Bilimsel Tıbbi Dergilerin İpleri Sermayenin Elinde
The Strings of Scientific Medical Journals Are in the Hands of Capital
Necati ÇıtakDoç. Dr.,Göğüs Cerrahisi Uzmanı, Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir
necati.citak@saglik.gov.tr
Özet
Günümüzde bilimsel ilkelerin ve etik değerler sisteminin temelinin aşındırılmış olduğu ortadadır. Mevcut kapitalist düzen ile birlikte araştırma değerleri toplumun yararına değil piyasa değerlerine göre yönetilmeye başlandı. Bilimsel söylemin aktarım alanlarından en önemlilerinden biri olan akademik bilimsel yayıncılıkta da benzer bir dönüşüm gerçekleşti.
Bilimsel yayıncılığın ipleri sermayenin ellerindedir. Bunun asıl sorumlusu bireysel kirlilik sorunu olarak bireyler düzeyine indirilemeyecek boyutlardadır. Belirleyici olan ana faktör bu alanın sermaye tarafından ele geçirilmiş olmasıdır. Her ne kadar bu değişimde bilim insanları suçlansa da bunun amacı asıl sorumlu olan bilimin piyasa koşulları tarafından belirlenmesi tartışmasının arka plana atılma isteğidir.
Burada bilimsel yayıncılığın tıbbi-ilaç endüstrisi tarafından hangi yollar ile ele geçirildiğinin ortaya konulması amaçlanmaktadır. Bu çalışmada öncelikle bilimsel ilkelerin nasıl dönüştüğüne bakılacak sonrasında ise bu dönüşüme bilim insanlarının, akademik bilimsel dergilerin ve tıbbi-ilaç endüstrisinin nasıl etki ettikleri detaylandırılacaktır.
Anahtar kelimeler: Bilimsel tıbbi dergiler, bilim insanı, tıbbi-ilaç endüstrisi, ticarileşme, yanlılık.
Abstract
Nowadays, it is obvious that the foundation of scientific principles and ethical values system has been eroded. With the current capitalist system, research values have begun to be managed according to market values, not for the benefit of society. A similar transformation took place in academic scientific publishing, which is one of the most important transfer areas of scientific discourse.
Scientific publishing is in the hands of capital. The main culprit for this is the individual pollution problem, which cannot be reduced to the level of individuals. The main determining factor is that this area has been taken over by capital. Although scientists are blamed for this change, the main purpose of this is the desire to put the debate on the determination of science by market conditions into the background.
Here, it is aimed to reveal the ways in which scientific publishing is taken over by the medical-pharmaceutical industry. The present study, first of all, will be looked at how scientific principles are transformed and then it will be detailed how scientists, academic scientific journals and the medical-pharmaceutical industry have affected this transformation.
Key words: Scientific medical journals, scientist, pharmaceutical industry, commercialization, bias.
GİRİŞ
Bilimin evrensel sosyal yapısı yirminci yüzyılın ortalarına doğru komünalizm, evrensellik, tarafsızlık ve örgütlü (organize) kuşkuculuk ilkeleri gibi ana alt başlıklar ile tanımlanmış ve geniş bir kabul görmüştür (Bermúdez ve Jover, 2021; Merton, 1938, 1942; Terzi ve ark., 2013).[1] Merton, bilime ve bilim insanlarına, birçoklarına göre sınırlamalar bazılarına göre ise gereklilikler getiren bu normları öne sürmüş ve bu normları "bilimin ve bilim insanının ethosu" diye nitelendirmiştir (Merton, 1972). Bu normlar, bilimsel alanı bilim-dışı etkilerden koruyan bir savunma duvarı olarak da adlandırılabilir.
Bilimin ortak çalışmaya dayalı olmasından dolayı, araştırma sonuçlarının paylaşımını teşvik eden komünalizm aslında bilimsel yöntemin temeli olarak kabul edilir. Komünalizme göre bilimsel bulgular daha önce üretilen bilimsel bilgilerin devamı niteliğinde olduğundan bilimsel araştırma ürünü kamusaldır ve sahibi doğal olarak toplumdur. Bilimsel bilgi bir kişinin değil tüm insanlığın müşterek mülküdür ve gizlenemez.[2] Bu nedenle her araştırmanın sonucu şartsız ve koşulsuz olarak toplumla paylaşılmalı, gerçek bilgi sınır tanımadan herkese ulaşmalıdır. Bilimin ortak çalışmaya dayalı olması, bilginin toplumsallığı ve bilimsel bulguların daha önce üretilen bilimsel bilgilerin devamı olduğuna dair en güzel örneklerden birine Karl Marks’ın Kapital kitabının üçüncü cildinde rastlarız; ‘’Her tür bilimsel emek, her tür keşif, her tür buluş, evrensel emektir. Kısmen canlı emekle el birliğine, kısmen geçmiş emeklerin kullanımına bağlıdır’’ (Marx, 2017a: 113).
Evrensellik ilkesine göre bilim öznellikten uzaktır ve bilginin ulusal anlayış ve kültürlerle bir ilgisi yoktur. Bu nedenle bilgi bir sınıfa / klike / kültüre ait ve özel değildir. Ayrıca herhangi bir bilimsel iddia / sonuç bunları öne süren bilim insanının / topluluğun statüsüne ve gücüne bakılmaksızın tekrardan değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.
Tarafsızlık ilkesine göre ise bilim insanı yöntemleri tasarlarken ve uygularken, sonuçları analiz ederken, yorumlarken kişisel kazanç, mevcut konforunun kaybı ve diğer maddi/manevi çıkarlar gibi herhangi bir şeyin etkisi altında kalmadan sadece gerçeğin peşinde koşmalıdır[3].
Bilimin temel değeri olan ‘’örgütlü (organize) kuşkuculuk’’ ilkesine göre ise tek bir otoritenin tekelinde ol(a)mayacak gerçeğe ulaşılana kadar her şeyden kuşku duyulmalıdır ve bilim insanlarının tek amacı gerçeği aramak olmalıdır.[4]Bilimsel yöntemin can alıcı unsuru olan bu norma göre bilim insanı kendi ürettiği bilgi dahil tüm bilgilere örgütlü ve sistemli bir şüpheyle bakmalıdır.[5]
Hepimiz bilim ve bilim insanları için belirtilen bu ilkelere uyulmadığına sıkça tanıklık ediyoruz. Her ne kadar bu normların değişiminde bilim insanları suçlansa da bunun amacı asıl sorumlu olan bilimin piyasa koşulları tarafından belirlenmesi tartışmasının arka plana atılma isteğidir. Bu çalışmada öncelikle bilimsel ilkelerin nasıl dönüştüğüne bakılacak sonrasında ise bu dönüşüme bilim insanlarının, akademik bilimsel dergilerin ve tıbbi-ilaç endüstrisinin nasıl etki ettikleri detaylandırılacaktır.
BİLİMSEL İLKELERİN DÖNÜŞÜMÜ
Bir tür bilgiye dayalı “altına hücum” yaşadığımız bu zamanlarda, bilimsel ilkelerin ve etik değerler sisteminin temelinin aşındırılmış olduğu ortadadır. Oysa bilginin toplumsal olarak paylaşılarak bilim insanları arasındaki iş birliğini kolaylaştırması ve büyük insanlığın hizmetinde kullanılması gerekmekteydi (Bermúdez ve Jover, 2021). Neoliberalizm, sermayenin kâr elde etmesi uğruna bilginin özelleştirilmesi ve metalaştırılmasından başka bir şey olmayan “bilişsel kapitalizm” denilen olguyu da beraberinde getirdi (Restakis, 2014). Bilişsel kapitalizm, bilgi üretimi ve bilim insanları için yeni araçlar ve amaçlar yarattı. Böyle olunca da bilim insanları ticarileşti ve kendilerini artık topluma karşı değil, endüstriye karşı sorumlu hissetmeye başladı. Akademisyenler ticarileştikçe de araştırma değerleri piyasa değerleri tarafından yönetilmeye başlandı (Terzi ve ark., 2013).
Öte yandan bilimsel ve teknolojik gelişmeler bir avuç ülkede yoğunlaştı[6] ve pandemi döneminde bir kez daha gördüğümüz üzere öncelikle bu ülkelerde belirli sınıfların bilimin yararlarından faydalanması sonucu oluştu. Böyle olunca da üretilen bilgi doğru bile olsa toplumların yararına bir etkisi olmamaya, bireysel kazanımlara, hatta sınıfsal kayıplara yol açmaya başladı. Bu durumun en açık ifadelerinden biri Karl Marks’ın Kapital kitabının ilk cildinde William Thompson’un 1824 tarihli İnsan Mutluluğuna En Çok Yardımcı Olan Zenginliğin Dağılım İlkeleri Üzerine Bir Araştırma kitabından yaptığı şu alıntıdır; "Bilim adamı ile üretken işçi arasında büyük bir uzaklık var ve bilim, işçinin elinde, onun üretici güçlerini onun için çoğaltacak yerde, neredeyse her yerde işçinin karşısında yer alıyor... Bilgi, emekten ayrılabilen ve onun karşısına çıkarılabilen bir alet haline geliyor (W. Thompson, "An Inquiry into the Principles of the Distribution of Wealth", London 1824, s. 274.).’’ (Marx, 2017b: 349).
Sınıflı toplumlarla birlikte bilim, üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran egemen sınıfların egemenliği haline gelmiştir. Bilimsel ürünlerin artı ürüne dönüşmesiyle bilim alanında da özel mülkiyet ve emeğe el koymanın farklı biçimleri gelişmiştir. Egemen sınıfın gereksinimlerini karşılamak üzere toplumsal iş bölümünde bilgi üreten, bilgiyi depolayan ve aktaran bilim insanları ilk kez profesyonelleşmiş/uzmanlaşmış ve bu kişiler doğrudan üretime katılmadıkları için egemen sınıfın topladığı artı değerin bir kısmından yararlanmaya başlamıştır. Bilgi üretiminin uzmanlaşması bilimsel gelişmeyi hızlandırmış ancak halen kendiliğinden bilgi üretimini sürdüren emekçi kitleler[7], kapitalist devletin ve/veya sermayenin elinde tekelleşen bilgiden yoksun kaldıkları için tarihte cahillik kategorisine itilmişlerdir (Nalçacı, 2017). Bilim egemen sınıfın gereksinimlerine göre şekillendirilmiş ve onlar için kullanılmış, zamanla günlük hayatın dışında, yaşam pratiği için yararsız, ulaşılması/anlaşılması zor bir şeye dönüşmüştür. Böyle olunca ‘’bağımlı sınıflar’’ bilimin verileriyle yaratılan zenginliklerden mahrum bırakılmış[8], hatta bu durum, pandemi döneminde tekrardan gördüğümüz gibi, kendilerine karşı bile kullanılmıştır (Çıtak, 2021).
Diğer yandan sınıflı toplum ve de bilimin ticarileşmesiyle tarafsızlık ilkesi[9] yitirilmiştir (Terzi ve ark, 2013). Küresel tıbbi-ilaç endüstrisinin / tekellerinin düsturu piyasa kurallarına göre kazanmak için her şey mubahtır ve amaçları kârlarını maksimize etmek olduğu için tarafsızlık egemen sınıf taraflılığına evrilmiştir. Tarafsızlığın kaybıyla, bilim ve bilim insanının toplumsal konumu ters yüz olmuştur. Oysa bilimsel bilginin bir Robinson Crusoe'su yoktur ve toplumsal bağlarından arınmış bilim insanı yalnızca bir illüzyondur (Arslan, 1991). Ancak günümüzde bilimsel çalışmaların uluslararası tekellerin ve halktan kopuk bir bilim bürokrasisinin denetiminde olmadığını kim iddia edebilir (Okuyan, 2020). Halktan kopukluğun sonucu olarak bilim insanları bütünlüğü[10] kaybetmiş bilimsel sürece yabancılaşmıştır (Nalçacı, 2017).
Evrenselliğin ve tarafsızlığın kaybı doğal olarak örgütlü kuşkuculuğun da sonunu hazırlamıştır. Bilimdeki özgürlük alanının endüstriye terk edilmesiyle birlikte toplumsal amaçların yerini şirket amaçları almıştır. Araştırma destekleri için şirketler ile ters düşmeme yazılı olmayan bir kural haline gelmiştir. Bu nedenle bilim insanları sermayenin ürünleri veya sermeye tarafından desteklenen yayınlara karşı yayın yaptıklarında kişisel olarak saldırıya uğrayacaklarından, bu şirketlerden aldıkları veya alacakları araştırma desteklerini kaybedeceklerinden, çalıştıkları üniversiteler bu şirketler tarafından fonlandığından üniversiteleri ile ters düşeceklerinden, hatta kendilerine karşı maddi/manevi kayba yol açmaktan davalar açılmasından korktuklarından kuşkuculuk tabiri caizse bir korkuluk halini almıştır (Terzi, 2010)[11].
Yeni bilimsel normlar bilimde çarpıtma stratejileri olarak tariflenen bilimi şekillendirmek, bilimi saklamak, bilime ve bağımsız bilim insanlarına saldırmak, bilim emekçilerini taciz etmek/tahakküm altına almak, bilimi ambalajlamak, bilimi yönlendirmek gibi şeyler olmuştur (Terzi, 2013).
