Osmangazi Üniversitesinde cinayet:
Akademinin çöküşü üzerine
Üniversiteler hiç bir zaman içinde bulundukları toplumun düzeninden yalıtık yerler olmadı. Hem Dünyada hem de Türkiye’de akademinin karakterini sermaye birikiminin gereksinimleri ve rejimin rengi belirledi.
Gerisi ise hep yanılsamaydı.
Örneğin YÖK gökten inmedi: Türkiye’nin ithal ikameci birikim döneminden emperyalizmle bütünleşme sürecine geçişinin sonucuydu ve 12 Eylül askeri rejimi altında yasalaştı. YÖK, emekçi sınıfların çığ gibi büyüdüğü bir ülkede egemen sınıfın üniversiteye olan güvensizliğinin ve akademiyi daha sıkı biçimde zapturapt altına alma isteğinin ürünüydü. Ama YÖK bir tek bununla da kalmadı: Türkiye’de bilim üretimini uluslararası sermayenin ve piyasanın ihtiyaçları ile ahenkli hale getirdi.
Üniversiteler hızla piyasanın etkisi altına girerken 2000’li yıllarda iki hizbin, ulusalcı ve gerici ideolojilerin çatışmasına sahne oldu. Akademi biterken piyasa düzeniyle sorunu olmayan bu iki kesim oldukça gürültü çıkardılar. Ancak Türkiye sermaye sınıfı ve emperyalizm çoktan seçimini yapmıştı ve gericilik devletin hemen bütün kurumlarını ele geçirdi. Üniversiteler dâhil.
2008 ve 2015 arasında kumpas, iftira, ihbar ve yağma olağan yöntemler haline geldi: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden başlayan mekanizma tüm ülkede uygulamaya kondu. Şikâyete yönlendirilen yandaş öğrenci, yandaş akademisyen, biatçı rektör ve soruşturmacılar kıskacında çok sayıda ilerici akademisyen üniversiteden tasfiye edildi.
Aynı dönemde sınav ve akademik yükseltme yolsuzluğu akademinin neredeyse temayüllerinden biri haline geldi. Ve jet profesörler kendi müfredatlarıyla geldi: Hacamat, kadın düşmanlığı ve evrim karşıtlığı.
2016 sonrasında ise yeni bir tasfiye dalgası geldi: Üniversitelerin çöküşünü hazırlayan bir kesim yaptıkları darbe girişiminde yenildi ve dağıtıldı. Bununla birlikte inşa edilen otoriter rejim üniversitelerde ilerici akademisyenlerin, bütün aykırı seslerin tasfiye edilmesine dönüştü. Fikir beyan edenler üniversitelerden uzaklaştırıldı, KHK’lar bir giyotin bıçağı gibi akademinin üzerinde asılı kalarak üniversiteleri korku evine çevirdi.
Vasat filmlerde görülebilecek ne kadar senaryo varsa Türkiye akademilerinin gerçeği haline dönüştü.
Niteliksizliğin tavan yaptığı ve aklını, cesaretini, vicdanını yitiren bir akademik ortamda patlayan cinayet furyasına şaşmamak gerekiyor. Geçen yıllarda Selçuk ve Ankara Üniversiteleri’nde işlenen cinayetlere Osmangazi Üniversitesi cinayeti eklendi. Dört üniversite mensubu katledildiler.
Bilim ve Aydınlanma Akademisi kaybettiğimiz akademisyenlerin ailelerine, meslektaşlarına ve öğrencilerine başsağlığı diliyor ve acılarını paylaşıyor.
Ne yazık ki bu ilk cinayet değildi ve bu ortamda son da olmayacak. Şu anda kim bilir hangi cinayetlerin zembereği orada burada kurulmaya devam ediliyor.
Bilim ve Aydınlanma Akademisi aydınlık, özgür ve bilim üretilen bir akademinin ancak özgürlüğe ve eşitliğe dayalı bir dünya ve Türkiye’den geçtiğini biliyor ve bunun için emek veriyor.
Korkmayın, susmayın ve en önemlisi aklınızı karartmayın.
Bu karanlık günlerden elbette çıkış var.
BAA