Marksizm’in Biyoloji Tartışmalarındaki Etkisi: Levins ve Lewontin
Fen Eğitimi, [email protected] Özet
Marx ve Engels’in geliştirdiği diyalektik materyalizmin biyolojik bilimlerdeki etkisini 20. yüzyıl boyunca süren çalışmalarda gözlemlemek mümkün. Amerikalı Richard Levins ve Richard Lewontin özelinde, biyolojiye yöntemsel bakışta köklü değişimlere kaynaklık ettiklerini, biyolojik bulguların toplumu tehdit eder biçimde popülerleştirilmesiyle mücadele ettiklerini görüyoruz. Bu iki biyologun ortak metinleri üzerinden, çalışmalarındaki temel tartışma başlıklarını tanıtarak onların Marksizm’e politik bağlanma zeminlerini anlamaya çalışacağız.
Anahtar kelimeler: Richard Levins, Richard Lewontin, diyalektik materyalizm
Giriş
Bilim etkinliğini, insanın içsel ve dışsal yapıları öğrenmesi ve bu gerçekliğe “boyun eğme”si olarak tanımlamak hala yaygın olan bir görüş. Gerçek bir kez keşfedilmiş ve insan keşfettiği “şeyi” kişisel görüşlerinden bağımsız, doğru biçimde tarif etmiştir deniyor. Oysa insanın ürettiği bir fikrin diğer görüşleriyle alışverişte bulunmaksızın oluşması imkânsızdır; tıpkı geçmiş bilgi birikiminin “şeyi” incelerken oluşturduğu yol gibi. Gelişen fikirler, maddi şeylerle kurulan ilişkilerin ürünüdür. Roman yazarken de, bilgi üretirken de maddi dünyayı algıladığınız ideolojik çerçeve kaleminize yön verir. Bu anda gerçeğin gücü bilim insanının ideolojisinin gücüne dönüşür. Genelde düşünüldüğü gibi pozitivist bilim algısının eleştirisi ise postmodern düşünürlerle başlamış değil. Marksizm bunu daha erken bir dönemde, daha geniş bir çerçevede yaptı ve güncellemeye devam ediyor.
Marksizm insanı doğanın bir parçası olarak gören, bu noktadan hareketle parçanın diğer parçalarla etkileşimini, etkileşim koşullarıyla birlikte ele alan ve ötesini, yani tarihsel özne olma yetisini tarif eden bir çerçeve çizmektedir. Tarihi insan yapar; ancak önceki tarihsel birikimin yarattığı koşullar altında yapar. Bu koşullar, biyolojik düzlemde uygun oluşla birlikte, artık insanlar arası ilişkinin ağırlık kazandığı yeni bir düzleme taşınmıştır. Bir insanın, ideolojisini de oluşturan tarihsel koşulları kavrayarak ve bunların kısıtlarını aşma iradesi göstererek özgürleştiğini ifade eder. Böylece insanların ideolojilerinin kendiliğinden, içsel biçimde oluştuğunu iddia eden postmodern görüşten fazlasını söylemiş olur, ideolojiyi oluşturan nedenleri açıklar.
Bilimsel bilgi üretimi üzerine bilim insanı ve onu çevreleyen koşulların etkisini incelemeyi bilginin kendisi kadar önemsemek gerektiği bir yanda, doğal süreçler ile toplumsal süreçlerin iç içeliğine ve karşılıklı ilişki ağına bakmak gerekliliği diğer yanda. Richard Levins ve Richard Lewontin 20. yüzyıl boyunca süren biyoloji tartışmalarında bu temel yaklaşımlara işaret eden iki Marksist biyolog oldular. Hem biyoloji dalındaki tek gen karşılığı tek karakter, Darwinci doğal seçilim gibi başlıklarda hem de bunların topluma yansıyan yüzü olarak insan doğası, zekâ veya ırk gibi konularda yürüyen tartışmalara yön verici güçte argümanlar ürettiler. Onlar için tartışmalar bilimsel alana sıkışıp kalmamalı, veri ve olgular, yorumlama biçimi de dâhil edilerek toplumda dönüştürücü bir bilince doğru taşınmalıdır. Bu çaba diyalektik materyalist bir biyoloji felsefesinin kuruluşuna öncülük etmiştir.
