Tarih, bilim, Ege değil de kim/ne yanmalı?


Tolga BİNBAY

08.08.2021
soL Portal


Bilim ve Aydınlanma Akademisi’nin her yıl düzenlediği “yaz okulu” bu yıl ne yazık ki yangınlara denk geldi. Geçtiğimiz yıl salgın nedeniyle düzenleyememiştik, bu yıl ise kulağımız bilimde olarak ama aklımız yanan ormanlarda, çırpınan insanlarda kalarak düzenledik yaz okulunu.

Ege’deydik, Karaburun’da. “20. Yüzyılda Sınıf Mücadeleleri ve Bilim Felsefesi” başlığıyla dünya ve işçi sınıfı için oldukça çetin geçen bir dönemi tartıştık. Büyük umutlarla ve vaatlerle başlayan bir yüzyıl, büyük çöküşler ve yıkımlarla sona etmişti. Ve neredeyse 1871’den, Paris Komünü’nden başlayan bu yüzyıl bilimdeki devasa gelişmelere rağmen düşüncede yenilgiyle bitmişti. Bu nedenle, işçi sınıfı bilimde önemli adımlar atarken burjuva gericiliğinin en incelikli hallerine, idealizmin en çetrefilli üretimlerine ve düzen biliminin en sinsi çıktılarına da tanıklık etmişti. Yaz okulunu bu bilinçle ve merakla düzenledik ve zaten bilim de sınıf da işte orada, Ege’de, dört bir yanımızdaydı.

Bazı sabahlar yanan ormanların yüzlerce kilometre kuzeye gelen ve gökyüzünü boyayan sarı/kızıl bulutlarıyla uyandık. Meteoroloji açıklamalarını takip ettik. Öğlenleri üstümüzden İHA’lar geçti; hem de saatlerce; “talim” için! Yangın söndürmek için uçak almayan bir düzen savaşlar için insansız hava araçları üretiyordu işte. Akşamları ise Ege’nin Börklüce’den TARİŞ’e uzanan mücadele geçmişine gittik geldik. Sınıf bilinciyle donanmış bir avuç köylünün, bir grup işçinin yaptığı tarihi öğrendik.

*

Biliyorsunuz, egemen tarih yazımında bilim “bilim adamları”nın yaşamları, keşifleri ve çalkantıları üzerinden yazılır. Ağaçtan elma düşmüş ve Newton yerçekimini bulmuştur. Arşimet suyun kaldırma kuvvetini hamamda çözmüştür. Tesla, ayağı kaydırılmış bir büyük dehadır, Pastör ise peynir düşkünü olduğu için mikrobiyolojik yaşamı keşfetmiştir.

Egemen bilim tarihinde bunlar var. Sınıflar, sınıflar arasındaki ve sınıf içi mücadeleler, piyasa, metalar yok. Bilim insanı adı verilen toplamın büyük kısmının yatırımcı, şirket/işletme sahibi, patron, senyör ve hatta simsar olduğuna da yer yok bu tarih yazımında. Ve tabii ki geçimlerini hangi efendiye, zengine, krala, padişaha, şirkete ve sömürücü devlete dayanarak sağladıkları da...

Bilim tarihi sınıfsız yazıldığı gibi bilim düşüncesinin de sınıfsız ya da sınıflar üstü olduğu anlatılır egemen düşüncede. En yakın örneğini daha yeni yaşamadık mı? Covid için geliştirilen mRNA aşısı sınıflar üstü (ve hatta uluslar ötesi) bir keşif olarak anlatılmıyor mu? Arkasında, yanında, sağında, solunda koca bir sistem, düzen yokmuş gibi yazılmıyor mu?

Örneğin bizlere keşfedicilerinin kökenleri (artık kök neyse; o zaten hiç tartışılmıyor) buralarda olduğu için hızlı bir “gurur, onur, özdeşim” dayatılıyor. Almanya ve ABD sermayesinin en merkezindeki bu keşif “büyük Türk keşfi” olarak anlatılıyor. Arkasındaki devasa emperyalist rekabet ve toplumu pazara dönüştüren piyasa işleyişi ise görünmez oluyor böylece.

Egemenler bilimin tarihini böyle yazıyor, anlatıyor? Peki ya bilimin düşüncesi nasıl oluşuyor?

Geçmişin eksiklerini, gediklerini, aldanışlarını ve yanıltmalarını şimdi görmek kolay. Örneğin bugün kimse Herr Dühring’i hatırlamıyor. Ama kendi döneminde okuryazar herkesin aklına kazınmış bir isimdi Almanya’da. Bilimden dünya görüşüne, tarihten dine tüm egemen düşünce dünyasının cisimleştiği bir isimdi. Ya da bugün Karl Popper bir referans olmaktan çıkıyor belki ama şurada 2000’lere kadar “Marksizm de bilim değil işte” diyen herkesin temel referansıydı. Bilen bilmeyen herkes, Popper ile Marksizm’e burun kıvırabiliyordu.

Ama Popper geride kaldı. Bugün her krizde Marksizm’in kapısı çalınıyor ve kimse Marksizm’in bilimselliğiyle uğraşmıyor artık.

Uğraşmıyor, çünkü uğraşsa komik kaçar. Bunu çok iyi biliyorlar. Herkes biliyor, bilmese bile seziyor. Bir başka meselenin anlatısıydı Popper ve benzerleri. İşçi sınıfı düşüncesinin tutarsızlaştırılmasının, içinde gedikler açılmasının ve dağıtılmasının bir parçasıydı. Bilim sosuyla...

Bugün ise başka bir şey yaşıyoruz. “Sınıf, sınıf egemenliği, sermaye bönlüğü” toplumu, insanları dumura uğratan her yeni olayda kendini yeniden ve yeniden dayatıyor. Sınıf meselesi gömülemez, saklanamaz ve üstünden atlanamaz biçimde ben buradayım diyor.

Başka bir döneme geçtik ve 70’lerden 2000’lere uzanan o egemen hava, o zafer havasını yitirdi. Artık milyonlarca emekçiyi örneğin Berlin Duvarı hikâyeleri ile düzene bağlamak zor.

Zor, çünkü sermayeyi koruyan duvarlar saklanamayacak kadar yükseldi. Her yanımızda ve her anımızda o sınıfsal duvarlar var artık. Yangınlarda, sellerde, müsilajda, Marmaris’te, Ege’de ve dünyanın her tarafında. Hatta artık uzayda!

Sorun o kadar sistemik ki çözüm de sistemik, bütüncül, köklü olmak zorunda. Bütünsellik kendini dayatıyor; parçalanmış, küçük hikâyeler değil!

Ve tam da bu nedenle artık ormanlarımız, insanlarımız, yaşamlarımız yerine bu düzen yanmalı. Bilim için, tarih için, Ege için ve insan için…