Okyanusların Durumu ve Korunması: Bir Giriş

Feyza Delibalta
Bahar Yıldız
BAA İklim Değişikliği ve Çevre Komisyonu



1.GİRİŞ

Okyanuslar, en küçük canlılardan en büyüklerine, çok geniş bir yelpazede hayata ev sahipliği yapmakta, milyonlarca insan için de geçim kaynağı oluşturmaktadır. Ancak, okyanuslar toplumsal ve ekonomik faaliyetler nedeniyle gittikçe artan baskı altındadır. İklim değişikliğinin etkileri, deniz biyolojik kaynaklarının sürdürülebilir olmayan kullanımı, kirlilik gibi etmenlerden dolayı okyanuslar sürekli zarar görmektedir.

Sağlıklı bir dünya, dolayısıyla da insan yaşamı için okyanuslar büyük önem taşımaktadır. Okyanusların sağlığı, kapitalizmin sebep olduğu iklim değişikliğinin yol açtığı problemlerin izlenmesi için önemli bir gösterge olarak görülmektedir. Son 20 yılda okyanuslar sera gazlarının %20-30’unu soğurmuştur. Bu sebeple sağlıklı okyanuslar iklim değişikliğine karşı ekosistemleri daha dirençli kılacaktır.

İklim değişikliği, modern insanın içinde bulunduğu birçok çevresel probleminin en geniş kapsamlı ifadesidir. Okyanusların durumunun, iklim değişikliğinden en çok etkilenen doğal kaynaklar olmaları bakımından takip edilmesi çevresel problemlerin tespit edilmesi açısından önemlidir. Son yıllarda okyanuslardaki başlıca oksijen üretim kaynağı olan planktonların, alglerin ve fotosentez yapabilen bakterilerin yaşam alanları, çeşitli tehdit unsurlarıyla mücadele verdiğinden, bu canlıların dünya oksijeninin yüzde 50-80 kadarını karşıladığı göz önüne alındığında okyanusların iklim değişikliğine karşı etkisi zayıflamaktadır. Diğer taraftan, yine iklim değişikliğinden ötürü okyanusların asitlenmesine bağlı olarak biyolojik çeşitlilik bakımından zengin ve yerel topluluklara gıda sağlayan mercan resifleri yok olmaktadır.

Bu çalışmada okyanus ve kıyı ekosistemlerindeki bozulmalar ele alınmıştır. Özel olarak belirtilmediği sürece, deniz terimi ekolojik, coğrafi veya hukuki bir ayrıma işaret ederek kullanılmamış, yeryüzünü kaplayan tuzlu suların genel tanımı olarak ele alınmıştır. Önemli deniz ekosistemlerinin iklim değişikliği ve diğer çevresel baskı unsurları karşısındaki durumu irdelenmiş, biyolojik çeşitliliğin korunması, aşırı avlanma, deniz yatağı madenciliği ve kirlilik başlıklarında okyanusların durumu tartışmaya açılmıştır. Bir giriş çalışması olarak bu bildiride çözüm önerileri üzerinde ağırlıkla durulmamış, gelecek çalışmalar için zemin oluşturulması hedeflenmiştir.

2.İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ÇERÇEVESİNDE OKYANUSLARIN DURUMU

Küresel okyanuslar 1980 ve 2010’lu yıllar arasında 2000 metre derinliklere kadar kayda değer derecede ısınmıştır. En şiddetli ısınma Antarktik Dip Suyu (AABW) ile beslenen bölgelerde gözlemlenmiştir. Weddell Denizi’nden AABW ile beslenen okyanus bölgelerinde ısınma yavaşlamış, ancak Ross ve Adelie Sahilleri boyunca AABW ile beslenen Pasifik, 1990 ve 2018 yılları arasında hızlanarak ısınmaya devam etmiştir Buna ek olarak, Kuzey Atlantik Derin Suyu ile beslenen abisal  geçtiğimiz on yılda muhtemelen Kuzey Atlantik salınımı ile ilişkili olarak veya Kuzey Atlantik Devrilme Sirkülasyonu ile ısınmadan soğumaya geçmiştir (IPCC, 2019: 463).

Okyanuslardaki ısınmanın etkileri deniz ekosistemleri üzerinde kendini göstermektedir. Mangrov ormanları, deniz çayırları ve su yosunları (algler) biyolojik çeşitliliği arttırırken, iklim değişikliğini hafifletmekte ve adaptasyonları kolaylaştırmaktadır. Ancak bu ekosistemler bugün tehlike altındadır.

1955 yılından beri iklim değişikliğinden kaynaklanan ilave ısının %93’ünü okyanuslar soğurmuştur. Isınan okyanus sularının genleşmesi deniz seviyesi yükselmesinin hızlanmasına da neden olmaktadır. Deniz seviyesinin yükselmesi ise küçük ada devletlerini ve kıyı topluluklarını tehlike altında bırakmaktadır. Isınmanın yanı sıra, atmosferde yükselen CO2 seviyesi de okyanusların asitlenmesine neden olarak besin zincirlerini tehdit etmektedir. Tahminlere göre sanayi devriminin başından itibaren salınan toplam CO2’nin %40’ı okyanuslar tarafından soğurulmuş ve okyanusların asitlenmesine neden olmuştur (GEO, 2019: 85).

Buzullarda donmuş toprak katmanı olarak karşımıza çıkan ancak erime tehlikesiyle karşı karşıya olan mevsimsel permafrosttan okyanusa aktarılan su miktarı arttıkça alüvyon, karbon ve diğer besin maddelerinin artması kutup bölgelerinin denizel besin zincirinin primer üretkenliğini etkileyecektir. Daha yüksek organizmaların besin kalitesi ve kaynakları değişecektir. Buz kaynaklı alglerden kaynaklanan primer üretkenlik azalacağından kril ve balık gibi daha yüksek trofik seviyelerindeki organizmalar zarar görecektir (Alsos ve ark. 2016; Frey ve ark. 2016).

İstilacı türler toleranslı koşullara geçecek, insanlar yeni ekonomik ve kültürel geçim kaynaklarına ihtiyaç duyacak ve kaynak kullanımı ile denizel koruma alanlarıyla ilgili hâlihazırdaki anlaşmazlıklar artacaktır.

Kapitalist üretim biçimi içinde iklim değişikliğinin durdurulması veya yavaşlatılmasına dair geliştirilen politikaların yetersiz olması (BAA İklim Değişikliği ve Çevre Komisyonu, 2021), okyanusların iklim değişikliği kaynaklı yüzleştiği sorunların artarak süreceğini göstermektedir.

