Sosyalizmde ağız ve diş sağlığı hizmetlerinin örgütlenmesine ilişkin bir taslak

Sıla Dilmen, Mustafa Güven, Serkan Can Karakeçi
BAA Toplum Sağlığını Geliştirme ve Koruma Bilim Alanı – Toplum, Ağız ve Diş Sağlığı Komisyonu


1- DİŞ HEKİMLİĞİNİN PİYASA HÂKİMİYETİNDEKİ DURUMU, SAĞLIK REFORMLARI, SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM VE PİYASALAŞMA

1.1 Sağlıkta Dönüşüm Programı

Türkiye’de AKP hükümetinin iktidarı boyunca konuşulan ve tartışılan en önemli başlık ve süreçlerden biri Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) olmuştur. Gerçekte de SDP, Dünya Bankası (DB) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından kaleme alınan neoliberal politikaların Türkiye’nin sağlık alanında uygulanması için yapılan düzenlemelerden ibarettir. Ancak bu programın uygulandığı süreç içerisinde sağlık emekçilerinin çalışma yaşamlarında emeklerinin sömürülmesi, sundukları hizmetlerin piyasalaştırılması, çalışma ortamlarında şiddete uğramaları gibi çeşitli sorunlar ortaya çıkmıştır (Öcek ve ark, 2017).

SDP Türkiye’ye, dünyada sosyalizmin çözülüş süreciyle birlikte kapitalist ülkelerin ‘sosyal devletin’ tasfiyesine başladığı bir dönemde, 80’lerde sokulmaya başlanmıştır, ancak ‘reform’ sürecinin resmi başlangıcı Sağlık Bakanlığı (SB)’nın 1990 yılında DB himayesinde yürüttüğü ‘Birinci Sağlık Projesi’ olarak alınabilmektedir. Türkiye’nin sağlık reformlarıyla 80’lerde tanışmış olması sebebiyle SDP, AKP’ye ait bir özgün proje değildir. Birinci Sağlık Projesi’nin ardından gelen ve ikincisinin hedeflerini açıklayan “2001. Ulusal Sağlık Politikası” (Sağlık Bakanlığı, 1993) adlı yayında “birinci basamakta aile hekimliğine, sağlığın finansmanında genel sağlık sigortasına geçileceği, hastanelerin kendi kaynakları hakkında karar veren ve bu kaynakları kullanan işletmeler haline getirileceği, verimlilik esasına göre çalışan ve çalışanlarına katkıları oranında ücret veren kurumlara dönüştürüldükten sonra özerkleştirilecekleri” yazılmış, yani SDP’nin başlıca bileşenleri duyurulmuştur. Sağlık hizmetleri için ek kaynak yaratma stratejisinin hedefi kurumlarda ve hastalarda maliyet bilinci oluşturmak, toplum finansmanı yaratmak (katkı payları, fark, cepten ödemeler, sigorta, vergi, prim), özetle emekçilerin cebinden kaynak yaratmaktır (Belek, 2016). AKP öncesi hükümetler bu hedeflere ulaşamamışlardır, ancak toplumu özelleştirmeye ikna eden etmenin en önemli yolu olan kamusal sağlık hizmetlerini çökertme planını başarıyla uygulamışlardır.

DB, Dünya Sağlık Örgütü’nün de işbirliği ile farklı kıtalara dağılmış olan, 50’den fazla ülkede “Health in Transition” başlıklı programlar yürütmekte, her bir ülkenin geldiği noktayı belli aralıklarla raporlandırmaktadır. SB tarafından Türkçeye kazandırılan “Sağlık Reformunun Doğru Yapılması” (Roberts ve ark, 2004) başlıklı kılavuzda, sağlık emekçilerini reformlara ikna etme stratejileri oluşturulmuş; bu doğrultuda, bu stratejilerin uygulanması sürecinde etik kuralların bir yana bırakılabileceği, amaca ulaşmak yolunda ‘her şeyin mübah’ olabileceği gibi sektöre pratik yansımaları olmuştur. Stratejilerinin başında özellikle hekimleri hedefleyen vaatler gelmektedir. Çeşitli yollarla mesleki itibarlarını arttırma, uzman statüsü verme, para, personel veya tesis sağlama, eğitim olanakları sunma gibi vaatlerin arasında en önemlisinin hekimlerin performans ödemeleri gibi yollarla gelir düzeylerinin arttırılması olduğu belirtilmiştir. Tehditler ise işsizlik, itibarsızlık, mesleki yetkinlik kaybı, güvencesizlik ya da duruma uygun diğer araçlar şeklinde sıralanmaktadır. Son zamanlarda diş hekimleri arasında dayanışmacı ilişkilerin söz konusu olmadığı, hekimler arasında ciddi bir rekabet yaşandığı ve bu rekabetin meslek etiğine uygun davranmamayı beraberinde getirebildiği görülmüştür. Özellikle büyük kentlerdeki rekabet, diş hekimleri tarafından “kurtlar sofrası” ifadesi ile tanımlanmaktadır (Öcek ve ark, 2017: 137).

1.2 Sağlık Bakanlığı’nın Rolü

SDP’nin hayata geçirilmesi sürecinde SB, sağlık emekçilerinin yaşamlarının her alanını denetleyen bir tehdit merkezi haline gelmiştir. Özel sektörde de, bizzat kendi eliyle hekimlerin ve diş hekimlerinin kendi sermayeleriyle kurdukları küçük klinikleri temizleyerek, piyasayı büyük sermayeye ait hastanelere, uluslararası sağlık tekel ve zincirlerine hazırlamaktadır (Öcek ve ark, 2017). Burada açıklanması gereken nokta sağlık hizmetlerinin, dolayısıyla da ağız ve diş sağlığı hizmetlerinin devlet tarafından herkes için ücretsiz ve ulaşılabilir olması, bunların da sosyalizmle koşullandırılması zorunluluğudur. En başlarda SB’nin uygulamaları, ağız ve diş sağlığı hizmetleri nezdinde, sağlık hizmetlerinin ‘devletçe’ üstlenilmesi gibi bir görüntü sunmuştur; ama dönüşüm programının uygulanması sonucunda toplumun ağız ve diş sağlığı çok büyük oranda bozulmuş, tedavi edici hizmetlerde talep patlaması yaşanmış, devlete ait olan sağlık merkezlerine piyasa koşulları entegre edilince verilen hizmetin niteliği düşmüş, tekrarlayan tedavilerin sayısı artmış, hekime başvurması zorunlu olan emekçilerin de katkı payı ödemeleri artırılmıştır. Özetle devletin ağız ve diş sağlığı hizmetlerinde bir ‘başarısızlık’ durumu yaratılmış, öte yandan da küçük kliniklerin tasfiyesi başlamış; böylece bu hizmetlerin alanında ‘profesyonel’ gibi gösterilen tekellerce yapılması ihtiyacı yapay olarak oluşturulmuştur. Gelinen noktadan anlaşılmaktadır ki parçalı özel sektörün veya küçük özel kliniklerin sunduğu ağız ve diş sağlığı hizmetlerinin ‘devletçi’ politikalarla tasfiyesinin, aslında ağız ve diş sağlığı hizmetlerini uluslararası sağlık şirketlerinin tekeline sunmak, sağlıkta özel sektörün hâkimiyetini mutlaklaştırmak ve bazı dental holdinglerin tam tekelleşmesini sağlamak amacıyla yapılan alan temizliğinden başka bir şey olmadığıdır.