Tüm çalışmalarında tarihselliğe dikkat çeken bu iki düşünürün Sovyetler Birliği’ne karşı üretilen antikomünist histeri öncesi doğmuş olması, kendi oluşumları açısından, bir tesadüf olmamalı. 1800’lerin sonu ve 1900’lerin ilk yarısı ABD’deki kitlesel işçi hareketlerinin ve örgütlenmesinin yükseldiği yıllardır. Aydınların düşlerini süsleyen ütopyaları bilimsel bir nedenselliğe oturtan Marksizm'in işçi sınıfının eylem kılavuzu olarak ortaya çıktığı ve hızla yayıldığı bir dönemdir. Rusya’da devrimin gerçekleştirilmesiyle yeryüzünde sömürüyü, yoksulluğu, eşitsizliği yenen bir sistemin kurulması büyük bir etki yaratmıştır. Böyle bir kesitte yetişen Levins ve Lewontin ömürleri boyunca sıklıkla “dünyayı değiştirmek” istediklerini vurguluyorlar. Düşüncelerine bu tarihsel sürecin eşitlikçi tozu kaçmış diyebiliriz.
Yaşamı belirleyen toplumsal atmosfer
1929 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin New York kentinde doğan Lewontin daha lise yıllarında sol görüşlü toplulukların içinde hareket ediyor. Bu sırada “John Reed Society”ye katılıyor, Amerikan Komünist Partisi’nin toplantılarına gidiyor (Lewontin, 2001). Çeşitli rastlantısal süreçlerle biyolojiye yöneldiğini söyleyen Lewontin Harvard Üniversitesi’nde lisansını ve daha sonra biyoistatistik yüksek lisansını 1950’li yılların başında tamamlıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’de sınıfsal bir öfke ile McCarthy başkanlığında yürütülen komünistleri izole etme, mahkûm etme operasyonları sırasında üniversiteden atılıyor/ayrılıyor. Birkaç yıl sonra kendi deyimiyle “tam bir kariyerist” olarak hiçbir politik bağlamı olmadığını düşündüğü biyolojiye geri dönüyor (Lewontin, 2001). Columbia Üniversitesi’nde Theodosius Dobzhansky’nin laboratuarında popülasyon genetiği alanında doktoraya başlıyor.
Lewontin’in hem Sovyet biyologlarını okuma cesareti hem yeni tekniklerin kullanımına dair merakı popülasyon genetiğinde deneysel ve teorik çalışmaları bir arada yapabilmesine imkan veriyor. Gen - karakter ilişkisini çoklu gen karakter düzeyine taşırken yakın genlerin birlikte kalıtılması ve ardından da genler arası bağın seçilim ile ilişkisi üzerine fikir geliştiriyor ve uyguluyor (Lewontin, 1964). Jel elektroforezde protein yürütme yöntemini alel varyasyonlarını anlamlandırmada uygulaması ve böylece popülasyon dinamiği çalışmalarına yeni bir yaklaşım geliştirmesi yine bu dönemde gerçekleşiyor (Lewontin, 2001). Bu yeni moleküler yöntem, moleküler biyolojinin evrimsel perspektifle ve gelişim genetiğiyle ilişkilenmesini sağlayarak biyoloji çalışmalarına güçlü bir soluk veriyor.
Aynı yıllarda toplumsal hareketin yükselişiyle birlikte zaman zaman politik konularla ilgilenmeye, laboratuara gömülü bilim insanı halinden vazgeçmeye başlıyor. Siyahî hareketin ve sosyalist işçi topluluklarının eylemlerine katılıyor. Üniversite değiştirip Chicago Üniversitesi’ne geçince Levins ile tanışıyor; seçilim ve çevre ilişkisi için simülasyonlar oluşturmaya yönelik ortak çalışmaları ve insanlığın ilerleyişi üzerine politik sohbetleri böylece başlıyor.