3.TOPLUMSAL VE EKONOMİK FAALİYETLERİN OKYANUSLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

a-Ticari balıkçılık ve kültür balıkçılığı

Deniz ürünleri tüketimi ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte kişi başı yıllık ortalama 20 kg düzeyine erişmiş durumdadır. WWF’nin verilerine göre yaklaşık üç milyon insanın primer protein kaynağı olarak besin ihtiyaçları okyanuslardan karşılanmaktadır. Küçük av balıkları kültür balıkçılığı sektöründe yem olarak da kullanılmaktadır. Balık ve balık ürünleri uluslararası ticareti en fazla yapılan meta arasındadır. Dünyada 120 milyon kişi geçimini ticari av balıkçılığı ve balık işleme sektöründen sağlamaktadır (Campling ve Colas, 2018).

Denizel ekosistemlerin mevcut durumundaki bozukluk ve biyolojik çeşitlilikteki azalma gittikçe daha fazla insanı etkilemektedir (WWF, 2015). Balıkçılığın sürdürülebilir yöntemlerle yapılmaması, küresel stok tüketiminin 1975'teki %10’dan 2015'te %33'e yükselmesine ve balık popülasyonlarının azalmasına sebep olmuştur. En hızlı yükseliş 1970 ve 1980’lerin sonlarında gerçekleşmiştir (Şekil 2). 2015 yılında Akdeniz, Karadeniz, Güneybatı Pasifik ve Güneybatı Atlantik’teki stokların yüzde 50'den fazlası biyolojik olarak sürdürülemez seviyelerde avlanmıştır (UNEP, 2019:192). Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre 2015 yılında yaklaşık 95 milyon ton balık avlanmıştır (Ritchie ve Roser, 2019).

Deniz ürünlerinin yakalayanın malı sayıldığı 1970’lerden sonra BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin gelişmesiyle deniz kaynakları üzerindeki mülkiyet haklarının belirlendiği münhasır ekonomik bölgeler bugün dünya denizlerinin %35’ini ve balık popülasyonunun %90’ını kapsamaktadır. Bu rejim kıyı uzunluğu düşük olan veya denize kıyısı bulunmayan ülkeler için dezavantaj yaratmaktadır. Diğer taraftan, özellikle ABD, İngiltere ve Fransa gibi deniz aşırı sömürgeleri bulunan emperyalist devletler, bu egemenlik bölgeleri dolayısı ile çok geniş deniz yetki alanlarına sahip olabilmektedir. Örneğin Fransa, Fransız Polinezyası, Yeni Kaledonya Fransız Guyanası vs. deniz aşırı toprakları sayesinde ana kıyı uzunluğunun 30 katı daha fazla münhasır ekonomik bölge iddiasında bulunmaktadır (Campling ve Colas, 2018). Ayrıca, denizler üzerindeki mülkiyet haklarının belirlenmesi deniz kaynaklarına erişimi sınırlandırmış gibi görünse de emperyalist devletlerin sömürü altında bıraktığı ülkeler ile yaptıkları anlaşmalar yoluyla balıkçılık hakları belli tekellerin eline geçmektedir (Tickler ve ark., 2018; Campling ve Colas, 2018).

Diğer taraftan radar teknolojisinin gelişmesi, gemi menzillerinin uzaması ve avlanan balıkların gemilerde işlenebilmesi gibi teknolojik gelişmeler denizde kalma süresini uzatarak açık deniz balıkçılığının gelişmesine neden olmuştur. Balıkçılık endüstrisi 1950’lerden itibaren okyanuslardaki av alanını %60’lardan %90’lara çıkarmıştır. Sübvansiyonlar sayesinde kârlılık azalmadan limandan seyahat uzaklığı ikiye katlanırken, seyahat edilen kilometre başına avlanan balık ise üçte bire düşmüştür (Tickler ve ark., 2018).

Pek çok ülkede ulusal yetki alanlarında balık avlanmasına karşılık, ABD, Japonya, Fransa, Tayvan, İspanya ve Güney Kore başta olmak üzere endüstrileşmiş kapitalist devletlerin devlet ya da özel şirketleri açık denizlerde endüstriyel balık avcılığı gerçekleştirmekte ayrıca bu sektör yüksek düzeyde sübvanse edilmektedir (Campling ve Colas, 2018; Tickler ve ark., 2018).

Açık deniz balıkçılığına ilişkin uluslararası düzenlemeler emperyalist rekabetin de sahnesi olmaktadır. Örneğin, Çin’in açık deniz balıkçılığında gelişmesine karşı ABD ve Yeni Zelanda’nın girişimiyle Dünya Ticaret Örgütü aracılığıyla bu sektöre verilen devlet sübvansiyonlarına kısıtlama getirilmiş, hatta 2015 yılında bu konuda BM bünyesinde bir sürdürülebilir kalkınma hedefi oluşturulmuştur (Campling ve Colas, 2018).

Yasadışı, kayıt dışı ve kuraldışı (YKK) balıkçılık olarak tanımlanan kaçak balıkçılık ise aşırı avlanmanın bir diğer yüzüdür. Kaçak balıkçılık balık popülasyonlarına ve denizel ekosisteme yüksek düzeyde zarar vermekle birlikte geçimlik ve küçük ölçekli yerel balıkçıların gıdaya erişimine ve istihdamına engel olmakta, toplulukların suça yönelmesine neden olmaktadır. Somali’de son yıllarda korsanlığın artmasının nedenleri arasında azalan balık stokları gösterilmektedir (Kar ve Spanjers, 2017).

Kültür balıkçılığı, ticari balıkçılıkta avlanan balık miktarını geçerek 2015 yılında 100 milyon ton üretim hacmine ulaşmıştır (Ritchie ve Roser, 2019). Kültür balıkçılığının da denizel ekosisteme ciddi olumsuz etkileri bulunmaktadır. Kullanılan antibiyotikler ve diğer ilaçlar akıntılarla farklı bölgelere taşınmakta ve doğal yaşama karışmaktadır. Yine balıktan üretilen yemin fazlası ise dibe çöküp bozularak oksijen düzeyinin düşmesine neden olmaktadır. Ayrıca, kültür balıkları, vahşi türlere parazit ve vektör hastalıkların bulaşmasına neden olabilmektedir.