1.3 İşletmeleşen Hastaneler

Hastanelerle ilgili süreç SSK kurumlarının SB’ye devredilmesi ile başlamıştır. Hastanelerin bugün geldiği noktadan baktığımızda, bütünlüklü ve eşitlikçi sağlık örgütlenmesi gerekçesi ile sunulan bu devirin aslında özelleştirme sürecinin ilk adımı olduğu görülmektedir (İlhan, 2017). Bunu hastanelerde performansa dayalı ödeme uygulamaları, müşteri memnuniyeti odaklı yönetim gibi kamunun içinde özel sektör yaratma adımları izlemiş, ama hastaneleri “idari ve mali özerkliğe sahip sağlık işletmeleri” yaratma hedefi yolundaki en önemli adım kamu hastane birliklerinin kurulması olmuştur. 2011 yılında yayınlanan bir Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan bu birliklerin başına genel sekreter sıfatıyla yöneticiler atanmış, hastanelerde başhekimlerin üzerine amir pozisyonunda hastane yöneticileri belirlenmiştir. Yöneticiler belirlenen performans kriterlerini tutturmazlarsa yenilenmeyecek olan sözleşmelerini imzalayarak göreve başlamışlardır. Fakat işler planlandığı gibi gitmemiş ve yaratılan yetki karmaşası kendisini göstermekte gecikmemiş ve 2017 yılında bu uygulamadan vazgeçilmiştir (İlhan, 2017); ancak hastanelerin işletmeleşmesi son bulmamış, hastaların ve çalışanların sağlığını değil, kârlılığı ve kuruma giren parayı merkeze alan işletmeci yaklaşım kendini göstermiştir. Bu yaklaşımın sağlanmasında rekabet kültürünün yaygınlaşması oldukça etkili olmuştur. Rekabet kültürünün dayanağı ise performans sistemi ve bazı nitelikteki hastanelere tanımlanmış döner sermaye sistemi olmuştur.

Özellikle diş hekimliği üniversite hastanelerinde öğrencilere ağır koşullar yaratan döner sermaye sistemi, dönüşümün en belirgin etkilerindendir. Döner sermaye: ‘’Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerine kanunlarla verilen asli ve sürekli kamu görevlerine bağlı olarak ortaya çıkan ve genel idare esaslarına göre yürütülmesi mümkün olmayan mal ve hizmet üretimine ilişkin faaliyetlerin sürdürülebilmesi için, kamu idaresine bağlı olarak kurulmuş işletmelere tahsis edilen sermayedir.’’ şeklinde kanunda tanımlanmıştır. Üniversite hastanelerindeki mali planlama üniversitelerin inisiyatifine bırakılmış; ancak genel bir ortalama çıkarmak gerekirse %35 zorunlu ödemeler (malzemeler, personel ve teknisyen maaşları, ihaleler vs), % 5 bilimsel araştırma projeleri ofisi (BAP), % 1 hazine payı (vergiler), % 1 Döner Sermaye İşletim Müdürlüğü, % 58 sağlık personeline dağıtılan pay olarak oranlanabilir; ancak hizmetin büyük bir çoğunluğunu üstlenen öğrencilere herhangi bir ödeme yapılmamakta, üstüne öğrenciler neredeyse tamamı ithal olan malzemeleri, eğitim süreçleri içerisinde büyük paralar ödeyerek kendi ceplerinden almaktadırlar. Bütün bunlara rağmen üniversite hastanelerinde son dönemlerde ciddi mali sıkıntılar gözlenmiştir. Her üniversite hastanesinin döner sermaye dilimlerini farklı oranlar belirlemesi, çoğu üniversite hastanesinin malzeme alımı-tedavi masrafları gibi maddi konularda ödeneksiz bırakılması, medikal firmalara ve ilaç şirketlerine biriken borçlar, döner sermayenin her türlü masrafa yetememesi gibi gerekçelere dayanan ‘bilinçli’ politikalarla üniversitelerin mali kaynakları azaltılmış ve tüm bunların sonucunda performans sistemine de bağlı olarak toplum sağlığında bozulma ve birey başına düşen hizmetin artması ve fark ödemelerinde artış meydana gelmiştir.

SDP’nin uygulanmasında beklenen çıktılar; gereksiz hizmet kullanımının engellenmesi, basamaklı sağlık sisteminin yetkinleşmesi, hizmet kalitesi ve hizmet kullanım tatmini, maliyet bilincinin oluşturulmasıdır. Ancak ortaya çıkan durum sağlık sisteminin verimliliğinin düşmesi, toplumun çoğunluğunu oluşturan sosyoekonomik durumu düşük bireylerin hizmete ulaşmalarının zorlaşması, sağlık hizmetlerinde eşitsizlik, tedavi edici sağlık anlayışının yaygınlaşması, toplum sağlığının bozulması ve hastalıkların yaygınlaşması, birey başına düşen hizmet miktarının artması ve niteliksizleşmesi (niteliksiz hizmet sonucu tekrarlayan tedavilerin artışı), performans sisteminin hekimlere olumsuz etkileri, yönetsel maliyetlerin artması, doğrudan yüksek meblağlı ödemeler yerine fark ödemelerinin gerçekleştirilmesi olmuştur.

SDP sürecinde eğitim ve araştırma hastanelerinde de önemli değişimler yaşanmış, hizmet hastaneleri altyapıları ve eğitici kadroları hiçbir şekilde uygun olmaksızın bir gecede eğitim ve araştırma hastanelerine dönüştürülmüş, hastanelerin üniversitelerle ortak kullanımı uygulamaları hayata geçirilmiştir (Öcek ve ark, 2017).