Komünalizm yerini patent yasaları ile özel mülkiyete ve doğal olarak ticarileşmeye yani kapitalist bilime, evrensellik yerini üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran egemen sınıfların egemenliğine ve bunun sonucunda bilimin ekonomik ve endüstriyel büyüme için üretilmesine yani endüstriyel bilime, tarafsızlık yerini ticarileşme ile birlikte sınıflı bir taraflılığa yani piyasaya dayalı bilime, örgütlü kuşkuculuk ise yerini araştırmaların sonuçlarına ilişkin neyin abartılabileceğine yani sosyal medya bilimine ve araştırma sonuçlarına itiraz edenlerin bilim dışına itilmesi tehdidiyle itaatkarların bilimine bırakmıştır (Etzkowitz, 2003)[12].
BİLİMİN İPLERİ SERMAYENİN ELİNDE
Feodal dönemde bilimle uğraşmanın birkaç koşulu vardı, bilim insanı ya kendi kendini finanse eden bir feodal olmalı ya da feodal birini veya vakfı arkasına almalıydı. Burjuva devrimi sonrasında oluşan burjuva devleti ise üretici güçlerdeki büyük gelişmeye bağlı olarak öncesine göre çok fazla sayıda bilim insanı istihdamına başladı. Böylece önceki üretim tarzları dönemlerinden farklı olarak bilim insanları ücretli emekçiler haline geldiler (Nalçacı, 2017).
1900’lü yılların ortasında, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin bilimsel faaliyetlerde olan başarısıyla[13], bilim faaliyetleri ve doğal olarak bilim insanları merkez kapitalist devletler tarafından da geniş bir şekilde finanse edilmeye başlandı. İkinci Paylaşım Savaşı’nın sonuna denk gelen bir dönemde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı’na sunulan “Bilim, Sınırsız Hudut” başlıklı rapor[14], bu devletlerin bilim alanında politika üretmesinde öncü oldu (Bermúdez ve Jover, 2021). Bu dönemde özellikle askeri gereksinimler ile birlikte bilim insanları emperyalist devletlerin emrine girmeye başladı (Nalçacı, 2017).[15]
Aynı dönemlere denk gelen bilim ve bunun ardılı olarak teknolojinin gelişimine dair ortaya atılmış belki de ilk model olan Sábato Üçgeni’nde bilimsel kalkınma için ana güçler; devlet, şirketler ve üniversiteler olarak tariflenmişti (Sábato ve Botana, 1970). Ancak o dönemde en önemli şirketler devlete ve üniversitelerin de çoğu kamuya aitti (Bermúdez ve Jover, 2021). Sonraki yıllarda ise bilim insanları için başlatılan finansman modeli neoliberalizmin temel ilkelerinden biri olan “Minimal Devlet” teziyle bir ekonomik sorun haline gelmeye başladı. Neoliberal politikalar ile birlikte son 40 yılda endüstri, önce sponsor olarak bilimsel çalışmaların her aşamasına dahil olmaya başladı, ardından da sermaye, bilim insanının finansmanını bu finansman altında ‘’ezilen’’ kapitalist devletin üzerinden almaya başladı[16]. Şirketler üniversiteleri fonlayarak kendi istekleri doğrultusunda götürmeye zorladı, şirket üniversiteleri oluştu, rekabetçi finansman önemini artırdı. Böyle olunca da daha önce kamunun elinde şekillenmesi için örgütlenen Sábato Üçgeni’nin her bir köşesi sermayenin eline geçti.[17]
Böylelikle günümüzde bilimsel çalışmaları genellikle endüstri tasarlar ve istatistiksel analizleri gerçekleştirir duruma gelmiş, bazı çalışmalarda yazarlar kendi verilerine bile erişememeye başlamış, hatta endüstri makalelerin nasıl yazılacağına sonuçların nerede, nasıl ve ne şekilde yayımlanacağına karar verir hale geçmiştir (Rasmussen ve ark., 2018). İlaç firmaları bu işe çok ciddi bir bütçe ayırmakta ve parlak bilim insanlarını kendi ürünleri ile ilgili çalışmaların sonuçlarını çarpıtmak üzere işe almakta, danışma kurullarındaki bilim insanlarını başka çalışmalarda fonlayarak kendisine bağlamakta, klinik araştırmalardan istedikleri sonuçları alabilecekleri yeni yöntemler geliştirmekte ve yanlılık daha çalışmanın tasarlanması aşamasında başlamaktadır (Terzi, 2010) (Tablo 1).[18]
Daha düşük etkinliği olduğu bilinen bir tedaviye/ilaca karşı tedaviyi/ilacı denemek
Tedaviyi/ilacı çok düşük dozdaki rakip bir ilaca/tedaviye karşı denemek
Çok yüksek dozda rakip bir tedaviye/ilaca karşı kendi tedavisini/ilacını denemek (ilaçlarının daha az toksik görünmesini sağlar)
Rakiplerin tedavilerinden farklılık gösteremeyecek kadar küçük denemeler yapmak (örneklem büyüklüğü azaldıkça istatistiksel anlamlılık yetersiz kalacaktır)
Araştırmada birden fazla uç sonlanım noktası kullanmak ve bu sonlanım noktalarından hangisinde tedavi lehine sonuç bulunursa sadece o sonuç üzerine yayın yapmak, diğerlerini gizlemek
Çok merkezli araştırmalar kurgulamak ve sonuçları sizin tedavinize göre uygun olan merkezlerden seçmek
Alt grup analizleri yaparak uygun olanları yayınlamak
Etkileme olasılığı en yüksek olan sonuçları sunmak; örneğin, mutlak riskten ziyade göreceli riskte azalmayı sunmak
Tablo 1. Tıbbi-ilaç şirketlerinin klinik araştırmalardan istedikleri sonuçları alabilecekleri yöntem örnekleri Terzi, 2013.
Örneğin ABD’de üç binden fazla bilim insanına uygulanan bir ankete göre her üç kişiden biri bilimsel normlara uymayan davranışlarda bulunduğunu itiraf ederken kariyerinin ortasında olan her beş bilim insanından biri (%20,6) fon kaynağından gelen baskıya yanıt olarak çalışmalarının tasarımını, metodolojisini veya sonuçlarını değiştirdiğini belirtmiştir (Martinson ve ark., 2005).
2015 yılında ABD’de yayınlanan bir başka çalışmaya göre son 10 yılda endüstri tarafından desteklenen / yaptırılan çalışma sayısı %43 artarken Ulusal Sağlık Enstitüleri (NIH) tarafından desteklenen çalışma sayısı %23 azalmıştır (Ehrhardt ve ark., 2015). NIH tarafından desteklenen çalışmaların da aslında yine endüstri tarafından desteklendiği unutulmamalıdır. Örneğin 2018 yılında 100 milyon dolarlık bir alkol tüketim araştırmasının bira ve likör şirketleri tarafından finanse edildiği ve sonucunda ılımlı alkol tüketiminin risklerinin değil faydalarının vurgulanmasının amaçlandığı NIH’da çalışan bilim insanları ile şirketlerin arasındaki yazışmalarda görülmüştür (Achenbach, 2018).
2005 yılında yayınlanan bir Avam Kamarası raporuna göre ise klinik ilaç araştırmalarının yaklaşık %90'ı ve büyük tıp dergilerinde bildirilen araştırmaların %70'i ilaç endüstrisi tarafından yürütülmekte veya yaptırılmaktadır (House of Commons Health Committee, 2005). The New England Journal of Medicine’da (NEJM) tek bir yıl boyunca yeni ilaçlar ile ilgili 73 çalışma yayınlanırken bunların %82’si ürünü satan ilaç şirketi tarafından finanse edilmişti ve bu çalışmaların yazarlarının %68’si bu şirketlerin çalışanları iken baş yazarların %50’si bu şirketlerden para alan kişilerdi (Strong, 2022).
2008-2009 yıllarında Lancet dergisinde yayınlanan tüm randomize klinik çalışmaları inceleyen bir araştırmaya göre yayınlanan araştırmaların yaklaşık yarısı (%48) tamamen endüstri tarafından finanse edilmekte ve bu çalışmaların %75’i çalışma veri tabanına veri girişi, akademik yazarların katılımı olmaksızın sponsor veya sponsor tarafından işe alınmış bir kuruluş tarafından yapılmakta ve sadece %14’ünde sponsor firma makalenin yazımına dahil olmamaktadır (Lundh ve ark., 2012).
2010 yılında şeker hastalarında kullanılan Rosiglitazon (Avandia) isimli ilacın kullanımına bağlı kalp krizi riskinde önemli bir artış olduğunu gösteren bir meta-analizin yayınlanması ile başlayan tartışma ilacı üreten şirketin fonladığı bilimsel topluluğun, hakemli dergilerde ve basında bir dizi mektup, yorum, yeni sistematik inceleme ve meta-analiz ile karşılık vermesiyle artmıştı (Terzi, 2013). Yayınlar, ilacın kullanımının güvenliği konusunda, bazıları taban tabana zıt farklı görüşler sunuyordu. Bunun sonucunda yapılan soruşturmaya göre ilaç üreticisinin bu ilacın şeker hastalarında kalp krizi riskini artırdığını daha önceden saptamasına rağmen ilgili kurumları uyarmadığı saptandı (Nissen, 2010; Terzi, 2010). Aynı yıl yapılan bir başka çalışma bilim insanlarının Rosiglitazon tartışması hakkında ifade ettikleri görüşlerin yönelimi ile ilaç şirketleriyle olan finansal çıkar ilişkileri arasında açık ve güçlü bir bağlantı (neredeyse %90) olduğunu ortaya koydu (Wang ve ark., 2010). Rosiglitazon ile kalp krizi riskinin artmadığı görüşüne sahip yazarların riskin arttığına dair görüşe sahip yazarlara göre genel olarak şeker ilacı üreticileriyle ve özel olarak Rosiglitazon üreticileriyle finansal çıkar ilişkisi içinde olma olasılıkları daha yüksekti (sırasıyla, oran oranı 3,3 ve 4,2). Benzer şekilde Rosiglitazon kullanımına ilişkin olumlu tavsiyeler ile finansal çıkar ilişkileri arasında güçlü bir ilişki vardı (oran oranı 3,3).
Cem Terzi’nin 2010 yılında Türk Tabipleri Birliği’nin yayın organı olan Toplum ve Hekim dergisinde Rosiglitazon tartışması ile ilgili bir başka makaleden yaptığı alıntıda yer alan cevapları içinde saklı sorular aslında sürecin nasıl işlediğini çok güzel açıklamaktadır;
1-Prestijli bir derginin akademisyen olan hakemi niçin etik standartları hiçe sayarak kendisine değerlendirmesi için gönderilen bir makaleyi gizlilik kurallarını çiğneyerek kâr amacı güden bir firma ile paylaşır? 2- Bir ilaç firmasının hekim olan yöneticileri, niçin görmeleri yasak olan hakem değerlendirmesi sürecindeki bir makaleyi temin edip buradaki gizli bilgileri kendi firmalarının lehine, rakip firmaların aleyhine kullanmak için çaba gösterir? 3- Kâr amaçlı bir firmada çalışan bir hekim niçin firmanın bu etik dışı davranışına ortak olur / hoş görür / durdurmaya çalışmaz? 4- Bir araştırmacı niçin orijinal çalışma planında yer almayan bir teklifi kabul ederek klinik çalışmanın ara sonuçlarını rapor etmeye ikna olur? 5- Çalışmada gözlemci olarak görev yapan bir hekim ilacın olası zararlarını görmesine rağmen niçin sessiz kalır? 6- Bir dergi, veri yönetimi ve istatistiksel analizin doğru ve etik olduğundan emin olmadan bir çalışmayı niçin yayımlar?
Soruların cevabını aynı yazı içinde kendisi verir; Para, para, para, para, para, para (Terzi, 2010).
Tasarım, metodoloji veya sonuçların değiştirilmesi ile ilgili başka kanıtlar ilaç şirketlerine karşı açılan davalardan gelmektedir. 2012'de GlaxoSmithKline (GSK) şirketi, ilaçların yasa dışı tanıtımı, güvenlik verilerinin bildirilmemesi ve yanlış raporlama dahil olmak üzere çok sayıda cezai ve hukuki suç nedeniyle 3 milyar dolar para cezasına çarptırılmıştı (Roehr, 2012). GSK ayrıca "sahte danışma kurulları ve sözde bağımsız bilim insanı programları" oluşturmakla da suçlanmıştı. Johnson and Johnson şirketi de riskleri gizleme ve faydaları abartma dahil olmak üzere aldatıcı uygulamalar nedeniyle 2013'te 2,2 milyar dolar para cezasına çarptırıldı (Department of Justice. 2012).
Bir başka örnek ise sözde bağımsız olan kuruluşların da bu oyunlara alet olduğu yönündedir. 2010 yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), bağımsız bilim insanlarının itirazlarına rağmen, Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nden (CDC) gelen tavsiyelere dayanarak H1N1 influenza salgını için Oseltamivir adlı antiviral ilacı temel ilaçlar listesine eklemişti[19]. Oysa bu ilaç ile ilgili temel verilerde bile tutarsızlık vardı ve ilgili bilimsel bulgular için organize kuşkuculuk yapılmasına izin verilmemişti (Doshi ve ark., 2012; Jack, 2014). 2017 yılında bu ilaç DSÖ tarafından temel ilaç listesinden sessizce çıkarılana kadar ilaç ABD’de yıllık 3 milyondan fazla oranda reçete edilmeye devam edilmiş ve şirket 20 milyar dolardan fazla haksız kazanç sağlamıştı (Brophy, 2020). Bu örneklerin daha fazla olduğu açıktır.[20] Bilimin ve bilimsel yayıncılığın ipleri sermayenin elindedir (Şekil 1).
Sermaye akademik yayıncılığa neden ilgi duyar?