1930 yılında doğan Levins ise komünist ebeveynlere sahip olmanın yanı sıra solun güçlü olduğu bir Brooklyn mahallesinde büyüyor. Levins birçok grubun politika veya kültürle ilişkili konuları konuştuğu, 1 Mayıs günü okulların boş olduğu, ailesiyle yürüyüşlere katıldığı bir çevre hatırladığından bahsediyor (Levins, 2008a). Çocukken kendini hep “kızıl bir bilim insanı” olarak hayal ettiğini ifade ederken politik baskılar sebebiyle bilim hayatı kesintili ilerliyor. Cornell Üniversitesi’nde tarım ve matematik okuyup ardından McCarthy döneminde Porto Riko’lu eşiyle birlikte adadaki antiemperyalist mücadeleye katılmaya gidiyorlar. Doktora eğitimine Columbia Üniversitesi’nde 1956 yılında ABD’ye döndükten sonra başlayabiliyor; doktora sonra ise Porto Riko’da çalışma imkânı bulabiliyor. 1960’lı yılların büyük kısmını, politik mücadelesi sebebiyle işine son verilene kadar, Porto Riko Üniversitesi’nde çalışarak geçiriyor.
Bilime bakışında Marksist etki daha ilk gençlik yıllarında başlıyor. Özellikle İngiliz Marksist bilim insanları John Burdon Sanderson Haldane, John Desmond Bernal ve Sovyet biyologu Ivan Schmalhausen bilim algısının oluşumunda rol oynuyor (Levins, 2008a). Haldane’in modern bilimde diyalektik materyalizm serisi ve Bernal’in bilimin toplumsal işlevi üzerine yürüttüğü geniş tartışması Levins’i derinleşen bir Marksist kavrayışa ve biyoloji ile toplum arasındaki bağ hakkında düşünmeye sevk ediyor. Bu sırada Sovyetler Birliği’nde tarım alanındaki sorunların merkezinde durduğu verimlilik arayışı, Trofim Lısenko’nun çubuğu büktüğü, organizmaya çevrenin etkisi yaklaşımını öne çıkarıyor. Bu tartışma dünyada “genetik mi, çevre mi?” sorusu etrafında yankılanırken Levins’in dikkatini çekiyor. Meyve sinekleri ile ilgili tezinde, diyalektik yöntem çerçevesinde, aynı türün popülasyonlarının benzer çevrelerde çeşitli düzlemlerdeki etkileşimini çalışıyor. Genetik, fizyolojik ve davranışsal adaptasyonların karşılıklı etkileşimi olduğunu gözlemliyor. Üstelik çevresi tarafından yaratılan organizmanın aynı zamanda kendi çevresini yarattığını ortaya koyuyor. Ekolojik niş kavramının gelişimine istatistik araştırmalarıyla katkı sağlıyor (Levins, 1968).
Latin Amerika yıllarında yoksul köylülüğün karşısında ABD şirketlerinin gücünü birinci elden görmesi politik öfkesinin şekillenmesinde mihenk taşı oluyor. Lisans okurken tarımdaki temel sorun olarak öğretilen “çiftliklerdeki fazla ürünün bir şekilde eritilmesi” konusunun sadece ABD’nin meselesi olduğunu fark ettiğini belirtiyor (Levins, 2008a). Emperyalist ülkelerin cenderesindeki birçok ülkede ise hala yoksulluğun, açlığın sorun olduğunu vurguluyor. 1959 yılında Küba’daki bağımsızlık mücadelesinin başarıya ulaşması ve ardından sosyalist bir seyir izlemesi toplumsal hareketlere karşı umudunu arttırıyor. Bu mücadele coğrafyası ile arasındaki bağ yaşamının sonuna kadar sürecek bir yerleşiklik kazanıyor. 1967 yılında Chicago Üniversitesi’nden kabul almasıyla birlikte yeniden ABD’ye taşınıyor. Lewontin ile aynı üniversitedeki oda arkadaşlığı başlıyor.