Sonuç olarak, sermaye birikiminin bir parçası olarak ticari balıkçılık bir yandan karada ve denizde bu sektörde çalışan işçi sınıfının serpilmesine neden olurken diğer yandan aynı işçi sınıfına balığı konservede pazarlamaktadır. Kapitalizm, rekabet, kâr ve verimlilik arayışının bir parçası olarak deniz kaynaklarını da emeği de sömürmektedir (Campling ve Colas, 2018).

b- Deniz çöpleri ve kimyasal kirlilik

Okyanuslar ve kıyılar, gerek kentleşme ve endüstriyel faaliyetler nedeniyle kara kökenli etmenler gerekse gemiler ve denizde yürütülen endüstriyel faaliyetler nedeniyle kirlenmektedir. Ancak, deniz kirliliğini esas olarak karasal faaliyetler oluşturmaktadır. Doğrudan denizlere veya denizlere ulaşan nehirlere evsel ve endüstriyel atıkların ve atık suların boşaltılması sorunun temelini oluşturmaktadır.

Deniz çöpleri okyanuslardaki en önemli kirlilik sorununu oluşturmaktadır. Bu çöplerin %90’a varan kısmı plastiklerden oluşmaktadır. Her yıl okyanuslara 8 milyon ton plastik atığın giriş yaptığı tahmin edilmektedir (UNEP, 2019).

Okyanuslarda biriken plastikler canlı yaşamını tehdit ederek biyolojik çeşitliliğe zarar vermekte (Şekil 3), aynı zamanda deniz ürünleri yoluyla besin zincirine girerek toplum sağlığını da olumsuz etkilemektedir (BAA İklim Değişikliği ve Çevre Komisyonu, 2020a).

Plastik atıkların çevresel etmenlerle fiziksel olarak parçalanması ya da tekstil veya hijyen malzemelerinin aşınarak evsel atıksulara karışması yoluyla denizlerde mikroplastik kirliliği de oluşmaktadır (BAA İklim Değişikliği ve Çevre Komisyonu, 2020a).

Mikroplastikler derin deniz sedimanlarında (tortul) (Barnes, Walters and Gonçalves 2010), dünya üzerindeki okyanusların tamamında ve hatta Arktik deniz buzunda tespit edilmiştir (IPCC, 2019). Mikroplastiklerin etkileri ve yayılımı üzerine Antarktika’da daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır; ancak Güneydoğu Okyanusları’nda ve Ross Denizi’nde mikroplastiklerin varlığı onaylanmıştır (UNEP, 2019: 88). Özetle, sahillerde, mangrovlarda, mercan resiflerinde, yüzeyde, deniz yatağında ve buzullarda plastiklere rastlanmaktadır (Barboza ve ark., 2019).

Bazı plastik atıkların içerdiği katkı maddelerinin deniz suyuna karışması nedeniyle okyanuslarda kimyasal kirlilik de oluşmaktadır. Bu maddelerden biri olan kalıcı organik kirleticiler Pasifik Okyanusu’nun Mariana Çukuru’nda 10,000 metreden fazla derinlikteki faunada dahi tespit edilmiştir (UNEP, 2019:89). Yine de denizlerdeki kimyasal kirliliğinin asıl kaynağı diğer kara kökenli faaliyetlerdir (UNEP, 2019). Okyanuslardaki cıva kirliliği toplum sağlığını en çok tehdit eden kimyasal kirliliktir. Bugün tüketilen tüm deniz ürünlerinde farklı miktarlarda cıvaya rastlanmaktadır. Cıva yanardağ patlamaları gibi doğal süreçlerden de kaynaklanmakta ancak okyanuslardaki cıva kirliliğinin üçte ikisi ekonomik faaliyetler nedeniyle oluşmaktadır ve başat kaynakları termik santraller ve geleneksel altın madenciliğidir (Chen ve ark., 2012).

Plastik atıkların denizlerde geniş alanda tehlikeli olmasının sebebi denize ulaştıktan sonra akıntılar nedeniyle uzak noktalara taşınabilmelerindendir. Akıntılar ile okyanusa ulaşan ve bulunduğu yeri kirleten plastik atıklar okyanuslarda farklı bölgelerde yoğunlaşmış durumdadır. Okyanus akıntıları ve rüzgarların da etkisiyle 5 ayrı bölgede çöp adası oluşmuştur (Şekil 4) (Barboza ve ark., 2019).

Bugün, dünya denizlerini kirleten çöplerin %67’sinin Batılı kapitalist ülkelerin çöplerini geri dönüşüm iddiasıyla gönderdiği Asya kıtasındaki 20 nehirden geldiği belirtilmektedir. Dünyanın en büyük plastik çöp alanını oluşturan Büyük Pasifik Okyanusu’nun yüzeyinde, deniz canlılarından 180 kat daha fazla plastik çeşidi bulunduğu belirtilmektedir (Kayan ve ark. 2020). Ticari balıkçılık gemilerinden denize bırakılan veya kaybedilen balık ağları ise plastik deniz çöplerinin diğer bir önemli bileşenini oluşturmaktadır.

Okyanus ve kıyılardaki plastik kirliliğinin bu boyutlara ulaşmasındaki en önemli nedenlerden biri, plastiklerin aşırı ve gereksiz kullanılmasıdır. Kapitalizmin kâr güdüsü ve günlük yaşantımıza yerleştirdiği “kullan at” kültürü bu aşırılığın altında yatmaktadır. 2017 yılında tüm dünyada 348 milyon ton plastik üretilmiştir (Barboza, 2019). Plastik endüstrisini yöneten sermaye sınıfı yılda 600 milyar dolar gelir elde etmektedir. (Kayan ve ark. 2020). Plastikler ulaştırma, inşaat, sağlık hizmetleri, gıda ürünleri ve paketleme olmak üzere birçok sektörde kullanılmakta, en fazla atık oluşumu paketleme sektöründen kaynaklanmaktadır (BAA İklim Değişikliği ve Çevre Komisyonu, 2020a). Plastik tüketimi Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da kişi başına yılda ortalama 100 kilograma kadar çıkabilmektedir (Kayan ve ark. 2020).

Diğer taraftan, yetersiz kentsel atık yönetimi yerel ölçekte atıkların deniz ve okyanuslara boşaltılmasına neden olabildiği gibi, zengin batı ülkelerinin atıklarını “geri dönüşüm” adı altında kendi atıklarının geri dönüşümünü dahi sağlamayan ülkelere ihraç etmeleri plastik deniz çöplerinin başka bir kaynağıdır. Türkiye’nin başını çektiği bu ülkelerde, ekonomik değeri düşük, geri dönüştürülemeyecek nitelikte olan plastik atıklar, yakılmakta, gömülmekte veya denizler dâhil olmak üzere doğaya gelişigüzel atılmaktadır (BAA İklim Değişikliği ve Çevre Komisyonu,2020a). Dolayısıyla çöpler esasında “geri dönüşüm” sürecine girmemekte, sadece Batılı kapitalist ülke vatandaşlarının gözlerinin önünden temizlenmektedir.