1.4 Sağlık Emek Gücü

Sağlık hizmetinin piyasalaşması sürecinin en önemli bileşenlerinden biri emek üretimi sürecine getirilen “esnek üretim” reçetesidir (Özkan, 2017). Bu reçetede yer alan maddelerin büyük bölümü SDP kapsamında Türkiye’de sağlık çalışanlarının yaşamının bir parçası haline getirilmiştir. En belirgin değişim sağlık emek gücü sayısının arttırılması olmuştur. AKP hükümetinin her fırsatta yinelediği sağlık emek gücü açığı iddiasının arkasında piyasasının sürekli değişen taleplerine, dalgalanmalarına, rekabete ve teknolojik değişimlere yanıt verecek sayıda ve düşük maliyette emek gücü yaratma çabası yer almaktadır. Sağlık alanındaki emek gücünü artırmak olumlu bir durumdur; ancak her yıl artan hekim sayısı ile istihdam alanlarının aynı oranda artmaması nedeniyle, gün geçtikçe iş bulamayan ve ataması da yapılmayan hekimlerin sayısı da artacaktır. Sürekli olarak yeni tıp ve diş hekimliği fakültelerinin açılması ve var olanların kontenjanlarının arttırılması yaratılacak işsiz sağlık emek gücü aracılığı ile sayısal esneklik sağlanmasına, yani kurumların taleplerine ya da keyfiyetine göre istihdam edilen hekim sayılarının azaltılması ya da artırılmasına neden olacaktır. Kamuda esnek istihdam ve ücretlendirmenin en yaygın biçimleri olan sözleşmeli çalışma, performansa dayalı ücretlendirme ve taşeronlaşma yaşama geçirilmiştir. SB’ye bağlı hastanelerde, Ağız ve Diş Sağlığı Merkezleri (ADSM)’nde ve aile sağlığı merkezlerinde hareket – zaman etüdü çalışma örneği olan Merkezi Hasta Randevu Sistemi (MHRS) uygulamaya konmuştur. MHRS, işletmeye dönüştürülmüş sağlık kurumlarının kârını maksimize edebilmek için hekimlerin fazla-yoğun-ağır çalışarak en kısa sürede hizmet üretmesini ve böylece her dakikalarının denetim ve kontrol altına alınmasını sağlamıştır.

1.5 Dönüşümün Diş Hekimliğindeki Etkileri

Ağız-diş sağlığı, genellikle sağlık reformlarının erken aşamalarında ele alınan konular arasında yer almaz. Bunun temel nedeni piyasa mekanizmalarına dayalı özellikleri zaten barındırıyor olması ile ilişkilidir (Holst, 2002). Diş hekimlerinin kendi sermayeleriyle kurdukları özel muayenehaneleri aşamalı olarak ortadan kaldırmak ve piyasayı büyük yatırımcılar ve uluslararası sermaye lehine düzenlemek genellikle bu alandaki reformların hedeflerine ulaşması için yeterli olmaktadır. Çünkü muayenehanecilik sistemi sermaye birikimini ve tekelleşmeyi tamponlayan, bazı hekimlerin bir işletme gibi çalışabilmesini sağlayan ve bunun sonucunda sektörün parçalı yapısından dolayı sermaye birikim derecesinin düşüklüğüne neden olan bir sistem olarak görülmektedir. Bu süreçte SB, artık bir üstyapı olmaktan ziyade ADSM’ler ve diş hastaneleri aracılığı ile özel ağız-diş sağlığı sektörü ile rekabet eden bir ‘zincir’ haline gelmiştir. Başta muayenehaneler olmak üzere kendi adına çalışan diş hekimlerinin SB’nin rekabeti karşısında ayakta durmakta zorlandığı görülmektedir. SB’nin ağız diş sağlığı hizmetlerini tekelci şirketlere tahsis etmek amacıyla özel sağlık kurumlarına dayattığı yasal gerekliliklerin de altında başta muayenehaneler olmak üzere diş hekimlerinin sahip olduğu klinikleri adım adım ortadan kaldırma planının yer aldığı görülebilmektedir. Rekabetin en önemli sonucu hastaların artık tüm hizmet bedelini cepten ödeyecekleri özel kurumlar yerine daha az miktarlarda, ama ödemelerin daha sık yapıldığı SB kurumlarını tercih etmeleridir.

Sağlık reformlarının ağız-diş sağlığı alanındaki etkileri Avrupa ülkelerinde yaşanan süreçler aracılığı ile özetlenebilmektedir. Genel olarak reformlarla birlikte özelleşmeye doğru bir değişim gerçekleşmiştir. En sık gözlenen değişim kamusal finansmandan ağırlıklı olarak özel finansmana, yani tüketicilerin katkı paylarına ve özel sigortaya geçiştir. Hollanda ve Almanya bunun en tipik örnekleridir. Eski sosyalist Doğu Avrupa ülkelerinde reformların ardından çok hızlı bir şekilde ağız-diş sağlığı pazarı gelişmiştir. Hizmetler tamamen özelleştirilirken yeni kurulan sosyal sigorta modelinde ağız-diş sağlığına yer verilmemiştir (Holst, 2002; Widström, 2001).

İskandinav ülkelerinde ücret düzenlemesi kaldırılmış, kamusal sorumluluk ilkesinin yerini serbest seçim ve sözleşme gibi unsurlar almıştır (Holst, 2002). Norveç ve İsveç’te diş hekimliği pazar kontrolünün ve özelleştirmenin en belirgin yaşandığı sağlık hizmeti alanı olmuştur. Pazar yapısının güçlenmesinin sonucu, hastaların ağız-diş sağlığı için yaptığı harcamaların çok kısa süre içinde artması olmuştur. Danimarka’da 1980 ve 2001 yılları arasında yetişkinlerin diş tedavisi için yapılan harcamanın içinde cepten ödemelerin payının %50’den %80’e çıktığı görülmektedir (Pedersen, 2005).

Birleşik Krallık’ta da özel muayenehanecilik yapan diş hekimlerinin Ulusal Sağlık Hizmetleri tarafından ödenen ücretlerinde yapılan kesintiler, muayenehanelerden talep edilen standartların giderek ağırlaşması, ödemelerle ilgili gelecek belirsizliği vb. nedenler diş hekimlerini Ulusal Sağlık Hizmetleri kapsamındaki hasta listelerini küçültüp özel hizmet hacimlerini arttırmaya yönlendirmiştir (Lynch, 2003). Bu stratejiye rağmen ayakta kalmaya devam edemeyen diş hekimleri son çözüm olarak muayenehanelerini zincir şirketlere devretmiş, ya eskiden kendilerine ait muayenehanelerinde ya da başka bir klinikte ücretli olarak çalışmaya başlamıştır. Zincir şeklinde örgütlenen anonim şirket klinikler, diğer adı ile dental holdingler Avrupa’da neoliberal sağlık politikalarının diş hekimliği hizmetleri üzerindeki etkisinin en somut sonucudur. Önce sermaye sahibi diş hekimleri kliniklerini büyüterek meslektaşlarını yanlarında çalıştırmaya başlamış, ardından, kısa süre içinde uzay, savunma, otomativ, enerji, küresel değer yönetimi gibi tamamen başka alanlarda faaliyet yürüten büyük yatırımcılar ağız-diş sağlığı sektörünü keşfetmiş, önlerindeki mevzuat engellerini temizlemiş ve patron diş hekimlerinin kliniklerini teker teker satın almıştır.