Toplumcu bilim insanı olmak
Levins ve Lewontin’in birlikte çalışmaya başlaması ortak bir yürüyüşe, ortak bir mücadeleye dönüşüyor. Marksist fikirler Lewontin’in yanı başında yeşerdiği zaman, o da politikayı üniversite dışında tutma çabasının nafile bir çaba olduğuna ikna oluyor. Politikanın doğrudan toplumsal görünen konularda söz söylemekle sınırlı olmadığını, “biyolojinin de herhangi başka bir şey kadar politik olduğu” gerçeğini fark ettiğini belirtiyor (Lewontin, 2001). Özellikle bir bilim insanın, “söylediğine güvenilir insan” etiketi kazandığı için, toplumun yönelimlerini etkileyecek ağırlığa sahip olduğu durumların ideolojik politik bağlamına eğiliyorlar. Bu durumda bilim insanın sözü toplumsal bilinç haline gelebiliyor. Eğer, bilimin doğayı açıklama becerisi belli bir tarihsel kesite denk düşen fikirlerle iç içedir ve hem bilim hem bilimsel ürünler kapitalizmde tüketime sunulan bir metalaşma süreci yaşar diyebiliyorsak, bilimsel fikirlerin topluma çeşitli merceklerden geçerek ulaşmakta olduğunu da söyleyebiliriz. Dolayısıyla bilgi bireysel akılla saflaştırılmaktan uzak, ideolojik bir çerçeveden insana ulaşmaktadır.
Biyolojinin ideolojik içeriğini tartışmaya açarak keskin çıkışı “Diyalektik Biyolog” kitabıyla yapıyorlar (Levins ve Lewontin,1985) ve bu kitap yılların birikimini sentezleyen bir çalışma oluyor. İlk tartışmalardan biri insan topluluk davranışlarını başka hayvan davranışları ile karşılaştıran ve kaba benzeşimler ileri süren Edward Wilson’nın sosyobiyoloji kavramlaştırmasına karşı argümanlar üretilmesi oluyor. Wilson’ın insan veya hayvan davranışlarına baktığında kendi ideolojik arkaplanına uygun adaptasyoncu senaryolar yazdığını ifade ediyorlar (Lewontin, 2015). Wilson'ın tezlerinin, 1970’lerde sosyal biyolojiye dönüşen öjeni savunucularının söylemine yakınsadığına ve toplumu biyoloji ile açıklama işine biraz da pozitif özelliklerin dâhil edilmesiyle bu söylemin yumuşatıldığına işaret ediyorlar. Biyolojik belirlenimin tersine, Lewontin, organizmaların çevrelerine en uygun biçimde uyarlandığını gösteren bir veri olmadığını belirtiyor (Lewontin, 2007).
Benzer bir tartışmayı gen merkezli bakış için de yürütüyorlar. J. Watson’ın “kaderimiz genlerimizde” ya da R. Dawkins’in “genleri aktaran makineleriz” metaforlarını kendi ideolojik çerçevelerine göre oluşturduklarını söylüyorlar (Lewontin, 2003). Bu bilim insanları önce canlılığı genlere indirgiyor, ardından insan topluluğunun kültürel ürünü olan kader veya bencillik kavramını tepeden inme bir biçimde genlere yakıştırıyorlar. Genler kadınlığı ya da siyahîliği belirlemekle kalmıyor, sınırları çizen kadere dönüşüyor ve cinsiyet rollerinin, sınıfsal hiyerarşinin mazur görülmesinin gerekçesi oluyor. Aynı yaklaşım zekâ üzerine yürütülen tartışmalarda da öne çıkıyor.
Bu bakış açısı sermayenin egemen olduğu toplumda bir türlü elenemiyor, biraz değişerek tekrar tekrar önümüze geliyor. 2000’li yıllarda biyoloji camiasının ciddi bir gündemi olan İnsan Genom Projesi benzer bir belirlenimci ideolojiye kapı aralamıştı. Tüm insan genomunu deşifre edebilme çabası bir taraftan “bilgi şirkete mi kamuya mı ait” tartışmasına, diğer taraftan da bazı bilim insanlarının “genler organizmayı yapan şeydir” fikrini topluma enjekte etmesine fırsat yaratıyor. Lewontin genomun çözülüp genlerin tek tek tanımlanması propagandasının “ölümsüzlüğü” pazarlamaya dönüştüğünü (Lewontin, 2003), oysa organizmanın bir bütün olarak seçilim sürecine tabi olduğunu ifade ediyor (Lewontin, 2007). Levins ve Lewontin, günümüzde ölümün nedenlerinin işsizlik, yetersiz beslenme, çevresel sorunlardan dolayı yeniden ortaya çıkan hastalıklar gibi toplum kaynaklı önlenebilir sorunlar olduğuna çeşitli çalışmalarda dikkat çekiyorlar (Levins ve Lewontin, 1998).