4.MERCAN RESİFLERİ

Mercan resifleri, denizel biyolojik çeşitliliğin %30’unu barındıran ekosistemler ve önemli karbon yutak alanlarıdır. Denizel yaşamın devamı için vazgeçilemez olan ve korunması gereken mercan resifleri, günümüzde başta iklim değişikliği, kirlilik ve balıkçılık olmak üzere çeşitli sorunlarla karşı karşıyadır (UNEP, 2019).

Son 35 yıldır, okyanuslar asitleşmekte ve sıcak hava dalgalarına maruz kalmakta, balıkçılık, turizm ve kara kökenli kirlilik nedeniyle biyolojik çeşitlilik kaybına uğramaktadır. Bu etmenlerin yarattığı stres, alglerin mercanlar için zehirli etki yaratacak bileşikler açığa çıkarmasına sebep olmaktadır. Bu sebeple mercanlar alglerden dokularını ayırarak ortak yaşam ayrışmakta, mercanlar hem renklerini hem birincil besin kaynaklarını kaybetmektedir. Alglere bağımlı canlılık ölmekte ve geride kalkerli tabakalar kalmaktadır. “Mercan ağarması” (coral bleaching) olarak isimlendirilen bu olay son yıllarda daha sık ve şiddetli olarak gerçekleşmektedir.  Avustralya’da üçte biri yok olan Büyük Set Resifi’nde zamanla artan mercan ağarması, 1998, 2002, 2016, 2017 yıllarında kendisini en belirgin haliyle göstermiştir (IPCC, 2019).

Gelecekte mercan resiflerini oluşturan ortak yaşamın, ilişkili toplulukların iklimsel ve iklimsel olmayan tehlikelerin bir sonucu olarak tür kompozisyonlarını ve biyolojik çeşitliklerini değiştirecekleri öngörülmektedir. Çoklu stres faktörleri popülasyon küçülmesine veya okyanus asitlenmesine; ısınma mercan ve benzeri türlerin fizyoloji ve davranışlarının değişmesiyle bölgesel yok oluşlarına neden olmaktadır. Mercan resifleriyle ilişkili biyotanın bileşimi, kıyı faaliyetlerinin yaygınlaşmasıyla değişmektedir. Küçük tropik adalardaki mercan ekosistemleri de deniz seviyelerinin yükselmesi ve daha da şiddetlenen fırtına gibi olaylardan etkilenmektedir (IPCC, 2019).

5. KIYI EKOSİSTEMLERİNİN DURUMU

Kıyı denizleri küresel deniz primer üretiminin %30’unu ve okyanuslara aktarılan organik karbonun yaklaşık yarısını oluşturmaktadır (Chen, 2003; Bauer ve ark. 2013). Kıyı denizlerinde balıkçılığın verimini yükselten ani deniz soğumalarının (upwelling) gerçekleştiği bölgeler (Scales ve ark.,2013) ve sulak alanlar gibi üretken kıyısal ekosistemler bulunmaktadır (McLeod ve ark. 2011).

Birçok kıyı denizi, habitat heterojenliği ve bölgesel özellikleri ile endemik fauna ve florayı desteklediğinden (örneğin Marmara Denizi’ndeki deniz çayırları) iklim değişikliğine karşı hassastır. Sonuçta çeşitlilik kaybı yaşanmakta ve ekosistem yapı ve işleyişindeki değişimler meydana gelmektedir. Yakın deniz kıyı ekosistemleri jeomorfolojik yapılarına (kayalık kıyılar, haliçler) veya bulundurdukları temel türlere göre sınıflandırılır. Tüm bu kıyı ekosistemleri deniz seviyesi yükselmesi, ısınma, asitlenme, oksijen kaybı ve yıpratıcı hava koşulları nedeniyle bugün farklı derecelerde tehdit altındadır (IPCC, 2019).

Kıyı bölgelerindeki yerleşim merkezleri ve ekonomik faaliyetlerin yoğunluğunun yakınlardaki deniz ekosistemlerini aşırı avlanmaya maruz bıraktığı, ötrofikasyona ve kirliliğe neden olduğu bilinmektedir. İklim değişikliği kaynaklı sorunlar, bu etkilerle de birleştiğinde ekosistemlerin yapı ve işleyişi ciddi bir risk altına girmektedir. Bu sebeple kıyı ekosistemlerinde iklim değişikliğinin ekolojik etkileri tahmin edilirken iklimin uzun vadede gözlenen etkileri (örneğin aşırı okyanus asitlenmesi) ve kısa vadedeki doğal değişimler (Boyd ve ark., 2018) gibi ortaya çıkan birçok olgu birlikte ele alınmalıdır (IPCC, 2019).

Kıyı ekosistemlerinin sürdürülebilir yönetimin sağlanması amacıyla bütünleşik kıyı alanları planlama yaklaşımı ortaya konmaktadır. Bu yaklaşım, karasal faaliyetlerin deniz ekosistemi üzerindeki etkileri dikkate alınarak geliştirilen mekânsal planlama anlayışına işaret etmektedir. Bununla birlikte, mekânsal planlamanın rant ekseninde şekillenmesi bu yaklaşımın odağının ekosistemlerin korunmasına yönelmesini engellemektedir.

Çevresel sürdürülebilirliğin sağlandığı ekonomik büyüme modeli olarak ortaya konan yeşil ekonomi retoriğinin (BAA İklim Değişikliği ve Çevre Komisyonu, 2020b; Yıldız, 2020) okyanuslara uyarlanmasıyla ortaya çıkan mavi ekonomi yaklaşımı ise, ekonomik faaliyetlerin sürdürülebilir deniz kaynakları yönetimiyle geliştirilmesine dayandırılmakta ve denizlerde yeni bir ekonomi modeli ortaya konmasından öte bir vaatte bulunmamaktadır.

6. PANDEMİ ETKİSİ

Covid-19 pandemisi nedeniyle yavaşlayan toplumsal yaşam ve ekonomik faaliyetler deniz ve okyanuslar üzerindeki baskının kısmen azalmasına neden olmuştur. Özellikle aşırı avlanma, kirlilik, habitat kaybının sektörel nedenlerinin hafiflemesi geçici olarak okyanuslarda iyileşme sağlamıştır. Ancak bu yavaşlama halkların geçimini doğrudan etkilemiş ve denizlere dayalı sektörlerde işsizlik ve yoksulluk artmıştır (Hudson, 2020).