Zincir şirketlerle birlikte ‘diş’ turizmi de ivme kazanmıştır. Piyasacı ağız ve diş sağlığı hizmetlerinin pazarlayıcısı konumundaki ‘dental’ holdingler, çalışanları olan diş hekimlerinin açık fikirli, pozitif ve esnek kişiler olması ile övünmektedir. Ama bu sıfatlar ile asıl kastedilenin dış denetimi ve dışarıdan belirlenen kuralları kabul edebilme düzeyi olduğu açıktır. Çalışan diş hekimlerinin profilleri ise daha çok göçmen, yeni mezun ve özel klinik açacak sermayeye sahip olmayanlardır (Lynch, 2003). Doğu Avrupalı diş hekimleri de bu holdinglerin sağlık turizmi faaliyetleri aracılığı ile önemli bir çalışan grubu haline gelmiştir. Doğu Avrupa ülkeleri özellikle Macaristan, Polonya gibi Batı’ya daha yakın olanlar ve son dönemlerde de Türkiye, bir yandan kendi vatandaşlarının ağız-diş sağlığını gözden çıkarırken, diğer yandan zincir şirketler aracılığı ile Avrupa ülkelerinin vatandaşlarının ucuz hizmet alabildiği alışveriş merkezlerine dönüşmektedir (Stefanczyk, M. 2011).

1.6 Sayılarla Türkiye Ağız-Diş Sağlığı Hizmetlerinde ve Diş Hekimi İstihdamında Dönüşüm

SDP, Türkiye’de ağız-diş sağlığı hizmetlerinin sunumu, diş hekimlerinin istihdam biçimi ve profesyonel kimliği açısından çok çarpıcı bir değişime yol açmıştır. 2002 yılında Türkiye’de 1 diş hastanesi ve 14 ADSM bulunurken bu sayılar 2017’de 22 Ağız Diş Sağlığı Hastanesi ve 132 ADSM şeklinde değişmiştir. Aynı zamanda 510 devlet hastanesi içinde değişik kapasitelerde ağız-diş sağlığı tedavi hizmetleri sunulmaktadır. SB’de çalışan diş hekimi oranı 2006’da %21 iken, 2010’da %33 olmuştur. 2017 verilerine göre SB’de yukarıda belirtilen birimlerde çalışan 841 uzman diş hekimi ve 7844 diş hekimi hizmet vermektedir. 2017 TDB verilerine göre ise toplam diş hekimi sayısı da 31684 sayısına ulaşmış olup çeşitli niteliklerdeki hekimlerin kamu-özel sektör dağılımı da yarı yarıyadır. SB’nin ağız-diş sağlığı hizmeti veren kurum sayısındaki ve diş hekimi istihdamındaki artışın sonucunda hizmet sunumunda da bir patlama yaşandığı doğrudur; bakanlık kurumlarında ağız-diş sağlığı hizmeti başvurusu sayısı 2002’de 5.5 milyon iken 2012 yılında yaklaşık 35 milyona, 2016 yılında ise 44 milyona ulaşmıştır (TDB, 2018). Ancak buradaki hizmet koruyucu ve önleyici değil, tedavi edici hizmettir. Kurumlarda uygulanan performansa dayalı ödeme sisteminin daha çok kazanç sağlayan protetik tedavileri ödüllendirdiği, koruyucu uygulamaların ihmal edilmesine yol açtığı açıklanmıştır. Olumsuz olan durum, tüm nüfusu kapsayacak şekilde istihdam sağlanmamış, toplumun ağız ve diş sağlığının bozulması sonucu tekrarlayan tedaviler artmış, hekim başına düşen hasta başvuru sayısı artmıştır. Kastedilen hizmet patlamasının nedeni de budur. Hizmet sunumu ile indirekt ilişkisi ve diş hekimliği eğitimindeki erozyonu yansıtması açısından diş hekimliği fakültelerindeki ve öğrenci sayısındaki artış da çarpıcı değişiklikler göstermektedir. 2002’de 19 olan diş hekimliği fakültesi sayısı 2018 yılında 86’ya ulaşmış; 2019 itibariyle 66 aktif fakülte, 24 henüz eğitime başlamamış fakülte, toplamda da 90 fakülte sayısına ulaşmıştır. Yine 2002’de yıllık 929 olan öğrenci kontenjanı 2018 yılı itibarıyla 4991’e çıkmıştır. Ancak bu öğrenci ve fakülte sayısındaki anormal artışa öğretim üyesi artışı aynı oranda cevap verememiş ve olan az artışın çoğu da doktoralı öğretim üyesi sayısıyla elde edilmiştir. 2002 yılında 649 olan öğretim üyesi sayısı 2017 yılında 1812 olarak görülmektedir (TDB, 2018). Herkesin ağız ve diş sağlığı hizmetlerine ulaşabilmesi için hekim sayısının artırılması, evet zorunlu bir şeydir; ancak her yıl üniversitelerden mezun olan yeni hekimler ya atama beklemekte ya da açıkta kalmaktadırlar (Kılıç ve Oktay, 2019). Yani kamuda yeni istihdam alanları açılsa bile totalde kamu-özel sektör hekim dağılımı oran olarak her yıl kamu sektörü aleyhinde daralmaktadır. Bu durumun devam etmesi ile ileriki zamanlarda dental tekellerde ucuz iş gücü olarak çalışmak zorunda kalacak işsiz hekimler birikecektir. ADSM’lerde gerçekleşen hizmet patlamasının nitelik açısından önemli bir düşüşü beraberinde getirdiği göz önünde bulundurulduğunda, ilk etapta fiyatların ‘teşvik’ niteliğinde ucuz olarak belirlendiği dental tekellerin sayısı arttıkça bireylerin tercihinin buralara kayacağı ve ADSM’lerin kendiliğinden sönümleneceği yorumu yapılabilmektedir. Bu durumu takip eden süreçte de ADSM’lerde ağır iş yükü ve performans koşullarında çalışan hekimlerin yine ilk etapta devlete göre daha iyi maaş alabileceği dental tekellere transferi olabilir. Sonucunda da ilk başta ‘özel sektöre karşı rekabet eden’ SB, büyük bir emek gücü ve hasta havuzu oluşturarak dental tekeller lehine sektörden çekilecektir. Piyasa-yönelimli sağlık ortamının hem diş hekimlerinin profesyonel kimliği hem de toplumun ağız-diş sağlığı hakkı açısından bir tehdit yarattığı, SDP sürecinde ağız-diş sağlığında piyasa mekanizmalarının yerini terk etmediği, tam tersine daha da güçlendiği, düzenlendiği ve tekelleştiği görülmüştür (TDB, 2018).

