Genlerimizden İbaret Değiliz: Biyoloji, İdeoloji ve İnsan Doğası

Gizem Gül

İlk baskısı 1984 yılı olan Genlerimizden İbaret Değiliz kitabı, hayatın her alanındaki sömürünün ve eşitsizliğin artık maskelenemez olduğu sermaye düzeninde, bilim insanı olarak taraf olmanın önemini bizlere bir kez daha gösteriyor. Bilimin ideolojiler üstü değil, bizzat ideolojik mücadeleyle iç içe olduğu bir gerçekken, bilim insanları toplumdan ve onu belirleyen nesnellikten azade “saf bilim” yapmaya ikna edilebiliyor. Sömürü düzeninin sürüp gitmesine “bilimsel verileriyle” katkıda bulunanlar olduğu gibi, insanca bir toplumun yaratılma mücadelesine kendi bilimsel alanlarından üretimleriyle güç katan bilim insanları da tarih boyunca var oldular. Bu kitap, ikinci kategoride bulunan bilim insanları tarafından yazıldı.

Bu yıl kaybettiğimiz ve burada özellikle anmadan geçemeyeceğimiz Richard C. Lewontin, bir evrimsel genetikçi olarak uzun yıllar diyalektik materyalizmin biyolojik süreçlerdeki karşılığını anlattığı üretimleriyle, arkasında koca bir miras bıraktı. Biyolojik süreçlerin, sınıf mücadelesinde egemen sınıfın lehine argümana dönüştürülmesine karşı hem bireysel hem de popülasyon genetikçisi Richard Lewins ile birlikte kitaplar yayımladı. Genlerimizden ibaret değiliz kitabıyla da, bugüne kadar isimlerini duymadıysanız eğer, sosyalist toplumda ısrarını her daim diri tutmayı başarmış olan iki bilim insanı ile daha tanışıyor olacaksınız; Nörobiyolog Steven Rose ve Psikolog Leon J. Kamin.

Lewontin, Rose ve Kamin, sermaye sınıfından yana olan bilimsel üretimin, toplumsal eşitsizliğin meşrulaştırılması ve sürdürülmesi yönünde tarihsel bir misyona sahip olduğunu düşünen bilim insanları. Bu hayat görüşü, dünyanın farklı ülkelerinde olsalar da onları “radikal bilim hareketi” anlayışında buluşturmuş. 1984 yılında yayımladıkları kitap, arka planında çokça araştırma, tartışma, fikirsel gelişim barındırıyor. 2015 yılında Türkçe’ye kazandırılan ilk baskıya önsözde ifade ettikleri gibi, kitabın yazıldığı yıllarda zeka, ırk, toplumsal cinsiyet ve sosyobiyoloji gibi kavramlara dair biyolojik indirgemeci fikirleri karşıya alarak eleştirel bir analizini yapıyorlar. Bunun karşısına da, diyalektik ve tarihselci bakışı koyuyorlar. Türkçe baskıya önsözde, birtakım teknik bilgilerin son yıllarda değiştiğini kabul eden yazarlar, kitabın özünün değişmediğini vurguluyor. Gerçekten de tüm dünyada yükselen ırkçılık ve şiddet yanlısı politikalara karşı, kitap bugün de bir aşı işlevi görüyor. Dikkatli okuyucuların gözünden ayrıca kaçmayacak olan ise, yazarların 1970'li yıllarda Çin'den yükselen anti-sovyetizmin ve kısa sürecek Çin radikalizminin illüzyonuna kapılmış oldukları. Bu hatalı illüzyonun etkisi ve sömürüsüz toplum mücadelesinde insanlığa önemli deneyimler bırakmış olan reel sosyalist dönemi o günün nesnelliğinden yer yer bağımsız değerlendirdikleri satır aralarından okunabiliyor.


(Soldan sağa) Richard C. Lewontin, Steven Rose, Leon J. Kamin

Biyolojik determinizm: “genler insanı, insan da toplumu belirler” indirgemeciliği

Birbirinin fikirsel tamamlayıcısı olan 10 ayrı bölümden oluşan kitap ilk dört bölümde, 1980’li yılların başında toplumdaki eşitsizliği derinleştirme yolunda uygulanan neoliberal politikalarla, sınıflı toplum tarihinin her döneminde olduğu gibi, arkasına bilimi ve “bilimsel verileri” alarak bu eşitsizliğin aşılamaz ve değiştirilemez olduğunun kanıtlanması telaşını anlatıyor. Bir burjuva ideolojisi olarak insan doğasını onun biyolojisine, biyolojik özellikleri de genlere indirgeyen yaklaşım olan biyolojik determinizmin (belirlenmecilik) örneklerle tanımlamalarını yapıyor ve biyolojik özelliklerin eşitsizliğin meşrulaştırılmasında nasıl teorize edildiğini özetliyor.