1973 yılında ilaç tekeli Pfizer’ın satış rakamı 1 milyar dolar iken şirket 2021’de yılda 81 milyar dolar ile dünyanın en zengin 28. şirketi haline gelmiştir. Bir başka tıbbi endüstri tekeli olan Johnson and Johnson şirketi ise 94 milyar dolar ile 15. sırada yer almaktadır (Strong, 2022). Bu tekeller dünyadaki çoğu ülkeden daha zengindir. 2021 yılında Big Pharma’nın reçeteli ilaçlardan kârının 610 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir (Compton, 2022).
Astronomik kâr marjları ilaç ve sağlık ürünleri endüstrisini bilimsel olmayan ve bilimsel faaliyetlerde lobi faaliyetlerine diğer tüm endüstrilerden daha fazla harcama yapmalarının önünü açmıştır. Big Pharma lobisinin etkili olduğu birçok farklı yer olsa da bunlardan en önemlisi bilimsel dergilerdir. Çünkü ilaçların, aşıların ve tıbbi cihazların güvenli ve etkili olup olmadığını bağımsız gibi görünen kamu kurumları (Avrupa İlaç Ajansı-EMA, Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç İdaresi-FDA) değerlendirmekte ve bu kurumların onay verme mekanizmaları saygın bilimsel dergilerde yayımlanan bilimsel çalışmaların sonuçlarına göre ilerlemektedir[21]. Endüstri için, etkisi yüksek dergilerde yayın yapmak, akademik prestij ve araştırmaya küresel ilgi sağlar ve söylediğimiz gibi yasal onayları hızlandırabilir, satışları artırabilir ve hatta hisse senedi fiyatlarını artırabilir (Rothenstein, 2011).[22]
AKADEMİK YAYINCILIĞIN OLİGOPOLLEŞMESİ; BİLİMSEL LİTERATÜRE KATKIYI VE ERİŞİMİ KONTROL EDİYORSANIZ, BU, BİLİMİ KONTROL ETMEK GİBİ TÜM NİYET VE AMAÇLARA YÖNELİKTİR
Bilimsel dergilerin öncüleri 1600’lü yılların sonuna denk gelse de bir sektör haline gelmesi 1950’lere uzanır. Buna ikincil olarak bilimsel çalışma sayısı 1960’lardan sonra artışa geçmiş ve 1980’lerden sonra ise artış belirginleşmiştir. Örneğin aynı dönemlerde bilim insanlarının çoğunun o dönemdeki hızlarıyla yayın yapmaya devam ederlerse yüzyılın sonunda dergilerinin kütlesinin dünyadan daha ağır olacağı ifade edilmiştir. Bu artışla birlikte bilimsel suistimallerde de belirgin bir artış görülmüştür. Hem yayın sayısının hem de bilimsel suistimallerin artmasının en önemli etmeninin akademik yükseltme kriterleri olduğu belirtilse de sadece bu okuma eksik kalacaktır. Sorun aslında üç ayaklı olarak tariflenebilir; bireysel kirlilik, kurumların suistimalleri önlemedeki başarısızlığı/uygunsuzluğu ve düzenin krizi (Sovacool, 2005). Ancak asıl sorun bireysel kirlilik sorunu olarak bireyler düzeyine indirilemeyecek boyutlara ulaştığından belirleyici olan ana faktör bu alanın sermaye tarafından değerlendirilebilir bulunmasıdır.
Hem kanıta dayalı tıbbın 1990’ların başında yeni bir paradigma olarak ilan edilmesi hem de akademik yükseltme kriterlerinin de etkisiyle dergilere gönderilen bilimsel makale sayılarında belirgin bir artış olmuştur. 1960’ların akademik dünyasında ortaya atılan ‘’ya bir şeyler yayınla ya da silinip gitmeye mahkumsun - Publish or Perish’’[23] anlayışı şüphesiz ki bunda çok etkili oldu. Aslında bu söylemin ilk amacı düşünmeye ve araştırmaya zorlamak ve bilginin paylaşılması, kamulaştırılması idi. Ama sonrasında bu söylemin yayın yapma zorunluluğuna evrilmesi gerçekleşti. İnsanlar için prestij/marka önemli bir şey olduğu için akademisyenler yayınlarını daha çok okunan ve göz önünde olan bilimsel dergilere yollamaya başladı. Ayrıca bilim insanları için, üst düzey dergilerde yayın yapmak, hibe finansmanı ve kariyer gelişimi elde etmede çok önemli bir rol demektir. Bu da belli dergilere daha fazla araştırma makalesi gönderilmesine, dergiler tarafından yayınlanacak çalışmaların seçilmesine ve doğal olarak belli başlı dergilerin daha ‘’saygın’’ olarak kabul edilmelerine sebep olmuştur. Bilimsel yayınlarda olan artışa endüstrinin bilimsel yayınlara müdahalesinin eklenmesiyle metodolojisi, içeriği, sonuçları takip edilemeyen bir bilimsel yayın akışı oluşmuş ve de ‘’saygın’’ dergiler endüstrinin ilgi alanlarına girmiştir.
1973-2013 döneminde indekslenen 45 milyon çalışmanın analiz edildiği bir araştırmaya göre ilk beş akademik dergi yayınevinin 1990’dan itibaren incelemeye aldıkları, yayınladıkları ve atıf aldıkları yayın oranı belirgin bir şekilde artarken diğer yayınevlerinde aynı oranlarda belirgin bir düşüş olmuştur (Larivière ve ark., 2015). Son on yılda yayınlanan tüm makalelerin %50'sinden fazlasının bu beş yayınevi tarafından basılmıştır. Tahmin edilebileceği gibi, yayıncılık sektöründeki bu konsolidasyon, yayıncıların kârlarının artmasına neden olmuştur. Akademik yayıncılık endüstrisinin büyük bir finansal cirosu vardır. 2017 yılında dünya çapındaki satışları 19 milyar doları aşmıştır (Buranyi, 2017). Buradan da anlaşılacağı üzere dergi yayıncılığı ticarileştirilmiş ve bilimsel ve teknik literatürün geniş bir bölümü artık çok uluslu yayıncılık holdinglerinin tekeline girmiştir.
Şekil 2’deki Elsevier örneğinde görüldüğü gibi yayınevinin 1991 ve 1997 yılları arasında hem kârı hem de kâr marjı bir bütün olarak istikrarlı bir şekilde artmıştır. Bu dönemde kâr 665 milyon dolardan 1,4 milyar dolara iki kattan fazla artarken, kâr marjı da %17'den %26'ya yükselmiştir. Sonrasında da kârının arttığı görülmektedir. Bununla birlikte, şirketin kârı ve kâr marjı 2008-2009 krizinde azalsa da (Şekil 2A) Bilimsel, Teknik ve Medikal kısmının kârı ve kâr marjı hep yükselmiş (Şekil 2B) ve 2012-2013'te tüm zamanların en yüksek seviyesi olan 2 milyar doların üzerine çıkan kârlarla sonuçlanmıştır.
Benzer şekilde 2012 yılında Springer Science+Business Media (%35,0) ve 2013 yılında John Wiley & Sons'un Bilimsel, Teknik, Tıbbi ve Akademik bölümü (%28,3) ve Taylor and Francis (%35,7) yüksek kâr marjları elde etmiştir (Larivière ve ark., 2015). Bu oranlar aynı dönemde kâr marjı en yüksek olan on büyük şirket arasında yer alan Pfizer (%42), Çin Sanayi ve Ticaret Bankası (%29) ve Hyundai Motors'un oranları (%10) ile karşılaştırılabilir düzeydedir. 2015 yılında şirketlerin kâr marjlarını karşılaştıran Şekil 3’de de benzer bir durum izlenmektedir. Aynı yıl Elsevier bilimsel dergi pazarının %24'üne sahiptir (Buranyi, 2017). Kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olduğunu belirten Massachusetts Medical Society’in sahibi olduğu NEJM’in ise, 2017 yılı için yayıncılıktan elde ettiği gelirin 103 milyon Sterlin olduğu tahmin edilmektedir (Smith, 2019). Klasik araştırma dergilerinin yıllık gelirleri 1 milyon İngiliz Sterlin'i civarındadır (Terzi, 2010).
AKADEMİK YAYINCILIĞIN KÂRI NEREDEN GELİYOR?
Giderleri makalenin basılı hale hazırlanması ve sayfa düzeni, kopyaların basılması, pazarlama, maaşlar ve kiradan oluşan dergiler ve yayınevleri nasıl böyle bir kâr marjına ulaşmışlardır? Akademik dergilerin kazandıkları paralar dört farklı yerden gelmektedir; reklam ücretleri, ayrı basım (reprint) ücretleri, üyelik ücretleri ve son 10 yılda artan bir oranda açık erişim (open access) için yazarlardan alınan ücretler.
Günümüzde bilimsel yayınların kendileri, yüksek sabit ve düşük değişken maliyetleri olan ‘’bilgi malları’’ olarak kabul edilebilir. Para kazanmak bilindiği üzere bir ürünü/malı satmaya bağlıdır. Bu ürünün/malın ne kadar iyi sattığı ise kalitesine bağlıdır. Geleneksel olarak, akademik dergilerin kalitesi, dergilerin iyi araştırmaları ve daha fazla aboneyi çekmek için yüksek sesle yaydıkları bir ölçü olan ‘etki faktörleri’ (impact factor) açısından ölçülür. Etki faktörü, iki yıllık bir süre boyunca dergi makalelerinin atıf sayısına göre hesaplanır. Ancak bu, bir dizi temel sorunu gündeme getirir. Öncelikle atıf sayısının kalite ile uyumlu olduğunu kabul eder ki bu büyük bir iddiadır. Çünkü atıfların sayısı disiplinler arasında önemli ölçüde değişmektedir. Örneğin, klinik endokrinoloji dergileri için ortalama etki faktörü, bir disiplin diğerinden daha önemli olarak değerlendirilmese de, cerrahi dergilere göre iki kattan fazladır (Hagve, 2020). Öte yandan aslında, bir makalenin kendisinin etki faktörü ve kalitesi ile yayınlandığı dergi arasında çok az korelasyon vardır, çünkü dergilerin etki faktörü, yüksek atıf alan birkaç makale tarafından yönlendirilir. Örneğin 211 geri çekilmiş makalenin[24] yakın tarihli bir araştırması, alıntıların üçte birinin makaleler geri çekildikten sonra gerçekleştiğini saptamıştır (Smith, 2006). Bir diğer sorun da etki faktörü hesaplanırken yazarın kendisine veya dergi tarafından yapılan alıntılara da yer verilmesidir. Dergilerin, yazarları kendi dergilerine atıf yapmaları konusunda cesaretlendirdikleri ve konuya özel uzmanlaşmış özel dergilerde kendine atıf oranın yüksek olduğu bilinmektedir (Sanfilippo, 2021). Kendine atıflar çıkarıldıktan sonra dergilerin etki faktörlerinde en azından %15’lik düşme olmaktadır. Öte yandan dergi atıf sayılarında Matta etkisinden[25] de bahsetmek yanlış olmaz. Buna göre çok atıf alan dergi ve/veya araştırmacı, sonraki atıflarda da tercih edilir ve böylece atıf sayısı beklenenin üzerine çıkar. Yukarıda örnek verdiğimiz üzere ilk beş akademik dergi yayınevinin yıllar geçtikçe atıf aldıkları yayın oranları belirgin bir şekilde artarken diğer yayınevlerinde aynı oranlarda belirgin bir düşüş olmuştur. Bunun sebeplerinden biri Matta etkisidir.
Bir dergi için etki faktörü finansal başarı için çok önemlidir ve bu nedenle dergiler için makalelerinin sık sık alıntılanması ilk önceliktir. Bu durum dergilerin yayınlayacakları yazıları seçmelerini etkiler (pozitif ayrımcılık/yayın yancılığı), ancak ne yazık ki bu yazıların ileriki araştırmalara fayda sağlayıp sağlamayacağı tutarlı değildir. Bu nedenle dergilerin kârının nereden geldiğine bakmadan önce etki faktörünü incelemek daha doğru olacaktır.
1. Hangi yazılar dergilerin etki faktörünü etkiler? Endüstri destekli etki faktörü oyunu
Endüstri destekli çalışmaların yayınlanması ve randomize kontrollü çalışmalar dergi etki faktörlerindeki artışla ilişkilidir (Flacco ve ark. 2015; Lundh ve ark., 2010; Vinkers ve ark., 2021).
Endüstri destekli çalışmalar daha çok atıf alma potansiyeli taşımaktadır. Endüstri destekli araştırmalara genellikle diğer denemelerden ve diğer araştırma türlerinden daha fazla atıfta bulunulmasının birkaç nedeni vardır. Birincisi, bu çalışmalar sıklıkla randomize kontrollü olarak sunulur, indeks çalışmalardır ve sıklıkla kullanılan müdahaleler ilaçlardır ve bu durum alıntıları artırır. İkincisi, bunu destekleyecek çok az kanıt olmasına rağmen, birçok kişi tarafından endüstri destekli çalışmaların endüstri destekli olmayanlara göre daha yüksek kalitede olduğu kabul edilmektedir (Lexchin ve ark., 2003). Aslında şirketler çok büyük kaynaklara sahip oldukları ve en yüksek standartlarda araştırmalar yürütmeye çok aşina oldukları için bu çok şaşırtıcı değildir. Üçüncüsü, endüstri destekli çalışmalar endüstri dışı çalışmalara göre daha sık olumlu sonuçlara sahiptir veya sonuçlar olumsuz çıkmış olsa bile genellikle gerçekte olduğundan daha olumlu görünecek şekilde sunulur, ve pozitif sonuçlu endüstri destekli çalışmalar, negatif sonuçlu çalışmalara göre daha çok atıf almaktadır (Conen ve ark., 2008; Kulkarni ve ark., 2007; Terzi, 2013). Dördüncüsü ve en önemlisi, sponsor şirketler, çalışmalarından olumlu bahseden hayalet yazarlı veya bilindik yazarlı incelemeler, ayrı basımların (reprint / hardcopy) satın alınması ve ücretsiz dağıtılması ve medyanın ilgisinin yaratılması dahil olmak üzere çalışmalarının farkındalığını pozitif yönde artırmak için çeşitli piyasa stratejileri kullanırlar.