Her iki bilim insanının da kendi politik duruşlarının getirdiği toplumsal sorumlulukları almaktan çekinmedikleri görünüyor. Örneğin yerel mahkemelerde evrimin öğretimini savunabiliyor, şirketlere karşı küçük toprak sahiplerinin sesi olabiliyorlar. Bilim dünyası için şaşırtıcı bir adım atıyorlar ve Amerikan Bilimler Akademisi’nin seçkinler kulübüne dönüşmesini, özellikle Vietnam savaşında kullanılan silahların araştırmasını yapan kişileri barındıran bir kurum olmasını eleştiriyorlar (Levins, 2008a). Levins akademi üyeliğini reddediyor, Lewontin mevcut halin değişmesi için içeride yürüttüğü mücadelenin ardından 1971 yılında istifa ediyor (Lewontin, 2003). Daha sonraki yıllarda Lewontin Soğuk Savaş dönemi üretilen korku nedeniyle kamusal kaynakların hiç sorgulanmadan laboratuarlara aktığını belirtiyor ve kendilerine de bu dönemde kaynakları hiç sorgulamadıkları eleştirisini yöneltiyor (Lewontin, 1998).
Bunlara ek olarak Levins sosyalist Küba ile hep yakın temasta duruyor. İlk olarak 1964 yılında ziyaret ettiği Küba’da Havana Üniversitesi’nde ve çeşitli enstitülerinde popülasyon genetiği dersi veriyor, özgün biyolojik ve ekolojik programlarla ilgili danışmanlık yapıyor, özellikle kent tarımının gelişimi konusuna katkı sunuyor (Levins, 2008a). 2004 yılında Küba Bilimler Akademisi üyeliğine kabul ediliyor. Levins ülkeyi karşı devrimci propaganda taarruzu altında politik cephede de savunuyor. ABD'nin yoğun ablukasına rağmen sosyalist toplumsal örgütlenmenin eğitim, sağlık, tarım alanında devam ettirilmesini, kendi özgün yollarını üretmesini takdir ediyor. Eksikliklerinin sebeplerini anlayarak, devrimin koşulsuz biçimde yanında olmak ve kapitalist sömürü sistemine geri döndürme girişimlerine karşı durmak gerektiğini söylüyor, yazıyor (Levins, 2010).
Biyoloji felsefesi: toplum - doğa diyalektiği
Bilimsel gelişkinliğin eriştiği boyutlar ve insan soyutlamasının derinliği ile günümüzdeki toplumsal eşitsizliğin ve sömürünün varlığı arasında çok büyük bir tezat var. Bu durum sahip olunan ideolojinin rengine göre meşrulaştırılabilir. Örneğin mevcut dünya “mümkün dünyaların en iyisi” biçiminde düşünülebilir; geçmişe göre artık daha fazla mutlu insan ve daha az önlenebilir ölüm olduğu iddia edilebilir. Yahut mevcut sorunların değiştirilemez zorunluluklar olduğu yorumu yapılabilir: Bu yaşananlar ya ilahi bir sınav olabilir ya da daha iyi uyum sağlamış olan biyolojik yapıdan kaynaklanabilir. Levins ve Lewontin tüm buna benzer düşünceleri tarih dışı yaklaşımlar olarak görüyor, doğanın ve bireyin toplumdan soyutlanarak ele alınmasının sonucu olduğunu belirtiyorlar (Levins, Lewontin, 1985).
