadır (Kollontai, 1920). Bunlar birer temenni değil tüm yönleriyle bilimsel olan bir sistemin uygulanması halinde karşılaşacağı toplumsal etkinin kendisidir. 19. yy’ın son çeyreği itibariyle etkili bir Marksist olan Clara Zetkin üzerinden, Marksizmin aile ekonomisinde kadına bakışına somut bir örnek vermek mümkündür. Zetkin, kadın sorununun reformlarla çözülemeyeceğini savunur, çünkü bu sorun toplumsal ve tarihsel olanın bir parçasıdır. Kadın iş gücüne dâhildir, böylece kapitalist sömürünün bir parçası halindedir. Dolayısıyla kapitalizmle mücadele etmeksizin diğer sorunlar gibi bunun da bir çözümü olmayacaktır. Zetkin devrimin kadınlar olmadan başarılamayacağını da söylemiştir. Bu söylem Marksistlerin kadınlara ayrıcalıklı bir önem atfetmesinden değil, aynı sömürü çarkında tüm cinsiyetlerin birlikte yer almalarından kaynaklanmaktadır. Teorik olarak Clara Zetkin’in savunduğu tezler örnek gösterilebilirken, pratikte daha çok reel sosyalizm deneyimleri, bugünün ihtiyaçları ile aşılmalarının gerektiği gerçeğini önümüze koyarak bir rehber olma niteliği taşımaya devam etmektedirler. Bu deneyimlerin tamamına yakını tarihsel olarak geride kalan, ancak içinde yaşadığımız düzenin ötesinde örneklerdir. Bu örneklerin en kapsamlısı ise Sovyetler Birliği’dir. Lenin, evlilik ve cinsel ilişkiler konularında proleter devrimine uygun bir devrime gereksinim olduğunu savunmuştur. 1917 Ekim Devrimi gerçekleştikten sonra yapılan ilk yasal düzenlemelerden biri, cinsler arası eşitsizliklerin her alanda kaldırılıp, bireylere eşit hak ve sorumlulukların tanınması olmuştur. SSCB’de kadınlar eğitim, iktisat, kültür, siyaset vb. konularda fırsat eşitliğine kavuşmuşlardır. Dini evliliğin kaldırılması ise, aile içinde kadını erkek ile eşitlemiştir. Çocukların sorumluluğu her iki eştedir ve bu sorumluluk yerine getirilemediğinde devreye devlet girmektedir. İş güvencesinin varlığı ve geçim sorununun olmaması, boşanmayı kolaylaştırmış, zorunlu ilişkileri azaltmıştır. Kürtaj yasal ve ücretsiz hale getirilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda ölen 20 milyon vatandaşın, nüfusu azalması sonucu 1944 yılında çıkarılan Evlilik ve Aile Yasası boşanmayı zorlaştırmış, ancak 1966’da bu yasa yeniden düzenlenmiştir. Erkek ve kadın nüfusunun eşitlendiği 1970 yılındaki yeni yasa ise çocuksuz çiftlerin mahkeme kararı olmaksızın ayrılabileceğini söylemektedir (Güler, 2002). İnsanların var olan alışkanlıklarından vazgeçmeleri, sınıflı toplumun kalıntısı olan tüm eşitsizlikleri ortadan kaldıracak yeni bir dönüşümün yaşanması ise çok daha uzun soluklu ideolojik-siyasal bir mücadelenin konusudur.