Endüstri destekli yapılmış klinik çalışmaların saygın dergilerde basılma oranının giderek artığını ve bu durumun, bu dergilerin etki faktörlerinin artmasında ciddi rol oynadığını gösteren en bilinen bilimsel kanıt 2010 yılında ortaya konmuştur (Lundh ve ark., 2010). Bu çalışmada endüstri destekli araştırmaların 6 derginin (Annals of Internal Medicine, Archives of Internal Medicine, British Medical Journal (BMJ), Journal of the American Medical Association-JAMA, The Lancet ve NEJM) etki faktörlerine olan etkisi incelenmiştir. 1996-1997 yıllarında bu dergilerin dördünde yayınlanan çalışmaların aldıkları atıf sayısı yayının endüstri destekli veya desteksiz olup olmamasına bakılmaksızın istatistiksel olarak farksız iken 2005-2006 yıllarında altı dergide de yayınlanan çalışmaların aldıkları atıf sayısı yayının endüstri destekli olması durumunda istatistiksel olarak daha fazladır (Tablo 2). Endüstri destekli araştırmalar endüstri destekli olmayanlara göre bazı dergilerde iki kattan daha fazla atıf almıştır.
Aynı çalışmada gösterilmiştir ki endüstri destekli araştırmaların etki faktörü hesaplamasından çıkarılması dergi etki faktörlerini azaltmaktadır. Düşüş, BMJ için %1 iken NEJM için %15 olmak üzere dergiler arasında önemli ölçüde farklılık göstermektedir. Öte yandan endüstri ve karma desteğe sahip çalışmaların analizine, yalnızca alıntı yapılabilir makalelere (yani orijinal araştırma ve incelemelere) yapılan alıntılar dâhil edildiğinde NEJM'nin 2007’deki etki faktörünün %15 yerine %24 azaldığı görülmüştür. Hesaplamadaki bu ciddi eksiklik nedeniyle, endüstri destekli araştırmaların etki faktörü üzerindeki gerçek etkisinin önemli ölçüde hafife alındığına inanılmaktadır.
Randomize kontrollü çalışmalar da dergi etki faktörlerindeki artışla ilişkilidir. 2000’li yıllarda saygın dergilerde yayımlanan randomize çalışmaların, ki endüstri kanıta dayalı tıp için bu tip çalışmalara çok önem vermektedir[26], dörtte üçü endüstri sponsorluğunda gerçekleştirilen çalışmalardı (Terzi, 2010). Bire bir (head-to-head) karşılaştırmalı randomize çalışmalara günümüzde de endüstri hâkimdir. 1965-2017 yılları arasında yayınlanan 40 bine yakın randomize kontrollü çalışmayı inceleyen yeni bir araştırmaya göre en fazla randomize kontrollü çalışmanın sırasıyla The Lancet (%9,1), Journal of Clinical Oncology (%8,5) ve NEJM’de (%8,3) yayınlandığı saptanmıştır. Bu çalışmalar için ilk kırk fon sağlayıcı arasında sadece yedi tanesi endüstri dışı kurumdur, geri kalan 33 fon destekleyicisi (%82,5) endüstridir (Catalá-López ve ark., 2020). Bu nedenle birçok randomize kontrollü çalışma taraflıdır ve metodolojik kusurlar ve yetersiz raporlama nedeniyle yeniden üretilmesi zordur (Vinkers ve ark., 2021).
Taraflıdır, çünkü endüstri destekli çalışmalarda pozitif sonuçların elde edilme ihtimali daha çoktur ve sponsorlar için sistematik olarak olumlu sonuçlar verir. İlaç şirketleri, ürünleri için olumlu sonuçları teşvik etmek ve olumsuz sonuçları en aza indirmek için doğal bir teşvike sahiptir; para. Üç yüz on dokuz randomize kontrollü çalışmayı inceleyen bir araştırmaya göre endüstri finansmanı “olumlu” bulgularla güçlü bir şekilde ilişkilidir [olasılık oranı 2,8; %95 güven aralığı: 1,6-4,7] ve endüstri tarafından finanse edilen çalışmalardan %96,5’inde “olumlu” sonuçlar alınmıştır (Flacco ve ark., 2015). Üç sistematik derlemede endüstri tarafından finanse edilen çalışmaların olumlu sonuçlar bildirme olasılığının iki ila dört kat daha fazla olduğu saptanmıştır (Every-Palmer ve Howick, 2014). İnfluenza aşıları ile ilgili yayınlanmış çalışmaları kamu veya endüstri tarafından finanse edilmesine göre olumlu/olumsuz sonuçlar açısından karşılaştıran bir başka çalışmada endüstri tarafından finanse edilen çalışmaların influenza aşılarını destekleyen sonuçlara sahip olma olasılığının 2,2 kat daha fazla olduğu saptanmıştır. Öte yandan kamu tarafından finanse edilen 92 çalışmanın ortalama dergi etki faktörü 3,7 ve ortalama atıf indeksi faktörü 33,7 iken tamamen veya kısmen endüstri tarafından finanse edilen 52 çalışma için ortalama etki faktörü 8,7 ve ortalama atıf indeksi faktörü 58,3 olmuştur (Jefferson ve ark., 2009). Yakın zamanlı bir başka çalışmaya göre de randomize kontrollü çalışmalardaki sorumlu araştırmacının ilaç endüstrisi ile arasında finansal bir bağ olması pozitif sonuç ile önemli ölçüde ilişkilendirilmiştir (olasılık oranı 3,5 %95 güven aralığı: 1,7-7,7) (Ahn ve ark., 2017). Bu sonuçlar finansman kaynağı ile çalışma sonuçlarının türü ve yayınlandığı dergilere olan etki faktörü etkisi hakkında kurulan ilişkiyi doğrulamaktadır.
Ayrıca daha temkinli ve popüler bir başka yaklaşım negatif sonuçlu araştırmayı yayınlamamak veya yayınlatmamaktır.[27] Olumlu sonuçların seçici olarak yayınlanması ve olumsuz sonuçların yayınlanmaması, yayın yanlılığına sebep olacaktır. Başlatılan geniş ölçekli her dört randomize kontrollü çalışmadan biri tamamlanmadan sonlandırılmaktadır (Kasenda ve ark., 2014). Mevcut en iyi tahmine göre tamamlanmış olan tüm klinik araştırmaların yarısının ise akademik dergilerde hiç yayınlanmadığı ve bazılarının hiçbir zaman dergilere değerlendirilmek üzere yüklenmediği yönündedir (Song ve ark., 2010). Bu her büyüklükteki araştırmalar için yayın yanlılığıdır ve kanıt tabanını önemli ölçüde bozar.
Pozitif ve negatif sonuçların hangi oranlarda yayınlandığını inceleyen bir çalışmada yazarlar FDA’e kayıt edilmiş ancak sadece üçte biri yayınlanmış 74 antidepresan ilaç denemesinin sonuçlarını incelemişlerdir (Turner ve ark., 2008). Denemelerin 38’inde incelenen antidepresan karşılaştırıcıdan (plasebo veya başka bir aktif tedavi) daha etkili bulunurken (pozitif grup) 36’sında çalışılan antidepresan ilaç daha etkili bulunmamıştır (negatif grup). Pozitif sonuçları olan 38 denemeden otuz yedisi yayınlanırken (%97,3) negatif sonuçlu denemelerin sadece üçü doğru bir şekilde yayınlanmış (%8,3), 22’si hiç yayınlanmamış ve 11'i yanlış bir şekilde olumlu bir sonuç iletecek şekilde yayınlanmıştır (Şekil 4). Yani ulaşılabilecek literatüre göre, %94 antidepresan ilaç denemeleri pozitif çıkmıştır. Ancak gerçekte tamamlanan çalışmaların %51'i pozitif sonuçludur (%50 yayın yanlılığı).
Görüldüğü gibi ana çalışma hipotezi kanıtlanmadığında veya çalışmadaki tedaviler arasında herhangi bir fark görülmediğinde, endüstri bu araştırmayı yayınlatmamak ve tıp dergileri ise, araştırmaların sonuçları dergilere sunulmasına rağmen, çalışmaları yayınlamak konusunda çekingen davranmaktadır. Sonuç olarak, “negatif” çalışmalardan elde edilen verilerin dağıtımının önünde doğal olmayan bir engel oluşmaktadır.
Birçok randomize kontrollü çalışma metodolojik olarak kusurludur, çünkü hem yazarlar tarafından hem de sponsorlar tarafından yanlılık (bias) ihtimali yüksektir. 1966 ve 2018 yılları arasında yayınlanan 176 bin randomize kontrollü çalışmayı inceleyen bir araştırmaya göre en az iki çalışmadan birinde yanlılık mevcuttur (Vinkers ve ark., 2021).
Birçok randomize kontrollü çalışma yeniden üretilemez, çünkü hem genel popülasyonu temsil etmeme potansiyeli taşır hem de yeniden üretildiğinde negatif sonuç elde edilmesi ihtimali bile endüstri ile karşı karşıya kalma açısından yayıncılar ve akademisyenler arasında bir endişe yaratır. Aslında yeniden üretme bilim normları arasındaki evrenselliği karşılaması açısından çok önemlidir ve bilimsel çerçeve ve birçok klinik rehber, biyomedikal bilimlerde, araştırmaların altın standardı olan randomize klinik çalışmaların sistematik incelemelerinden türetilen protokollere dayanmaktadır.[28]
Çalışma örneği gerçek hasta popülasyonunu temsil etmiyorsa, randomize kontrollü çalışmalardan elde edilen sonuçlar gerçek dünya popülasyonlarına uygulanamayabilir. Kardiyoloji, ruh sağlığı ve onkoloji alanlarında yürütülen çalışmaların sistematik bir incelemesine göre incelenen 52 araştırmanın %70'inden fazlasında elde edilen sonuçların, çalışma örneği ile tipik hasta popülasyonu arasında dış geçerliliği ve genellenebilirliği engelleyen önemli farklılıklar olduğunu ortaya koymuştur (Habibzadeh, 2022). Sınıfsal eşitsizliğin toplumun tüm katmanlarına olduğu gibi randomize çalışmalara da etki ettiği bilinmektedir. Binden fazla onkoloji çalışması üzerinde yapılan bir araştırma, Hispanik olmayan beyaz bir hastanın bir araştırmaya dahil olma olasılığının Hispanik bir hasta için olanın üç katı ve bir Afrikalı Amerikalı hasta için olanın yaklaşık iki katı olduğunu ortaya koymuştur (Duma ve ark., 2018).
Öte yandan daha önce yayınlanmış araştırmaların sonuçlarını test eden negatif çalışmalar ve replikasyon çalışmaları, bilimin toplum yararına gelişmesini sağlar. Ancak bu tür çalışmaların daha az haber değeri veya atıf potansiyeli vardır, bu da bu yazıların saygın olarak tabir edilen dergilerde yayınlanması için daha az fırsat anlamına gelir. Olumlu sonuçlar genellikle hızlı ve eleştirmeden yayınlanırken olumsuz sonuçlar içeren yayınlar daha zor yayınlanır ve çok eleştiri alır. Bu nedenle çok az tekrarlama çalışması yapılır.
1500’den fazla araştırmacı üzerinde yapılan bir anket çalışmasına göre araştırmacıların %70'inden fazlası başka bir bilim insanının çalışmasını yeniden üretmeye çalıştığında başarısız olduğunu ve yarısından fazlası kendi çalışmalarını bile yeniden üretemediğini belirtmiştir (Baker, 2016). Aynı ankete göre yeniden üretilen sonuçların olumlu olmasının olumsuz olmasına göre yayınlanma olasılığını iki kat artırdığı ortaya konmuştur. Anket, bilim insanlarına tekrarlanabilirlik sorunlarına neyin yol açtığını sorduğunda ankete katılanların %60'ından fazlası, iki faktörün üzerinde durmuşlardır; yayınlama baskısı ve seçici raporlama.
Binden fazla atıf alan ve saygın dergilerde yayınlanan klinik araştırmaların incelendiği bir başka araştırmaya göre etkin tedaviler öneren çalışmaların, ki bu çalışmalar tıp dünyasında köşe taşı olmuş ve de sonuçları tüm dünyada uygulanan popüler tedavilere yol açmıştır, %70’i daha sonradan başka çalışmalar ile yeniden test edilmiş ve %41 indeks çalışmanın iddiaları ya yanlış ya da ciddi biçimde abartılı bulunmuştur (Terzi, 2013). Bu bize sonuçları kabul görmüş çalışmaların üçte birinin güvenilirliğinin olmadığını göstermektedir (Terzi, 2010).