2- SOSYALİZMDE AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI HİZMETLERİNİN ÖRGÜTLENMESİNE İLİŞKİN BİR TASLAK

2.1 Sosyalizmde Ağız ve Diş Sağlığı Örgütlenmesinin Çerçevesi

Sosyalist ağız ve diş sağlığı hizmetleri, sağlık hizmetlerinin sadece devlet tarafından herkes için ulaşılabilir ve tamamen parasız sunulduğu ve koruyucu sağlık hizmetlerinin merkezinde yer aldığı bir yaklaşımla, koruyucu sağlık hizmetleriyle tedavi edici hizmetlerin iç içe olduğu, “sağlığın vazgeçilmez bir insan hakkı olduğu ve sağlığı iyileştirmek için sosyal belirleyicilerin de iyileştirilmesi gerektiğinin politika olarak benimsenmesi” (Taşdemir, 2017) prensibiyle geliştirilmelidir. Ağız ve diş sağlığı hizmetlerinin genel sağlık sistemindeki yeri kaba maddelerle bu şekilde çizilebilir:

  • Diş hekimlerinin, diş teknikerlerinin, dental asistanların, diş depoları temsilcilerinin ve hemşirelerin de dâhil edildiği tüm sağlık birim alanları yasal, yönetsel ve parasal güce sahip olan ve ‘halkın çıkarını gözeten’ sosyalist Sağlık Bakanlığı'nda toplanmalıdır.
  • Sosyalist ağız ve diş sağlığı hizmetleri tüm nüfusu kapsamına almalıdır. İlaç, malzeme ve dental materyaller, alet, laboratuvar incelemeleri, hastane bakımı dâhil, hizmetlerinin tümü ücretsiz olmalıdır.
  • Halk, ağız ve diş sağlığı hizmetinin ulaştırılmasına, değişik kuruluşlar yoluyla katılmalıdır.
  • Ağız ve diş sağlığının koruyucu, iyileştirici ve esenlendirici hizmetlerinin, genel sağlık sistemine değişik niteliklerde entegrasyonu sağlanmalıdır.
  • Ağız ve diş sağlığı hizmetleri; klinik hizmetler, çevre sağlığı hizmetleri, halk sağlığı ve toplumsal hizmetler ve sosyal hizmetlerde çeşitli bileşkeleriyle bulunmalıdır.

Genel sağlık ve ağız-diş sağlığı hizmetlerinin tümü sosyalist bir Sağlık Bakanlığı örgütlenmesinin sorumluluğu altında bulunmalıdır. Bunun dışında sağlık hizmetlerinin merkezi planlamaya uygun, herkes için ulaşılabilir ve bütüncül olarak sağlanabilmesi için Sağlık Bakanlığı tek inisiyatif olmamalı; ulaştırma, tarım ve gıda sanayi, teknoloji, malzeme gibi ilgili kurumlarla iş birliği içinde planlamalar ortak yapılmalıdır. Ağız ve diş sağlığı hizmetleri çeşitli basamaklardaki sağlık hizmetlerine dâhil edilmeli, ayrıca diş hekimlerinden, dental asistanlardan ve dental hemşirelerden oluşan ‘profilaktik departman’ (Aksakoğlu, 1978b) oluşturulmalıdır.

2.2 Sosyalist Ağız ve Diş Sağlığı Hizmetlerinin Planlamadaki Yeri

Ağız ve diş sağlığı hizmetleri planlaması; biyolojik ve sosyal çevresi içinde toplum sağlığının korunmasını etkileyen faktörlerin beklenen gelişimi, tıbbi araştırmalarla bulunan sonuçlar ve toplum sağlığının olası gelişme düzeyine dayanarak hazırlanmalıdır. Öncelik koruma ve sağlık eğitimindedir. Birinci basamakta görevlendirilen dental ekiplerin hizmetleri; koruyucu ve tedavi edici yaklaşımlar, basit operatif işlemler, çeşitli patolojilerin tanısı, bazı sistemik hastalıkların baş-boyun ve ağız bölgelerindeki erken tanısı, beslenme diyetinin düzenlenmesi veya üst seviyelerdeki kurumlara sevki şeklinde sıralanabilir. İkinci basamakta görevlendirilen dental ekipler; üst uzmanlık alanlarında çalışmalar yürütme, laboratuvar imkânlarında çalışabilme, çeşitli kurumlarla birlikte koruyucu yaklaşımların geliştirilmesine ve planlamasına katılma, endikasyonlara göre sevk edilen hastaların konsültasyonunu sağlama şeklinde yetkilendirilebilirler. Üçüncü basamaktaki dental ekipler; en üst düzey uzmanlaşma düzeyinde, bilimsel araştırmaların yürütülmesinde, akademi ve üniversitelerin ilgili alanlarında, il ve bölge sağlık merkezleriyle bütüncül çalışmalarda, hizmet ve eğitim fonksiyonlarıyla ağız sağlığı politikalarının denetlenmesi şeklinde yetkilendirilebilirler.

Toplumcu ve sosyalist ağız ve diş sağlığı hizmetlerinin başarısını belirleyecek iki önemli etken, dental ekip ve hekim başına düşen nüfus ve hizmet planlamasıdır. Böylelikle kişiler bağlı bulundukları dental ekiplere kolayca ulaşabilir ve sadece hasta olduklarında değil ağız ve diş sağlığıyla ilgili her konuda, eğitim ve danışmanlık hizmetleri de alabileceklerdir. Ayrıca merkezi sağlık sisteminin planlaması doğrultusunda gerek çeşitli sağlık birimlerinden, gerekse sadece dental ekiplerden oluşan birimlerin ev ziyaretleri de ağız ve diş sağlığı nezdinde erken tanılar ve sevklerle başarıyı olumlu bir şekilde etkileyebilecektir.