Aile Ekonomisinin Bileşeni Olarak Çocuk İşçilik

Azalan eğitim seviyesinin aynı zamanda suç oranlarını arttırdığı gerçeğinden hareketle, çocuk işçilik, sonuçları insani olduğu kadar toplumsal da olan sorunlar doğurmaktadır. Ekonomi politik açısından ise çocuk işçi, ucuz iş gücü olarak kullanılan temel hak ve özgürlüklerden yoksun olan ailenin bir parçasıdır. Bu konuda, içinde yaşadığımız yüzyıl pek çok çarpıcı örnekle dolu olduğundan çok geriye gitmeye gerek kalmamaktadır, bugün pek yaygın olan bir sermaye devinin telefonu iPhone’un üretimi için gerekli madenlerin çıkarılmasında hâlâ çocuk emeği kullanılmaktadır (The Tricontinental, 2019). İyi ortamlarda, şirin(!) şartlarda çalışma ise sömürü oranının büyüklüğünü gizlemekten başka bir şeye hizmet etmemektedir. Bir iPhone marka cep telefonu üretmek için yaratılan sömürü oranını ölçen bahsi geçen çalışmada, uluslararası af örgütünün raporuna dayanarak, iPhone üretiminde kullanılan hammaddelerin çıkarıldığı ülkelerden Kongo’da 40.000 (kırk bin) çocuğun çok tehlikeli koşullarda çalıştığı söylenmektedir. Günlük 1-2 dolara 12 saat çalıştırılan çocuklarda uzuv kaybı ya da uzun vadeli sağlık sorunları ise sıradan sorunlar olarak görülmektedir. Dahası şudur; çocuklar zorla, silah zoruyla çalıştırılmaktadır. Ayrıca bu örneğin lityum pillerin tamamının üretimi için tüm sektörde geçerli olduğu, tek bir marka ile sınırlı olmadığı hatırlatılmalıdır. Aynı şekilde diğer örnekler de kendilerine has durumlar değil, sektörel hatta sistematik bir kapitalizm sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine sistem içi sivil toplum kuruluşlarından biri olmasına rağmen UNICEF’in tarımda çocuk işçiliği kampanyası da başka bir gerçekliktir (UNICEF, 2020). Örneğin çözüm önerilerinden biri ailelerin bilinçlendirilmesi olarak sunulmaktadır. Burada klasik ekonomi politikçe kaçınılmaz olduğu savunulan, bu yüzden yardım edilerek en azından yoksulluğun-adaletsizliğin bir kısmını düzeltmeye(!) çalışan kapitalist sistemin, yerini sosyalist plânlama aldığında bu gibi sorunların köktenci bir çözümle sonuçlandırılabileceği gerçeğini perdelemekten başka bir işlevi bulunmamaktadır. Benzer bir vicdan rahatlatma durumu bir belediyenin askıda fatura uygulamasıyla ya da devletin salgın yardımı için bağış toplamasıyla da salgın döneminde karşımıza çıkmıştır (İBB, 2020). Bu çoğu katılımcı için bir dayanışma olarak algılansa bile, olması gereken ile gerçekleşen arasındaki açının sorgulanmasını peçelemek gibi bir işlevi olduğu da unutulmamalıdır. Bir diğer örnek ise bir tekstil devi şirket için verilebilir. Günde 16 saatten fazla, penceresiz ve sağlıksız fabrikalarda çalışan kız çocuklarının sansasyonel bir haber olarak sunulduğu, oysa küçük bir ihmal ya da istisna oluşturmayan bu durumu da hatırlatmakta fayda vardır (Dumes, 2011).

Ülkemizdeki güncel görünüm ise TÜİK 2020 verilerine göre şöyledir; 5-17 yaş arası kayıtlı olan çocuk işçi sayısı 720.000 (yedi yüz yirmi bin). Çalışan çocukların %30,8'i tarım, %23,7'si sanayi, %45,5'i ise hizmet sektöründe çalıştırılmaktadır, %34,3’ü ise eğitimine devam etmemektedir.

TÜİK, yaşam memnuniyeti araştırması sonuçlarına göre ise, 2019 yılında eğitim hizmetleriyle ilgili yaşanan en büyük sorun eğitim masrafları olmuştur. Eğitim masraflarında sorun gören bireylerin oranı, devlet okulları için %45 oranında iken, özel okullar için %58,9 oranındadır.

Eğitim hizmetleriyle ilgili 2019 yılında en az görülen sorun, devlet okullarında %9,2 ile okula kayıt işlemlerinde yaşanırken özel okullarda ise %2,2 ile okul ve çevresi güvenlik hizmetlerinde yaşanmıştır.

