Kapitalizmin İklim Değişikliği Sorunu: Nedenleri, Sonuçları ve Çözüm Arayışları

  • İklim Değişikliği ve Çevre Komisyonu
    Ocak 2021

İklim değişikliği günümüzün başat çevre sorunu olarak görülmektedir. Hemen her gün aşırı hava olayları, sıcak hava dalgaları, sıklaşan kuraklık olayları, artan karbondioksit (CO2) emisyonları ve atmosferde yükselen CO2 konsantrasyonu, buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, çölleşme gibi haberlerle gündemimize girmektedir.

Gün geçtikçe, toplumsal yaşamın tüm boyutlarının iklim değişikliğinin azaltılması ve etkilerine uyum sağlanması amacıyla değiştirilmesi gerekliliği politik bir söylem olarak ön plana çıkmaktadır. Bu söylem “gezegenin sağlığı ve insan türünün devamlılığı için insanın ayak izinin dünyadan silinmesi gerekliliği” olarak yaygınlaştırılmakla birlikte, aynı zamanda kapitalizmin içinde bulunduğu krize karşı bir çıkış yolu ve emperyalist hiyerarşide bir rekabet unsuru olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Bununla birlikte iklim sistemi çok karmaşık süreçler içermektedir. İklim doğal olarak da değişmektedir ve Dünya'nın oluşumundan bu yana defalarca değişmiştir. Ancak, bilim çevreleri tarafından iklimin, kapitalizmin tüm coğrafyalara yayıldığı Sanayi Devrimi’nden günümüze değin, yaklaşık son 200 yıl içinde, beklenmeyen bir hızda değiştiği ortaya konmaktadır. Kapitalizmin yarattığı iklim değişikliğinin nedenleri ve mekanizması anlaşıldıkça, gerek iklim değişikliğini durdurmak veya yavaşlatmak gerekse etkilerine uyum sağlamak için, toplumsal çıkarları savunan ve bilimsel temele dayanan planlı bir ekonomiye duyulan ihtiyaç daha fazla açığa çıkmaktadır.

Bu rapor, iklim değişikliği olgusunun geniş toplumsal kesimler tarafından daha iyi anlaşılabilmesi için gerekli temel bilgileri derlemeyi ve mevcut toplumsal düzen içinde geliştirilen politikaları eleştirel olarak ele almayı hedeflemektedir.

Bu raporda ele alınan bilimsel veriler büyük oranda Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından ortaya konan çalışmalardan derlenmiş, şüpheci görüşler ayrıca irdelenmemiştir. Bir Birleşmiş Milletler organı olan IPCC, çalışmalarını tüm dünyadan binlerce bilimcinin katkısı ile yürütmekte ve siyasilere karar verme süreçlerinde destek olacak bilimsel altyapıyı sunmayı hedeflemektedir. Bununla birlikte iklim değişikliği konusunda tekelleşmiş denebilecek bu odağın dışında bağımsız bir alternatif bulunmaması, bu raporun kısıtları arasında değerlendirilmektedir.

Bilim ve Aydınlanma Akademisi


İklim nedir?

İklim, çok genel olarak yeryüzünün herhangi bir yerinde gözlenen hava olaylarının uzun süreli ortalamasına dayanan durumu olarak tanımlanmaktadır. Bir yerin iklimi tarif edilirken genellikle sıcaklık, yağış, nem, basınç ve rüzgâr gibi atmosferik koşulların sıklık ve şiddeti kullanılır ve bu koşulların değişkenliği ile uç değerleri dikkate alınır. Bunların yanı sıra, bu yerin coğrafi konumu, rakımı, deniz ve okyanuslara yakınlığı ve yeryüzü şekilleri de iklimini etkiler.

Küresel iklim ise, Dünya’nın tamamında hâkim olan iklimsel koşulların bütünüdür. Küresel iklim, Dünya’nın katmanları olan hava küre (atmosfer), su küre (hidrosfer), buz küre, taş küre (litosfer) ve yaşam küre (biyosfer) arasındaki karmaşık ilişkiler sonucunda oluşur.[1] Ancak küresel iklimi en fazla hava küredeki değişimler etkiler.

İklim nasıl değişir?

Dünya yaklaşık 4,6 milyar yaşındadır. Güneş Sistemi'nin bir parçası olarak gezegenin oluşumundan bu yana karalar zamanla oluşmuş ve konumu değişmiş, büyük yanardağ faaliyetleri meydana gelmiş, hava küredeki gazların miktarlarında büyük değişiklikler olmuştur. Bu süreçte, Dünya’nın iklimi de değişikliklere uğramış belli evrelerde ısınıp soğumuştur. Buzul çağları ve buzul çağları arasındaki nispeten ılıman buzularası dönemler birbirini izlemiştir. Bu değişiklikler çok yavaş ve uzun zaman zarfında oluşmuştur. Yaklaşık son 11.000 yıldır ise Dünya şu an içinde olduğumuz nispeten ılıman olan iklimsel özelliklere sahiptir.

Küresel iklimi Dünya’nın ışınım (radyasyon) dengesi belirler. Işınım dengesindeki değişimler Dünya’daki yüzey sıcaklığını değiştirir. Ortalama sıcaklığın çok az artması bile Dünya’da depolanan ısı enerjisinin çok büyük miktarda arttığına işaret eder. Bu ısı enerjisi, aşırı hava olaylarına, kar örtüsünün azalmasına, kuvvetli yağışların artmasına neden olur ve bazı canlılar için yaşam alanlarının uyum sağlayamayacakları hızda değişmesine yol açabilir.

Dünya’nın ışınım dengesi birkaç yolla değişebilir. Bunlardan ilki Güneş’ten Dünya’ya gelen ışınların miktarındaki, bir diğeri Dünya yüzeyinden ya da hava küreden yansıyan güneş ışınlarının miktarındaki ve sonuncusu ise Dünya yüzeyinden ısı enerjisi olarak salınan enerjinin hava kürede hapsolma miktarındaki değişimdir.

Güneş’ten Dünya’ya gelen ışınların miktarındaki değişim

Güneş ışınlarının şiddetindeki değişiklikler veya Dünya’nın yörüngesindeki değişiklikler Dünya’ya ulaşan güneş ışınlarının miktarını etkiler.

Güneş Dünya’nın tek enerji kaynağıdır. Güneş’ten Dünya’ya gelen tüm elektromanyetik dalgaların toplam enerjisi metrekare başına yaklaşık 1368 Watt’dır. Güneş’i oluşturan gaz kütlelerinin tepkimeleri Güneş yüzeyinde güneş lekelerinin oluşmasına neden olur. Güneş lekelerinin oluşumunu Güneş rüzgârları izler. Bu lekelerin arttığı dönemlerde ışıma gücü artar. Güneş lekelerinin oluşması yaklaşık her 11 yılda bir tekrarlanır.

Dünya ile Güneş arasındaki astronomik ilişkilerdeki değişiklikler de Dünya’ya ulaşan güneş ışınlarının miktarını değiştirir. Milankovitch döngüleri olarak da adlandırılan bu uzun süreli ve döngüsel değişmeler, Dünya’nın yörüngesinin şekli (eksantrisite), eksen eğikliği açısı ve kendi etrafında dönüşü sırasındaki deviniminde (presesyon hareketi) belirli periyodlarla gerçekleşmektedir (Şekil 1). Milankovitch döngüleri, her bir mevsimde belirli bir enlemin aldığı Güneş ışınlarının miktarının değişmesine neden olarak Dünya’nın yüzey sıcaklığını önemli derecede değiştirir.


Şekil 1 Milankovitch döngüleri. (a)  Eksantrisite, Dünya’nın Güneş etrafındaki yörüngesinin 100000 yıllık döngülerle dairesel ve eliptik şekiller arasında değişmesidir.  (b) Günümüzde Dünya Güneş’in etrafında dönerken 23,5° eksen eğikliği açısına sahiptir. Ancak bu açı 41000 yıllık döngülerle 21,8° ile 24,4° arasında değişmektedir. (c) Presesyon hareketi, Güneş ve Ay’ın çekim etkisinden dolayı Dünyanın kendi ekseni etrafındaki dönüşünde gerçekleşen yalpalamadır ve bu 19000 yıl ile 23000 yıllık iki döngü halinde gerçekleşir. [2]


Milankovitch döngüleri on binlerce yıl içinde gerçekleştiğinden uzun dönemli iklim değişikliği üzerinde etkilidir ve buzul çağlarının döngüsel olarak oluşmasını açıklar (Şekil 2).


Şekil 2: Milankovitch döngüleri zaman çizelgesi. Olasılıkla son 1 milyon yılda ve gelecek 100 bin yılda (yıl 0, Milattan sonra 1950’ye karşılık gelir), Dünya’nın eksantrisite (E) eksen eğikliği (T, derece cinsinden) ve iklimsel presesyon hareketlerimdeki değişimler. [3]


Dünya’nın güneş ışınlarını yansıtma oranı - Albedo etkisi

Güneş’ten Dünya’ya gelen ışınların bir bölümü atmosferden ve bulutlardan yansıtılır, büyük bir bölümü ise atmosferden geçerek Dünya yüzeyine ulaşır. Yüzeye ulaşan ışınımın ise bir kısmı geri yansıtılırken geri kalanı ise emilir ve ısı enerjisi olarak tekrar salınır.[4]

Gelen güneş ışınlarının atmosfer, bulutlar ve yüzeyden yansıtılması olgusu albedo etkisi olarak adlandırılır (Şekil 3). Güneş'ten gelen ışınların ortalama üçte biri albedo etkisi sonucunda uzaya geri yansımaktadır. Bu oran bulutların alanı, arazinin yapısı veya havadaki küçük parçacıkların miktarı ile değişebilir.