The Economist tarafından gerçekleştirilen gayri resmi bir ankete göre pandemi karşısında turizm %70,7, balıkçılık %10, deniz üzerindeki petrol ve gaz endüstrisi %7,2, deniz taşımacılığı %6,2, deniz üzerindeki yenilenebilir enerji %2,9 ve kültür balıkçılığı %2,6 etkilenmiştir (Hudson, 2020).

Turizm sektörünün kapanması, kıyı bölgelerindeki konaklama tesislerinden kaynaklanan atıksuların azalmasını sağlamış, gezi tekneleri ve dalgıçlık gibi faaliyetlerin azalması nedeniyle ekosistemler üzerindeki basıyı azaltmıştır (Hudson, 2020).

BM Kalkınma Programı’nın bir araştırmasına göre ise karides, ahtapot, yengeç ve kalamar gibi deniz ürünleri talebinde ciddi azalma yaşanmıştır. Örneğin, ABD’de ticari balıkçılık ile elde edilen deniz ürünlerinin üçte ikisi lokantalarda tüketilmektedir. Lokantaların kapalı olması bu yöndeki talebi ciddi oranda düşürmüştür. Ancak araştırmalar, bu geçici azalmanın balık stokları üzerinde etkili olabilmesi için ticari balıkçılık sonucunda sürdürülemez düzeyde tüketilen balık stoklarının yenilenebilmesi için 10-15 yıla ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Bu geçici azalmanın sürekliliğinin sağlanmaması halinde balık stokları üzerinde kayda değer bir etkisi olması beklenmemektedir. Ayrıca, hükümetlerin ticari balıkçılık sektörünü desteklemek üzere sübvansiyonları artırması olasılığı bu azalmanın ardından arzın hızla yükselmesine neden olma tehlikesini de barındırmaktadır (Hudson, 2020).

Pandemi’nin uluslararası deniz taşımacılığında neden olduğu daralma toplam sera gazı emisyonlarının %2,5’inden sorumlu olan sektörün emisyonlarında azalmaya neden olmuştur. İklim değişikliğinin okyanuslar üzerindeki etkisinin hafiflemesine işaret edebilecek bu azalmanın sürekli olması beklenmemekte, ayrıca düşük petrol fiyatlarının sektörün emisyon azaltımı uygulamalarını olumsuz etkileyebileceği öngörülmektedir (Hudson, 2020).

7. OKYANUSLARIN KORUNMASININ YASAL ZEMİNİ

Kapitalizmin başlangıcından itibaren okyanuslar ticaret rotası olarak sermaye birikimi için coğrafi zemin oluşturmuş, ayrıca zengin doğal kaynaklar sağlamıştır. Okyanuslar kapitalist üretim tarzının dünyaya yayılmasının kolaylaştırmalarının yanı sıra, sonuçlarından da etkilenmiştir. Çevre sorunlarının sınır aşan etkileri ve okyanusların müşterek kaynaklar olarak kabul edilmeleri okyanusların korunması konusundaki uluslararası hukukun gelişmesine neden olmuştur.

Denizler üzerindeki faaliyetlere ilişkin hukuki düzenlemeler 19. yüzyılın ortalarından itibaren başlamıştır. Başlangıçta deniz savaşları, tarafsızlık, blokaj ve korsanlık gibi konuları düzenlemeye yönelik olarak ortaya çıkan deniz hukuku, 20. yüzyılın başlarından itibaren askeri konular dışındaki alanları da kapsamaya başlamıştır. Bu doğrultuda, egemenlik hakları, seyrüsefer serbestisi, balıkçılık haklarının düzenlenmesinin yanı sıra çevre koruma konuları da gündeme gelmeye başlamıştır (Harrison, 2007).

1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) dünya denizlerinin anayasası olarak kabul edilmektedir. Ulusların egemenlik alanı sınırlarını belirlemekte ve aynı zamanda açık denizlerdeki hak ve yükümlülükleri tanımlamaktadır. BMDHS çerçevesinde uluslar, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge dâhilindeki kaynakları kullanım hakkına sahiptir. Açık denizlerde ise tüm devletlere kaynaklara erişim özgürlüğü tanınmaktadır. Aynı zamanda devletler deniz çevresinin ve denizel canlı kaynakların korunması konularında yükümlülük sahibidir.

BMDHS’nin ulusal egemenlik alanı dışında kalan alanlardaki açık denizler ve deniz yatağı ile ilgili hükümleri zaman içinde çeşitli anlaşma ve sözleşmelerle geliştirilmiştir. Bunlar, genel olarak deniz yatağı madenciliği, balıkçılık, atık boşaltma ve gemicilik faaliyetleri ile ilgilidir. Buna karşın, ulusal egemenlik alanı dışında kalan derin deniz alanlarına ilişkin geliştirilen hukuki mekanizmaların son yıllarda kaydedilen teknolojik ve bilimsel gelişmenin ivmesini yakaladığı söylenemez. Bu doğrultuda, Birleşmiş Milletler tarafından “Devletlerin yargı yetkisi dışında kalan deniz alanlarında deniz biyolojik çeşitliliğinin korunması ve sürdürülebilir kullanımı” başlıklı bir anlaşmanın müzakereleri sürdürülmektedir. Sözleşme özellikle deniz koruma alanlarının belirlenmesini ve açık denizlerde yürütülecek faaliyetlerin çevresel etki değerlendirmesi için ortak bir temel oluşturulmasını hedeflemektedir.  Anlaşmada da açık denizler hukukunun temelini oluşturan “insanlığın ortak mirası” kavramının etkisi bulunmakta, koruma kavramının içeriği kaynakların kullanımı ve paylaşımı ile ilişkili doldurulmaktadır. Gelişen teknolojinin de etkisiyle, derin sularda yapılacak petrol, gaz ya da mineral madenciliği ile deniz kaynaklarının kullanımı bu anlaşma ile bir rejime bağlanmak istenmektedir. Tüm BM müzakerelerinde olduğu gibi, bu da gelişmiş emperyalist ülkelerin anlaşmanın ulusal ve uluslararası sermayenin çıkarlarını koruyacak şekilde biçimlenmesi yönünde ağırlık koymalarına sahne olmaktadır. Ayrıca, bu anlaşmanın da özellikle 1990’lı yıllardan itibaren hâkim olan çevre yönetimi alanında piyasa araçlarının ön plana çıkarıldığı uluslararası çevre rejimleri anlayışından (Abay, 2013) azade olmayacağı öngörülebilir.