Eğitimde özelleştirmenin hızlanması, dershanelerin büyük kısmının da özel okula dönüştürülmesi aynı zamanda sık sık yapılan müdahalelerle müfredatın bilimden uzaklaştırılmasıyla birlikte, özelleştirmeler meşrulaştırılmış, eğitimin özel okullarda daha kaliteli olacağı bilinci sistematik bir şekilde ebeveynlere ve topluma zerk edilmiştir. En temel haklardan biri olan eğitim, sosyalist bir sistemde kamu tarafından ücretsiz sunulur ve bilimseldir. Bu yönüyle de aile ekonomisinin önemli bir bileşeni olan eğitim harcamaları sorununun çözümü mümkündür.

Salgının Aile Ekonomisindeki Görünümü

İlk insanlarda ailelerin kendi mağarası ya da kulübesi vardır. Aynı şekilde her ailenin özel bir çadırı olması göçebelerde normaldir. Tarihsel ilerleme ile birlikte özel mülkiyetin gelişimi ev ekonomisini bu gibi ilkel durumlara göre daha yalıtık hale getirir (Marx ve Engels, 2008: 93). Çünkü artık ailenin mülkiyeti bir çadır ya da girişi açık bir mağara değil, daha izole bir apartman dairesidir. Bu mülkiyet bugün içinde yaşadığımız koşullarda kapitalist sistemin dişlilerinin arasına emekçileri ev kredileri ile sıkıştırmaktadır. Böylece ömrünün büyük bir kısmını ev kredisi ödemek için çalışmak zorunda olan insanların gelirini de farkında olmadan düşürmektedir. Diğer yandan kent merkezlerinde özellikle hizmet sektöründe çalışanların kira giderlerinin yüksekliği sebebiyle işyerlerine uzak noktalarda oturma zorunluluğu, zaten yüksek olan çalışma saatlerine, yeni bir zaman hırsızlığı eklemektedir.

TÜİK’in en son 2018 verilerini yayınladığı İstatistiklerle Aile bülteninde yer alan hanehalkı bütçe araştırması sonuçlarına göre; 2017 yılında Türkiye genelinde hanehalklarının tüketim amaçlı yaptığı harcamalar içinde en yüksek payı %24,7 ile konut ve kira harcamaları almıştır. Kapitalizmde ev kredileri ve inşaat sektörünün ekonomisi bir başka çalışmanın konusudur. Burada sosyalist bir Türkiye’de aile ekonomisinin büyük kısmını oluşturan barınma sorununun mevcut kaynaklarla dahi bugün çözülebilecek durumda olduğunu vurgulamak yeterli olacaktır.

Aynı rapora göre, konutlara ilişkin en önemli sorun izolasyon sorunu olmuştur. Rapor güncellendiğinde bu sorundan şikâyetçi olanların sayısının artma eğiliminde olacağı görülecektir. Bunun en önemli gerekçesi ise bir diğer aile ekonomisi yüklü gideri olan, yakın dönem fatura zamları ile birlikte artık bütçemiz içinde çok da azımsanmayacak bir yer kaplayan elektrik ve doğalgaz faturalarıdır.

2003 yılından 2019 yılına kadarki sürede elektrik faturasındaki artış ise yüzde 307’dir. Bu oranla Türkiye, OECD ülkeleri arasında elektriğe en çok zam yapan ülke olmuştur (Sol Portal, 2020). Özelleştirmelerle birlikte dağıtımı yapan şirketler zenginleştikçe, hanelerin yoksullaştığı, üstelik bunca zamma rağmen KDV alınmaya devam edildiği, vergi borçları şirketler için silinirken, halkın elektriğini keserek borcuna borç kattığı durumun yegâne çözümü kamuculuktur.

Tüm bu zamların üstüne yeni koronavirüs sebebiyle yaşanan kriz eklenince, işsizliğin arttığı, çalışanların ücretsiz izinlere çıkarıldığı, hanelerin stoklu alışveriş yapmak zorunda olduğu -gündelik yevmiyelerle çalışan ya da stok yapacak kadar zengin olmayan emekçi kitlelerinin az olmadığını hatırlatarak- gerçeği yaşanan krizi emekçilerin cephesinde derinleştirmektedir.

