İşçi sınıfının fizikçisi ve ajanı: Klaus Fuchs
Atom bombasının sırlarını Sovyetlere sızdıran fizikçi olarak ün saldı. Kapitalizmin yazarları sık sık Batı’ya ihanet ettiğini yazdılar. Kısa bir süre önce Nature dergisinde yayımlanan bir kitap tanıtımında da Klaus Fuchs’un “ihanet”inden tekrar bahsedildi. Fuchs’un hayat hikâyesine bakmak ise olan biteni ihanet olarak adlandırmanın ne derece anlamsız olduğunu gösteriyor.
[BAA - Maddenin Temel Hareketleri/ Kıvanç İbrahim Ünlütürk]
Klaus Emil Julius Fuchs 29 Aralık 1911’de, işçi sınıfının ayakta ve her alanda örgütlü olduğu bir Almanya’da, Rüsselsheim’da doğdu. Babası Emil Fuchs bir teologdu. Fakat baba Fuchs, sosyalizmin ideolojik rüzgârına kapılmış bir teologdu. 1921’de Almanya Sosyal Demokrat Partisi’ne (SPD) üye olan ilk papazlardan biri olmuştu, hatta oğlu Klaus’un ifadesine göre ilk papaz. Emil Fuchs 1931’de Kiel Pedagoji Akademisinde profesör oldu, ama Nazi karşıtı kampanyalarda yer alması nedeniyle Nazilerin iktidara gelmesinden sonra 1933’te görevden alındı. 1949’da Alman Demokratik Cumhuriyeti’ne (ADC) yerleşti, Leipzig Üniversitesi Teoloji Fakültesinde sistematik teoloji ve din felsefesi profesörü oldu. ADC’deki Hristiyan Demokrat Birliği’nin (CDU) fahri üyesi ilan edildi. Emil hayatı boyunca Hristiyanlık ve Marksizm’i “birleştirmeye” çalıştı, bu konuda bolca kitap yazdı. İlerleyen yaşlarında da sosyalist kampta yer almaya devam etti, fakat sosyalizmi Hristiyanlığa çekiştirmeye çalışmaya devam ederek. Klaus Fuchs devrimin ayak seslerinin duyulduğu bir Almanya’da ve böyle bir evde yetişti. Gerisini ise kendisinin anlattıklarından öğrenebiliyoruz.
Fuchs okul yıllarında politikayla çok fazla ilgilenmedi. 1930’da Leipzig Üniversitesi’ne gittiğinde ise SPD’ye üye oldu, SPD’nin paramiliter örgütü olan Reichsbanner Schwarz-Rot-Gold’da (Devletin Siyah-Kırmızı-Altuni Bayrağı) yer aldı. Fakat hızlı bir şekilde SPD’nin –örneğin deniz silahlanması konusunda zırhlı kruvazör üretimini desteklemesi gibi— politikalarına zıt düşmeye başladı.
Bu sırada komünistlerle de iletişim halindeydi, fakat komünistleri hakir görüyordu, çünkü komünistler “kendileri aynı görüşte olmasa bile kendi partilerinin politikasını kabul ediyorlardı”. Temel sorun ise komünistlerin birleşik cepheden bahsedip aynı zamanda SPD’nin liderlerine saldırmasıydı. Fuchs’un SPD’den kopuşunu sağlayan şey, SPD’nin 1932 başkanlık seçimlerinde Paul von Hindenburg’u desteklemesi oldu. Sosyal demokratlara göre, kendi adaylarını koymaları “oyları bölerdi” ve Hitler’in seçilmesini sağlardı. Fuchs’a göre ise “diğer burjuva partileriyle birlikte hareket ederek Hitler’i durduramazdık, sadece birleşik bir işçi sınıfı Hitler’i durdurabilirdi”. Fuchs, SPD’nin politikalarına açıktan muhalefet etmeye başladı ve Almanya Komünist Partisi’nin (KPD) adayı Ernst Thälmann’a destek için konuşma vermeyi teklif etti. SPD’den ihraç edildi. Hindenburg tarafından şansölye ilan edilen Papen’ın, seçilmiş Prusya hükümetini dağıttığı günün akşamını şöyle anlatacaktı:
“O akşam hepimiz kendiliğinden bir şekilde toplandık. Ben Komünist Parti’nin merkezine gittim çünkü o arada SPD’den ihraç edilmiştim. Ama Reichsbanner’dan birçok eski arkadaşımı da gördüm ve Prusya hükümeti için savaşmaya hazır bir şekilde toplandıklarını biliyordum, ama Prusya hükümeti teslim oldu. Tek yaptıkları merkez Reich mahkemesine başvurmak oldu. O noktada SPD’nin tabanının ve Reichsbanner’ın morali tamamen çöktü ve o örgütlerde Hitler’e direnecek herhangi bir güç kalmadığı açıktı. Komünist Parti’nin, SPD’nin liderlerine karşı mücadele etmekte haklı olduklarını ve onları bu yüzden suçlamamın yanlış olduğunu anladım. Bu sırada zaten Komünist Parti’ye üye olmuştum çünkü bir örgüte dâhil olmak zorunda olduğumu hissediyordum.”