BM Çevre Programı (UNEP) Bölgesel Denizler Programı uluslararası deniz koruma çalışmalarının bir diğer önemli ayağıdır. Bölgesel denizler programı ile 18 bölgede koruma rejimleri ve eylem planları oluşturulmuştur (UNEP, 2021). Programlar, koruma alanları, deniz çöpleri, petrol sızıntıları ile mücadele, atıkların sınır ötesi taşınımı, bütünleşik kıyı yönetimi planlaması ve kara kökenli kirlilik, iklim değişikliğine uyum, sürdürülebilir üretim ve tüketim konularında sözleşme ve protokollere dayanmaktadır.

Denizlerin korunması konusunda önem taşıyan diğer iki uluslararası sözleşme Denizlerin Gemiler Tarafından Kirletilmesinin Önlenmesine Ait Uluslararası Sözleşme (MARPOL) ve BM Biyolojik Çeşitliliğin Korunması Sözleşmesi’dir. Biyolojik Çeşitliliğin Korunması Sözleşmesi kapsamında 2010 yılında kabul edilen Aichi Hedefleri çerçevesinde 2020 yılı itibarıyla kıyı ve deniz alanlarının %10’unun koruma alanı olarak belirlemesi hedefi kabul edilmiştir (Algan, 2019).

SONUÇ

Bu çalışmada okyanusların iklim değişikliği, ekonomik faaliyetler ve yerleşim birimleri karşısındaki durumu genel olarak incelenmiştir. Bu doğrultuda, mangrovlar, deniz çayırları ve mercan resifleri gibi önemli denizel ekosistemlerin, bu etmenler altında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu, balık stoklarının sürdürülemez düzeyde sömürüldüğü ve kıyıların ve açık denizlerin kirlilik, turizm, deniz taşımacılığı nedeniyle zarar gördüğü görülmektedir. Okyanuslar önemli karbon yutak alanları olmalarının yanı sıra milyonlarca insanın geçiminin dayandığı önemli bir besin kaynağı olarak ve insanlık yararına kullanılabilecek genetik kaynakları barındırmaları nedeniyle de çevresel ve toplumsal açıdan büyük önem taşımaktadır.

Bazı iyi uygulamalar dışarıda tutulursa, okyanusların korunması ve denizel kaynakların devamlılığı konusundaki düzenlemeler yetersiz düzeyde olmakla birlikte belirsizlikler de barındırmaktadır. Okyanusların coğrafi büyüklüğü de göz önüne alınırsa, söz konusu düzenlemelerin kontrol ve yaptırımının da güçleştiği söylenebilir.

Deniz kaynakları yüksek emperyalist rekabet altında sömürülmektedir. Denizcilik tekelleri gelişkin birkaç emperyalist devlet deniz kaynaklarını elinde tutmaktadır. Deniz turizminin ekonomik potansiyeli temiz ve berrak denizleri zorunlu kılsa da kıyı ekosistemlerini baskı altında bırakmaktadır. Denizlerdeki kara kökenli kirlilik, özellikle plastik deniz çöpleri biyolojik çeşitliliği ve besin zincirleri yoluyla toplum sağlığını tehdit etmektedir.

Emperyalist rekabetin odağında yer alan okyanusların korunması için tüm insanlığın ihtiyaçlarına yönelik planlı küresel bir kaynak yönetimi anlayışının ortaya konması gerekmektedir. Ancak bu anlayışın ortaya konulacağı uluslararası kurumlar günümüzde mevcut bulunmamakta, uluslararası düzenlemeler emperyalist hegemonya ilişkileri çerçevesinde belirlenmektedir. Okyanusların korunması ve deniz kaynaklarından toplum yararına ve tahrip edilmeden yararlanılması için “ulusal sınırların ötesinde üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti üzerine inşa edilecek bir merkezi planlamaya” (Nalçacı, 2021) ihtiyaç bulunmaktadır.


KAYNAKLAR

Abay, T. 2013. Uluslararası Rejim Tartışmaları ve Karadeniz’de Çevre Yönetimi. Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (Kent ve Çevre Bilimleri) Anabilim Dalı).

Algan, N. 2019. Açık Denizlerin Korunması ve Akdeniz. Algan N., Gönülal O., (Ed.) 2019. Ulusal Yetki Alanları Dışında Kalan Açık Denizlerin Korunması ve Yönetilmesi, Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV), Yayın no: 50 İstanbul, Türkiye

Alsos, I. G., Ehrich, D., Seidenkrantz, M. S., Bennike, O., Kirchhefer, A. J., & Geirsdottir, A. (2016). The role of sea ice for vascular plant dispersal in the Arctic. Biology letters, 12(9), 20160264.

BAA İklim Değişikliği ve Çevre Komisyonu, 2020a. Kapitalizmin yol açtığı plastik sorunu nedir? Nasıl başedeceğiz? Komisyon Raporu. http://bilimveaydinlanma.org/kapitalizmin-yol-actigi-plastik-sorunu-nedir-nasil-basedecegiz/ Son erişim: 01.05.2021

BAA İklim Değişikliği ve Çevre Komisyonu, 2020b. İklim Değişikliği Politikalarının Piyasalaşması. 2020 Bahar Çalıştayı Bildirisi. http://bilimveaydinlanma.org/iklim-degisikligi-politikalarinin-piyasalasmasi-baa-iklim-degisikligi-ve-cevre-komisyonu/  Son erişim: 01.05.2021

BAA İklim Değişikliği ve Çevre Komisyonu, 2021. Kapitalizmin İklim Değişikliği Sorunu: Nedenleri, Sonuçları ve Çözüm Arayışları. Komisyon Raporu. https://bilimveaydinlanma.org/kapitalizmin-iklim-degisikligi-sorunu-nedenleri-sonuclari-ve-cozum-arayislari/ Son erişim: 01.05.2021.

Barboza, L. G. A., Cózar, A., Gimenez, B. C., Barros, T. L., Kershaw, P. J., & Guilhermino, L. (2019). Macroplastics pollution in the marine environment. In World seas: An environmental evaluation (pp. 305-328). Academic Press.

Boyd & P.W., 2018: Experimental strategies to assess the biological ramifications of multiple drivers of global ocean change – A review. Global Change Biol., 24(6), 2239–2261, doi:10.1111/gcb.14102.

Campling, L., & Colás, A. (2018). Capitalism and the sea: sovereignty, territory and appropriation in the global ocean. Environment and planning D: society and space, 36(4), 776-794.

Chen & N., 2018: Storm induced estuarine turbidity maxima and controls on nutrient fluxes across river-estuary-coast continuum. Sci. Total Environ., 628, 1108–1120

Chen, C. Y., Driscoll, C. T., Lambert, K. F., Mason, R. P., Rardin, L. R., Schmitt, C. V., ... & Sunderland, E. M. (2012). Sources to seafood: mercury pollution in the marine environment.