Marx ve Engels’in bundan 173 yıl kadar önce bu konuya getirdikleri çözüme bakıp günümüzle bağını açıklamak gerekir; tek tek bireyler, başka bir sınıfa karşı ortak bir mücadele yürütmedikleri sürece birbirlerine düşmandırlar. Özel mülkiyet ve bizzat çalışma ortadan kaldırılmadığı sürece bu düşmanlık da ortadan kalkamayacaktır. Bireyler kendi yaşam koşullarını önceden hazırlanmış olarak bulurlar ve yaşamlarını, kişisel gelişimlerini, tüm çizdiği yolu kendi sınıflarından alırlar; kendi sınıflarına bağımlıdırlar. İnsanlar bugünkü formuyla, özel ve kolektif çıkarları arasında bölünme yaşadıkları sürece, faaliyetleri gönüllülükten ziyade doğanın gereği bölündüğü sürece, kendi işlerine hükmedeceklerine eylemlerinin esiri olan yabancı bir güç haline dönüşürler (Marx ve Engels, 2008:56-63).

Burada bir burjuvanın ihtiyacının birkaç katı büyüklükteki evinin aydınlatma, ısıtma, geri dönüşüm vb. için harcadığı kaynak ile, eğitimli ve duyarlı bir emekçinin yalnızca doğa kaynaklarının israfından kaçınmak için yaptığı fedakarlıkların kaynak bakımından birbirleriyle kıyaslanamayacak farklarda olması sivil toplumculuk anlayışının da bahsedilen kolektif çıkar hissiyatının sorgulanmadan kabulü ile ilgilidir. Örnekte savunulan tez çevreye duyarlılık meselesinin önemsizliği değil, bunun nihai bir çözüm için kesinlikle yetersiz olduğudur. Bireylerin kurtuluşu ancak toplumsal kurtuluş ile mümkündür.

İş bölümü, özel çıkar ile kolektif çıkar arasındaki çelişkiyi de içerir. Bu iki çıkar arasındaki çelişkide kolektif çıkarı devlet kurumu temsil eder, özel çıkar ise daha küçük bir birim; aile ya da birey olarak düşünülebilir. Çelişki yine Marx ve Engels’in referansıyla şuradadır; devlet, kan, dil, iş bölümü bağları gibi aldatıcı bir ortaklaşma görünümünde, farklılaşan sınıfların çıkarları arasından birinin diğeri üzerinde egemen olduğu sınıfın çıkarlarını gözeterek kolektif çıkar adı altında bir maksimizasyon amacı güder. Buradaki kilit nokta söz konusu sınıfın- burjuvazinin- kendi çıkarlarını toplumun çıkarları gibi göstermesindedir.

Salgının Tüketim Harcamalarına Etkileri

Bankalararası Kart Merkezi’nin verilerine göre (Sol Portal, 2020) özellikle hijyen açısından para ile teması minimize etmek için temassız kartların kullanımının ve limitlerinin artması, ayrıca kartların da el değiştirmeden kişiye özel olması nedeniyle kullanımlarının artması söz konusudur. Bu durum harcama alışkanlıklarımızı gelecek dönem tercihlerimizi de etkileyecek biçimde değiştirebilir. Verilere göre temassız işlemlerde, geçen yılın aynı dönemine kıyasla üç kat artış söz konusudur. Bu artışın bir kısmı normal artış trendinin payı iken önemli bir kısmı da yeni koronavirüs salgınının getirisidir. Bu durumu sektörler arası artışların farklılıkları ile de gözlemlemek mümkündür. Örneğin en fazla artış %44 ile market-gıda alışverişlerindeyken, %16’lık artışlarla elektronik eşya ve sağlık-kozmetik alışverişleri hemen arkadan gelmektedir. Mart ayında yapılan alışverişlerin %20’si internet üzerinden yapılırken, internet ödemelerine ilk kez açılan kart sayısı 3 milyonu bulmuştur.