Bu arada Kiel Üniversitesi’ne geçmiş olan Fuchs, Kiel’de öğrenci örgütleri içerisinde aktif bir şekilde yer aldı ve sık sık Nazilerle karşı karşıya geldi, Naziler tarafından öldürülme tehlikesi atlattı. Bu sırada Hindenburg’un Hitler’i şansölye ilan etmesi, Fuchs’a “SPD’ye muhalefet etme konusunda haklı olduğunu” bir kez daha gösterdi. Reichstag yangınını haber aldığında durumun önemini hemen kavradı; yeraltı mücadelesi başlamıştı. Fuchs, gelmekte olan mücadelede parti otoritesinin önemini de hızlıca gördü; o güne kadar kafasında olan parti otoritesiyle ilgili şüpheleri silindi, kendini partiye yeniden örgütledi.
Bir süre Almanya’da yeraltında kaldıktan sonra partisi tarafından eğitimini bitirmesi için yurtdışına gönderildi, çünkü “komünist Almanya’nın inşasında teknik bilgi sahibi insanlara ihtiyaç olacak”tı. Alman komünistleri “önce bir Hitler’den kurtulalım” demiyor, sosyalizmi bilinmez bir geleceğe ötelemiyor, Hitler’le mücadele ederken bunu bir demokrasi perspektifiyle değil sosyalist iktidar perspektifiyle yapıyordu. Fuchs önce Fransa’ya, ardından da İngiltere’ye geçti. Buraya kadarı Fuchs’un 1950’de İngiliz istihbaratına verdiği itirafta anlatılıyor.
İngiltere’ye geçtikten sonra iki adet doktora derecesi aldı. İlkini, Bristol Üniversitesi’nde Nevill Mott’un danışmanlığında; ikincisini ise, Edinburgh Üniversitesi’nde ünlü fizikçi ve bir diğer Alman mülteci Max Born’un yanında tamamladı.
1940 yılında, Dunkerque Muharebesi’nin başlamasıyla Nazi ya da Nazi kurbanı ayrımı yapılmadan Britanya’daki tüm Alman vatandaşları tedbir olarak toplama kamplarına alınmıştı. Halihazırda vatandaşlık almış olduğu için Born bunun dışında kaldı, Fuchs ise birkaç ayını önce Man Adası’nda, daha sonra da Kanada’da toplama kamplarında geçirdi. 1941 başında serbest kalarak çalışmalarına geri döndü.
Kısa bir süre sonra, İngiltere’deki bir başka Alman göçmeni fizikçi Rudolf Peierls tarafından gizli bir savaş projesinde çalışmak üzere çağrıldı. Meselenin nükleer fisyonla ilgili olduğunu anlayan Born, Fuchs’u caydırmak için uğraştı ama başaramadı. “Nazilere olan nefreti sınırsızdı ve onlara karşı bir şeyler yapabilecek olduğu için mutluydu.”
Fuchs, projenin içeriğini öğrendiği zaman Sovyetleri bilgilendirmeye karar verdi ve partisi aracılığıyla Sovyet istihbaratıyla temas kurdu. 1943’te Peierls ile birlikte Manhattan Projesi’nde çalışmak üzere ABD’ye geçti. Burada da Sovyetlere istihbarat ulaştırmaya devam etti. Savaş sonrasında da bir süre ABD’nin nükleer silah çalışmalarında yer alan Fuchs, 1946’da İngiltere’ye döndü. Harwell’da Atom Enerjisi Araştırma Kurumunda İngiliz nükleer silah programında çalışmaya başladı. Sovyetlere ayrıca hidrojen bombası üretiminin teorik ana hatlarını ve İngiltere ve ABD’nin ilk taslaklarını ulaştırdı.
Fuchs’un bir noktadan itibaren örgütlülüğünün çözülmeye başladığını ve kendi eylemlerini sorgulamaya başladığını itiraf metninde görebiliyoruz. Bu çözülme, Sovyetlerin siyasetinden duyulan bir şüpheyle yan yana gidiyor ve Fuchs bir noktadan sonra Sovyet istihbaratı için çalışmalarına son verme kararı alıyor.