Örneğin, yanardağ patlamaları, havaya güneş ışınlarını yansıtan parçacıklar saldıkları için albedoyu artırarak soğumaya neden olur. Bu etki kısa süreli olabileceği gibi, kıta ve dağların oluşumu gibi büyük ölçekli taş küre olayları sonucunda süreklilik gösterdiği takdirde binlerce, hatta milyonlarca yıl sürebilen soğuma etkisi oluşabilir.

Albedo etkisi arazinin yapısına ve yüzey örtüsüne göre değişiklik gösterir. Örneğin kar ve buz ile kaplı yüzeylerin albedo oranı yüksektir. Kar ve buzla kaplı bir araziye gelen güneş ışınlarının %80-90 civarı geri yansır. Buna karşılık ormanlık alanların albedo oranı oldukça düşüktür. Ormanlık bir alana düşen güneş ışınları çoğu emilir ve yalnızca %5’i geri yansır.[5] Dolayısı ile arazi kullanımındaki değişiklikler de albedoyu değiştirmektedir.

Hava kürenin ısı enerjisini hapsetme miktarı - Sera etkisi

Hava küre, Dünya’yı saran bir gaz karışımıdır. Milyonlarca yıl içinde hava kürenin bileşimi dengeli bir duruma gelmiştir. Bu halde, hava kürenin esas bileşeni %78’lik payı ile azottur (N2). Ardından %21’lik payı ile canlı yaşamının gelişmesini sağlayan oksijen (O2) gelir. Hava kürenin %0,9’u ise argon (Ar) gazından oluşur.

Hava kürenin bu ana bileşenleri %99,9’unu oluşturmaktadır. Geriye kalan %0,1’i ise su buharı (H2O), karbondioksit (CO2), metan (CH4), diazotmonoksit (N2O), ozon (O3) ve eser miktarda diğer gazlardan oluşur.

Yukarıda da bahsedildiği gibi, Güneş’ten Dünya yüzeyine gelen ışınların bir kısmı yeryüzünde emilir. Emilen bu ışınlar yeri ısıtır ve ısınan yer, ısı enerjisi yayar. Yeryüzünden salınan bu ısı enerjisinin bir kısmı hava kürede bulunan bu gazlar tarafından emilir ve tekrar salınır, böylelikle uzaya geri ışımaları engellenir. Bu mekanizma sera etkisi olarak adlandırılır (Şekil 3).

Bir başka deyişle, “Atmosferdeki gazların gelen Güneş ışınımına karşı geçirgen, buna karşılık geri salınan uzun dalgalı yer ışınımına karşı çok daha az geçirgen olması nedeniyle, Dünya’nın beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı dengesini düzenleyen doğal süreç” doğal sera etkisi olarak adlandırılır.[6]


Şekil 3 Albedo ve Sera Etkisi [7]

Adının da çağrıştırdığı gibi, sera etkisi hava kürenin ancak yaklaşık binde birini oluşturan sera gazlarının, tarım için kullanılan bir sera gibi ısı enerjisini hapsederek Dünya’nın ısınmasını sağlaması olarak tanımlanabilir. Sera etkisi sayesinde hava küre, Dünya’nın ortalama sıcaklığının 15°C düzeyinde kalmasını sağlayarak Dünya’yı yaşanır kılar.

Hava kürenin bileşiminde doğal olarak bulunan su buharı, metan, ozon, diazotmonoksit, karbondioksit vb. gazlar sera etkisine neden olmalarından dolayı sera gazları olarak adlandırılırlar.

Sera gazları atmosferde farklı miktarlarda bulunurlar. Ayrıca Dünya’dan salınan ısı enerjisini tutma potansiyelleri farklı düzeylerdedir. Dolayısı ile oluşturdukları sera etkisi de bu etmenlere bağlı olarak değişir. Ayrıca bu sera gazlarının miktarlarındaki artış ya da azalış Dünya’nın ortalama sıcaklığın da artmasına veya azalmasına neden olur.

Su buharı, sera etkisi en yüksek olan gazdır. Ancak Dünya'nın sıcaklığını belirlemez. Aksine, esas olarak okyanus yüzeyinden buharlaşarak oluştuğu için, sıcaklık hava küredeki su buharı miktarını belirler. Havadaki su buharı belirli bir doygunluğa eriştiğinde ise yoğunlaşarak yağışa dönüşür. Su böylelikle sürekli devinir. Hava sıcaklıklarının artması ile hidrolojik döngü olarak tanımlanan bu devinimin hızlanması sonucunda aşırı yağışlar, sel ve taşkınlar, fırtına, hortum ve kuraklıkların oluşma olasılığı artar.[8]

Sera gazları içinde yüksek etkiye sahip olan diğer bir gaz metandır. Metan gazı atmosferde uzun süre kalmadan başka maddelere dönüşür. Karbondioksit ise atmosferde 50 ila 200 yıl boyunca bozulmadan kalabilir. Metan gazı karbondioksitten 20 kat daha büyük sera etkisine neden olmaktadır. Ancak karbondioksit, atmosferde metan gazından 200 kat fazla bulunması ve uzun süreler bozulmadan kalarak birikmesi nedeniyle en etkili sera gazıdır.

Karbondioksit ve karbon döngüsü

Karbon Dünya’da en bol olan elementtir ve yaşamın temelidir. Tüm canlıların yapısında, karbon elementinden oluşan çeşitli organik bileşikler bulunur.

Karbon, Dünya'nın sıcaklığını düzenlemeye yardımcı olur, bizi besleyen gıdalarda anahtar bir bileşendir ve ekonomik faaliyetlerimiz için en önemli enerji kaynağıdır.

Karbondioksit bir karbon (C) ve iki oksijen (O) atomundan oluşur. Atmosferin bileşiminde karbondioksit gazının oranı yaklaşık %0,04 düzeyindedir.[9]  Başka bir deyişle, hacimsel olarak bir milyon birim havanın içinde yaklaşık 400 birim karbondioksit vardır. Bu düzeyde dahi karbondioksit Dünya’dan salınan ısı enerjisini tutarak uzaya kaçmasını engellemek konusunda büyük etkinliğe sahiptir. Düşük yüzdesine karşılık büyük etkinliği nedeniyle, yoğunluğundaki küçük bir değişiklik bile önemli etki yaratmaktadır.

Atmosferdeki karbondioksitin belirli bir düzeyde kalmasını sağlayan mekanizma karbon döngüsüdür (bkz. Şekil 4). Bu döngüde, karbon atomları kimyasal ve biyolojik süreçler sonucunda hava küre, su küre ve taş küre arasında yer değiştirirler. Gezegenimiz kapalı bir sistem olduğu için, toplam karbon atomu miktarı değişmez, ancak bileşim ve yer değiştirir.

Dünya’daki karbonun büyük kısmı kayalar ve toprakta depolanır. Geri kalanı ise okyanuslarda, havada ve canlı varlıklarda bulunur. Bunlar karbonun yer değiştirdiği ortamlardır. Canlı varlıklar öldüğünde ve çürüdüğünde, yanardağlar patladığında ve fosil yakıtlar yandığında karbon tekrar havaya karışır. Karbon havada karbondioksit formunda bulunur.

Karbon içeren bir madde oksijen ile kimyasal tepkimeye girdiğinde ısı, su buharı ve karbondioksit ortaya çıkar. Bu tepkimeye yanma adı verilir. Canlıların solunumu da bitkilerin çürümesi de kömürün alev alması da yanma olaylarıdır.

Bitkilerin fotosentez yapması ile de havadaki karbon tekrar canlı varlıklara geçmiş olur. Özellikle ormanlar havadaki karbonu emen yutak alanları işlevi görürler. Orman varlığının azalması havadaki karbondioksit konsantrasyonunun artmasına neden olur.

Okyanus yüzeylerinde ise sürekli hava ile karbon alışverişi vardır. Ayrıca, deniz canlılarının dibe çöken kalıntıları sayesinde çokça karbon okyanus tabanında depolanır.


Şekil 4: Karbon döngüsü

Sonuç olarak karbondioksit, iklimi, Dünya’dan salınan ısı enerjisini tutarak sera etkisi oluşturduğu ve hava küredeki yoğunluğunun değişimi sıcaklık değişimine neden olduğu için değiştirir.

Günümüzde yaşanan iklim değişikliği nedir?

Dünya’nın doğal dinamikleri bin yıllarla ölçülen zaman dilimlerinde küresel iklimin değişmesine neden olmuştur. İklim değişiminin en belirgin etkisi küresel ortalama sıcaklığın artması, yani küresel ısınmadır. Sanayi devriminin başlangıcı olan 19. yüzyıldan itibaren Dünya’nın ortalama sıcaklığı yaklaşık 1 °C artmıştır. Üstelik bu sıcaklık artışının üçte ikisi son 50 yılda gerçekleşmiştir (Şekil 5). Doğal iklim değişimlerine kıyasla çok kısa bir zaman diliminde gerçekleşen bu sıcaklık artışı, toplumsal ve ekonomik faaliyetler sonucunda doğanın değiştirilmesinden kaynaklanmıştır.

Hava kürede ölçülen karbondioksit değerleri ölçümlerin başladığı 1958 yılından beri sürekli artış göstermiştir. 1958 yılında 316 ppmv[10] olan karbondioksit birikimi bugün yaklaşık 414 ppmv düzeyine yükselmiştir. Bu ölçülen değerler ile kutup bölgelerinde binlerce yıldır donmuş halde bulunan buz çekirdekleri üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda hesaplanan tarihsel karbondioksit yoğunluğu değerleri birleştirilerek hava küredeki karbondioksit miktarının kaydı oluşturulmuştur. Bu kayda göre, sanayi devrimi öncesinde havadaki karbondioksit miktarı 280 ppmv civarındadır.[11] Kayıtlar ayrıca, günümüzdeki karbondioksit yoğunluğunun, Dünya’nın son 3 - 5 milyon yıllık tarihi boyunca hiç bu kadar yüksek olmadığını göstermektedir.[12]


Şekil 5: 1880-2020 yılları arasında küresel yüzey sıcaklığı ortalamasının değişimi

Bu artışın nedeni karbon döngüsünün bozulmuş olmasıdır. Karbon döngüsü, fosil yakıtların yakılması, sanayi süreçleri ve ormanların tarım ve başka arazi kullanımı amaçlarıyla tahrip edilmesi sonucunda değişikliğe uğramıştır. Bilimsel araştırmalara göre günümüzde, karbondioksit, son 600 bin yılın karbon döngüsünde olduğundan 14 bin kez daha hızlı havaya salınmaktadır.[13] Karbondioksit doğal yollardan bu hızda tekrar kayalar, okyanuslar ve canlı varlıklar tarafından emilemediği için havadaki yoğunluğu hızla artmaktadır.

