Neden insanlığın acilen sosyalizme ihtiyacı var?
Erhan Nalçacı
01.01.2022
soL Portal
Yılın ilk günü yazı yazmak kolay değil.
Hem dünyanın içine düştüğü rezil durumu saklamayacaksınız hem de yeni yıla ilişkin bir umut ışığı tanımlayacaksınız.
En iyisi bugün, Bilim ve Aydınlanma Akademisi’nin son belgeseli olan “Rapor: Neden insanlığın acilen sosyalizme ihtiyacı var?”dan bahsetmeli.
Belgeseli bu linkten izleyebilirsiniz.
Belgesel BAA’nın Sosyalist Gelecek ve Planlama çalışmalarına ve çevre ve iklim değişimi üzerine hazırladığı bilimsel raporlara dayanıyor.
Birçok bilim insanının katkısı ile hazırlanan raporlara (Kapitalizmin iklim değişikliği sorunu, Kapitalizmin kıskacında su kaynakları ve Kapitalizmin yol açtığı plastik sorunu) buradan ulaşabilirsiniz.
BAA Yürütme Kurulu’ndan belgesel için görevlendirilen kolektif bir senaryo üzerine çalıştı. Bağımsız Sinema Merkezi (BSM)’den sanatçılar ise senaryoyu incelikle kurgulayarak belgeseli ortaya çıkardılar.
İklim değişikliği ve çevre olaylarında kötüleşmeyi artık herkes yaşamında hissediyor.
Sonuçta bu satıların yazarı, Ankara’da, barajlarındaki kullanılabilir suyun %7,3’e düştüğü bir kentte yaşıyor.
Üst üste birkaç kurak yılın sonunda yaşanacak sorunun büyüklüğünü hayal etmek zor değil.
Güzelim Marmara denizinin içine düştüğü durum geçtiğimiz yaz yüzümüze bir tokat gibi indi.
Ve Türkiye’de belki daha önce hiç bu kadar yoğun ve sık orman yangınları görülmemişti.
İklim ve çevre olayları ise Türkiye’ye özgü değil, İran’dan Hindistan’a, Avustralya’dan ABD’ye kadar her yerde kuraklık sorunu kendini gösteriyor.
Türkiye’de ortalama koşulların böylece sonsuza kadar süreceğini düşünenlerin ve Akdeniz’de boğulan göçmenlere kısa bir merhamet kırıntısı atanların içinde yavaş yavaş acaba biz de bir gün bu hale düşebilir miyiz korkusu beliriyor.
İklim değişikliğinin koşullayacağı gıda ve su güvenliğinin kötüleşmesi dünyanın birçok yerinde büyük bir göçmen sorununa dönüşecek gözüküyor.
İklim değişikliği ve çevre sorunlarına karşı dünyada bugün iki tip yaklaşım var:
İlki inkâr.
Bugün içinde solcu aydınların da bulunduğu bazı çevreler aslında iklim değişikliğinin uydurulmuş olduğunu ve bu yalan propagandanın “Yeşil Ekonomi” vaat eden emperyalizmin ürünü olduğunu söylüyorlar.
İkincisi ise çaresizlik ve kadercilik.
Bu gruptakiler ki çoğunluğu emekçi halkın üyeleri şöyle düşünüyorlar, daha doğrusu içlerine kaçmış burjuvazi onlara şunu dedirtiyor: “İş işten geçti, olan oldu, artık yapacak bir şey yok. Sonumuzun gelmesini bekleyeceğiz.”
Aslında bu belgesel her iki sapmaya da karşı çıkıyor.
İnkârcılar için, son 50 yıldaki hızlı iklim değişikliğini bilimsel olarak ortaya koyarak nesnel duruma işaret ediyor. Emperyalizmin “Yeşil ekonomi” vaadinin sahtekarlığını, işe yaramazlığını ortaya koymak için ise daha çok çalışmamız gerekecek. Ancak şunu iyi biliyoruz, üretim ilişkilerini ve yaşam tarzını değiştirmeden felaketi önlemek mümkün olmayacak.
Bugün “orta sınıflara” ikişer üçer araba satmaya çalışan ve bütün yaşam tarzını belirleyen sermayenin aynı ailelere bu sefer üçer tane elektrikli araba satmak isteyeceğini ve bu sürecin de büyük bir çevre felaketini döşeyeceğinden eminiz.
Çaresizlik ve kaderciliğe gelince belgeselde defalarca tekrarlandığı gibi şunu söylüyoruz:
“İnsanlık önüne koyduğu her gerçek sorunu çözer.”
Tabi ki burada sınıfsız, amorf bir süreci kast etmiyoruz. Emekçi sınıfların siyasi öncüleri aracılığıyla sorunların esas kaynağı olan kapitalizmden ve sermayeden kendi ülkelerinde ve dünyada kurtulacaklarını söylemiş oluyoruz.
Çünkü insanlığın başındaki tüm sorunlar gibi çevre ve iklim değişikliği de özel mülkiyet ile üretimin toplumsal niteliği arasındaki çelişkiden doğuyor.
Bu temel çelişki karmaşık ve birbirinin içine geçmiş bir kısır döngüler ağı oluşturuyor.
Sermaye sömüreceği yığınların kentlerde yoğunlaşmasına neden oluyor, doğayı, su havzalarını, betonla kaplıyor, bu yığınları bir yandan çılgınca tüketmeye itiyor, tüketim ekonomisi büyük bir çevre kirliliğine ve atmosferin ısınmasını sağlayan karbondioksit emisyonuna neden oluyor, ama sermaye sorumlu olduğu kirliliğe karşı sorumlu hissetmiyor kendini, buna karşılık bütün topluma ait olan ormanlık alanları yeni kâr sahaları için hızla kemiriyor.
Sorunların halledilmesi için gerekli olan kamusal yatırımlara, devlet bütçeleri sermayenin azalan kâr oranlarını telafisi için harcandığından kıyılamıyor ama dev kamusal yatırımlar emperyalist rekabetin ürünü olan silahlanma için kullanılıyor.
Böyle bir düzende ne planlama mümkün ne uluslararası gerçek ve sonuç alıcı bir işbirliği.
Bu nedenlerle insanlığın acilen sosyalizme ihtiyacı var.
Türkiye’de, birçok ülkede ve dünyada sosyalizmi kurduğumuzda, bunu imkânsız görenler aslında o kadar da zor değilmiş diyecekler.
Yeni yılda çok daha örgütlü, büyüyen bir irade ve cesaretle kalıpları ve ataleti kırma dileğiyle.