Tüketimi hızlandıracak online ödeme yöntemleri kolaylaşmış ve yaygınlaşmışken öte yandan harcamaların düşmesi gibi de bir realite ile karşı karşıya kalınmıştır. Bunun en büyük sebeplerinden biri işsizlik oranlarının da artmış olması iken bir diğeri gerek çalışmak zorunda olmayan kesimin evlerinde daha kısıtlı tüketime gitmesi (örneğin hizmet alımının ve gerekli olmayan tüketim malzemelerinin azalması) gerekse hala çalışmak zorunda olan kesimin gelecek belirsizliği nedeniyle gereksiz harcamalardan kaçınması olarak sayılabilir.

TÜRK-İŞ (Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu)’in çalışanların geçim şartları ile ilgili her ay düzenli yaptığı “açlık ve yoksulluk sınırı araştırması” Mart ayı araştırması, diğer aylarda olduğu gibi market-pazar dolaşarak yerinde tespit ile değil, sanal marketler aracılığıyla yapılmak durumunda kalınmıştır. Çalışmaya göre, semt pazarları ve marketlerde alışveriş yapanların yoğunluğu azalmış ve yaş sebze-meyve başta olmak üzere gıda fiyatlarında artış yaşanmıştır.

TÜRK-İŞ Araştırmasının 2020 Mart ayı sonucuna göre:

  • Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2.345,24 TL,
  • Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 7.639,22 TL,
  • Bekâr bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ ise aylık 2.847,14TLolarak hesaplanmıştır.  

Dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması (mutfak masrafı) tutarı bir önceki aya göre 88 TL, temel ihtiyaçlar için yapılması gereken toplam harcama ise 286 TL daha fazla olmuştur. Son bir yıl itibariyle artış tutarı ise (aile bütçesine gelen ek harcama gereği) gıdada 331 TL ve toplamda 1.079 TL’dir. Ücret geliri elde eden çalışan ve emeklilerinin satın alma gücünde meydana gelen/gelecek olan kaybın çeşitli desteklerle giderilmesi gereği ortaya çıkmaktadır.

Asgari ücret ise 2020 yılı için net 2.323,71 TL olarak belirlenmiştir (Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2020). Bu ücret dört kişilik bir ailenin yalnızca gıda masrafını neredeyse karşılamakta, bekâr bir çalışana ise yetmemektedir. Yoksulluk sınırı asgari ücretin üç katından fazla, yani yalnızca anne ve babanın çalışması dört kişilik bir aileyi yoksulluktan kurtaramamaktadır.

Sonuç

İnsanlık tarihi, kendi geçim araçlarıyla kendi maddi yaşamlarını sürdürmek amacıyla üretimde bulunan toplumsal bireylerin temeline oturduğu bir seyirdedir. Bireyler üretimde bulunurlarken değiştirdikleri doğa ile ilişkilendikleri gibi, iş bölümü ve değişimde farkında olmadan da olsa toplumsal ilişkiler kurarlar. Bireylerin üretken çalışması, üretici güçleri geliştirirken buna uygun mülkiyet biçimini de belirler. Bu biçim yeni gereksinimler doğurur. İşin durmadan değişen örgütlenmesi, insanın yeniden üretiminin ve ailenin düzenlenişinin toplumsal koşullarını da belirler. Böylece tarihin akışı, sayısını bilip, hesabını tutabildiğimiz “önemli” insanların eylem ve kazanımlarıyla açıklanamaz bir ilişkiler yumağı halini alır. Bu tarihsel diyalektik yöntemle bakıldığında, bir kez ekonomik bir zorunluluk olarak ortaya çıktıktan sonra, din, gelenekler ve siyasi yapı tarafından desteklenmiş olan günümüz işçi aileleri daha çok sömürüye maruz kalan kadınlarıyla, küçük yaşlarda çalıştırılan çocuklarıyla, insanca yaşamanın mümkün olmadığı asgari ücretler ile salgına karşı direnmeye çalışmaktadır. Bunların yanı sıra temel hakların giderek daha fazla paralılaştırılması ve zamlanması, elektrik ve doğalgaza gelen fahiş zamlar ve sürekli artan genel fiyatlar düzeyi, toplam nüfus içerisinde ezici çoğunluğu oluşturan emekçilerin cephesinde tüm krizlerde olduğu gibi, salgını da çok daha fazla hissettirilmektedir. Bu analizleri yapmak için erken olabilir ancak bugünün verileri bir projeksiyon oluşturmakta, durumun vahametinin çok da hızlı geçmeyeceği bugünden görünmektedir.