Karbondioksitin yanı sıra, atmosferdeki diazotmonoksit ve metan gazı yoğunluğu da artış göstermiştir. Diazotmonoksit büyük oranda tarımsal gübrelerin kullanımından kaynaklanır. Metan ise kömür, petrol ve doğalgaz çıkarılması ve taşınması süreçlerinin yanı sıra, tarımsal faaliyetler ile çöp depolama ve atıksu arıtma işlemleri sonucunda meydana gelir.

Hiçbir önlem alınmadığı halde, havadaki karbondioksit yoğunluğunun bu yüzyıl bitmeden sanayi devrimi öncesi yoğunluğunun iki katına çıkacağı öngörülmektedir. Milyonda 560 parça anlamına gelen bu yoğunluğun sera etkisinden dolayı 1,5 ila 4,5 °C arasında sıcaklık artışına neden olabileceği öngörülmektedir.[14]

İklimde gözlenen değişiklikler ve beklenen etkileri

Bir yılın sıcak ve kurak geçmesi tek başına iklimin değiştiğini göstermez. Ancak üst üste yıllar boyunca sıcak ve kurak yılların yaşanması iklim değişikliğinin işareti olabilir. Yapılan bilimsel çalışmalar hava olayları ile iklim değişikliğinin ilgisini ortaya koymaktadır.  İklim çalışmaları, gerçek ölçümlerin bulunmadığı zaman dilimlerindeki koşulların çeşitli bilimsel yöntemlerle hesaplanmasına ve gelecekteki koşulların tahmin edilmesine dayandığı için olasılık ve güvenilirlik düzeleri ile ifade edilir.

Sera gazlarının atmosfer üzerindeki etkisi, küresel sıcaklık artışının yanı sıra hava basıncı değişimleri, hava hareketlerindeki, yağış rejimlerindeki değişim ve nemlilik olarak sayılabilir.

Tüm bu değişimler sonucunda, hidrolojik döngünün değişmesi, su kaynaklarının hacminde ve kalitesinde azalma, kara ve deniz buzullarının erimesi, kar ve buz örtüsünün alansal daralması, deniz seviyesinin yükselmesi, kuraklık ve seller, iklim kuşaklarının yer değiştirmesi, yüksek sıcaklıklara bağlı salgın hastalıkların ve zararlıların artması sonucunda dünya ölçeğinde ekolojik sistemleri ve insan yaşamını doğrudan etkileyecek önemli değişikliklerin yaşanması beklenmektedir.

İklim değişikliğinin etkileri bu bölümde aksi belirtilmediği durumlarda IPCC’nin 2014 yılında yayımlamış olduğu Beşinci İnceleme Raporu’na dayanmaktadır.[15]

Küresel etkileri

İklim değişikliği nedeniyle oluşan sıcaklık artışı Dünya’nın her yerine eşit olarak dağılmamaktadır. Ancak geçtiğimiz üç on yıl art arda 1850’den beri kaydedilen en yüksek sıcaklıklara sahne olmuştur (Şekil 6). Hava kürenin yaşamın ve hava olaylarının oluştuğu en alt katmanı olan troposfer, 20. yüzyılın ortalarından beri kesin olarak ısınmıştır. Kuzey Yarım Küre’de 1983-2012 dönemi son 1400 yılın en sıcak 30 yıllık dönemi olmuştur (orta güvenilirlik).

1950’den beri dünyanın çeşitli bölgelerinde meydana gelen sıcak hava dalgalarının sıklığının ve sıcak gün ve gecelerin sayısının arttığı tahmin edilmektedir (yüksek olasılık).


Şekil 6: Küresel sıcaklık değişimleri [16]

Kuzey Yarımküre karalarında yağışlar, 1901’den beri artmıştır (1951 öncesi için orta güvenilirlik, sonrası için yüksek güvenilirlik). Kuvvetli yağış olaylarının sıklığı ya da şiddetinin Kuzey Amerika ve Avrupa’da arttığı tahmin edilmektedir (Şekil 7).


Şekil 7: Doğrusal regresyon trend hesaplamalarına göre, (a) 1901-2010 ve (b) 1951-2010 dönemlerinde gözlenen yağış değişikliklerinin alansal dağılış desenleri [17]

Sıcaklık ve yağış rejimindeki değişim tarımı etkileyecektir. Bazı bölgelerde sıcak ve kurak iklim hâkim olurken bazı bölgelerde aşırı yağışlar oluşacaktır. Isınan yüksek enlem kuzey bölgelerinde tarımsal üretim sezonu uzarken tropikal bölgelerde kuraklık ve aşırı sıcak nedeniyle gıda üretimi tehlikeye düşecektir.

Hava kürede biriken karbondioksit nedeniyle okyanuslar atmosfere salınan insan kaynaklı karbonun yaklaşık %30’unu emerek asitlenmiştir.[18] Hava kürede depolanan ısı enerjisinin de %90’ını okyanuslar emmekte ve dolayısıyla ısınmaktadır.[19] Sıcaklığın daha fazla arttığı bölgelerde buharlaşmanın artması okyanuslarda yerel tuzlanmaya neden olmaktadır. Okyanuslardaki bu değişimler canlı yaşamını olumsuz etkileyerek türlerin yok olmasına ya da göç etmesine neden olmaktadır.

Grönland ve Antarktika buz kalkanları geçen 20 yıllık dönemde kütle kaybetmiştir (yüksek güvenilirlik). Küresel ortalama deniz seviyesi ise 1901-2010 döneminde 19 cm yükselmiştir. 2100 yılına gelindiğinde 190 milyon nüfusun bugün sular altında kalma tehlikesi ile yüz yüze olan kıyı bölgelerinde yaşıyor olacağı öngörülmektedir.[20] Pasifik okyanusundaki küçük adalardan bazıları ise şimdiden deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle toprak kaybıyla karşı karşıyadır. Deniz seviyesinin yükselmesi suların altında kalacak kıyı alanlarının yanı sıra, taşkın ve sellerin artması, kıyıya yakın tatlı su kaynaklarının tuzlanması, toprağın tuzlanması nedeniyle tarımsal üretimin zarar görmesi gibi etkiler oluşturacaktır. Diğer taraftan kıyı erozyonu nedeniyle kıyıya yakın insan yerleşimleri ve yaşam alanı kıyılarda yer alan sulak alanlar olan kuşlar, memeli hayvanlar, balıklar ve bitkiler  deniz seviyesinin yükselmesinden zarar görecektir.

Türkiye’ye etkileri

Türkiye’nin de içinde yer aldığı Akdeniz Havzası iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgelerin başındadır. İklim değişikliğinin Türkiye’deki etkilerinin, yazın artan sıcaklıklar, batı bölgelerde azalan kış yağışları, su kaynaklarının azalması, orman yangınlarının artması, erozyon, tarımsal verimde değişiklikler, kuraklığın artması, toprak bozulması, kıyı erozyonu, ani yağışlar nedeniyle sel ve bunlara bağlı ekolojik bozulmalar, sıcak dalgalarına bağlı ölümler ve sivrisinek, kene gibi taşıyıcılarla yayılan hastalıklarda artışlar şeklinde olacağı tahmin edilmektedir.

Türkiye’de 1971-2000 yılları arasındaki verilere göre ortalama sıcaklık 13,2 °C’dir. Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren sıcaklıklar artmıştır. Türkiye’de ortalama sıcaklığın 2100 yılına kadar 2-3 °C artacağı tahmin edilmektedir. Bu sıcaklık artışının batı bölgelerinde 6 °C’ye kadar yükselebileceği öngörülmektedir.[21]

Sıcaklık artışı ve kuraklıkla birlikte Türkiye’de doğal nedenlerle oluşan orman yangınları da daha sık yaşanır olmuştur.

Türkiye genel olarak az yağış alan bir coğrafyadır.  Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile karasal iklime sahip İç ve Orta Anadolu Bölgeleri çölleşmeye yatkındır. İklim değişikliğinin etkilerinden dolayı Akdeniz Havzası çölleşmeye daha yatkın hale de gelmektedir.[22] İklim değişikliğine bağlı olarak mevsimlik ve yıllık yağışlardaki azalmanın güneyde ve Orta Anadolu’da kuraklığa neden olabileceği, bu bölgelerin gelecekte daha kuru bir iklime sahip olabileceği öngörülmektedir. Karadeniz Bölgesi’nde yağışların %10 ila 20’lik artış göstermesi, güneyde ise %30’a kadar azalması beklenmektedir. İklim değişikliğine bağlı olarak Türkiye’nin Ege kıyısında Gediz ve Büyük Menderes Havzalarındaki yüzey sularının %50’sinin bu yüzyıl içinde yok olabileceği tahmin edilmektedir.[23] Yağışların azalmasına bağlı olarak kuraklığın artmasından dolayı, su kaynaklarının azalması ve tarımsal verimin düşmesi beklenmektedir.[24] Bazı mevsimlerde yağışların sağanak ve gök gürültülü sağanak şeklinde gerçekleşebileceği tahmin edilmekte, Güneybatı Anadolu, Doğu Karadeniz ve Kuzeydoğu Anadolu bölgelerinin sel ve taşkın bağlantılı heyelan ve toprak kayması gibi arazi değişimlerinden daha fazla etkilenebileceği öngörülmektedir.[25]

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, Türkiye’de 2017 yılında 598, 2016 yılında 654, 2015 yılında ise 731 meteorolojik afet gözlemlenmiştir. Bu üç yıl, 1940’lardan beri en çok meteorolojik afetin görüldüğü yıllar olmuş ve yaşanan meteorolojik afetlerin ortalama %80’inden fazlası fırtına, şiddetli yağış/sel ve dolu afeti olarak gerçekleşmiştir.[26] Türkiye’de özellikle kuraklık, sel ve taşkınlar, fırtınalar, heyelan, toprak kayması, çamur akması vb. gibi doğal afetlerden etkilenebilirliği, yani bu afetlerin kentsel ve kırsal alanlara vereceği zararlar konusunda yapılan araştırmalar günden güne artmaktadır. Bununla birlikte iklim değişikliğinin etkileri şimdiden, özellikle planlama ve tasarımdan yoksun rant odaklı yapılaşma nedeniyle beton ve asfaltla kaplanan kentsel alanlarda, şiddetli yağış ve fırtınaların yıkıcı etkileri taşkın ve seller şeklinde gözlenmektedir.