Toplumcu ağız ve diş sağlığı hizmetleri sadece klinik ve ev ziyaretleri olarak da sınırlandırılmamalıdır. Toplumsal üretimin yapıldığı her alanda; fabrikalarda, okullarda, kreşlerde, tarım birliklerinde vs. bir sağlık merkezi ve beraberinde ağız-diş kliniği bulunmalıdır. Bu klinikler birçok temel operatif işlemleri yapabilecek nitelikte (gerekli alet ve dental materyallerin temini) donatılmalıdır, kreş veya ilköğretim niteliğinde eğitim veren okullarda florlama, fissür örtücü gibi çeşitli koruyucu uygulamalar yapılmalıdır. Bununla beraber özellikle de gelişim çağındaki çocukların beslenme diyetlerinin genel sağlıklarıyla beraber ağız-diş sağlıkları da göz önünde bulundurularak hazırlanması, karyojenik (çürük yapıcı) gıdaların aşırı tüketiminin engellenmesi veya kontrol altına alınması, sistemik hastalıkların bulguları olarak gelişen oral patolojilerin kontrolü ve tedavisinin yapılması toplum sağlığını geliştirecek nitelikte adımlardır. Küçük tedavilerin ilgili iş veya eğitim biriminde yapılabilmesi, her birimdeki hekimlerin de tedaviye ihtiyacı olan bireylerin sevklerini uygun bir şekilde sağlayabilmesi önemlidir. Ayrıca hekime ulaşan veya hekimin ulaştığı tüm hastalar kayıt altında tutulmalı, çeşitli periyotlarla muayeneye çağırılmalı ya da gidilmelidir. Bu iş veya eğitim birimlerinde bulunabilecek olan spor, kültür, sanat gibi aktivitelerin bileşiminin yanında sağlık merkezlerinin varlığıyla da sadece hastalıktan korunmak ya da hasta olunduğunda tedavi görmenin ötesinde psikolojik ve fiziksel olarak daha güçlü olmak amacı, bilim ve emek sürekli bir işbirliği içerisinde olabilecektir (Newsholme, Kingsbury, 2015).

2.3 Diş Hekimliği Müfredatının Yeniden Düzenlenmesinde Durulacak Zemin, Hekimin Hastalığa ve Etiyolojisine İlişkin Temel Yaklaşımı

Kapitalizmde toplumsal yaşamda, sağlık alanında, dolayısıyla eğitim alanında da sermaye egemenliği vardır. Üniversitelerin neredeyse tamamı sermayenin politik egemenliği ve ideolojik hegemonyasının altındadır. Sermaye egemenliği yalnızca sağlığın kurumlarına ve uygulamalarına değil bilgiye de dokunmuştur, sadece bilginin kullanımına değil, bilginin üretimine ve özüne işlemiştir.

Sağlıkta dönüşüm ve piyasalaşmayla birlikte diş hekimliği fakültelerinin müfredatları da piyasaların hizmetinde dönüştürülmüş, hastalıkları bir toplumsal olgu olmaktan çıkarıp bireysel sorun haline indirgemiş, devleti toplumsal sorumluluklarından ‘kurtararak’ sağlık sorunlarının yükünü tamamen yoksulların ve emekçilerin üzerine yıkmış, tedavi edici hekimliği bir anlamda ‘zorunlu’ hale getirmiş, ‘bilime’ yaslanarak tıbbi cihaz ve ilaç sanayi tekelleri gibi kârlı yatırım alanları açmış ve hastalıkların etiyolojisinin toplumsal bileşenlerini göz ardı edilmiştir. Bu nedenle toplumcu ağız ve diş sağlığı hizmetleri anlayışı doğrultusunda fakülte müfredatları sil baştan yazılmalı, toplum ve halk sağlığının doğrultusunda sadece salt bilimsel bilgiyle hazırlanmasının ötesinde toplumun sağlığı, ihtiyaçları ve gerçeği arasında bağ kurularak hazırlanmalı, idealist sapmalardan kurtarılarak tıbbileştirilmeli, hastalıkların etiyolojisine ve hekimlik yaklaşımına ilişkin toplumsal belirlenimler bulundurmalıdır. Diş hekimlerinin yaklaşımı temel hatlarıyla aşağıdaki gibi çizilebilir:

  • Hastanın gündelik yaşam koşullarına odaklanarak hastalığı değil sağlığı öne koymalıdır.
  • Hastalığın ortaya çıktığı toplumsal koşullara vurgu yapmalıdır.
  • Hastalığın özgün etkeninin hangi koşullar altında hastalık yapabildiğine önem verilmelidir.
  • Hastalıkların veya sağlıksızlığın, toplumun sosyal ve ekonomik örgütlenmesinin ürünü olduğu bilincinde olmalı, sosyalist toplumun kuruluş aşamasında toplumsal eşitliğin gerçek anlamda var edilmesi için çalışmalıdır.
  • Hastalıkların açıklamalarını sadece özgül ajanlara, hastalık yapıcı mikroorganizmalara veya maruziyetlere indirgememelidir.
  • Merkezi planlamayla sağlık hizmetlerine toplum katılımı sağlanmalı, planlamada toplumun gereksinimleri belirlenmeden alınacak önlemlerin etkin olamayacağı anlaşılmalıdır.
  • Sektörler arası iş birliği sağlanmalı, salt tıbbi tedbirlerle sağlık sorunlarına çözüm getirilemeyeceği; biyolojik etmenlerin yanında sosyoekonomik ve politik etmenlerin de varlığı, dolayısıyla sosyal, ekonomik ve politik tedbirlerin gerçekleştirilmesi gerekliliği bilinmelidir.
  • Tıbbi bakımın örgütlenmesi, sağlık sorunlarının bireysel sorunlara indirgenmemesi, hastalıkların birçok bireyi aynı anda etkilemesi; ancak çözümün bireylerin tek tek tedavisiyle değil, daha genel ve topluma yönelik önlemlerle herkes için ücretsiz ve erişilebilir, koruyucu ve tedavi edici hizmetlerin bütüncül olarak sunulması gerekliliği bilinmelidir.