2. Gelir olarak endüstri reklamları
Etki faktörü hakkında böyle haklı tartışmalar olsa da etki faktörü yüksek olan dergiler daha kaliteli olduğu kabul edilerek daha çok hekim tarafından okunmaktadır. Bu da dergileri tıbbi-ilaç endüstrisinin reklamları için tüketilebilir bir alana dönüştürmüştür. Bu nedenle dergiler endüstri ile arasını iyi tutmalıdır. BMJ bir sayısını eleştirel bir tarzda hekim endüstri ilişkilerine ayırmasından sonra dergi ilaç endüstrisi tarafından 750 bin İngiliz Sterlini kadar reklam gelirini kaybetmekle tehdit edilmiştir (Terzi, 2010). 1992'de Annals of Internal Medicine, önde gelen 10 tıp dergisinde ilaç reklamlarının bilimsel doğruluğunu eleştirel bir şekilde inceleyen bir makale yayınlamıştır (Wilkes, 1992). Yapılan değerlendirme sonrasında her üç reklamdan birinin (%28) kesinlikle yayınlanmaması gerektiği ve her üç reklamdan birinin (%34) ise büyük değişiklikler sonrasında yayınlanabileceği belirtilmiştir. Reklamları inceleyen hakemler neredeyse her iki reklamdan birinin (%44), bir hekimin ilaç hakkında reklamda yer alan bilgiler dışında başka bir bilgiye sahip olmaması durumunda, reklamın uygunsuz reçete yazmaya yol açacağını belirtmişlerdir. Bu makalenin yayınlanmasından sonra, derginin ilaç reklamlarında belirgin bir düşüş olmuş ve dergi tahminen 1-1,5 milyon dolarlık reklam geliri kaybetmiştir (Lexchin ve Light, 2006).
2007 yılında ABD özelinde yapılan bir çalışmaya göre ise endüstri akademik tıp dergi reklamları için 10 yıllık periyodda toplam 5,2 milyar dolar harcamıştır (Donohue ve ark., 2007). 2010 yılında yapılan bir başka çalışmada dergi gelirlerinin %16 ile %53’ünün reklam gelirlerinden geldiği belirtilmiştir (Lundh ve ark., 2010). Dergilerin daha çok elektronik ortama geçmesi ile beraber reklam için ödenen ücretler anlamlı ölçüde azalsa da halen önemli bir düzeydedir. ABD’de tıp dergileri için ödenen reklam ücretleri 1997'de 744 milyon dolar iken 2016'da 119 milyon dolara gerilemiştir (Schwartz ve Woloshin, 2019).
3. Gelir olarak ayrı basımlar
Akademik dergilerin en önemli gelir kaynaklarından bir diğeri ayrı basımlardır (reprint). Büyük bir dergide yayınlanan büyük bir araştırma, derginin onay damgasına sahiptir ve bir ilaç şirketi için, saygın bir dergide yayınlanan olumlu sonuçlanmış bir araştırma binlerce sayfa reklama bedeldir. Bu çalışma dünya çapında dağıtılacaktır ve özellikle hem dergiden hem de denemeye sponsor olan ilaç şirketinin diğer finansal ilişkileri yoluyla basın bültenlerinin konusu olacak ve hekimlere ‘ücretsiz’ şekilde ulaştırılacaktır. Bu nedenle endüstri, dünya çapında dağıtım için çalışmanın ayrı basımlarına bazen bir milyon dolardan fazla harcama yapabilir (Terzi, 2010). BMJ’nin 13 yıl editörlüğünü yapan Richard Smith tek bir araştırmanın bir dergi için ayrı basım satışlarından gelecek gelirin yaklaşık %70'lik büyük bir kâr marjı sağlayabileceğini belirtmiştir (Smith, 2003; 2005). 2007 yılı verilerine göre saygın olarak kabul edilen bazı dergilerin gelirlerinin yarısından biraz daha azı ayrı basımlardan gelmektedir (BMJ’nin gelirinin %3’ü, JAMA’nın gelirinin %12’si ve The Lancet’in gelirinin %41’i) (Lundh ve ark., 2010).
Yedi saygın dergide (Lancet, Lancet Neurology, Lancet Oncology, BMJ, Gut, Heart ve Journal of Neurology, Neurosurgery&Psychiatry) yayınlanan çalışmaları ve bu yayınların kontrol gruplarını inceleyen bir başka araştırmaya göre ise ilaç endüstrisi tarafından sağlanan finansman, yüksek sayıda ayrı basım siparişi ile ilişkilidir. Yüksek ayrı basım siparişleri olan yayınların, kontrol grubuna kıyasla ilaç endüstrisi tarafından finanse edilme olasılığı daha yüksektir (olasılık oranı 8,6, %95 güven aralığı: 5,0 ila 14,6 arası). (Handel ve ark., 2012).
Çok yakın zamanlı başka bir araştırmada 159 dergide yayınlanan 128 bin makaleden oluşan bir veri seti kullanılarak ticari yayıncılık uygulamaları ve rapor edilen yazar çıkar çatışmaları arasındaki ilişkiler değerlendirilmiştir (Graham ve ark., 2020). Bu çalışma ayrı basım ücretlerini kabul eden dergilerin, ilaç endüstrisinden fon alan yazarlar tarafından yazılmış makaleleri içerme olasılığının neredeyse üç kat daha fazla olduğunu göstermiştir.
Bu nedenlerle NEJM’in web sitesinin ayrı basım bölümünde ‘’NEJM’den alınan ayrı basımlar tıpta önemli atılımları iletmenin etkili bir yoludur’’ (NEJM, 2022), BMJ’in web sitesinin ayrı basım bölümünde ‘’BMJ Grubun ayrı basım hizmeti aracılığıyla okuyuculara kolayca ulaşın’’ (BMJ, 2022) ve Dove Medical Press’in ayrı basım bölümünde ‘’Dove Medical Press tanıtım faaliyetlerinizi desteklemek için son derece alakalı bilimsel makaleler sağlamayı taahhüt eder.’’ yazmaktadır (Dove Medical Press, 2022).
4. Gelir olarak açık erişim
Daha önceleri kamu ve üniversiteler, yayımlanacak çalışmaları üretmekte; kâr amacı gütmeyen yayıncılar bilginin dağıtımını organize etmekte; kamu ve üniversite kütüphaneleri, toplum yararına eğitimin devamı için bir sübvansiyon olarak yayınlanmış eserleri belirli bir cüzi fiyata satın almakta; ve son olarak da kamu ve üniversite bu yayımlanmış çalışmalarını daha fazla araştırma ve öğretim için temel olarak kullanmaktaydı. Bu kâr amacı olmayan dergilerin tam bağımsız olmasını sağlamasa da dergileri piyasa koşullarına da bırakmıyordu. Öte yandan kamu, araştırma üretiminin tüm aşamalarını finanse etmekte, ancak daha sonra araştırma sonuçlarına erişmek için tekrar ödeme yapmak zorunda kalmaktaydı. Her ne kadar bu durum tartışmalara sebep olsa da araya para açısından rekabetçi bir sistem girmediği ve kamunun endüstri gibi bilimsel sonuçlara belirgin müdahalesi bulunmadığı için bu döngü birçokları açısından kabul edilebilir bir yöntemdi.
Sonrasında ise şirketler ile formal veya informal bağları olan bilim insanları ve üniversiteler tarafından üretilen çalışmalar, şirketler tarafından binlerce ayrı basım alınacağı bilindiğinden, kâr amacı güden ‘’saygın’’ dergiler tarafından kabul edilip oligopolleşen yayınevleri tarafından basılmaya ve böylece şirketler için ‘’kanıta dayalı tıp’’ oluşturulmaya başlandı. Bir zamanlar tamamen olmasa da açıkça kamunun ve toplumun yararlarını gözeten araştırma sistemi giderek yozlaştı (Relman, 2002; Terzi, 2010). Böyle olunca dergilerin topluma karşı sorumlulukları ve kamudan aldıkları abonelik ve benzeri ücretler dergiler için önemsiz bir hal aldı. Bunun sonucunda bilim insanlarının ve kamu kuruluşlarının dergilere erişimi için fahiş üyelik ücretleri istenmeye başlandı. Örneğin AB’ye üye ülkelerdeki kamu kurumlarının süreli yayınlar, veri tabanları ve e-kitap abonelikleri için 2015 yılında yaklaşık 420 milyon Euro ödediği tahmin edilmektedir ve bu hesaplamanın kurumların yaptığı en pahalı üç sözleşme üzerinden yapıldığı düşünüldüğünde gerçek rakamın çok daha yüksek olduğu düşünülmektedir (Morais ve ark., 2018). Aynı yıl çıkan bir başka araştırmaya göre ise açık erişim (open access) yayıncılık sistemine geçişin yalnızca süreli yayınlar için %45'e varan tasarruflarla sonuçlanabileceği tahmin edilmiştir (Schimmer ve ark., 2015). Bu tasarruf rakamları ülkelerin açık erişim dergilerin sübvanse edilmesi yolunu açmasına sebep olmuştur. 2018 yılında on iki Avrupa ülkesinden ulusal araştırma ajansları ve fon sağlayıcılarından oluşan bir konsorsiyum olan "cOAlition-S" tarafından açık erişim bilim yayıncılığı için ‘’Plan S’’ isimli bir girişim başlatılmıştır (Science Europe, 2018). Bu plan kapsamında kamu fonları ile desteklenen tüm araştırmaların açık erişimli akademik dergilerde yayınlanması şartı getirilmiştir. Bunun sonucunda 2020 yılında, örneğin Norveç’te yapılan araştırmalarının %70'inden fazlası açık erişimli dergilerde yayınlanmıştır (Karlstrøm ve Røeggen, 2021).
Öte yandan makalenin ücretinin makalenin yazarlarından istenir hal almasının endüstrinin çalışmalardan elini çekmesine sebep olacağını ve hatta bilimi demokratikleştireceğini ileri sürenler olmuştur (Hagve, 2020). Ancak unutulmamalıdır ki bu yöntemle yayın endüstrisi hammaddesini aldığı kişilere bu malzemelerin kalite kontrolünü yaptırmakta (akran değerlendirmesi) ve daha sonra da aynı malzemeleri yine bu kişilere çok şişirilmiş bir fiyatla yayınlatabilmeleri için geri satmaktadır (Şekil 5).
Yayıncı tarafından, dergi makalelerinin ortalama ilk kopya maliyetlerinin, ret oranlarına bağlı olarak sayfa başına 20 ila 40 dolar arasında değiştiği tahmin edilmektedir (Larivière ve ark., 2015). Bu fiyatlar açık erişim yayın ücretleri olarak istenen 5 bin dolara kadar varan yüksek ücretleri açıklayamamaktadır. Bu ücretleri özellikle orta ve düşük gelirli ülkelerdeki çoğu bilim insanı karşılayamamaktadır. Bir açık erişim makalesi bu ülkelerde yaşayan bilim insanlarının aylık maaşlarının 5-6 katına ve kamudan aldıkları desteklerin bazen 6 ay veya 1 yıllık tutarına eşit olmaktadır. Bu nedenle açık erişimin bilimsel yayıncılığı demokratikleştireceği söylemi asılsızdır. Bu yöntem hem bir başka yayın yancılığının hem de dergilerin kâr elde etmeleri için tamamen yeni bir yolunun önünü açmıştır.
Açık erişim yayıncılığın bir başka sorunlu alanı ise bilimsel anlamdan yoksun, bariz hata ve eksiklikler içeren birçok yayının basılmasının önünü açmasıdır. 2013’de bir araştırmacı bariz metodolojik hata ve bilimsel eksiklikler içeren sahte bir makale üretip bu çalışmayı 300'den fazla açık erişimli dergiye gönderdiğinde bu dergilerin 150'den fazlası, neredeyse hiçbir kontrol veya akran incelemesi yapmadan makaleyi yayınlamak üzere kabul etmiştir (Bohannon, 2013).
BİLİMSEL YAYINCILIKTA EDİTÖRÜN ROLÜ
Dergi editörleri bilimsel söylemde çok önemli bir rol oynamaktadır. Yeni bir makalenin akran değerlendirmesine gidip gitmeyeceğine ve gideceklerin inceleme için kime gideceğine, akran değerlendirmesi sonrasında incelenen çalışmalar için, tüm yorumlar ile birlikte kendi yorumunu harmanlamakta ve hangi makalelerin yayınlanacağına karar vermektedir. Bu bakımdan dergi editörleri makale seçimi, makale içeriği ve hangi makalelerin başyazıları olduğu dahil olmak üzere muazzam bir güce sahiptir. Karar süreçlerin ana sorumlularından biri olmaları nedeniyle editörler hem yazarlara hem de topluma karşı sorumludurlar (Terzi, 2013).
Ancak yazar çıkar çatışması ile karşılaştırıldığında, editöryal çıkar çatışmasının daha az oranda şeffaf olduğu bilinmektedir. Birçok bağımsız toplumcu bilim insanının editöryal çıkar çatışmaları politikalarına ilişkin tavsiyelerine rağmen, dergilerin yalnızca üçte biri editöryal çıkar çatışmaları politikasına sahiptir ve ABD’de her iki prestijli dergiden birinin (%50,9’u) editörü endüstriden hem genel ödeme hem de araştırma ödemesi almaktadır (Liu ve ark., 2017). Öte yandan yeni yayınlanan bir çalışmada NEJM ve JAMA’da yayınlanan çalışmalarda yazarların %80’den fazlasının endüstriden ödeme almış olmasına rağmen bunu açıklamadıklarının saptanması göz önüne alındığında editörlerin endüstri ile çıkar ilişkilerinin daha fazla olduğu kabul edilebilir (Baraldi ve ark., 2022). Pandemi döneminde yaşanan birkaç olay da bunu desteklemektedir (Editors of The Lancet, 2021).[29]
Diğer yandan editöryal çıkar ilişkisine toplum yararı tarafından bakan editörler de olduğunu belirtmek gerekmektedir (Terzi, 2013). Lancet dergisinin editörü Richard Horton, Mart 2004'te dergiler ilaç endüstrisi için bilgi aklama operasyonlarına dönüştü diye yazmıştır (Horton, 2004). Aynı yıl, NEJM'in editörü Marcia Angell, endüstrinin bir pazarlama makinesi olduğunu ve yolunda durabilecek her kurumla işbirliği yaptığını belirtmiştir (Smith, 2005). NEJM’in eski editörlerinden Jerry Kassirer endüstrinin birçok doktorun ahlaki pusulasını saptırdığını savunmuştur (Kassirer, 2005).Bir başka NEJM eski editörü olan Arnold Relman tıp araştırmalarının ticari boyutuyla hasta hekim arasındaki özel ilişkinin her yandan paranın saldırısına uğradığını belirtmiştir (Relman, 2002). Aynı dönemlerde PLoS Medicine editörleri, dergiler ve ilaç endüstrisi arasındaki bağımlı ilişki döngüsünün bir parçası olmayacaklarını açıklamışlardır (The PLoS Medicine Editors, 2004). BMJ’nin uzun süre editörlüğünü yapan Richard Smith ise dergilerin, ürünlerini destekleyen araştırmalar yayınlamada endüstrinin pazarlama kolunun bir uzantısı olmasını nasıl önleyebileceğini sormuştur (Smith, 2005).