Frey, Arctic Ocean Primary Productivity. Arctic Report Card 2016Arctic Program. http://arctic.noaa.gov/ https://arctic.noaa.gov/Report-Card/Report-Card-2016/ArtMID/5022/ArticleID/284/Arctic-Ocean-Primary-Productivity

IPCC (2019). Changing Ocean, Marine Ecosystems and Dependant Communities, Nathaniel L. Bindoff  Nathaniel L. Bindoff https://www.ipcc.ch/srocc/chapter/chapter-5/ 41-43-53 Erişim tarihi: 20.02.2021

Hammond, M.L., C. Beaulieu, S.K. Sahu & S.A. Henson, 2017: Assessing trends and uncertainties in satellite-era ocean chlorophyll using space-time modeling. Global Biogeochem. Cy., 31(7), 1103–1117, doi:10.1002/2016gb005600.

Harrison, J., 2007.  Evolution of the law of the sea: developments in law-making in the wake of the 1982 Law of the Sea Convention, Submitted for the degree of Ph.D. School of Law, University of Edinburgh, https://www.era.lib.ed.ac.uk/bitstream/handle/1842/3230/J;jsessionid=8ACAC20E8D66E4EC255DE2B2E36E0259?sequence=1

Hudson A., 2020. The ocean and COVID-19. UNDP web sitesi. https://www.undp.org/content/undp/en/home/blog/2020/the-ocean-and-covid-19.html Son erişim: 02.05.2021.

Kayan, A , Küçük, A . (2020). Plastik Kirliliğin Çevresel Zararları ve Çözüm Önerileri . Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi , 22 (2) , 403-427 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/ahbvuibfd/issue/56396/659700

Kar, D., & Spanjers, J. (2017). Transnational crime and the developing world. Washington: Global Financial Integrity.

McLeod, (2011). A blueprint for blue carbon: toward an improved understanding of the role of vegetated coastal habitats in sequestering CO2

Nalçacı, E. (2021).  21. yüzyılda neden ulusların sosyalist bütünleşmesine ihtiyacımız var? Bilim ve Aydınlanma Akademisi Kolektif Yaşamı Kurgulama Bilim Alanı. Bahar Çalıştayı. http://bilimveaydinlanma.org/21-yuzyilda-neden-uluslarin-sosyalist-butunlesmesine-ihtiyacimiz-var/ Son erişim 02.05.2021.

Reusch & T.B.H., 2018: The Baltic Sea as a time machine for the future coastal ocean. Sci. Adv., 4(5), eaar8195, doi:10.1126/sciadv.aar8195.

Rocha, & L.A., 2018: Mesophotic coral ecosystems are threatened and ecologically distinct from shallow water reefs. Science, 361(6399), 281, doi:10.1126/science.aaq1614.

Hannah Ritchie and Max Roser (2019) - "Seafood Production". Published online at OurWorldInData.org. Retrieved from: 'https://ourworldindata.org/seafood-production'

Scales, 2014: Review: On the Front Line: frontal zones as priority atsea conservation areas for mobile marine vertebrates.

Tickler, D., Meeuwig, J. J., Palomares, M. L., Pauly, D., & Zeller, D. (2018). Far from home: Distance patterns of global fishing fleets. Science advances, 4(8), eaar3279.

Yıldız, T. 2020. Kapitalizm koşullarında yenilenebilir enerji ile 'temiz' kalkınma mümkün mü? BAA Sosyalist Planlama, Sanayi, Enerji ve Kalkınma Komisyonu, 2020.http://bilimveaydinlanma.org/kapitalizm-kosullarinda-yenilenebilir-enerji-ile-temiz-kalkinma-mumkun-mu/ Son erişim: 01.05.2021

UNEP (2019). Global Environment Outlook – GEO-6: Healthy Planet, Healthy People. Nairobi. DOI 10.1017/9781108627146.

UNEP, 2021. BM Çevre Programı Web Sayfası, https://www.unep.org/explore-topics/oceans-seas/what-we-do/regional-seas-programme, son erişim: 08.04.2021


Katkılar

Zelal Özgür Durmuş

Biçimsel bir düzenleme bir miktar gerekiyor. Öncelikle deniz ve okyanus ayrımını neye göre yapıldığının açıklanması gerekiyor. Örneğin ekolojik ve hukuksal tanımlarda fark var mıdır? Metin içinde rastgele kullanılmış gibi duruyor. Ama bir düzenleme gerekiyor. İkincisi suyun asitlenmesi ve soğuması/sınması fitoplanktonları, ardından gelen besin zincirini ve haliyle oksijen üretimini, karbondioksit tüketimini etkiliyor. Denizel ekosistem için en büyük biokütleyi oluşturan canlıların durumunun bütünsel bir çerçeve oluşturulabilmesi için ele alınması gerekiyor. Üçüncüsü ise tüm çevre bilgisini metne yığmak yerine içeriği ayıklamak ve analiz için doğrultu oluşturmak gerekiyor diye düşünüyorum.

Bu bildiride var olan durum anlatıldıktan sonra, ileride bizim tablonun oluşumuna sebep olan kaynaklara dair ek araştırmalar yaparak doğrultu oluşturmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü aktarılan çalışmaların eleştirisi önemli ve alan için yeni katkı böyle sağlanabilir diye düşünüyorum. Örneğin emperyalist ülkeler ve bağımlılık zincirlerine dair çeşitli yönlerin ortaya çıkarılması kirlilik üretimi ve denetimsizlik durumunun gerçek nedenlerinin anlaşılmasını sağlayabilir. Sanayi üretiminin büyük kısmı ekonomik olarak bağımlı hale getirilen ülkelerde yapılmaktadır. Bu ülkelerin ucuz emek gücü sağlamasının yanında, denetimsiz üretimi mümkün kılmasından dolayı da tercih ediliyor olduğu vurgulanmalı. Ayrıca uluslararası anlaşma ve kurumlara referans veriliyor ve fakat buralardaki zafiyetler gösterilmeli. Özellikle bu kurumların paylarına düşen analiz kısmını yaptık rahatlığına yüklenilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çözüm üretmeyen analizler kamu kaynaklarının boşa sarf edilmesinden başka bir şey değildir. Bunun da bir ekonomisi oluşmuş durumda. Çözümlerin uygulanması için ise kampanya çağrısı, adalet vurgusunun yeterli olmadığı, merkezi planlama gerektiği ısrarla vurgulanmalı.