Yazıldığı tarihten günümüze, biyoloji biliminde sıçrama niteliğinde sayılabilecek bir dizi teknolojik gelişmeye tanıklık ettik. 2000 yılında tamamlanan insan genomunun dizilenmesi projesi bunların en önemlilerinden sayılabilir. Bu gelişme egemen sınıfların ağzında “Tanrı’nın dilini” çözmek şeklinde telaffuz edildi. Böylelikle, bireyler arasındaki farklılığın ve nihayetinde toplumdaki eşitsizliğin temelindeki genetik şifreyi çözmeye epey bir adım yaklaşılmıştı. 20. yüzyıldan günümüze gelindiğinde yaşanan çeşitli teknolojik gelişmeye rağmen, temelde hiçbir şeyin değişmemiş olduğu söylenebilir. Kitabın kaleme alındığı yıllardaki sınıf, ırk, cinsiyet farklılıklarına dayanarak eşitsizliğin meşrulaştırılma çabaları, eskisi kadar yüksek perdeden ifade edilmese de, daha yumuşak ifadelerle yeniden gündem edilerek tüm yakıcılığıyla 21. yüzyılda da kendisini gösteriyor.

Irk, zeka ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini açıklamada genetik

Farklılıkları tespit etmek ve aşmak yönündeki görece naif amaçlarla 1905 yılında Alfred Binet ortaya çıkan zeka testleri, 1950’li yıllara gelindiğinde Cyril Burt öncülüğünde IQ’nun genetik olarak belirlendiğine dair kanıtların ortaya konmasının aracı haline gelmiştir. 1970’li yıllarda aslında Burt’ün “bilimsel verilerinin”  bir sahtekarlık örneği olduğu çeşitli veçheleriyle kanıtlanmış olsa da, aradan geçen 20 yıl içinde çokça atıf almış, toplumların ve bireylerin birbirinden üstünlüğünün onların biyolojik farklılıklarından kaynaklandığı yaygınlık kazanmıştı. Biyolojik belirlenimciliğe göre nasıl ki genetik farklılıklar toplumun çoğunluğunun küçük bir azınlık tarafından sömürülmesini meşrulaştırıyorsa, kadın erkek arasındaki hormonal, sinirsel, vb farklılıklar da kadına biçilen toplumsal rolü, aynı ideolojik argümanlarla meşrulaştırıyor. Ruhsal ve bedensel sağlığın da salt genetik farklılıklardan kaynaklandığı fikri, yine düzenin işine yarayan bir argüman. Çünkü bu düşünme biçimi, içinde yaşadığımız toplumun yapısının bizlerin sağlığını ve davranışlarını büyük oranda etkilediğini yok sayar.

Kitabın beşinci ile sekizinci bölümleri arasında bahsi geçen bu kavramlar oldukça detaylı şekilde analiz edilerek ele alınıyor. Sınıflı toplumlar yapısı gereği, gerçek eşitliğin önünde engel teşkil eder. Ayrıcalıklı sınıfın bu farklılığı nesilden nesile aktarılan genlerle doğuştan edinmiş olduğu görüşü, genetik belirlenmeci bakışın temel savıdır. İşte yazarlar, ırk, zeka, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, suça yönelimin genetik temeli olduğu görüşüne karşı, kavramların ortaya çıktığı tarihsel dönem içindeki anlamlarıyla ele alıyor ve eşitsizliği meşru kılmaya yönelik yapılan çalışmaların iddialarını hem bilimsel hem de politik açıdan çürütüyor.

Sosyobiyolojik değil diyalektik ve tarihselci bakış

Kitabın dokuz ve 10. bölümlerinde, tüm sosyal davranışları biyolojik kökenlerine uzanarak açıklama çabası anlamına gelen sosyobiyoloji kavramının iddialarını detaylarıyla ele alarak eleştirilmektedir. Genel hatlarıyla sosyobiyolojinin temel iddiasında izlediği yolak; insan topluluklarına atfedilen çeşitli özellikleri içerecek şekilde tanımlanan insan doğası, bu özelliklerin genlerimizde kodlanmış olduğu ve genetik temelli doğamızın evrimsel süreç içinde seçilerek günümüze kadar geldiği şeklinde özetlenebilir.

İlgili bölümlerde, sosyobiyolojinin davranışları biyolojik evrim süreci ile açıklama girişiminin, içinde yaşadığımız sınıflı toplumun meşrulaştırılmasına nasıl katkı sağladığı, yazarlar tarafından çeşitli yönleriyle ele alınıyor. Alternatifinde ise, organizma ve çevrenin iç içeliğini, birbirini karşılıklı etkileyerek nasıl birlikte değişip dönüştüğünü, gen-organizma-toplum üçlüsünü materyalist diyalektik yöntemle ele alarak ortaya koyuyor.

Bitirirken son sözü yazarlara bırakalım;

“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar; ama kendi keyiflerine göre değil, kendi seçtikleri koşullar içinde değil, zaten mevcut olan koşullar içinde yaparlar. Zaten mevcut olan biyolojik, tarihsel, teknolojik, kültürel ve toplumsal koşullar içinde...”

Künye

Yazarlar: Richard C. Lewontin, Steven Rose, Leon J. Kamin

Çeviren: Başak Ergil, Demet Marti Şeftalicioğlu, Gülden Kurt Gevinç, Neşe Yıldırım

Genlerimizden İbaret Değiliz; Biyoloji, İdeoloji ve İnsan Doğası, Yordam Kitap, İstanbul, 2019

ISBN: 978-605-172-296-2