2.4 Koruyucu ve Önleyici Ağız ve Diş Sağlığı Hizmetlerinin Kapsamı

Kapitalizm, toplumda ağız ve diş sağlığı hizmetlerinin ‘lüks hizmetler’ olduğu algısını oluşturmuştur, ‘parası olanlara’ bu hizmetlerin en iyisine ulaşabilme ‘özgürlüğü’ sunulmuş, sosyoekonomik durumu düşük olan kesimlere ise niteliksiz hizmet alma ‘özgürlüğü’ sunulmuştur. Ancak bu altı boşaltılmış özgürlük kavramının ortaya çıkardığı durum gösteriyor ki emekçilerin bu hizmetlerden yararlanması için ne yeterli zamanı, ne uygun ulaşım imkânı, ne de yeterli maddi durumu bulunmaktadır. Doğrudan veya direkt kapitalizmin yarattığı koşullardan sağlığını yitiren emekçiler, hastalıklarının tek sorumlusu olarak gösterilmişlerdir. Sosyalist devrim ve beraberinde gelecek olan sosyalist ağız ve diş sağlığı hizmetleri emekçi sınıflar için önemli bir kazanım olacaktır. Sosyalist ağız ve diş sağlığı hizmet ve hizmetlilerinin hastalara ve hastalıklara yaklaşımında üretim koşulları, toplumsal şartlar, biyolojik çevre ve tıp bir bütün olarak ele alınır, sağlık politikaları merkezi planlamayla herkes için erişilebilir ve ücretsiz sağlanacak şekilde düzenlenir, en önemlisi de koruyucu ve önleyici politikalar geliştirilir. Bazı kapitalist ülkelerde sağlık hizmetleri belli dönemlerde ‘erişilebilir ve ücretsiz’ olarak sağlanabilir, ancak sosyalizmin burada koyacağı fark herkes için önleyici ve koruyucu hizmetlerdir. Örneğin toplumlarda en yaygın görülen ağız ve diş sağlığı sorunu diş çürükleridir ve diş çürüklerinin koruyucu önlemlerle %80-85 oranında engellenebildiği kanıtlanmıştır. Sosyalist ağız ve diş sağlığı hizmetleri sadece hasta olanlara hizmet vermez, her bireyin sağlık takibini yürütme sorumluluğunu üstlenir. Sadece bireyin kliniğe başvurmasını beklemez, hekim veya dental ekiplerin de hastalara ulaşmasını sağlar, bireyin henüz fark etmediği hastalıkları; mine veya dentin çürükleri, çeşitli aşamalarında olan periodontal hastalıklar, kemik, doku veya ataçman kayıpları, gelişim sürecindeki çocukların nefes rejimi ve ağız alışkanlıkları (parmak veya cisim emme) gibi fiziki etkenler sonucu oluşabilecek veya ileriki yaşlarda dil, dudak ve yanak hareketlerinin dişler üzerinde oluşturduğu basınç sonucu gelişebilecek diş çapraşıklığı gibi ortodontik hastalıklar, çene-yüz malformasyonları, diş kaybına yol açabilecek diş kökünü veya diş dokusunu kapsayan granülom veya enfeksiyonları, vs. hem gelişmeden önce engelleyebilir, hem de hastalık gelişmişse bile hastalığın ilk aşamalarında tedaviye alıp koruyucu ve önleyici hizmetlerle tekrar gelişmesi engellenip kontrol altına alabilir.

Koruyucu ve önleyici hizmetler bireysel koruma hizmetleri, grup (fabrikadaki iş birimleri, eğitim kurumlarındaki öğrenciler, tarım birimleri vb.) koruma hizmetleri ve toplum koruma hizmetleri olarak aşamalandırılabilir (Akar, 2014). Bireysel koruma hizmetleri, diş hekimlerinin uygulama veya gözetimi ve önerileri ile bireylere uygulanan koruyucu ağız ve diş sağlığı yöntemlerini içermektedir. Bu yöntemler aşağıdaki gibi özetlenebilir:

  • Diş hekimi muayenesi
  • Oral hijyen ve beslenme eğitimi, diyetin düzenlenmesi
  • Muayenehane ortamında yapılan florür uygulamaları (jel, vernik vb.)
  • Fissür örtücülerin kullanımı
  • Minör koruyucu restoratif işlemler (PRR)
  • Koruyucu ve önleyici ortodontik tedaviler
  • Bireyin kendi kendine uygulayacağı mekanik ve kimyasal ağız ve diş temizliği

Grup koruma hizmetleri çocuklara, farklı üretim alanlarında çalışan mesleki grup ve birimlere verilebilir. Grup koruma yöntemleri aşağıdaki gibi özetlenebilir:

  • Diş hekimi muayenesi
  • Gruplara ve birimlere toplu olarak verilen oral hijyen ve beslenme eğitimleri
  • Yerel flor uygulamaları (jel, vernik vb.)
  • Üretim ya da eğitim bina veya kompleksinin sularının florlanması

Genel koruma hizmetleri, toplumun tümüne sağlanacak koruyucu önlemleri ifade eder. Genel koruma kavramı içerisinde aşağıdaki yöntemler kullanılabilir:

  • İçme sularının florlanması
  • Yemek tuzlarının florlanması
  • Besinlere flor katılması
  • Topluma yönelik ağız diş sağlığı eğitimleri (kamu spotları, seminerler, vb.)
  • Genel (mahalle, ev) ağız taramaları ve takibi
  • Macun, diş fırçası gibi eşyaların tüm topluma dağıtılması ve dağıtımın planlanması
  • Genel koruyucu ve önleyici ağız ve diş sağlığı politikalarının herkesin erişebilmesi adına belirlenmesi
  • Ağız ve diş sağlığı hizmeti verecek kurumların bölgelere göre dağılımı ve sayısı, istihdam edilecek diş hekimi, diş teknikeri, dental asistan ve dental hemşire ataması, kurumun ihtiyaçlarını karşılayabilecek diş deposu dağılımı

Kaynaklar

Akalın, M.A., (2013). Toplumcu tıbba giriş, İstanbul: Yazılama Yayınları.

Akar, Ç., (2014). Türkiye’de ağız-diş sağlığı hizmetlerinin strateji değerlendirmesi .Erişim tarihi: 05.03.2020 http://www.tdb.org.tr/tdb/v2/yayinlar/Arastirma_Dizisi/arastirmadizisi_…

Aksakoğlu, G. (1978b). Sosyalist ülkelerde sağlık hizmetleri, Toplum ve Hekim, 8: 28-37.

Belek, İ., (1994). Sağlığın politik ekonomisi, 4. Baskı, İstanbul: Yazılama Yayınları.

Doğan, Ş. (2020). Sovyetler Birliği’nde sağlık hizmetleri. Erişim tarihi: 19.03.2020 https://teoriveeylem.net/tr/2020/01/sovyetler-birliginde-saglik-hizmetl…

Evrensel (2004). Doğu Avrupa'da sağlık 'reformları' ve sağlık çalışanlarının çalışma-yaşam koşulları. Erişim tarihi: 17.03.2020 https://www.evrensel.net/haber/155386/gundemdeki-dosya

İlhan, B. (2017). Sağlık bakanlığı hastanelerinde 15 yıllık dönüşüm, Toplum ve Hekim, TTB Yayını, 32(6): 422-426.