20 yıldır NEJM’in editöryal bölümünde çeşitli görevler almış Dr. Marcia Angell, JAMA dergisinde çıkmış olan Endüstri Destekli Klinik Araştırma Kırık Bir Sistem adlı derlemesinde son yirmi yılda, endüstrinin kendi ürünlerinin değerlendirilmesi üzerinde benzeri görülmemiş bir kontrol kazandığını belirtmiş ve yazısının bir bölümünde yayımlanan klinik araştırmaların genellikle önyargılı olduğunu ve genellikle bu çalışmaların kaçınılmaz olarak uygun hale getirilerek planlandığını belirtmiştir (Angell, 2008). Örneğin, karşılaştırıcı ilaçların ya çok düşük bir dozda uygulandığını veya hiçbir ilaç uygulanmadan karşılaştırma yapıldığını belirterek aslında bir yanlılık oluşturulduğunu ve bu yazıların ‘’saygın’’ dergilerde yayınlanarak yazıya ve içeriğine karşı gelebilmenin engellendiğini iletmiştir.
Peki bu çarpıtma stratejilerinin olduğu bu yayınlara güvenebilir miyiz? Yukarıda alıntı yaptığım Angell 2008’deki yazısında sorduğum soruya şu cevabı vermiştir: Geçerli bilgi için hekimler tıbbi literatüre güvenemez (Terzi, 2010). Yazısından aynen alıntılıyorum;
Resme tamamen bakıldığında, yanlılığın sadece birkaç izole örneğin meselesi olduğu sonucuna varmak naiflik olurdu. Yanlılık artık tüm sisteme nüfuz etmiştir. Doktorlar artık geçerli ve güvenilir bilgi için tıbbi literatüre güvenemezler. Bu, New England Journal of Medicine'ın editörü olarak 20 yılın sonunda isteksizce ulaştığım bir sonuçtur. Klinisyenler artık reçete ettikleri ilaçların gerçekte ne kadar güvenli ve etkili olduğunu bilmiyorlar, ancak bu ürünler muhtemelen yayınlanan literatürün gösterdiği kadar iyi değillerdir (Angell, 2008: 1070-1071).
Angell 2005 yılında editör Jerome P. Kassirer’in görevden alınması sonrasında editör olmuştu. Kassirer 2001 yılında NEJM için editöryal makale yazarlarının firmalar ile herhangi bir finansal bağı olmaması kuralını getirmişti. Bunun sonucunda editöryal makalelerin sayısı neredeyse yarıya düşmüştü (Terzi, 2013). Çünkü NEJM’de editöryal yazı yazan yazarların neredeyse yarısı endüstriden sponsorluk alıyorlardı. Editöryal yazıların azalmasını endüstri sponsorluğunda yapılmış klinik çalışmaların azalması ve endüstrinin reklamlarında azalma izlemişti. Çünkü böyle ‘’saygın’’ dergilerde yayınlanan çalışmaların çoğunluğunu ‘’saygın’’ endüstri sponsorlu çalışmalar oluşturmaktaydı. Örneğin 2006 yılında yapılan bir çalışmaya göre BMJ, NEJM, JAMA, Lancet gibi etki faktörü yüksek olan 10 dergide yayınlanan her üç çalışmadan ikisi endüstri sponsorluğunda yapılmış çalışmalardı (Egger ve ark. 2001). Yazısını yayınlatamayan endüstri reklam desteğini de kesmişti. Hem reklam gelirlerinin azalması hem de bu çalışmaların ayrı basımlarının endüstriye satılması ile elde edilen gelirin kaybolması nedeniyle NEJM kâr kaybetmeye başlamıştı. Dr. Kassirer tarafından yazılıp 2005 yılında yayınlanan Tıbbın Büyük İşletmelerle Suç Ortaklığı Sağlığınızı Nasıl Tehlikeye Atabilir? adlı kitabın giriş bölümündeki ‘’…ilaç endüstrisi pek çok hekimin ahlaki değerini saptırmıştır…’’ cümlesi bardağı taşma noktasında getirmişti (Kassirer, 2005). Bardak ise NEJM’in ticari açılım yapması sonrasında taşmıştı. NEJM’in sahibi olan Massachusetts Medical Society derginin adını daha fazla kazanç sağlayacağı yeni alanlarda kullanmak isteyince editör Kassirer buna karşı çıkmış ve işinden olmuştu. Editörlükten alınmasının tek sebebi tamamen ticariydi (Terzi, 2013). Yerini ise çok güvendiği Angell’e bırakmıştı. Aslında Angell’in de görüşü aynıydı. Ticarileşen her şeyin sonunda piyasa değerleri tarafından yönetileceğini o da biliyordu. Yaptığı birçok itiraz sonrasında kendisi de bir yıl sonra editörlükten alınmıştı (Terzi, 2010).
SONUÇ
Bilimsel tıbbi yayıncılığın ipleri sermayenin elindedir. Tıbbi-ilaç endüstrisi bilimsel literatüre nelerin dahil olacağını, nelerin dışarıda tutulacağını, bunu kimlerin yapacağını, dahil olacakların nasıl dahil olacağını, hatta bu literatüre erişimi kontrol etmektedir. Bu eylem, aslen bilimi kontrol etmek amacını içermektedir. Her ne kadar bu konuda bilim insanları suçlansa da bunun amacı asıl sorumlu olan bilimin piyasa koşulları tarafından belirlenmesi tartışmasının arka plana atılma isteğidir. Asıl sorumlu bireysel kirlilik sorunu olarak bireyler düzeyine indirilmeye çalışılsa da belirleyici olan ana faktör hem bilimsel söylemin hem de bilimsel söylemin yayılması eyleminin sermaye tarafından ele geçirilmiş olmasıdır.
Hekimler geçerli ve güvenilir bilgi için mevcut akademik literatüre güvenemezler. Bu nedenle bilimsel yayıncılık sistemin üreticileri, okuyucuları ve kullanıcıları olarak yapabileceğimiz şeyler, gerçeklerin farkında olmak ve okuduğumuz yayınevlerine, dergilere ve akademik makalelere organize bir şüphecilikle yaklaşmaktır. Editörler ve akran değerlendirmesi yapan bilim insanları, araştırmaların raporlanması ve olumsuz sonuçların da yayınlanması, istatistik ve yöntemlerin doğru kullanımı ve kaynak verilere ücretsiz erişim için gereklilikleri standartlaştırmaya çalışmalıdır.
Ancak sistemin tümüne olmayan müdahaleler yetersiz kalacaktır. Sadece bireysel pansuman müdahaleler ile tıbbi-ilaç endüstrisinin bilime ve bilimsel yayıncılığa etkisini sonlandırabileceğimizi / sınırlandırabileceğimizi sanmak sadece saflık değil aynı zamanda kötü niyettir. Diğer bütün toplumsal sorunlara olduğu gibi bu soruna da kapitalist sistemde kalarak çözüm üretilemeyeceği bilimsel bir gerçektir. Çözüm bilimin ve bilimsel üretimin, toplumunun tümüne ait ve yararlı olması ve de toplumsal kaynaklardan finanse edilmesi ile sağlanabilir ve bu çoktan gününü doldurmuş mevcut üretim tarzında değil toplumsal ilişkilerin bütünüyle değiştirilmesinde yatmaktadır. Bunun için de bilim emekçilerinin bilimin egemen sınıfın elinin altından çekilip alınması, sınıfsız şekilde üretilip dağıtılmaya başlanması ve sınıf yararına uygulanmaya başlanması gerçeği çevresinde örgütlenmesi ilk şarttır.
KAYNAKLAR
Achenbach, J. (2018). NIH halts $100 million study of moderate drinking that is funded by alcohol industry. Erişim tarihi: 11.04.2022 https://www.washingtonpost.com/news/to-your-health/wp/2018/05/17/nih-halts-controversial-study-of-moderate-drinking/
Ahn, R., Woodbridge, A., Abraham, A., Saba, S., Korenstein, D., Madden, E., Boscardin, W. J., & Keyhani, S. (2017). Financial ties of principal investigators and randomized controlled trial outcomes: cross sectional study. BMJ (Clinical Research ed.), 356, i6770. https://doi.org/10.1136/bmj.i6770
Angell, M. (2008). Industry-sponsored clinical research: a broken system. JAMA, 300(9), 1069–1071. https://doi.org/10.1001/jama.300.9.1069
Arslan, H. (1991). Epistemik Cemaat Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi. Doktora tezi. Erişim tarihi: 10.04.2022. http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/19854.pdf
Baker, M. (2016). 1,500 scientists lift the lid on reproducibility. Nature, 533(7604), 452–454. https://doi.org/10.1038/533452a
Baraldi, J. H., Picozzo, S. A., Arnold, J. C., Volarich, K., Gionfriddo, M. R., & Piper, B. J. (2022). A cross-sectional examination of conflict-of-interest disclosures of physician-authors publishing in high-impact US medical journals. BMJ Open, 12(4), e057598. https://doi.org/10.1136/bmjopen-2021-057598
Bermúdez, M.D. ve Jover, J.N. (2021). COVID-19’la Mücadelede Devlet Yönetimi ve Küba Bilimi. Madde, Diyalektik ve Toplum, 4(1). 7-16.
Bohannon, J. (2013). Who's afraid of peer review? Science (New York, N.Y.), 342(6154), 60–65. https://doi.org/10.1126/science.2013.342.6154.342_60
Brophy, J. M. (2020). US purchases world stocks of remdesivir: why the rest of the world should be glad to be at the back of the queue. BMJ (Clinical Research ed.), 370, m2797. https://doi.org/10.1136/bmj.m2797
Buranyi, S. (2017). Is the staggeringly profitable business of scientific publishing bad for science? Erişim tarihi: 12.04.2022 https://www.theguardian.com/science/2017/jun/27/profitable-business-scientific-publishing-bad-for-science
Catalá-López, F., Aleixandre-Benavent, R., Caulley, L., Hutton, B., Tabarés-Seisdedos, R., Moher, D., & Alonso-Arroyo, A. (2020). Global mapping of randomised trials related articles published in high-impact-factor medical journals: a cross-sectional analysis. Trials, 21(1), 34. https://doi.org/10.1186/s13063-019-3944-9
Compton, K. (2022). Big Pharma and Medical Device Manufacturers. Erişim tarihi: 12.04.2022 https://www.drugwatch.com/manufacturers/
Conen, D., Torres, J., & Ridker, P. M. (2008). Differential citation rates of major cardiovascular clinical trials according to source of funding: a survey from 2000 to 2005. Circulation, 118(13), 1321–1327. https://doi.org/10.1161/CIRCULATIONAHA.108.794016
Çıtak, N. (2021). Pandeminin Bir Yıllık Değerlendirmesi; “Bilim Yeterli Değildir!’’ Madde, Diyalektik ve Toplum, 4(1); 3-6.
Department of Justice. (2012). GlaxoSmithKline to plead guilty and pay $3 billion to resolve fraud allegations and failure to report safety data. Erişim tarihi: 12.04.2022 https://www.justice.gov/opa/pr/glaxosmithkline-plead-guilty-and-pay-3-billion-resolve-fraud-allegations-and-failure-report
Donohue, J. M., Cevasco, M., & Rosenthal, M. B. (2007). A decade of direct-to-consumer advertising of prescription drugs. The New England Journal of Medicine, 357(7), 673–681. https://doi.org/10.1056/NEJMsa070502
Doshi, P., Jefferson, T., & Del Mar, C. (2012). The imperative to share clinical study reports: recommendations from the Tamiflu experience. PLoS Medicine, 9(4), e1001201. https://doi.org/10.1371/journal.pmed.1001201
Dove Medical Press. (2022). Bulk reprints for the pharmaceutical industry. Erişim tarihi: 14.04.2022 https://www.dovepress.com/bulk_reprints.php
Duma, N., Vera Aguilera, J., Paludo, J., Haddox, C. L., Gonzalez Velez, M., Wang, Y., Leventakos, K., Hubbard, J. M., Mansfield, A. S., Go, R. S., & Adjei, A. A. (2018). Representation of Minorities and Women in Oncology Clinical Trials: Review of the Past 14 Years. Journal of Oncology Practice, 14(1), e1–e10. https://doi.org/10.1200/JOP.2017.025288
Editors of The Lancet. (2021). Addendum: competing interests and the origins of SARS-CoV-2. Lancet, 397(10293), 2449-2450.
Egger, M., Bartlett, C., & Jüni, P. (2001). Are randomised controlled trials in the BMJ different?. BMJ (Clinical Research ed.), 323(7323), 1253–1254.