Salgın krizi, bazı serbest piyasa ekonomilerinde kimi yaşamsal sektörlerde bir vadeden sonra dönemlik de olsa kamulaştırmayı zorunlu kılmıştır. Salgının yakıcılığının hissedildiği tüm ülkelerde ise kamucu müdahale talepleri yükselmeye devam etmektedir. Burada kritik olan, bu gibi kriz durumlarında toplumların yüzünü çevirecekleri bir sosyal devletin kalmamış olduğu gerçeğidir. Güncel olan ile tarihsel olan arasındaki sürekliliği göstermek adına bugüne bakıldığında hepimizin aynı gemide olduğu söylemi, yeni koronavirüs “mücadelesinde” üretimi durdurmayı ya da yavaşlatmayı, temsil ettiği sermaye çıkarları yüzünden göze alamayan devletin yaptığı “evde kal” çağrılarına rağmen, işe gitmeseler de kira ve fatura ödemek zorunda kalan hanelerin bırakıldığı zor durumlardan okunabilir. Reel sosyalizmin gerilemesi ile birlikte yıllar geçtikçe silikleşen sosyal devlet anlayışının da bir sonucu olarak, burjuvaziye yani sermaye sınıfına verilen teşvikler ile işçi sınıfına kesilen faturalar, ulusal çıkar maskesi altında hangi sınıfın çıkarının gözetildiğini ortaya koymaktadır.

Salgın dönemindeki kamucu ihtiyaç ve talep, özellikle mevcut sistemin sürekliliğini ve "iyi işlemesini" sağlamakla yükümlü olanlarca dile getirilince tuhaf bir tablo çizilmektedir. Devletin müdahalesi ya da sosyal devlet anlayışı için, bu anlayışın doğuşunda rol oynayan reel sosyalizm deneyimlerinin, yani işçi sınıfının baskısını üzerlerinde hisseden devlet yapılarının olması gerekmektedir. Bu baskının nihai bir sonuç alabilmesi ise reformist hareketlerin sürdürülebilir bir kapitalizme yol açmalarıyla değil, işçi sınıfının iktidara talip olmasıyla mümkündür. Karşılaşılan bir kriz durumunda devletin sorunu çözmesi beklentisi ile buna duyulan güven arasındaki ters orantı ise daha büyük bir krizin yolunu çizmektedir. Çözüm bilimseldir, diyalektiktir, tarihseldir, gerçektir. Kamuculuk ve plânlama ile bu sorunların bir çözümü mümkündür. Bugün Küba'da işleyen çözüm dayanağını buradan almaktadır. Çünkü böylesi bir çözüm, insanı önceleyen bir çözümdür. Bu çözüm pek çok kişi ve kuruma sınıf farkını derinleştirecek ödenekler yapmaz ya da ayrıcalıklar tanımaz. Böylece kaynak yaratmak konusunda şimdiki süreçten bile devralınsa hızlı sonuçlar almak mümkündür. İnsanlara güven verir, kaos ortamı yaratmaz. Kadroları niteliklidir, işleri şansa bırakmaz nitekim plânlama, doğası gereği böylesi bir kontrole dayanır.

Suzan Şahin, Doktora Öğrencisi, Anadolu Üniversitesi İktisat Anabilim Dalı, [email protected]


Kaynaklar

Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Asgari Ücretin Net Hesabı ve İşverene Maliyeti.

https://www.ailevecalisma.gov.tr/tr-tr/asgari-ucret/asgari-ucret-2020/#0 Erişim Tarihi:18.02.2020.