Gelecek öngörüleri

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli tarafından da ortaya konan bilimsel araştırmalar havanın yaklaşık 1 °C’lik artışının etkilerini ortaya koymaktadır.[27] 2 °C’lik bir sıcaklık artışının ise bazı alanlarda geri dönülemez etkileri olacağı öngörülmektedir. Araştırmalar, iklim değişikliğini güvenli düzeyde tutmak için ısınmanın 1,5 °C ile sınırlanması gerektiğini ileri sürmektedir.[28] Elbette bu tahminde “güvenli düzey” küresel ekonominin iklim değişikliğinden en az etkilendiği durum ve 2015 yılında kabul edilen Paris Anlaşması’nda devletlerin üzerinde uzlaşabildikleri üst ısınma limiti olarak karşımıza çıkmaktadır.

Öngörülere göre, bugün tüm ekonomiyi ve toplumsal yaşamı durdursak ve sera gazı salımını tamamen engellesek bile hava 0,6 °C daha ısınacaktır. Eğer sera gazı salımları mevcut şekilde devam ederse, küresel ısınmanın 2030 ile 2052 yılları arasında 1,5°C sınırını geçmesi beklenmektedir. Bu sınırı geçmemek için küresel emisyonların 2030 yılında 2010 yılına göre yüzde 45 azaltılması ve 2050 yılında sıfırlanması gerekmektedir.[29]

Emisyonların sıfırlanması, mevcut emisyonların azaltılması ve kalan emisyonların ise giderilmesi anlamına gelmektedir. Bunun için enerji, sanayi, tarım, konut, ulaştırmadan kaynaklanan karbondioksit emisyonlarının 2050 yılına gelindiğinde 2010 yılına göre %75-90 oranında azaltılmış olması gereklidir.[30] Kalan emisyonların giderilmesi için gerek tahrip olmuş ormanların yeniden tesisi gerekse yeni ormanlar oluşturulması veya teknolojik çözümler geliştirilmesi gerekmektedir. Bu teknolojik çözümler havadaki karbondioksiti tutacak ve hapsedecek mühendislik ve biyoteknoloji uygulamalarıdır. Ancak henüz yaygın ölçekte kullanılabilen bir karbon tutma teknolojisi geliştirilmiş değildir. Karbon tutma ve depolama teknolojilerinin yaygınlaşması, uygulanacak teknolojinin maliyetine ve bu alanda oluşacak piyasanın etkinliğine terk edilmiştir.

Ormanların her geçen gün arazi rantı ve madencilik, enerji, ulaştırma gibi amaçlarla daha fazla tahrip edildiği dünyamızda karbon gideriminin yeni ormanlar oluşturulmasına bağlanması da zor bir çözüm olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan, ormanlaştırma uygulamalarının da iklim değişikliği üzerinde karmaşık etkileri olabileceğine dair tartışmalar sürmektedir.[31]

Sera gazları hangi faaliyetlerden kaynaklanıyor?

Enerji, sınai üretim, kentleşme, ulaşım ve tarım sera gazı emisyonlarının oluştuğu sektörlerdir. Şekil 8’de sera gazlarının kaynaklandığı sektörler ve oranları gösterilmektedir. Buna göre, tarım, ormancılık ve arazi kullanımı dışında kalan tüm sektörlerden kaynaklanan sera gazları, fosil yakıtlara dayanmaktadır.

Bitki ve hayvansal maddelerin milyon yıllar içinde yüksek basınç altında kalmasıyla fosil yakıt olarak adlandırdığımız kömür, petrol ve doğalgaz oluşur. Bu fosil yakıtlar, elektrik üretiminde, ısı üretimi için sanayide, motor yakıtı olarak ulaşımda ve ısınma için evlerde kullanılırlar. Dünyada kullanılan enerjinin %85’i fosil yakıtlardan elde edilmektedir[32] ve hava kürede biriken karbondioksitin %77’si fosil yakıtların yanmasından kaynaklanır.

Fosil yakıtlar dışında ise, sanayide kimyasalların üretiminde, metal ve minerallerin işlenmesinde sera gazları ortaya çıkabilir. Örneğin, kireçtaşından çimento üretilirken ortaya karbondioksit çıkar.  Çimento sanayisi küresel sera gazlarının %8’inden sorumludur ve bu emisyonların yarısı fosil yakıtlardan değil üretim sürecinden kaynaklanmaktadır.[33] Diğer bir örnek ise, atık depolama ve arıtma tesislerinde oluşan karbondioksit, metan ve diazotmonoksit gazlarıdır.


Şekil 8: Sektörlere göre sera gazı emisyonu oranları [34]

Tarım, ormancılık ve arazi kullanımı sektörünün emisyonları ise büyük oranda tarım ve hayvancılıktan kaynaklanmaktadır. Gerek azotlu gübreler gerekse hayvan gübrelerindeki azot içeren bileşiklerin bitkinin kullanamadığı kısmı diazotmonoksit olarak havaya karışır. Ayrıca, hayvanların sindirim faaliyetleri sonucunda metan gazı havaya salınmaktadır. Ormanlar, havadaki karbondioksiti emen “yutak alanları” olmaları dolayısıyla en büyük karbon depolarıdır. Ağaçların kesilmesi ve yakılması ile ormanlarda depolanan karbon tekrar havaya salınır. Ayrıca, kesilen ağaçlar nedeniyle yutak alanları küçülmüş olur ve bu nedenle karbondioksit havada birikir. Ormanlar, kereste ve odun elde etmek, tarım alanı açmak, maden çıkarmak, yol ve yenilenebilir enerji tesisleri inşa etmek için sürekli tahrip edilmektedirler.

Ulaştırma sektörü toplam sera gazlarının %14’ünden sorumludur.[35] Kilometre başına en fazla emisyona neden olan havacılık sektörü tüm emisyonların yaklaşık %2’sinden sorumludur. Karayolu taşımacılığı ise ulaştırma sektörü emisyonlarının %72’sini oluşturur.[36] Aynı mesafeyi kat etmek için demiryolu ile yapılan bir yolculuk, karayoluna oranla 10 kata kadar daha az emisyona neden olabilmektedir.[37]

Binalarda ise fosil yakıtlar ısınma, yemek pişirme ve su ısıtma amaçlarıyla kullanılır ve tüm sera gazı emisyonları içinde %6’lık paya sahiptir.[38]

Sera gazlarının ani artışının nedeni nedir?

İnsan, doğal çevre ile sürekli etkileşim halindedir ve evrimsel olarak ortaya çıkışından bu yana, doğal kaynakları kendi ihtiyaçları için kullanmıştır. Neolitik dönem ile görece artışa geçen, yine de Ortaçağ’ın sonlarına kadar oldukça yerel ölçekte kalan insan-doğa etkileşimi, kapitalizmin doğuşu ile yavaş yavaş Dünya’ya yayılmaya başlamıştır.  Sanayi devrimiyle birlikte üretimin hem boyutunda hem de yoğunluğunda hızlı bir artış gerçekleşmiştir. Dünya ekonomisinin büyümesi, kapitalizmin tüm coğrafyalara yayılması ve emperyalist sömürünün yoğunlaşması insanların ve doğal kaynakların sömürülmesine neden olmuştur. Bu sömürünün sonucunda, başta iklim değişikliği olmak üzere, pek çok küresel çevre sorunu ortaya çıkmıştır.

Kapitalizm ve karbon ekonomisi birlikte gelişmiştir. Başlangıçta kömürle çalışan buhar motorları sonraları elektriğe geçiş yapmıştır. Ulaşımda benzin ve dizel motorlu taşıtlar kömürlü lokomotiflerin yerini almış, bireysel motorlu taşıtlar ve karayolu taşımacılığı yaygınlaşmıştır. Isınmak için doğalgaz evlerimize kadar gelmiştir. Tüm bunlar kapitalist ekonominin büyümesini sağlamış; kömür, petrol ve doğalgazın çıkarılmasında ve enerji kullanımında ani bir artış oluşturmuştur.[39]

Kapitalizm pazar ekonomisinin büyümesine ve kâr maksimizasyonuna dayalı bir sistemdir. Ekonominin büyümesi, toplumsal ihtiyaçlardan bağımsız olarak her geçen gün daha fazla doğal kaynağın hammaddeye dönüştürülmesini ve üretime sunulmasını gerektirmektedir. Şirketler daha fazla zenginleşmek için kamu yararı ve uzun dönemli çevresel etkileri dikkate almaksızın doğayı kullanmaktadır.

İklim değişiminin en önemli etmeni olan karbondioksit, içinde yaşadığımız kapitalist üretim biçiminin temelini oluşturmaktadır. Kapitalizmin Dünya’yı içine ittiği bozulmayı gören çevreler kapitalist ekonominin karbondan bağımsızlaştırılması gerektiğini, yani çevreci bir kapitalizm kurulmasını savunmaktadır.