1949 sonunda ise Fuchs’un Sovyet ajanı olduğuna dair işaretlere ulaşan İngiliz istihbaratı Fuchs’u resmi olmayan bir şekilde sorguluyor, Sovyetlere bilgi sızdırıp sızdırmadığını soruyor. İlk başta ajan olduğunu reddeden Fuchs, 1950 başında gönüllü olarak ajanlığını itiraf ediyor. Fuchs’a, itiraf etmesi durumunda hapse girmeyeceğinin, işine devam edebileceğinin söylendiğini de biliyoruz. İtirafının sonrasında ise hızlı bir şekilde yargılanan Fuchs 14 sene hapse mahkûm ediliyor. Dokuz yıl dört ay hapiste kaldıktan sonra iyi halden salınıyor ve zaman kaybetmeden sosyalist Almanya’ya yerleşiyor.
Eğer Fuchs’un bir “ihanet”inden bahsedilecekse bu olsa olsa, bir burjuva devletinin istihbarat örgütü önünde günah çıkarması olabilir. Sovyetlere bilgi sağlayışını anlatırken bunu kendi bireysel meselesi olarak görmesinin, sosyalist bir devletin gizli çalışmalarını açık ettiğini dikkate almayışının ne derece yanlış olduğu açık. Bunun da ötesinde, bir komünist olarak –bir zorlama dâhi olmaksızın— kendi iç çelişkilerini, kişisel siyasi şüphelerini burjuvazinin istihbaratçıları önünde teker teker anlatması da elbette son derece kötü.
Tüm bunlara rağmen Fuchs dokuz yıllık hapis hayatından sonra da karşı devrim cephesine geçmedi, işçi sınıfının safında kaldı. ADC’ye yerleşen Fuchs, ülkesine döner dönmez Almanya Sosyalist Birlik Partisi’ne (SED) üye oldu. Sosyalist Almanya’da bilimin örgütlenmesinde aktif bir şekilde rol alan Fuchs, 1967’den itibaren SED Merkez Komitesinde de sorumluluk üstlendi. 1972’de Bilimler Akademisine seçildi, 1974-1978 arasında akademinin fizik, çekirdek ve malzeme bilimi araştırma alanının başkanlığını yaptı. Yurtsever Hizmet Nişanı, Karl Marx Nişanı ve ADC Ulusal Ödülü’nü kazandı. 28 Ocak 1988 tarihinde hayata gözlerini yumdu.
Kapitalizmin yazarları, Fuchs’un “ihanet”inden bahsetmeye devam ediyorlar. Bunu yaparken hakkını da veriyorlar Fuchs’un: ajanlık yaparken maddi çıkar amacı gütmediğinden, her şeyi inandığı doğrular için yaptığından kimsenin şüphesi yok. Ayrıca Fuchs’un “Hitler’e karşı Sovyetleri bir müttefik olarak gördüğü”nü, Sovyetlere nükleer sırları bu nedenle ilettiğini de ekliyor kimileri. Bunların ilki doğrudur, ikincisi ise yanlış. Fuchs elbette yaptıklarının hiçbirini maddi çıkar karşılığında yapmamıştır. “Hitler’e karşı Sovyetleri bir müttefik olarak gördüğü” ise doğru değildir. Doğrusu Born’un ifade ettiği gibidir: “İnanmış bir komünistti, kapitalist Amerika’nın atom bombasının tek sahibi olarak dünyaya hükmetmesini engellemeyi görevi olarak görüyordu.” Günahlarıyla sevaplarıyla Klaus Fuchs işçi sınıfının fizikçisiydi, dolayısıyla burjuvaziye “ihanet” etmesi de mümkün değildi.
Kaynaklar
Weinberger, S. (2020). Why did the atomic spy do it? Nature, 584(7819), 34-35.
Klaus, F. (2018). Appendix: Klaus Fuchs’s Confession. Moss, N., Klaus Fuchs: The Man Who Stole the Atom Bomb içinde. Sharpe Books.
Born, M. (1971). The Born-Einstein Letters. (I. Born, Çev.) Macmillan, s. 146.
Hoffmann, D. (2012). Physiker, Kommunist, Atomspion: die drei Leben des Klaus Fuchs (1911-1988). Physik Journal, 11(2), s. 41.
Goodman, M.S. (2005). Who Is Trying to Keep What Secret from Whom and Why? Journal of Cold War Studies, 7(3), s. 130.
Hoffmann, a.g.e., s. 43.
Born, a.g.e., s. 134.