Ehrhardt, S., Appel, L. J., & Meinert, C. L. (2015). Trends in National Institutes of Health Funding for Clinical Trials Registered in ClinicalTrials.gov. JAMA, 314(23), 2566–2567. https://doi.org/10.1001/jama.2015.12206
Etzkowitz, H. (2003). Research groups as ‘quasi-firms’: the invention of the entrepreneurial university. Research Policy, 32(1), 109-121.
Every-Palmer, S., & Howick, J. (2014). How evidence-based medicine is failing due to biased trials and selective publication. Journal of Evaluation in Clinical Practice, 20(6), 908–914. https://doi.org/10.1111/jep.12147
Flacco, M. E., Manzoli, L., Boccia, S., Capasso, L., Aleksovska, K., Rosso, A., Scaioli, G., De Vito, C., Siliquini, R., Villari, P., & Ioannidis, J. P. (2015). Head-to-head randomized trials are mostly industry sponsored and almost always favor the industry sponsor. Journal of Clinical Epidemiology, 68(7), 811–820. https://doi.org/10.1016/j.jclinepi.2014.12.016
Habibzadeh, F. (2022). Disparity in the selection of patients in clinical trials. Lancet (London, England), 399(10329), 1048. https://doi.org/10.1016/S0140-6736(22)00176-3
Handel, A.E., Patel, S. V., Pakpoor, J., Ebers, G. C., Goldacre, B., & Ramagopalan, S. V. (2012). High reprint orders in medical journals and pharmaceutical industry funding: case-control study. BMJ (Clinical Research ed.), 344, e4212. https://doi.org/10.1136/bmj.e4212
Hagve, M. (2020). The money behind academic publishing. Erişim tarihi: 12.04.2022 https://tidsskriftet.no/en/2020/08/kronikk/money-behind-academic-publishing
Horton, R. (2004). The dawn of McScience. New York Rev Books 51(4): 7–9.
House of Commons Health Committee. (2005). The Influence of the Pharmaceutical Industry Fourth Report of Session 2004–05. Erişim tarihi: 12.04.2022 https://publications.parliament.uk/pa/cm200405/cmselect/cmhealth/42/42.pdf
Ioannidis, J.P. (2005). Contradicted and initially stronger effects in highly cited clinical research. JAMA, 294(2), 218–228. https://doi.org/10.1001/jama.294.2.218
Jack, A. (2014). Tamiflu: "a nice little earner". BMJ (Clinical Research ed.), 348, g2524. https://doi.org/10.1136/bmj.g2524
Jefferson, T., Di Pietrantonj, C., Debalini, M. G., Rivetti, A., & Demicheli, V. (2009). Relation of study quality, concordance, take home message, funding, and impact in studies of influenza vaccines: systematic review. BMJ (Clinical Research ed.), 338, b354. https://doi.org/10.1136/bmj.b354
Graham, S. S., Majdik, Z. P., Clark, D., Kessler, M. M., & Hooker, T. B. (2020). Relationships among commercial practices and author conflicts of interest in biomedical publishing. PloS One, 15(7), e0236166. https://doi.org/10.1371/journal.pone.0236166
Karlstrøm, N., Røeggen, LWOV. (2021). Åpenhetens Pris. Erişim tarihi: 14.04.2022 https://khrono.no/apenhetens-pris/588481
Kasenda, B., von Elm, E., You, J., Blümle, A., Tomonaga, Y., Saccilotto, R., Amstutz, A., Bengough, T., Meerpohl, J. J., Stegert, M., Tikkinen, K. A., Neumann, I., Carrasco-Labra, A., Faulhaber, M., Mulla, S. M., Mertz, D., Akl, E. A., Bassler, D., Busse, J. W., Ferreira-González, I., Briel, M. (2014). Prevalence, characteristics, and publication of discontinued randomized trials. JAMA, 311(10), 1045–1051. https://doi.org/10.1001/jama.2014.1361
Kassirer, J.P. (2005). On the take: How medicine's complicity with big business can endanger your health. New York: Oxford University Press.
Kulkarni, A. V., Busse, J. W., & Shams, I. (2007). Characteristics associated with citation rate of the medical literature. PloS One, 2(5), e403. https://doi.org/10.1371/journal.pone.0000403
Larivière, V., Haustein, S., & Mongeon, P. (2015). The Oligopoly of Academic Publishers in the Digital Era. PloS One, 10(6), e0127502. https://doi.org/10.1371/journal.pone.0127502
Lexchin, J., Bero, L. A., Djulbegovic, B., & Clark, O. (2003). Pharmaceutical industry sponsorship and research outcome and quality: systematic review. BMJ (Clinical Research ed.), 326(7400), 1167–1170. https://doi.org/10.1136/bmj.326.7400.1167
Lexchin, J., & Light, D. W. (2006). Commercial influence and the content of medical journals. BMJ (Clinical Research ed.), 332(7555), 1444–1447. https://doi.org/10.1136/bmj.332.7555.1444
Liu, J.J., Bell, C. M., Matelski, J. J., Detsky, A. S., & Cram, P. (2017). Payments by US pharmaceutical and medical device manufacturers to US medical journal editors: retrospective observational study. BMJ (Clinical Research ed.), 359, j4619. https://doi.org/10.1136/bmj.j4619
Lundh, A., Krogsbøll, L. T., & Gøtzsche, P. C. (2012). Sponsors' participation in conduct and reporting of industry trials: a descriptive study. Trials, 13, 146. https://doi.org/10.1186/1745-6215-13-146
Lundh, A., Barbateskovic, M., Hróbjartsson, A., & Gøtzsche, P. C. (2010). Conflicts of interest at medical journals: the influence of industry-supported randomised trials on journal impact factors and revenue - cohort study. PLoS Medicine, 7(10), e1000354. https://doi.org/10.1371/journal.pmed.1000354
Marx, K. (2017a). Kapital. Ekonomi Politiğin Eleştirisi III.Cilt. Bir bütün olarak kapitalist üretim süreci, 1.Baskı, (M. Selik ve E. Özalp, Çev.). İstanbul: Yordam Kitap.
Marx, K. (2017b). Kapital. Ekonomi Politiğin Eleştiris. I.Cilt. Sermayenin Üretim Süreci, 1.Baskı, (M. Selik ve E. Özalp, Çev.). İstanbul: Yordam Kitap
Martinson, B. C., Anderson, M. S., & de Vries, R. (2005). Scientists behaving badly. Nature, 435(7043), 737–738. https://doi.org/10.1038/435737a
Merton, R. K. (1938). Science and the social order. Philosophy of Science, 5(3), 321-337.
Merton, R. K. (1942). Science and democratic social structure. R.K. Merton (Ed.), Social theory and social structure, New York: Glencoe. Sayfa aralığı: 550-61.
Merton R.K. (1972). The Normative Structure of Science. N.W. Storer (Ed.), The Sociology of Science/Theoretical and Empirical Investigations. Chicago and London, University of Chicago Press. Sayfa aralığı: 323-331
Morais, R., Bauer, J., Borrell-Damián L. (2018). EUA Big Deals Survey Report - The First Mapping of Major Scientific Publishing Contracts in Europe. Erişim tarihi: 14.04.2022 https://eua.eu/resources/publications/321:eua-big-deals-survey-report-the-first-mapping-of-major-scientific-publishing-contracts-in-europe.html
Nalçacı, E. (2017). Bilim tarihinin neresindeyiz? E. Nalçacı (Ed.), Tarihselci yöntem ve bilim tarihi. İstanbul: Yazılama Yayınevi. Sayfa:11-39
Nissen, S. E. (2010). Setting the RECORD Straight. JAMA, 303(12), 1194–1195. https://doi.org/10.1001/jama.2010.333
Okuyan, K. (2020). Siyaset alanı ile bilim arasındaki ilişki üzerine: Sosyalist iktidarın bilim arayışı. Madde, Diyalektik ve Toplum, 3(1), 3-6.
Rasmussen, K., Bero, L., Redberg, R., Gøtzsche, P. C., & Lundh, A. (2018). Collaboration between academics and industry in clinical trials: cross sectional study of publications and survey of lead academic authors. BMJ (Clinical Research ed.), 363, k3654. https://doi.org/10.1136/bmj.k3654
Relman, A.S. (2002) Sponsorship, authorship, and accountability. N Engl J Med.;346(4):290-2.
Restakis, R. (2014). Sosyal Bilgi Ekonomisinin Sosyo-Ekonomik Etkileri. [Las implicaciones socio-económicas de una Economía Social del Conocimiento.] Erişim adresi:https://book.floksociety.org/ec/3-1-institucionalidad-sociedad-del-conocimiento-economia-social-y-partner-state/
Roehr, B. (2012). GlaxoSmithKline is fined record $3bn in US. BMJ (Clinical Research ed.), 345, e4568. https://doi.org/10.1136/bmj.e4568
Rothenstein, J. M., Tomlinson, G., Tannock, I. F., & Detsky, A. S. (2011). Company stock prices before and after public announcements related to oncology drugs. Journal of the National Cancer Institute, 103(20), 1507–1512. https://doi.org/10.1093/jnci/djr338
Sábato, J., Botana, N. (1970). La ciencia y la tecnología en el desarrollo de América Latina. Erişim tarihi: 10.04.2022 https://repositorio.esocite.la/346/1/Sabato-Botana1970-LaCienciaYLaTecnologiaEnElDesarrollodeAL.pdf
Sanfilippo, F., Tigano, S., Morgana, A., Murabito, P., & Astuto, M. (2021). Self-citation policies and journal self-citation rate among Critical Care Medicine journals. Journal of Intensive Care, 9(1), 15. https://doi.org/10.1186/s40560-021-00530-2
Science Europe. (2018). Open Access. Erişim tarihi: 14.04.2022 https://www.scienceeurope.org/our-priorities/open-access
Schimmer, R., Geschuhn, K.K., & Vogler, A. (2015). Disrupting the subscription journals’ business model for the necessary large-scale transformation to open access. doi:10.17617/1.3 Erişim tarihi: 14.04.2022 https://pure.mpg.de/pubman/faces/ViewItemOverviewPage.jsp?itemId=item_2148961
Schwartz, L. M., & Woloshin, S. (2019). Medical Marketing in the United States, 1997-2016. JAMA, 321(1), 80–96. https://doi.org/10.1001/jama.2018.19320
Smith, R. (2003). Medical journals and pharmaceutical companies: uneasy bedfellows. BMJ (Clinical Research ed.), 326(7400), 1202–1205. https://doi.org/10.1136/bmj.326.7400.1202
Smith, R. (2005). Medical journals are an extension of the marketing arm of pharmaceutical companies. PLoS Medicine, 2(5), e138. https://doi.org/10.1371/journal.pmed.0020138
Smith, R. (2006). Commentary: the power of the unrelenting impact factor--is it a force for good or harm?. International Journal of Epidemiology, 35(5), 1129–1130. https://doi.org/10.1093/ije/dyl191
Smith, R. (2019). The New England Journal of Medicine, open access, Plan S, and undeclared conflicts of interest. Erişim tarihi: 13.04.2022 https://richardswsmith.wordpress.com/the-new-england-journal-of-medicine-open-access-plan-s-and-undeclared-conflicts-of-interest/
Song, F., Parekh, S., Hooper, L., Loke, Y. K., Ryder, J., Sutton, A. J., Hing, C., Kwok, C. S., Pang, C., & Harvey, I. (2010). Dissemination and publication of research findings: an updated review of related biases. Health Technology Assessment (Winchester, England), 14(8), iii–193. https://doi.org/10.3310/hta14080
Sovacool, B.K. (2005). Using criminalization and due process to reduce scientific misconduct. The American Journal of Bioethics: AJOB, 5(5), W1–W7. https://doi.org/10.1080/15265160500313242
Strong, R. (2022). The Anatomy of Big Pharma’s Political Reach. Erişim tarihi: 12.04.2022. https://brownstone.org/articles/the-anatomy-of-big-pharmas-political-reach/
Terzi, C. (2010). Hekimler geçerli ve güvenilir bilgi için tıbbi literatüre güvenemezler. Toplum ve Hekim, 25(5); 346-379
Terzi, C, Yuvayapan, E, ve Başer, E. (2013). Bu kitap neden yazıldı, ne anlatıyor? C. Terzi, E, Yuvayapan, ve E. Başer (Eds.), Kapitalizmin kıskacında doğa, toplum ve bilim Onur Hamzaoğlu olayı. İstanbul: Yordam Kitap. Sayfa:11-21
Terzi, C. (2013). Bilimi kim nasıl ve neden çarpıtıyor? C. Terzi, E, Yuvayapan, ve E. Başer (Eds.), Kapitalizmin kıskacında doğa, toplum ve bilim Onur Hamzaoğlu olayı. İstanbul: Yordam Kitap. Sayfa:190-247
The BMJ. (2022). Reprints. Erişim tarihi: 14.04.2022 https://www.bmj.com/company/products-services/rights-and-licensing/reprints/
The New England Journal of Medicine. (2022). Reprints. Erişim tarihi: 14.04.2022 https://www.nejm.org/about-nejm/reprints
The PLoS Medicine Editors. (2004). Prescription for a healthy journal. PLoS Medicine, 1(1), e22. https://doi.org/10.1371/journal.pmed.0010022
Turner, E. H., Matthews, A. M., Linardatos, E., Tell, R. A., & Rosenthal, R. (2008). Selective publication of antidepressant trials and its influence on apparent efficacy. The New England Journal of Medicine, 358(3), 252–260. https://doi.org/10.1056/NEJMsa065779
Vinkers, C. H., Lamberink, H. J., Tijdink, J. K., Heus, P., Bouter, L., Glasziou, P., Moher, D., Damen, J. A., Hooft, L., & Otte, W. M. (2021). The methodological quality of 176,620 randomized controlled trials published between 1966 and 2018 reveals a positive trend but also an urgent need for improvement. PLoS Biology, 19(4), e3001162. https://doi.org/10.1371/journal.pbio.3001162
Wang, A. T., McCoy, C. P., Murad, M. H., & Montori, V. M. (2010). Association between industry affiliation and position on cardiovascular risk with rosiglitazone: cross sectional systematic review. BMJ (Clinical Research ed.), 340, c1344. https://doi.org/10.1136/bmj.c1344
Wilkes, M. S., Doblin, B. H., & Shapiro, M. F. (1992). Pharmaceutical advertisements in leading medical journals: experts' assessments. Annals of Internal Medicine, 116(11), 912–919. https://doi.org/10.7326/0003-4819-116-11-912
[1] Merton'un bilimin ilkelerine ilişkin iki makalesi, bilimde yoğun bir siyasi faaliyet döneminde yazılmış ve bu bağlamda klasik sosyoloji ve zamanın Harvard düşüncesinden kavramlarla ilgilidir. Bu bakımdan normların diyalektik materyalist düzlemde tartışılması gerektiği açıktır. Ayrıca Merton'un sınıfları göz ardı eden yaklaşımı da kabul edilemez. Ancak bu normları Merton’un solun dili ile kavramlaştırdığı birçok yazar tarafından belirtilmiştir. Bunun için Stephen Turner tarafından 2007 yılında yazılan ve Journal of Classical Sociology dergisinde yayımlanan Merton's `Norms' in Political and Intellectual Context başlıklı yazıya, Cem Terzi ve ark. tarafından yazılan Kapitalizmin kıskacında doğa, toplum ve bilim Onur Hamzaoğlu olayı başlıklı kitaba ve Miguel Díaz-Canel Bermúdez ve Jorge Núñez Jover tarafından yazılıp 2021 yılında Madde Diyalektik ve Toplum dergisinde yayınlanan COVID-19’la Mücadelede Devlet Yönetimi ve Küba Bilimiyazılar örnek verilebilir. Ayrıca konu hakkında daha geniş bilgiye Vefa Saygın Öğütle ve Bekir Balkız tarafından yazılan Doğu Batı Yayınları’ndan çıkan Bilim Sosyolojisi İncelemeleri kitabından ulaşılabilinir.