Kapitalizmin toplu taşımadan, elektrikli araçlardan, rüzgâr türbinlerinden, güneş panellerinden kâr elde edilen “yeşil” bir sisteme dönüştürülmesiyle iklim değişikliğinin önüne geçilebileceği iddia edilmektedir. Kapitalist rekabet ortamında, otomotiv ve petrol şirketleri gibi tekellerin bu “yeşil” önlemleri benimsemesi gerçekçi görünmemektedir. Tarih kapitalizmin kâr odaklı doğasının emeği ve doğayı ekonomik kazanç uğruna sömürmeyi bırakamayacağını göstermektedir.

Şirketler, yeşil politikaları benimsedikleri konusunda göz boyayan kampanyalar yürütmektedir. Karbon ayak izi hesaplamaları, sürdürülebilirlik raporlamaları, düşük karbonlu teknolojilere geçiş, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kullanımı ile iklim değişikliğine engel olmak için sorumluluk aldıklarını iddia etmektedirler. Böylelikle tüketicilerin kendi ürünlerini tercih etmesini ve şirket değerinin yükselmesini sağlarlar. Sonuç olarak bu görünüşleri yine kârlarını artırma amacı taşımaktadır.  

Sera gazlarından herkes eşit derecede sorumlu mu?

Sera gazları, özellikle de karbondioksit hava kürede uzun süreler kaldığı için tarihsel emisyon miktarlarına bakmak anlamlı sonuçlar doğurmaktadır. 1850 – 2000 yılları arasında havaya salınan toplam sera gazı emisyonları %30 ABD, %27 AB, %8,2 Rusya, %7,2 Çin ve %4 Türkiye’nin sorumluluğundadır. Görüldüğü gibi, zengin emperyalist ülkelerin iklim değişikliği üzerinde etkisi büyüktür.[40]

2005 yılı itibarıyla Çin, ABD’yi geçerek dünyanın en büyük emisyon üreticisi haline gelmiştir.[41] Ancak kişi başına düşen emisyon miktarı hesaplandığında ABD hala Çin’den üst sırada yer almaktadır. Çin’de üretilen malların ABD’ye ihracı de hesaba katıldığında kişi başına düşen emisyon farkı daha da açılmaktadır.

Kişi başına düşen emisyon miktarı 17 ton olan Avustralya’yı 16,2 ton emisyon ile izleyen ABD’de kişi başına düşen emisyon miktarı küresel ortalamanın 3 katıdır. Dünyanın en düşük gelir düzeyi grubundaki ülkelerde kişi başına 0,3 ton olan emisyon miktarına göre ise 50 kat daha fazladır. Düşük gelir düzeyi grubundaki ülkeler, tarih boyunca Avrupa ve ABD’nin sömürüsü altında kalan Afrika ülkelerinden başkası değildir. Bununla birlikte iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek olan ülkeler de tarihsel sorumluluğu en düşük olan bu ülkelerdir (Şekil 9).[42]

Emperyalist hiyerarşinin ötesinde, sera gazı emisyonları toplum içinde sınıfsal olarak da farklılaşmaktadır. Örneğin ABD’de en zengin %1’lik kesimin kişi başına düşen emisyonları, en yoksul %10’luk kesime kıyasla, 175 kat daha fazladır.[43] Bununla birlikte en yoksul %10 iklim krizinden dolayı göçle, tarımsal verimin düşmesine bağlı gıda sıkıntısı ve gıda fiyatlarının artması ile, iklim değişikliği nedeniyle yangın, fırtına, sıcak hava dalgası, kuraklık ve susuzluk gibi aşırı hava olaylarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Yoksulluğun yakıcı sonuçları, iklim değişikliğinin bu sayılan etkileri nedeniyle daha da derinleşmektedir.[44]

Dünya nüfusunun en zengin %11’i karbon emisyonlarının yarısından sorumludur.[45] Dünya emekçileri ve yoksulları ise sadece sonuçlar ile karşı karşıya kalmaktadır.


Şekil 9: İklim değişikliğinden sorumlu olan ve etkilenen bölgeler [46]

Emperyalist devletler tarafından kışkırtılan savaş ve çatışma ortamı da iklim değişikliğine büyük katkıda bulundan etmenler arasındadır. Savaşın yıkıcılığının ve askeri araçların tükettiği fosil yakıtların yanı sıra savunma sanayii emisyonları da önemli bir emisyon kaynağı oluşturmaktadır. Çoğu durumda savunma sanayii çevresel standartlardan muaf tutulduğu ve verilerini sır olarak tuttuğu için net emisyonları bilinememektedir. Bununla birlikte, Dünya’nın 80’den fazla ülkesinde deniz aşırı askeri operasyonlar yürüten ABD Savunma Bakanlığı Dünya’da en fazla sera gazı emisyonuna sahip kurumdur ve yalnızca 2017 yılı emisyonları İsveç, Danimarka ve Portekiz gibi ülkeleri geride bırakmıştır.[47] Diğer taraftan iklim değişikliğinin etkilerinin en fazla hissedildiği coğrafyalarda özellikle su gibi doğal kaynakların kontrolü temelli çatışmaların daha da artacağı, kıtlığa ve çatışmalara bağlı olarak iklim göçlerinin yaşanacağı öngörülmektedir.

Ne yapılıyor? Ne yapılmıyor? Neden?

Sıcaklık artışını yavaşlatmak için emisyonların azaltılması konusunda iklim değişikliği politikaları ortaya konmaktadır. Bu politikalar, emisyonların kaynaklandığı sektörlerde karbon azaltımı sağlanması için alınması gereken önlemler veya teknolojik değişiklikler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca, iklim değişikliğinin gözlenen ve beklenen etkilerinden zarar görmemek için de bu etkilere uyum sağlanması için önlemler önerilmektedir.

Enerji sektöründe yenilenebilir enerjinin payının artırılması, ulaşımda toplu taşıma, bisiklet ve elektrikli taşıtların özendirilmesi, binalarda mantolama ve tasarruflu elektrikli ev aletleri ile enerji verimliliğinin artırılması, beslenmede sera gazlarına neden olan kırmızı et gibi ürünlerin yerine tahıl tüketilmesi gibi politika önlemleri iklim değişikliğini durdurmanın yolu olarak önerilmektedir. Kapitalist üretim biçiminde tüm bu yenilikler şirketlere yeni kâr olanakları oluşturmanın bir bahanesini de ortaya koymaktadır.

Oysaki iklim değişikliği esas olarak kapitalist tarzdaki üretimden kaynaklanmaktadır. Bu doğrultuda ekonominin krizde olduğu dönemlerde üretimin ve taşımacılığın azalmasıyla karbondioksit emisyonlarında da azalma gözlenmektedir. Kapitalizmde üretim, toplumsal ihtiyaçlara göre değil, şirketlerin kârlarına göre şekillendiğinden üretimin planlandığı bir ekonomik modelde olacağından çok daha fazla sera gazı emisyonu havaya salınmaktadır.

Tarihsel olarak iklim değişikliğine katkısı yüksek olan şirketler günümüzde emisyon azaltımına yönelmiş gösterilmektedir. Örneğin, karbon emisyonu salımında ilk 100 şirket arasında yer alan General Electric yenilenebilir enerji pazarının önemli aktörlerindendir ve dünyanın her köşesine rüzgâr türbini satmaktadır. Benzer şekilde, dünyanın en büyük 6 petrol şirketi BP, Shell, Chevron, Total, Eni ve ExxonMobil de toplam bütçelerinin %1’ini yenilenebilir enerji yatırımlarına ayırmaktadır.[48]

Ancak yenilenebilir enerji de iklim değişikliği açısından sanıldığı kadar masum değildir. Rüzgâr türbinleri, küçük hidroelektrik santralleri ve güneş panelleri genellikle ormanlık alanlarda ve koruma alanlarında kurulmaktadır.[49] Bu tesislerin yapılması için açılan yollar ve inşa edilen binalar nedeniyle binlerce ağaç kesilmektedir. Bu ağaçların kesilmesiyle, ormanların havadaki karbondioksiti emme potansiyeli azalmaktadır. Ayrıca, bu enerji tesislerinde kullanılan ekipman ve yapı malzemelerinin üretiminde yine önemli ölçüde sera gazı oluşmaktadır. Rüzgâr türbinlerinin kanatlarında kullanılan özel alaşımlı çeliğin üretilmesi, güneş panellerinde kullanılan nadir elementlerin madenciliği, türbin direkleri ve HES su alma yapılarında kullanılan beton gibi özellikli üretim süreçleri bu alandaki sera gazı kaynaklarından bazılarıdır. Yenilenebilir enerji projeleri, devlet teşvikleri ve alım garantileri nedeniyle sermaye için yeni bir kâr kapısı oluşturmaktadır. Projeler, ihtiyaca bakılmaksızın çevresel etkileri göz ardı edilerek hayata geçirilmektedir.[50]

İklim değişikliğinin engellenmesi için önerilen politika önlemlerinin pek çoğu bireysel tüketici davranışlarının devletler tarafından yönlendirilmesine dayandırılmaktadır. Örneğin, dünyanın pek çok ülkesinde, akaryakıtlara yüksek oranda vergi uygulanmaktadır. Hatta benzine göre daha fazla karbon emisyonuna neden olduğu için dizel yakıtlara daha fazla vergi uygulanmakta ve fiyat baskısı ile halk “daha çevreci” olan yakıtlara yönlendirilmektedir. Hanelerin yenilenebilir enerji sağladığını iddia eden enerji dağıtım şirketlerinden yüksek fiyatlarla “yenilenebilir enerji” satın almasına yönelik düzenlemeler uygulanmaktadır. Avrupa’nın pek çok kentinde, kent merkezine özel araçların girişi konusunda caydırıcılığı olması için yüksek geçiş ücretlerinin ödenmesi gerekmektedir. Yine yüksek otopark ücretleri uygulanarak toplu taşıma özendirilmektedir. Elbette toplumun ayrıcalıklı sınıfları tarafından ücreti ödenerek bu kısıtlamaların aşılması mümkündür. Ancak bu yöntemlerle dar bütçeli emekçiler için kent yaşamı açıkça zorlaştırtılmaktadır.