Can, G. (2004). Gelenek Dergisi 80. Sayı, Kentlerin Biriken Sıkıntısı: Göç, Kentleşme ve Enformel Sektör.

https://gelenek.org/kentlerin-biriken-sikintisigoc-kentlesme-ve-enformel-sektor/ Erişim Tarihi: 07.04.2020.

Dumes, D., (2011). Zara accused of employing children as young as 14 in 'slave labour' factories in Brazil, Mail Online.

https://www.dailymail.co.uk/femail/article-2028041/Zara-accused-employing-children-young-14-slave-labour-factories-Brazil.html Erişim Tarihi: 09.05.2020.

Engels, F. (2019). Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Çev. Mustafa Tüzel, İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı, İstanbul.

Gökçe, E. (2019). Gelenek Dergisi 140. Sayı, Aile ve Komünizm.

https://gelenek.org/aile-ve-komunizm/ Erişim Tarihi: 07.04.2020.

Güler, Z. (2002). Gelenek Dergisi 73. Sayı, Tarih Boyunca Kadına Farklı Bakışlar.

https://gelenek.org/tarih-boyunca-kadina-farkli-bakislar/#easy-footnote-31-18697 Erişim Tarihi: 10.05.2020.

Kollontai, A. (1920), Communism and the Family.

https://www.marxists.org/archive/kollonta/1920/communism-family.htm Erişim Tarihi: 10.05.2020.

Marx, K., & Engels, F. (2018). Alman ideolojisi. Çev. S. Belli, Sol Yayınları, 10. Baskı, İstanbul.

Marx, K. (2010). Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi 1. Cilt: Sermayenin Üretim Süreci. Çev. M. Selik ve N. Satlıgan, Yordam Yayınları, İstanbul

Sol haber portalı, Son iki yılda 7 kere zam yaptılar.

https://haber.sol.org.tr/toplum/son-iki-yilda-7-kere-zam-yaptilar-100-tl-odediginiz-elektrige-artik-175-71-tl-odeyeceksiniz Erişim Tarihi: 12.04.2020.

Sol haber portalı, Temassız kart kullanımı arttı.

https://sol.org.tr/haber/temassiz-kart-kullanimi-artti-3-milyon-kart-ilk-kez-kullanildi-1008 Erişim Tarihi: 07.04.2020.

Şenel, A. (1982). İlkel Topluluktan Uygar Topluma Geçiş Aşamasında Ekonomik Toplumsal Düşünsel Yapıların Etkileşimi. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi.

Şenel, A. (2006). Kemirgenlerden Sömürgenlere İnsanlık Tarihi. İmge Kitabevi.

The tricontinental, (2019). The Rate of Exploitation: The Case of the iPhone (Notebook).

https://www.thetricontinental.org/wp-content/uploads/2019/09/190928_Notebook-2_EN_Final_Web.pdf Erişim Tarihi: 13.04.2020.

TÜİK, İstatistiklerle Çocuk 2019, (2020). Sayı: 33733, 17 Nisan 2020,

http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=33733 Erişim Tarihi: 17.04.2020.

TÜİK, İstatistiklerle Aile 2018, (2019). Sayı: 30726, 08 Mayıs 2019,

http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=30726 Erişim Tarihi: 10.04.2020.

UNICEF, Tarımda Çocuk İşçiliği – Kampanya,

https://www.unicefturk.org/yazi/tarimda-cocuk-isciligi Erişim Tarihi: 17.04.2020.

TÜRK-İŞ, Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması Mart 2020.

http://www.turkis.org.tr/MART-2020-ACLIK-VE-YOKSULLUK-SINIRI-d388750 Erişim Tarihi: 13.04.2020.

İBB, (2020). Askıda Fatura Uygulaması https://askidafatura.ibb.gov.tr/ Erişim Tarihi:12.05.2020.