[2] ‘’Bilim bütün topluma aittir, kişiler tarafından mülk edinilemez.’’ Marie Curie. Nalçacı, E. (2017). Bilim Tarihinin Neresindeyiz?, Ed: E. Nalçacı, Tarihselci Yöntem ve Bilim Tarihi, İstanbul: Yazılama, sayfa: 34.
[3] Tarafsızlık ilkesine göre sınıfının çıkarını korumaktan uzaklaşılması emekçi sınıfların çıkarını korumaktan uzaklaşmaya denk düşmemektedir. Bu konu yazının ileri kısımlarında tartışılacaktır.
[4] ‘’Bilime giden düz bir yol bulunmuyor ve yalnızca onun dik patikalarını tırmanmaktan çekinmeyenler, aydınlık doruklarına ulaşma şansına sahiptir.’’ Kapital. Ekonomi Politiğin Eleştirisi. I. Cilt Sermayenin Üretim Süreci. Yordam Kitap, Karl Marx. Syf:30
[5] İngiltere’nin önde gelen bilimcilerinin toplandığı Royal Society’in üniversite skolastisizmine karşılık ilkesi, nullius in verba [kimsenin sözünü kanıt sayma] idi.
[6] Erhan Nalçacı Yazılama Yayınevi’nden çıkan Tarihselci Yöntem ve Bilim Tarihi kitabında bu durumu, mikrobiyoloji ve biyoteknoloji konusunda binlerce yayın yapılmasına rağmen ülkemizde son 30 yıldır aşı üretilememesi, ziraat alanında yüzlerce akademik kadro varken ülkemizin uluslararası tohum tekellerinin tohumuna muhtaç bırakılması örneklerini vererek ‘’taşeron bilim’’ olarak tariflemiştir.
[7] İlk insandan günümüze kadar emek süreçlerine içkin olan bilgi üretimi olmuştur. Madenciler, köylüler, denizciler, kısacası emekçiler halen bilgi üretmeye devam etmektedir. Bilgi üretiminin kökünün aslında emekçi sınıflar olduğu ile ilgili bir örnek için Vsevolod Koçetov’un Jurbinler, Yordam Kitap incelenebilir.
[8] Bu konuya bir örnek olarak New Jersey’de yaşanan ‘’Radyum Kızları’’ olayı verilebilir. Detaylı bilgi için; https://tr.wikipedia.org/wiki/Radyum_K%C4%B1zlar%C4%B1
[9] Kapitalist toplumsal yapıda toplumun homojen olmaması toplumun üyelerinin çıkarlarının da ortak olmamasına sebep olmuştur. Çıkarların ortak olmamasının tek sebebi de sınıflı toplumdur. Toplumun bu sınıflı durumu sınıflar arası çıkar çakışma ve çatışmalarını oluşturduğundan bilim insanı olmak, sınıfsız topluma ulaşana kadar, egemen sınıfın karşısında taraflı olmayı gerektirir.
[10] Bilimde bütünlük, sorunun tanımlanmasından bilginin üretimine ve en sonunda toplum için bu bilginin nasıl kullanıldığına/kullanılacağına kadar olan bir süreci tariflemektedir.
[11] Endüstrinin kendi çıkarına ters düşen bir çalışmayı yayınlatmamak için bilim insanı Dr. Betty J. Dong’u ve yazının gönderildiği JAMA dergisini tehdit etmesi, Dong’un çalıştığı üniversitenin avukatlarının Dr. Dong'a çalışmayı yayınlatmamasını önermesi, aksi takdirde kendisini mahkemede savunmayacaklarını belirtmeleri ve kendi üniversitesinin avukatlarını bile yanında bulamayan Dr. Dong’un makalesini geri çekmesi buna bir örnektir. Bu olayda bir ilaç firması kendi ilacı ile piyasadaki diğer ilaçları karşılaştıran bir çalışmayı yapması için Dr. Dong ile sözleşme yapar. Sözleşmede tüm verilerin gizli olduğu ve ilaç şirketinin izni olmadan yayımlanamayacağı şeklinde bir madde vardır. Çalışmanın sonucunda ilaçlar arasında fark olmadığının ortaya çıkması üzerine firma çalışmanın yayınlanmasını engellemek ister. Dr. Dong yayınlamak istemesine rağmen arkasında çalıştığı kurumu bile bulamayınca yazıyı geri çeker. Uzun süren mücadeleler sonucu çalışma yayınlanır.
[12] Bilim ve bilim insanlarının kapitalizm öncesi dönemde belirtilen ilkeler ışığında hareket ettiğini belirtmek yanlış olacaktır. Her yerde olduğu gibi her dönemde bilim insanlarının da sınıf çatışmaları boyunca iki farklı sınıfa bölündükleri ve ait oldukları sınıfın yanında yer aldıkları unutulmamalıdır. Bilim sadece sosyalist toplumlarda gerçekten bütün insanlığa aittir.
[13] Bunun ile ilgili sayısız örnek verilebilir.
https://haber.sol.org.tr/blog/sinifin-sagligi/kurtulus-ovali/sovyetlerde-organ-nakli-218068
[14] ‘’Bilim kanatlarda olmuştur oysa sahnenin merkezine getirilmelidir - çünkü gelecek için umudumuzun büyük bir kısmı orada yatıyor.’’ Bilim, Sınırsız Hudut, Vannevar BUSH. Erişim tarihi 12.04.2022 https://www.nsf.gov/about/history/EndlessFrontier_w.pdf
[15] Bir örnek olarak 5500 bilim insanının çalıştığı ve bugünkü karşılığı 23 milyar dolara denk düşen harcama yapılan Manhattan Projesi. Her ne kadar geri dönüşü olmayan bir süreçten sonra olacakları anlamış olsalar da birçok bilim insanı atom bombasının üretilmesinde etkili olmuşlardır. Daha geniş bir okuma için; https://haber.sol.org.tr/haber/savasin-hizmetinde-bilim-manhattan-projesi-12613
[16] Ancak pandemi döneminde bir kez daha gördüğümüz üzere şirketler bilim üretebilmek için halen kamunun finansmanını kullanmaktadırlar. Ayrıca halen kamuda çalışan birçok bilim insanı patent almak için bilimin bütünlüğünden kopmuş olduğu bir modern bilim peşinde koşmaktadır.
[17] ’’Sermaye, bilimi hizmetine aldığı anda, işçinin söz dinlemez eli, uysallığı öğrenecektir.’’ Marx, K. (2003). Kapital. Kapitalist Üretimin Eleştirel Bir Tahlili. I.Cilt. 3.Baskı, (A. Bilgi, Çev.). Eriş Yayınları. Syf:377
[18] Çok güncel bir örnek olarak Lancet'te yayınlanan 671 merkezin dahil olduğu hidroksiklorokin ilacı ile ilgili çalışmanın fabrikasyon bir çalışma olduğunun anlaşılması sonrası geri çekilmesi ve New England Journal of Medicine’da benzer bir makalenin yayınlanması sonrası geri çekilmesi verilebilir. Bilim insanların, araştırma şirketlerinin veritabanına erişmelerini reddetmesini üzerine, "Birincil verilerin kaynaklarının doğruluğu için bir garantimiz yok" diyerek bu kararı aldıklarını açıklamıştır. https://tr.euronews.com/2020/06/05/the-lancet-dergisi-covid-19-a-kars-kullan-lan-hidrosiklorokin-ilac-hakk-ndaki-makaleyi-ger
[19] Temel ilaç listesi ulusal hastalık yönetimi için kararlara rehberlik etmeyi amaçlamakta ve yalnızca “öncelikli koşullar için en etkili, güvenli ve uygun maliyetli ilaçları” içermektedir.
[20] Bu konuda daha geniş bir inceleme için okuyucu Terzi, C. (2010). Hekimler geçerli ve güvenilir bilgi için tıbbi literatüre güvenemezler. Toplum ve Hekim, 25(5); 346-379 ve Strong, R. (2022). The Anatomy of Big Pharma’s Political Reach. Erişim tarihi: 12.04.2022. https://brownstone.org/articles/the-anatomy-of-big-pharmas-political-reach/ yazılarına bakabilir.
[21] FDA, CDC, EMA, DSÖ gibi kurumların ne kadar bağımsız oldukları ile ilgili tartışma başka bir konu olduğu için burada detaylandırılmayacaktır. Ancak burada okuyucuya endüstrinin FDA’in bütçesinin yaklaşık üçte ikisine katkıda bulunduğunu ve DSÖ’nün harcadığı her 10 dolardan sekizinin özel bağışçılardan geldiğini belirtmekte yarar vardır. Gates Vakfı son 10 yılda DSÖ’nün en önemli bağışçılarından biri olmuştur ve 2016-2017 dönemi bütçesinin %13’ünü Gates Vakfı’nın fonları oluşturmaktadır (yılda yaklaşık 300 milyon dolar).
[22] Hisse senetlerinde olan artış ile ilgili yakın zamanlı bir örnek için; https://haber.sol.org.tr/haber/pfizerin-sarlatanligi-medyanin-sefaleti-18968
[23] ‘’ Bu "yayınla ya da yok ol" işi bir felakete dönüştü. İnsanlar asla yazılmaması ve asla basılmaması gereken şeyler yazıyorlar. Kimse bunlar ile ilgilenmiyor. Ancak işlerini sürdürmeleri ve uygun terfi almaları için bunu yapmaları gerekiyor. Bu durum entelektüel hayatın tamamını küçük düşürmekte.’’ Hannah Arendt, 1972, Korkuluksuz Düşünme'deki “Çağdaş Toplumda Değerler” başlıklı bir panel tartışmasından. https://medium.com/quote-of-the-week/crises-in-academia-today-74fcbe1a80f4
[24] Eksiklik veya hatalar içeren bir makalenin düzeltilmesi gerekir. Bu düzeltme bazen yazarın veya başka bilim insanlarının yeni yazıları ile olabilir. Ancak verilerin çarpıtılması, uydurulması veya çalınması söz konusu ise, bir düzeltme yerine makalenin dergi tarafından geri çekilmesi gerekir. Bu işlem bilim camiasında “retraction/geri çekilme” olarak bilinir.
[25] Matta etkisi; Birikmiş üstünlük; Robert K. Merton tarafından 1968 yılında ortaya atılmış ve ismini İncil'deki Matta bölümünden almıştır; ‘’...o sahip olanlara, dahası verilecek ve bereket sahibi olacaklar; ama hiçbir şeyi olmayanların ise sahip oldukları bile alınacak...’’ Konu hakkında daha geniş bilgi için; http://garfield.library.upenn.edu/merton/matthewii.pdf
[26] Yapılan çalışmalar FDA’in yeni bir tedavi edici ilacın onayı için en azından iki pivot çalışmayı (prospektif çift kör randomize çalışmalar) incelediğini göstermektedir.
[27] Okuyucuya bu konuda 10 numaralı dipnotu tekrar okumasını öneririm
[28] 1657’de Florasan’da kurulan Academia Del Cimento’nun en önemli ilkelerinden birisi, provare e riprovare [deneyle doğrula, yeniden doğrula] idi.
[29] Editöryal bir yazıda yazarlardan birinin çıkar ilişkililerini beyan etmemeleri üzerine okuyuculardan gelen itiraz üzerine yazarlardan biri üç farklı yerden finansman sağladığını açıklamıştır