Emperyalist hiyerarşi bugün yaşanan tüm çevre sorunlarının merkezinde durmaktadır. Üretilen mallar, emeğin ve hammaddenin ucuz olduğu bölgelerden gelişmiş kapitalist ülkelere doğru akmaktadır. Uluslararası şirketler üretimi en çok kâr sağlayabilecekleri koşullara sahip coğrafyalarda gerçekleştirmekte ancak üretilen mallar batının zengin ülkelerinde tüketilmektedir. Uluslararası ticaretin neden olduğu yük taşımacılığı böylece önemli bir emisyon kaynağı meydana getirmektedir. Emperyalist küreselleşme sonucunda büyüyen yük taşımacılığı dünyadaki toplam sera gazı salımının %7’sini oluşturmaktadır.

Şehirlerde tüketilen enerji ve emisyona neden olan üretim, kent planlaması ile doğrudan ilişkilidir. Şehrin alan ve nüfus bakımından büyüklüğü günlük ulaşımda motorlu taşıtları zorunlu kılmakta, ev, iş, boş zaman faaliyetleri için kat edilmesi gereken mesafe alanla birlikte artmaktadır. Büyük şehirlerde orta ve üst gelir düzeyine sahip nüfus şehrin eteklerinde yer alan lüks mahallelere göçmektedir. Bunun sonucunda hem mesken boyutları büyüdüğü için ısıtma ve soğutma nedeniyle, hem de bu nüfusun bireysel taşıtlarıyla kent merkezine günlük seyahati nedeniyle oluşan sera gazları artmaktadır. Emekçilerin şehir içi ulaşımını sağlayan toplu taşıma sistemleri de kat edilen uzun mesafeler nedeniyle sera gazı salımına neden olmaktadır. Şehirlerde, toplu taşıma filolarının enerji verimli ve düşük karbonlu araçlarla yenilenmesi, düşük karbonlu yakıtlara geçilmesi, hususi otomobillere ihtiyacın azaltılması, bisiklet, yürüme ve toplu taşıma gibi alternatif ulaşım yöntemlerinin özendirilmesine yönelik tedbirler uygulanmaya konulmaktadır. Ancak şehir ölçeğinin küçültülmesi, kat edilecek mesafelerin kısaltılması veya nüfus hareketinin azaltılmasına yönelik tedbirler alınmamaktadır.

Şehirlerin göç ve yapılaşma nedeniyle büyümesi de başka bir sera gazı kaynağıdır. Yapı malzemeleri üretimi sera gazı salımı içinde büyük paya sahiptir. Şehirlerde yeni inşaat projeleri halkın ihtiyacına göre değil, sermayenin çıkarlarına göre gerçekleştirilmektedir. İnşaata dayalı ekonomilerde yatırım adı altında rant amacıyla yeni konutlar ve mahalleler inşa edilmektedir. Bu konutlar ve mahalleler, yeni yolları, yeni altyapı yatırımlarını da zorunlu kıldığı gibi mobilya, beyaz eşya gibi dayanıklı tüketim malları üretimini de tetiklemektedir.

Kentlerde sera gazı salımına katkıda bulunan bir diğer sektör kentsel altyapıdır. Özellikle elektrik, gaz şebekeleri, su ve atıksu şebekeleri sera gazı emisyonlarının şekillenmesinde kritik önem taşımaktadır. İçme suyu, atıksu ve katı atık hizmetlerinin karbon yoğunluğu, depolama sahalarında oluşan metan gazı sera gazı salım miktarını yerel düzeyde etkilemektedir. Kentsel altyapı ile ilgili alınabilecek tedbirler uzun vadeli planlama gerektirmektedir. Oysaki, yerel yönetimler çoğunlukla kentsel altyapının dönüştürülmesi için ulusal bütçeden yeterli kaynak edinememekte ve ulusal ve uluslararası finans kuruluşlarından kredi bulma yoluna gitmektedir. Yerel yönetimlerin borçlanması ile sonuçlanan bu süreçte, yatırım bedelleri hizmet bedeli adı altında halkın üzerine yıkılmaktadır.  

Tarım ve endüstride ise, emisyon azaltımı ve emisyondan kaçınma yöntemleri önerilmekte ancak üretimin neye hizmet için ve kimin lehine yapıldığı sorgulanmamaktadır.

İklim değişikliğinin küresel boyutu uluslararası iş birliği arayışlarını da beraberinde getirmektedir. 1992 yılında imzaya açılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında taraf ülkeler iklim değişikliğinin önüne geçmek ve etkilerine uyum sağlamak için birlikte mücadele etmeyi taahhüt etmiştir. Ancak, Sözleşme'nin amaçlarına yönelik olarak 2020 sonrası iklim değişikliği rejimini belirlemeyi hedefleyen Paris Anlaşması esnek yapısı ile küresel iklim değişikliğine gerçekçi bir çözüm bulmaktan uzaktır. Paris anlaşması altında bugüne değin verilen taahhütler Anlaşma’nın hedeflediği 1,5 °C hedefini karşılamayacak düzeydedir.[51] Uluslararası iklim değişikliği politikaları, kapitalizmin krizi için yarattığı fırsatların emperyalist ülkeler tarafından anlaşılmasıyla günümüzde küresel gündemin en üst sıralarına yerleşmiştir. Yeşil ekonomi ve COVID-19 salgını sonrası “yeşil” iyileşme söylemleri sonucunda, emperyalist ülkeler iklim dostu teknolojiler adı altında sermayeleri için yeni pazarlar bulurken, iklim değişikliğinden en fazla etkilenen yoksul ülkeler ise iklim fonları adı altında elde edecekleri uluslararası finansmanın peşine düşmüştür. Sonuç olarak Paris Anlaşması’nın odağı, sera gazı emisyonlarının iklim değişikliğinin kontrol altına alınması için gerekli miktarda tutulmasının ötesinde yeni bir pazar ekonomisinin oluşumuna kaymış durumdadır.

Sonuç

Günümüzde gözlemlenen iklim değişiminin Sanayi Devrimi sonrasında gerçekleşen toplumsal faaliyetlerden kaynaklanan başta karbondioksit olmak üzere sera gazlarının artışına bağlı olduğu artık geniş ölçekte kabul edilmektedir. Dünya’nın ikliminin değişmesinde doğal etmenler de rol oynamasına karşın iklimin bugün gözlemlediğimiz hızda ve yönde değişiyor olması bu doğal etmenlerin dışında bir faktörün varlığını doğrulamaktadır. Bu faktör kabaca “insan faaliyetleri” olarak tanımlanmakla birlikte, iklim değişikliğinin kökenini anlayabilmek için bu “insan faaliyetleri”nin ayrıntılarını incelemek gerekmektedir.

Buharlı motorların yaygınlaşmasından itibaren, kapitalizmin erken geliştiği batılı devletlerde sınai modernizasyon sonucunda üretimin emekle kısıtlanan düzeyinin önündeki engelin ortadan kalkması ve kapitalizmin kâr amaçlı büyümeye dayalı yapısı nedeniyle meta üretimi, enerji üretimi ve dolayısıyla sera gazı salımı artmıştır.

Sera gazı emisyonları 1850-1960 yılları arasında dünya genelinde ancak özellikle ABD’de sürekli artış eğiliminde olmuştur. Bu artış eğilimi yalnızca 1930 ekonomik bunalımı, I. ve II. Dünya Savaşı sonrası ve şu an içinden geçtiğimiz COVID-19 pandemisi gibi dönemlerde kesintiye uğramakla birlikte[52], geçmişte yaşanan duraklama dönemlerinin ertesinde artış hızında yükselme görülmüştür. Ekonomiler büyüdükçe sera gazı emisyonları da buna paralel olarak artış göstermiştir.

Bugün gelinen noktada, serbest piyasa ekonomisinin iklim değişikliği ile mücadele etme ve etkilerine uyum sağlama yönünde çözümler sunabileceği ileri sürülmektedir. Kapitalizmin plansız ve kâr odaklı meta üretimi gözden kaçırılarak yalnızca bireysel tüketimin azaltılması, termik santraller yerine yenilenebilir enerji tesislerinin kurulması, ya da karbon yakalama ve depolama teknolojilerinin yaygınlaştırılması önerilmektedir.

Oysaki gerçek çözüm, tüm üretim ve tüketim zincirinin birlikte ele alınması ve üretimin ihtiyaca göre çevresel etkileri gözetilerek planlanmasından geçmektedir. Bu doğrultuda yeniden kurgulanacak bir toplumsal yaşam, iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının azaltılması için eşsiz olanaklar sunmakla birlikte geri çevrilemeyecek etkileri karşısında alınacak önlemler bakımından da eşitlik ve adalet vadetmektedir.