Onlar, Marksist yaklaşım doğrultusunda biyoloji ve toplum ilişkisini, karşılıklı belirlenim içinde inceliyorlar. İnsan sosyalliğinin, insanın ürettiği kültürün vb., örneğin vücut büyüklüğüne bağlı olması bir zorunlulukken, bu potansiyel bir kez gerçekliğe dönüştüğünde, artık mevcut sonuçların, yeni süreçlerin nedenleri olmasının kapısı aralanmış oluyor (Lewontin, 2015). Bu sıçramada insan topluluğu; biyolojisini ve çevresini belirlediği, doğal seçilimin yönünü etkilediği bir düzleme geçiyor. Bu süreçte insan emeği belirleyici faktör oluyor. Dönüştürülen nesne temel fiziksel ve kimyasal özelliklerinden başka yeni özellikler kazanıyor (Levins ve Lewontin, 1985); örneğin taş kesici alete dönüştürülüyor, zamanla kullanım değeri üzerine değişim değeri ediniyor. Yani nesne kendi fonksiyonundan, kullanılma biçimlerinden başka, artık, takas edilebilir bir “metaya” dönüşüyor. Bu çıkarımın Marx’ın emek – değer teorisine denk düştüğü açık.
Marksizm’deki ekonomik temel ya da üretim biçimi sadece bir özelliğin belirleyici olduğu gerekçesi ile indirgemeci bir yaklaşım olarak suçlanabilmektedir; ancak “karşılıklı iç içe ilişkiler ağı”nı tarif eden diyalektik bir çözümleme, iddia edildiği gibi indirgemeci değildir. Bu konuda Levins, ekonomik yapının toplumsal ilişki ağının bir özelliği olmadığını, farklı olarak ilişkilerin içinde oluştuğu ortam, yani ağın kendisi, olduğunu söylüyor (Levins, 2008b). Sonuçta ”üretim biçimi” doğayla mücadele ederek başlayan ve giderek karmaşıklaşan toplumsal koşulların soyutlamasıdır. İnsan özelinde toplumsal koşullar doğal koşulların bir türevidir denebilir.
Biyoloji üzerindeki sosyal ve ekonomik yaşamın etkisini açıklamak için Levins ve Lewontin yazılarında yoksulluk ve intihar, stres ve işsizlik gibi kimi örnekler veriyorlar (Levins, Lewontin, 1985). Bir örneğe bakalım; belli durumlarda bireylerin kolay strese girmesinin sebebi hormon salgılama düzeneğinde aranabilir ve stresle baş etme kitapları okuması tavsiye edilebilir. Fakat emeğini satarak geçinen bir insanın işten atılma korkusunun yarattığı stres hesaba katılmamış olur. Bir başka deyişle, işsizliğin süreklileşmiş varlığı işçi ücretlerinin belirlenmesi kavgasında önemli bir işlev görmektedir. İşten atılmak mı, düşük ücrete razı gelmek mi daha fazla strese yol açar? Levin ve Lewontin'e göre, ölçülemediği iddiasıyla bu tarz verilerin hesaplara katılmaması, işsizliği yaratan üretim biçimini aklamak anlamına gelir ve politik bir tercihe işaret eder (Levins ve Lewontin, 1985).
Bir başka “biyoloji mi, toplum mu?” tartışmasına örnek olarak “insan doğası” verilebilir. İnsana 20. yüzyılın algısıyla bakarak bencil, saldırgan, katil vb. biçimde bir doğa tarif etmek ve bunun tüm toplumlarda, bütün tarih akışı boyunca aynı biçimde var olduğunu iddia etmek burjuva ideolojisine oldukça uygun. Fakat insanın dün de, bugün de, yarın da ancak değişen toplumsal ilişkilerin, örgütlenmenin, eylemin içerisinde birey olarak var olabildiğini algıladığınız zaman, insanı eşitlikçi bir toplumda hayal etmek kolaylaşıyor. Lewontin bu karşılıklı belirlenme sürecinin toplumsal insan doğası yaratmış olduğunu ifade ediyor (2015). Sorulması gereken sorunun “ne kadar toplumsal olduğumuz değil, toplumun nasıl organize olacağı/örgütleneceği” üzerine olması gerekir diyor.