Kılıç, N. ve Oktay, H. (2019). Diş hekimliğinde kıyaslamalar ve gelecek için öneriler, Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi, 49: 42-47.

Lynch, M. ve Calnan, M. (2003). The changing public/private mix in Dentistry in the UK– a supply-side perspective, Health Economics, 12(4): 309-24.

Newsholme, A. ve Kingsbury, J.A. (2015). Kızıl tıp, 1. Baskı, (S. Görmez, Çev.). İstanbul: Yazılama Yayınevi.

Öcek, Z.A., Sevim, N. ve Cebeci, İ. (2017a). Türkiye’de ağız-diş sağlığı hizmetlerinde ve diş hekimlerinin çalışma yaşamında gerçekleşen dönüşümü anlamak: Niteliksel bir araştırma. Erişim tarihi: 05.03.2020 http://www.tdb.org.tr/tdb/v2/yayinlar/Cesitli/TDB_ADS_Niteliksel_Bir_Ar…

Öcek, Z. (2017b). AKP ve Türkliye’de birinci basamak sağlık hizmetlerinin başkalaşma öyküsü, Toplum ve Hekim, TTB Yayını, 32(5): 361-375.

Öztürk, O. ve Hamzaoğlu, O. (2017) AKP’li 15 yılın bilançosu, Toplum ve Hekim, TTB yayını, 32(5): 323-324.

Pedersen, K.M., Christiansen, T., Bech, M. (2005). The Danish health care system: Evolution – not revolution – in a decentralized system, Health Economics, 14:41-57

Roberts, M.J., Hsiao, W., Berman, P., Reich, M.R. (2004) Sağlık Reformunun Doğru Yapılması. Erişim Tarihi: 24.05.2020 https://sbu.saglik.gov.tr/Ekutuphane/kitaplar/sarefdoyap.pdf

Sağlık Bakanlığı. (1993) Ulusal sağlık politikası, Sağlık Projesi Genel Müdürlüğü. Erişim Tarihi: 05.03.2020 https://sbu.saglik.gov.tr/Ekutuphane/kitaplar/ulusalsaglikpolitikasi.pdf

Taşdemir, M. (2017). Bir halk sağlığı destanı: Küba. Erişim tarihi: 17.05.2020 http://www.sdplatform.com/Dergi/1019/Bir-halk-sagligi-destani-Kuba.aspx

TDB (2018). Diş hekimliğinde insan gücü planlaması. Erişim tarihi: 05.03.2020 http://www.tdb.org.tr/tdb/v2/yayinlar/Cesitli/Dishekimliginde_Insangucu…

World Bank (2011). Türkiye sağlıkta dönüşüm projesi, Turkey - health transition project. Erişim Tarihi 05.03.2020 http://documents.worldbank.org/curated/en/358901475080327195/Turkey-Hea…


Katkılar

Erhan Nalçacı

Genç arkadaşlarımı bildirilerinden dolayı kutluyorum. Sanırım bu Türkiye’de sosyalist diş sağlığı hizmetlerinin nasıl kurgulanacağına ilişkin bugüne kadar yazılmış en gelişkin yazı oldu.

Basamaklı sağlık sisteminde diş sağlığı hizmetlerini diğer bütün sağlık hizmetleri ile bir bütün içinde düşünmekte yarar var. Bugüne kadar Türkiye’de birinci basamak sağlık hizmetleri içine diş sağlığı eklenmemişti. Rapor bize bunu müjdeliyor, sosyalizmde eksiksiz bütün üretim birimlerinde birinci basamak sağlık hizmeti içine diş sağlığını koruyucu ve geliştirici hizmetleri eklenecek.

Burada belki ikinci bir bildiri için bir öneride bulunulabilir. Türkiye’de ağız-diş sağlığı sorunu yaratan başlıca olay sadece birinci basamakta koruyucu- geliştirici diş sağlığı hizmetinin verilmiyor olması değil, gıda tekellerinin özelikle çocukları hedef alan faaliyeti de başlıca bir unsurdur. Bir sonraki bildiri de bu konu ele alınabilir. Şekerli gıda üreten şirketlerin reklam ve pazar faaliyetlerinin diş sağlığına nasıl zarar verdiği belgelenebilir. Sosyalizm bu çıkar gruplarını ortadan kaldıracağı için de diş sağlığını koruyacaktır.

Ayıca insan savunma sistemini zayıflatan emekçi sınıflara ait beslenme bozuklukları ve diğer etkenlerin diş sağlığına etkisi bir bildiri konusu olabilir.

Yanıtlar

Öncelikle sizlere ve bildiriye eleştiri ve katkılarını sunan tüm BAA bilim alanlarına teşekkür ederiz. Bildiriyi hazırlarken Türkiye’de şu ana kadar sosyalist ağız ve diş sağlığı hakkında bir çalışma yapılmadığını fark ettik, bu nedenle bir başlangıç olarak sosyalist ağız ve diş sağlığı hizmetlerinin ne ve nasıl olacağına dair genel bir kapsam oluşturmaya karar verdik. Bildirinin ikinci kısmındaki başlıklar sosyalizmde ağız ve diş sağlığı hizmetlerini büyük oranda açıklamaktadır, sizin de söylediğiniz gibi bu hizmetler sadece hekimler veya sağlık çalışanları tarafından verilebilecek hizmetler değildir. İlk etapta genel sağlık sisteminin sosyalizmle bütünleşmesi tamamlanmalı ve eş zamanlı olarak da beslenme ve gıda, ulaşım, şehir planlama ve yapı, teknoloji vb. gibi çeşitli kurumların kolektif çalışması sağlanmalıdır. Bildiriyi genel hatlarıyla oluşturduktan sonra konuyu sistematize edebilmek için ayrıntı başlıkların ve ağız-diş sağlığı hizmetlerinin pratiğine ilişkin yaklaşımların da incelenmesi zorunlu olacaktır. Bu bağlamda bir sonraki bildiri ağız-diş sağlığı ile gıda tekellerinin ilişkisini ve beslenme bozukluklarını, ağız-diş sağlığı hizmetlerinin basamaklı sağlık sistemindeki pratiğini ve yeterli kaynak bulunabilirse de sosyalizmi deneyimlemiş toplumların ağız-diş sağlığı hizmetlerinin nasıl örgütlendiğini açıklayan başlıklardan oluşabilir.