İklim değişikliğinin kontrol altına alınabilmesi için, kentlerin, doğal kaynaklar üzerindeki baskı gözetilerek iklim uyumlu altyapı ile üretim verimliliği, ulaşım ve kültürel yaşam bakımından en elverişli ölçekte tasarlanması gereklidir. Kentsel altyapı bir rant unsuru olmaktan çıkarılmalı, konutlar rant amacıyla değil, yurttaşların barınma ihtiyacını karşılama amacıyla nüfusa göre planlanarak inşa edilmeli, böylelikle çimento ve inşaat malzemelerinin doğa ve ormanlar katledilerek aşırı üretiminin önüne geçilmelidir. Sanayi üretimi şirket kârları yerine toplumsal ihtiyaçlar gözetilerek planlı gerçekleştirilmelidir. Tarımsal üretimde girdi ve ürün verimliliğinin en üst düzeyde sağlanabilmesi için üretim iklimsel ve coğrafi koşullar ile bölgesel ihtiyaçlar temelinde planlanmalıdır. Gıda tedarik zincirinde sera gazı oluşumunun azaltılması için kendine yeten bölgeler oluşturularak taşımacılık en uygun düzeye indirilmelidir. Yük taşımacılığında düşük sera gazı oluşumu bir ölçüt olarak dikkate alınmalıdır. Eşitsiz gelişime dayalı emek sömürüsünün önüne geçilerek metaların deniz aşırı dolaşımı gereklilik temelinde en aza indirilmelidir. Karayolu taşımacılığı yerine demiryolu ağının yaygınlaştırılması gibi enerji tasarrufu sağlayacak yöntemler tercih edilmelidir. Enerji üretiminde doğal çevrenin korunması esaslı bir planlama uygulanmalıdır. Aynı zamanda fosil yakıt tüketimine bağlı olmayan bir enerji politikası hayata geçirilmelidir. Emperyalizmin neden olduğu savaş ve çatışma ortamı engellenerek barış tesis edilmeli, askeri teçhizat ve operasyonlara ayrılan kaynaklar iklim değişikliğinin etkileriyle mücadeleye ve bilimsel çalışmalara aktarılmalıdır. Özel mülkiyet ortadan kaldırılarak, kâr yerine toplumsal ilerleme ve refah hedefleyen bir ekonomik model ortaya konmalıdır.

Yukarıda örnek olarak sayılan ancak sayılanlarla sınırlı olmayan önlemlerin hayata geçirilmesi kapitalizmin kâr odaklı doğası çerçevesinde mümkün değildir. Ancak kamu yararını ve uzun dönemli çevresel sürdürülebilirliği odağına alan sosyalist bir toplum iklim değişikliği ile mücadele için gereken yeni toplumsal düzeni örebilir.


Kaynaklar

[1] Türkeş, M., (2019). İklim Değişikliğinin Bilimsel Temelleri, Türkiye’ye Etkileri, İklim Değişikliği Eğitim Modülleri Serisi 1, İklim Değişikliği Alanında Ortak Çabaların Desteklenmesi Projesi (iklimİN) http://www.iklimin.org/wp-content/uploads/egitimler/seri_01.pdf

[2] Holden, J. (2011). Physical geography: the basics. Routledge.

[3] Türkeş, M. (2013a). İklim Değişiklikleri: Kambriyen’den Pleyistosen’e, Geç Holosen’den 21. Yüzyıl’a. Ege Coğrafya Dergisi. 22 (1), 1-25.

[4] Türkeş, M. (2020). İklim değişikliğinin fiziksel bilim temeli -I: İklim, İklim Sistemi ve İklim Değişikliği Nedir, İklim Değişikliğinin Başlıca Nedenleri Nelerdir? Toplum ve Hekim, 34(6): 457-475.

[5] Robert, l., Smith & Thomas, M. Smith (2015). Elements of Ecology with Mastering biology. Pearson Education Limited.

[6] Türkeş, M. (2017) Genel Klimatoloji: Atmosfer, Hava ve İklimin Temelleri. Gözden Geçirilmiş İkinci Baskı, Kriter Yayınevi Fiziki Coğrafya Serisi No: 4, ISBN: 978-605-9336-28-4, xxiv + 520 sayfa. Kriter Yayınevi, Berdan Matbaası: İstanbul.

[7] Smith &. Smith, 2015

[8] Türkeş, 2020.

[9] 2020 yılı ortalaması yaklaşık 414 ppmv, milyon hacimde bir birim.

[10] Parts per million by volume, hacimsel olarak milyon birim havadaki birim gaz miktarı

[11] IPCC. (2014). Climate Change 2014: Synthesis Report. Contribution of Working Groups I, II and III to the Fifth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change [Core Writing Team, R.K. Pachauri and L.A. Meyer (eds.)]. IPCC, Geneva, Switzerland, 151 pp.) https://www.ipcc.ch/site/assets/uploads/2018/02/SYR_AR5_FINAL_full.pdf

[12] WMO. (2018). WMO Statement on the State of the Global Climate in 2017. World Meteorological Organisation (WMO).

[13] Zeebe, R. E., & Caldeira, K. (2008). Close mass balance of long-term carbon fluxes from ice-core CO 2 and ocean chemistry records. Nature Geoscience, 1(5), 312-315.

[14] IPCC 5. Değerlendirme Raporuna göre ortalama yüzey sıcaklığı %66 olasılıkla 1,5-4,5°C arasında, %99 olasılıkla 1°C altında ve 6°C üstünde gerçekleşmesi beklenmemektedir. (IPCC, 2014).

[15] IPCC, 2014.

[16] IPCC, 2014.

[17]IPCC, 2014.

[18] Türkeş, 2019.

[19] Zanna, L., Khatiwala, S., Gregory, J. M., Ison, J., & Heimbach, P. (2019). Global reconstruction of historical ocean heat storage and transport. Proceedings of the National Academy of Sciences, 116(4), 1126-1131.

[20] Pörtner, H. O., Roberts, D. C., Masson-Delmotte, V., Zhai, P., Tignor, M., Poloczanska, E., ... & Weyer, N. (2019). IPCC special report on the ocean and cryosphere in a changing climate. IPCC Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC). https://www.ipcc.ch/srocc

[21] MGM. (2013). Yeni Senaryolarla Türkiye İçin İklim Değişikliği Projeksiyonları, Meteoroloji Genel Müdürlüğü Matbaası, mgm.gov.tr.

[22] Öztürk, T. ve ark. (2015). Projections of climate change in the Mediterranean Basin by using downscaled global climate model outputs. International Journal of Climatology 35(14): 4276–4292. DOI: 10.1002/joc.4285

[23] ÇŞB. (2011). Türkiye’nin İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı.

[24] Öztürk, T., ve ark., 2015.

[25] Turp, M. T., Öztürk, T., Türkeş, M. ve Kurnaz, M. L. (2014). RegCM4.3.5 bölgesel iklim modelini kullanarak Türkiye ve çevresi bölgelerin yakın gelecekteki hava sıcaklığı ve yağış klimatolojileri için öngörülen değişikliklerin incelenmesi. Ege Coğrafya Dergisi 23(1): 1-24

[26] Kahya, C. (Tarihsiz). İklim değişikliği ve afet yönetimi. Erişim tarihi: 03.01.2021. https://cutt.ly/OjacKfK

[27] https://www.ipcc.ch/

[28] IPCC 1,5 °C Özel Raporu. IPCC, (2018). Global Warming of 1.5°C. An IPCC Special Report on the impacts of global warming of 1.5°C above pre-industrial levels and related global greenhouse gas emission pathways, in the context of strengthening the global response to the threat of climate change, sustainable development, and efforts to eradicate poverty

[29] Aynı eser.

[30] Aynı eser.

[31] Tahrip edilen ormanlık alanların yeniden ormanlaştırılması ve yeni ormanların oluşturulması ile meydana gelecek karbon gideriminin miktarı konusunda tartışmalar bulunmaktadır. Bazı araştırmalara göre yıllık toplam emisyonların yaklaşık yarısı yok edilen ormanların tekrar tesis edilmesi ile giderilebilecektir. Ancak bu ormanlık alanlar yapılı çevreye veya tarım arazilerine dönüşmüş durumda olduğundan arazi üzerinde sosyoekonomik bir çatışma bulunacaktır. Bunun dışında ormanın tesis edildiği bölge, karbon giderimi miktarı açısından belirleyici olmaktadır. Kutuplara yakın bölgelerde oluşturulan ormanlar yavaş büyüdüğü için az emisyon tutarken tropik bölgelerde hızlı büyüyen ormanlar emisyonları daha fazla ve hızlı hapsedecektir. Öte yandan okaliptüs ve akasya gibi hızlı büyüyen ticari türlerin tercih edilmesi ile tek tip ormanlaşmaya dayalı biyolojik çeşitlilik kaybı meydana gelmesi de olasıdır. Diğer taraftan, ormanların arazi üzerinde koyu renkli bölgeler oluşturması albedo etkisini azaltacağından uzaya geri salınan uzun dalga boylu yer ışınımını azaltacaktır. Ağaçlardan salınan reçine benzeri aerosoller (havada asılı damlacıklar) ise bulut çekirdekleri oluşturarak orman üzerinde alçak bulutların oluşmasına ve güneş ışınlarının uzaya yansımasına neden olacaktır. Ancak aerosollerin tepkimeye girerek metan veya ozon gibi sera gazlarını oluşturma olasılığı da bulunmaktadır. Bazı araştırmacılar 1850 yılından beri ormanların azalmasının bu etki nedeniyle küresel ısınmada dengeleyici bir etkiye sahip olduğunu iddia ederken, diğerleri bu etkinin abartıldığını öne sürmektedir. Sonuç olarak ormanlaştırma iklim değişikliğine karşı en önemli çözüm önerilerinden biri olmakla birlikte, etkinliği doğru uygulanmasına bağlıdır ve bilimciler hala uzun dönemli etkileri konusunda çalışmaya devam etmektedir. Marshall, M., (2020). Planting trees doesn’t always help with climate change. Son erişim 03.01.2021. https://www.bbc.com/future/article/20200521-planting-trees-doesnt-always-help-with-climate-change

[32] British Petroleum. (2018). BP Statistical Review of World Energy 2018

[33] Lehne, J., & Preston, F. (2018). Making Concrete Change. Innovation in Low-carbon Cement and Concrete.https://www.chathamhouse.org/sites/default/files/publications/2018-06-13-making-concrete-change-cement-lehne-preston-final.pdf

[34] IPCC 5. Değerlendirme Raporu’ndan (IPCC, 2014) ABD Çevre Koruma Ajansı tarafından derlenmiştir. Detaylı kaynaklar rapor içinde bulunabilir. https://www.epa.gov/ghgemissions/global-greenhouse-gas-emissions-data

[35] EPA, (2020). Global Greenhouse Gas Emissions Data. United States Environmental Protection Agency. https://www.epa.gov/ghgemissions/global-greenhouse-gas-emissions-data, Son Erişim: 03.01.2021

[36] IPCC, 2014

[37] Timperley, J. (2019). Eight charts show how ‘aggressive’ railway expansion could cut emissions. < a href="https://www.carbonbrief.org/eight-charts-show-how-aggressive-railway-expansion-could-cut-emissions">https://www.carbonbrief.org/eight-charts-show-how-aggressive-railway-expansion-could-cut-emissions

[38] IPCC (2014).