Katkılar

Aslıhan İlgaz

Gerici ideoloji ve sermayenin ihtiyaçlarının -kadın ya da aile konusunda- birbirine uymadığı, sermayenin önceliklerinin belirleyici olduğu ifadesine katılmıyorum.  Aksine gericiliğin kadını aile ve ev eksenli tanımlamasının kadının -evde ya da işyerinde- çalışması durumunda ücretinin ek gelir ve ev bütçesine katkı düzeyinde kalabilecek olması açısından bir işlevi olduğu düşüncesindeyim. Dolayısıyla gericiliğin kadının üzerinde kurduğu tahakkümün tek başına ideolojik değil iktisadi bir tahakküm de olduğunu ve bunun da sermayenin ihtiyaçları ile yeterince uyumlu olduğunu söyleyebiliriz.

Kollontai’ın 1920’de yılında kaleme aldığı metin kaynaklarda doğru belirtilmiş olmakla birlikte bildiri içerisinde Komünizm ve Kadın olarak belirtilmiştir, doğrusu Komünizm ve Aile olmalıdır.

Erhan Nalçacı

Ailenin iktisadi temelinin gelişkin sosyalizmde çözüleceğine ilişkin tezlerimizi geniş bir açıdan ele alıyor. Bu tip çalışmaların çok disiplinli olarak geliştirilmesinde çok yarar var.

Birkaç öneri:

Şu cümle çok iyi anlaşılmıyor, önemli de olduğu için yeniden formüle edilmesi yararlı olur:

Dünya halklarının yükselen sosyal devlet talebi ise mevcut durumun yeni bir krize kadar kamucu bir müdahale ile revize edilmesi ya da mevcut düzenin yıkılarak yerine eşitlikçi bir sosyalist düzenin kurulması arasında iki “alternatif” sunmaktadır.”

Çekirdek ailenin insanlık tarihinde ortaya çıkışı ise birçok kaynaktan yararlanılarak geliştirilmeye ihtiyaç duyuyor. İlk insanlar kimdi, sorusu örneğin tanımlı değil. “ilk insanların 20-30 kişilik gruplar oluşturduğu bilgisi de gözden geçirilmeli. Çekirdek aile oluşmadan önce ilkel komünal toplumun uzun dönemlerinde farklı toplumsal biçimler olduğu tahmin ediliyor. Zaman zaman yazıda buna vurgu yapılsa da çekirdek aile en başından itibaren topluma eşlik etmiş izlenimi alınıyor. En azından ailelerin mağarası olduğu önerisi tarihin ilk dönemlerinde pek mümkün gözükmüyor. İlkel komünalin kolektif yapısını araştırmak tezlerimize daha çok sağlamlık kazandıracaktır.

Cevaplar

Aslıhan İlgaz'a dikkatli okuması ve önerileri için teşekkür ediyorum. Kollontai’ın metninin başlığını, bildiri içerisinde değiştirdim.

Gerici ideoloji ve sermayenin ihtiyaçlarının çelişkisi ise, AKP hükümetinin kadına dair söyledikleri ve pratikleri ile açıklanmaya çalışılmıştır. Bu, kadının çalışma hayatına -ve hatta toplumsal hayata- katılması üzerindeki olumsuz etkisi ile, kapitalizmin her daim kadını ucuz iş gücü olarak kullanması çelişkisine dayandırılmıştır. Kaynak gösterdiğim makalede ayrıntı görülebilir, ancak elbette üzerine daha fazla tartışılmayı hak ediyor, bir sonraki bildiri için not aldım.

Erhan Nalçacı’ya da değerli katkıları için teşekkür ederim. Yeniden formüle edilmesi önerilen yer, metne eklenen bir iki cümle ile genişletildi, makalenin tamamında bu cümle açıklanmaya çalışıldığından daha fazla genişletilmesi ancak bir sonraki çalıştayda bildirinin diğer önerilerle birlikte güçlendirilmesi ile mümkün görünüyor.

İnsanlık tarihine kapsamlı bir giriş başlı başına bir çalışma olabilir. Bu yüzden hem haddimi aşmamak hem konuyu dağıtmamak için yüzeysel bıraktığımı kabul ediyorum, Bilim ve Aydınlanma Akademisi’nin diğer bilim alanlarının da katkısıyla bir sonraki çalıştayda bu başlığı güçlendirme hedefini ise not ediyorum.