Son nokta ise kavram kullanımında bir tercihimizin olması gerekli düşünüyorum. Örneğin "Üçüncü Dünya Ülkeleri, azgelişmiş ülkeler" vb. yerine emperyalist veya gelişmiş kapitalist ülkeler, sömürge ülkeler, geri bırakılmış bağımlı ülkeler gibi kavramları kullanmalıyız. Sonuç paragrafında kullanıldığı gibi...

Erhan Nalçacı

Bildiriden dolayı kutlarım. Bu bildirinin geliştirilerek BAA raporlarına katılmasının uygun olduğunu düşünüyorum. Böylece iklim ve çevre sorunları üzerine hazırladığımız rapor dizisini tamamlayacak ve geliştirecek bir halka haline gelebilir.

Bildirinin anahtar kavramlarından birinin “sürdürülebilirlik” olduğu anlaşılıyor. Bu kavramın mümkünse metnin içinde, olmuyorsa dipnot olarak açılması yararlı olacaktır. Çünkü kavram çok ideoloji yüklü, kapitalizm ve sosyalizm koşullarında ikili anlam taşıyor.

Günümüz emperyalist düzeninde, tekellerin emeğin sömürüsüne ve kaynakların sorumsuzca talan edilmesine devam edilebilecek ölçüde doğaya verilen zararda bir miktar frene basmayı kast ediyorlar. Dolayısıyla kendi içinde bir totoloji içeriyor ve kâr oranlarını yüksek tutmak uğruna dünyayı bir felaketin eşiğine getirenlerin insafına terk ediyor bizi.

Sosyalizmde ise tabi ki üretim devam edecektir, doğal kaynaklar kullanılacak ve insanlığın refahı ve mutluluğu için üretim ve geçim araçlarına dönüştürülecektir.  Burada sürdürülebilirlik, bu üretim gerçekleştirilirken doğanın korunması anlamına gelecektir.

“İnsanlığın ortak mirası” kavramının da aynı şekilde ideoloji yüklü olduğunu düşünüyorum. Sınıflı toplumlarda evrensel olandan bahsederken çok dikkatli olmalıyız. Bizim mirasımız emekçilerin binlerce yıl boyunca sömürücülere ve ezenlere karşı mücadelesi ve eşitlikçi bir toplum kurma deneyimimizdir. Onların mirası; kurdukları sömürü düzeninin çıkarları uğruna çıkardıkları savaşlar, işledikleri cinayetler, toplumun çürütülmesi ve doğayı geleceğimizi yok sayarak talan etmeleridir. Bu nedenle onlarla ortak bir hukuki zeminimiz olamaz.

Çevre konusunda çalışmalar yapan BAA üyelerinin karşılaştığı güçlükleri tahmin ediyorum. Çünkü bu konudaki metinlerin çoğu düzen diliyle yazılmıştır, ister istemez bizim metinlerimize de nüfuz ediyor. Örneğin, “Küresel plastik endüstrisi yılda 600 milyar dolar gelir elde etmektedir (Kayan ve ark. 2020).” cümlesinde olduğu gibi. Oysa endüstri nötr bir kavramdır ve kâr elde eden sermaye sınıfıdır. Cümle şöyle düzeltilebilir: “Plastik endüstrisini yöneten sermaye sınıfı yılda 600 milyar dolar gelir elde etmektedir (Kayan ve ark. 2020).”

Tekrar bu bildiriden dolayı kutluyor, araştırmalarınızın BAA bünyesinde gelişerek devam etmesini diliyorum.

Katkılara yorumlar:

Bildirimizi titizlikle okuduğunuz ve yorumlarınız için teşekkür ediyoruz. Tüm eleştiri ve katkıları metne yansıtmamız bu aşamada mümkün olmadı ancak metnin geliştirilmesi aşamasında tamamını dikkatimizde tutacağız.

Sürdürülebilirlik kavramını, metin içinde, ekolojik sistemlerin çeşitliliğinin ve üretkenliğinin zaman içinde korunması anlamında kullandık. Yani aslında sürdürülebilir yöntemlerle yapılmayan ticari balıkçılık derken, balık popülasyonlarının kendini yeniden üretemeyecek düzeyde tüketilmesi, balıkçılığın hedef olmayan türleri tehlikeye atması ve kirliliğe neden olarak ekosistem işleyişine zarar vermesine işaret ediyoruz. Ancak sürdürülebilir kalkınma, kaynakların sürdürülebilir yönetimi, sürdürülebilir üretim ve tüketim terimlerini liberal çevre politikalarının bir yansıması olarak ideolojik bağlamıyla birlikte kullandık ve eleştirel olarak ele aldık. Sürdürülebilir kelimesini tamlayanlarıyla birlikte ele aldığımız her seferde ekonomik sürdürülebilirliğin öncelendiğini göstermeye gayret ettik.

“İnsanlığın ortak mirası” tanımlaması ise, kökeni Garret Hardin’in “ortak malların trajedisi” tanımlamasına kadar uzanan ve odağında tamamen mülkiyet haklarını barındıran bir kavram. Dolayısıyla Erhan Nalçacı’nın bu kavramda ortaklaşamayacağımız yorumuna katılıyoruz. Bu kavramla uzay ve Antarktika üzerindeki paylaşım savaşında da karşılaşmak mümkün. Kavramın kapsamlı bir eleştirisinin tüm bu alanlardaki gelecek çalışmalar için gerekli olduğunu düşünüyoruz.

Ancak biz bu çalışmada özel olarak kavramları tartışmaya açmayı hedeflemedik. Çalışmanın genel doğrultusu, tüm diğer üretimlerimizde olduğu gibi ele alınan çevresel sorunlarının kapitalizm koşullarında doğanın ve emeğin sömürülmesine dayalı veçhelerini göz önüne sermek yönünde kurgulandı. Bu çerçevede emperyalizmin etkisi, uluslararası kuruluşların işlevi, sanayisizleşme ve eşitsiz gelişim genel olarak dikkate aldığımız başlıklardı. Konunun kapsamı ve bir ilk çalışma olması itibarıyla tüm bu sayılanların derinleştirilmesi mümkün olmadı.

Dilin düzen tanımlamalarından tamamen arındırılması ise çevre yazınında yeni bir kavram seti oluşturulması veya mevcut kavramların sosyalist perspektiften yeniden tanımlanmasını gerektiriyor. Bunun ancak daha fazla sosyalist araştırmacının çevre alanına katkısı ile başarılabileceğini düşünüyoruz.

Katkı ve sorularını şu adrese gönderebilirsiniz:

iletisim@bilimveaydinlanma.org