[39] Yıldız, T., (2020). Kapitalizm koşullarında yenilenebilir enerji ile 'temiz' kalkınma mümkün mü? http://bilimveaydinlanma.org/kapitalizm-kosullarinda-yenilenebilir-enerji-ile-temiz-kalkinma-mumkun-mu Son Erişim: 27.12.2020.

[40] Çoban, A. (2016). “Toplumsal ve İklimsel Adaletsizlik Sarmalında İklim Siyaseti”, Fevzi, Özlüer ve Aykut, Çoban (Ed.), Doğa ve Kent Hakları İçin Siyasal Stratejiler, 1. Baskı, (İstanbul: Ekoloji Kolektifi Derneği Yayınları): 13-41

[41] WRI, 2019.

[42] Çoban, 2016.

[43] Oxfam. (2020). Confronting carbon inequality putting climate justice at the heart of the Covid-19 recovery. Son erişim 03.01.2021. < a href="https://oxfamilibrary.openrepository.com/bitstream/handle/10546/621052/mb-confronting-carbon-inequality-210920-en.pdf">https://oxfamilibrary.openrepository.com/bitstream/handle/10546/621052/mb-confronting-carbon-inequality-210920-en.pdf

[44] Türkeş, M. ve Bilir P. (2013b). Hükümetlerarası antlaşmalar kapsamında iklim değişikliğiyle savaşım yükümlülükleri ve iklim etiği. TMMOB Çevre Mühendisleri Odası 10. Ulusal Çevre Mühendisliği Kongresi - Çevre Yönetimi, Bildiriler Kitabı, s.443-459, 12-14 Eylül 2013: Ankara.

[45] Çoban, 2016.

[46] Çoban’dan (2016), skepticakscience.com, 2012.

[47] Crawford, N. C. (2019). Pentagon fuel use, climate change, and the costs of war. Watson Institute, Brown University.

[48] Murray, J. (2020). How the six major oil companies have invested in renewable energy projects. 16.01.2020 Son erişim: 20.01.2020. < a href="https://www.nsenergybusiness.com/features/oil-companies-renewable-energy">https://www.nsenergybusiness.com/features/oil-companies-renewable-energy

[49] Bilim ve Aydınlanma Akademisi. (2020). Yenilenebilir enerji tesisleri doğa için tehdit oluşturabilir. 8 Nisan 2020. Son Erişim 03.02.2021. < a href="http://bilimveaydinlanma.org/yenilenebilir-enerji-tesisleri-doga-icin-tehdit-olusturabilir/">http://bilimveaydinlanma.org/yenilenebilir-enerji-tesisleri-doga-icin-tehdit-olusturabilir

[50] Yıldız, 2020.

[51] UNEP (2020). Emissions Gap Report 2020. United Nations Environment Programme Nairobi.

[52] WRI (2019). Greenhouse Gas Emissions Over 165 Years. World Resources Institute. < a href="https://www.wri.org/resources/data-visualizations/greenhouse-gas-emissions-over-165-years">https://www.wri.org/resources/data-visualizations/greenhouse-gas-emissions-over-165-years, Son erişim: 03.01.2021.


BAA. (2020). Yenilenebilir enerji tesisleri doğa için tehdit oluşturabilir. Bilim ve Aydınlanma Akademisi. 8 Nisan 2020. Son Erişim 03.02.2021. http://bilimveaydinlanma.org/yenilenebilir-enerji-tesisleri-doga-icin-tehdit-olusturabilir/

British Petroleum. (2018). BP Statistical Review of World Energy 2018

Crawford, N. C. (2019). Pentagon fuel use, climate change, and the costs of war. Watson Institute, Brown University.

Çoban, A. (2016). “Toplumsal ve İklimsel Adaletsizlik Sarmalında İklim Siyaseti”, Fevzi, Özlüer ve Aykut, Çoban (Ed.), Doğa ve Kent Hakları İçin Siyasal Stratejiler, 1. Baskı, (İstanbul: Ekoloji Kolektifi Derneği Yayınları): 13-41

ÇŞB. (2011). Türkiye’nin İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı.

EPA. (2020). Global Greenhouse Gas Emissions Data. United States Environmental Protection Agency. https://www.epa.gov/ghgemissions/global-greenhouse-gas-emissions-data, Son Erişim: 03.01.2021

Holden, J. (2011). Physical geography: the basics. Routledge.

IPCC. (2014). Climate Change 2014: Synthesis Report. Contribution of Working Groups I, II and III to the Fifth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change https://www.ipcc.ch/site/assets/uploads/2018/02/SYR_AR5_FINAL_full.pdf

IPCC. (2018). Global Warming of 1.5°C. An IPCC Special Report on the impacts of global warming of 1.5°C above pre-industrial levels and related global greenhouse gas emission pathways, in the context of strengthening the global response to the threat of climate change, sustainable development, and efforts to eradicate poverty. https://www.ipcc.ch/sr15/

Kahya, C. (Tarihsiz) İklim değişikliği ve afet yönetimi. Erişim tarihi: 03.01.2021. https://cutt.ly/OjacKfK

Lehne, J., & Preston, F. (2018). Making Concrete Change. Innovation in Low-carbon Cement and Concrete. https://www.chathamhouse.org/sites/default/files/publications/2018-06-13-making-concrete-change-cement-lehne-preston-final.pdf

Marshall, M. (2020). Planting trees doesn’t always help with climate change. Son erişim 03.01.2021. https://www.bbc.com/future/article/20200521-planting-trees-doesnt-always-help-with-climate-change

MGM. (2013). Yeni Senaryolarla Türkiye İçin İklim Değişikliği Projeksiyonları, Meteoroloji Genel Müdürlüğü Matbaası, mgm.gov.tr.

Murray, J. (2020). How the six major oil companies have invested in renewable energy projects. 16.01.2020 Son erişim: 20.01.2020. https://www.nsenergybusiness.com/features/oil-companies-renewable-energy

Oxfam. (2020). Confronting carbon inequality putting climate justice at the heart of the Covid-19 recovery. Son erişim 03.01.2021. https://oxfamilibrary.openrepository.com/bitstream/handle/10546/621052/mb-confronting-carbon-inequality-210920-en.pdf

Robert, l., Smith & Thomas, M. (2015). Elements of Ecology with Masteringbiology. Pearson Education Limited.

Timperley, J. (2019). Eight charts show how ‘aggressive’ railway expansion could cut emissions. https://www.carbonbrief.org/eight-charts-show-how-aggressive-railway-expansion-could-cut-emissions

Türkeş, M. (2013a). İklim Değişiklikleri: Kambriyen’den Pleyistosen’e, Geç Holosen’den 21. Yüzyıl’a. Ege Coğrafya Dergisi. VOL. 22 (1), 1-25, (2013).

Türkeş, M. ve Bilir P. (2013b). Hükümetlerarası antlaşmalar kapsamında iklim değişikliğiyle savaşım yükümlülükleri ve iklim etiği. TMMOB Çevre Mühendisleri Odası 10. Ulusal Çevre Mühendisliği Kongresi - Çevre Yönetimi, Bildiriler Kitabı, s.443-459, 12-14 Eylül 2013: Ankara

Türkeş, M. (2019). İklim Değişikliğinin Bilimsel Temelleri, Türkiye’ye Etkileri, İklim Değişikliği Eğitim Modülleri Serisi 1, İklim Değişikliği Alanında Ortak Çabaların Desteklenmesi Projesi (iklimİN). http://www.iklimin.org/wp-content/uploads/egitimler/seri_01.pdf

Türkeş, M. (2020). İklim değişikliğinin fiziksel bilim temeli -I: İklim, İklim Sistemi ve İklim Değişikliği Nedir, İklim Değişikliğinin Başlıca Nedenleri Nelerdir? Toplum ve Hekim, 34(6): 457-475.

UNEP. (2020). Emissions Gap Report 2020. United Nations Environment Programme Nairobi.

Yıldız, T. (2020). Kapitalizm koşullarında yenilenebilir enerji ile 'temiz' kalkınma mümkün mü?http://bilimveaydinlanma.org/kapitalizm-kosullarinda-yenilenebilir-enerji-ile-temiz-kalkinma-mumkun-mu/ Son Erişim: 27.12.2020.

WMO. (2018). WMO Statement on the State of the Global Climate in 2017. World Meteorological Organisation (WMO).

WRI, (2019). Greenhouse Gas Emissions Over 165 Years. World Resources Institute. https://www.wri.org/resources/data-visualizations/greenhouse-gas-emissions-over-165-years, Son erişim: 03.01.2021

Zanna, L., Khatiwala, S., Gregory, J. M., Ison, J., & Heimbach, P. (2019). Global reconstruction of historical ocean heat storage and transport. Proceedings of the National Academy of Sciences, 116(4), 1126-1131.

Zeebe, R. E., & Caldeira, K. (2008). Close mass balance of long-term carbon fluxes from ice-core CO 2 and ocean chemistry records. Nature Geoscience, 1(5), 312-315.

Pörtner, H. O., Roberts, D. C., Masson-Delmotte, V., Zhai, P., Tignor, M., Poloczanska, E., ... & Weyer, N. (2019). IPCC special report on the ocean and cryosphere in a changing climate. IPCC Intergovernmental Panel on Climate Change(IPCC). https://www.ipcc.ch/srocc/