Toplumsal ilişkilerin içindeki insanı anlamak için özne - nesne diyalektiğine bakmak gerekiyor. Levins ve Lewontin, toplum veya bireyin, herhangi birinin ontolojik öncelik taşımadığını söylüyorlar (Levins ve Lewontin, 1985). Ancak tarihsel olarak ilerleyen iç içe ilişkiler ağının varlığı neden - etki ilişkisini anlaşılabilir kılıyor. Şöyle açımlayabiliriz; sadece özne nedenleri ve nesne etkileri ifade etmez, aynı zamanda tersi de geçerlidir. Diyalektik materyalizm belli bir döneme özgü ilişkiler/çatışkılar içindeki çelişkiyi çözen “parçanın”, "neden" olduğuna işaret etmektedir. O kesitteki nedensel parçayı seçmek ama değişeceğini de hatırlayarak bu noktayı fazla mutlaklaştırmadan ilerlemek gerekir. Yani parçaların birbirine değmeden paralellik içinde hareket etmesi değil, tersine birbirine temas etmeden hareket edemediği, parçalar arası böyle bir nedensellik ilişkisinin yön sağladığı söylenebilir (Levins ve Lewontin, 1985). Biyolojik özelliklerin imkân verdiği insan topluluğu, dönüştürdüğü çevresiyle özneleşiyor; ilerleyen tarihsel süreçte toplumun dönüştürme potansiyeli arttıkça içerisindeki parçaların özneleşme kapasitesi artıyor.
Sonuç
Yaklaşık yüz yıl yaşamış olan bu iki bilim insanının antikomünist propagandaya, sermaye gücüne direnerek insanlığın kolektif birikimine tutunması insana dair umudun bir göstergesidir. Değişmesi gerektiğine inandıkları topluma sırtlarını dönmek yerine, aktif olarak mücadele etmeleri kendi insani yetilerini geliştirmelerine de kaynaklık ediyor diye düşünülebilir. Sonuçta özgürlük ve kendini gerçekleştirme hülyası biyolojik yapı kadar toplumsal yapının taşıdığı potansiyel içinde ortaya çıkmaktadır. Bu noktada bireye odaklanmak ve bireyin çıkarını aramak yerine toplumun çıkarını, dolayısıyla zaten toplumsal bir varlık olan insanın faydasına olanı tartışmaya başlayabiliriz. İnsana tarih, toplum ve biyoloji diyalektiği içinde baktığımızda, ayrıca doğanın çıkarı tarifi yapmaya gerek de yok. Zaten çıkar ifadesi, doğaya insanın yakıştırdığı anlamlardan öteye gitmeyecektir.
Kaynaklar
Lewontin R. (1964), The Interaction of Selection and Linkage, I. General Considerations, Genetics, 49(1), 49-67.
Levins R. (1968), Evolution in Changing Environments, New Jersey: Princeton University Press.
Levins R., Lewontin R. (1985), The Dialectical Biologist, Boston: Harvard University Press.
Levins R., Lewontin R. (1998), How Different are Natural and Social Science?, Capitalism Nature Socialism, 9(1), 85-89.
Lewontin R. (1998), Soğuk Savaş ve Akademinin Dönüşümü, Soğuk Savaş ve Üniversite (Ed. N. Chomsky, Çev. M. Ceylan), İstanbul: Kızılelma, ss. 35-64.
Lewontin R. (2001) Interview of R. C. Lewontin, Thinking About Evolution: Historical, Philosophical and Political Perspectives, (Ed. R. Singh, C. Krimbas, D. Paul, J. Beatty), Cambridge: Cambridge University Press, s.22-61.
Lewontin R. (2003) Interview of RCL by Harry Kreisler, Erişim tarihi: 6.04.2018 http://globetrotter.berkeley.edu/people3/Lewontin/lewontin-con0.html
Lewontin R. (2007), Üçlü Sarmal (Çev. E.D Özsoy), Ankara: TÜBİTAK.
Levins R. (2008a) , Living the Eleventh Thesis, Tactical Biopolitics(Ed. B. Costa, K. Philip), Boston: MIT Press, ss. 25-33.
Levins R. (2008b), Dialectics and Systems Theory, Dialectics For The New Century (Ed. B. Ollman, T. Smith), New York: Palgrave, ss. 26-50.
Levins R. (2010), How to Visit a Socialist Country, Monthly Review, 61(11), Erişim tarihi: 6.04.2018 https://monthlyreview.org/2010/04/01/how-to-visit-a-socialist-country/
Lewontin R. (2015), İdeoloji Olarak Biyoloji (Çev. C. Adanur), İstanbul: Kolektif.