Bilim Kurulu iktidarın propaganda aygıtına dönüşmüştür!
Bilim ve Aydınlanma Akademisi olarak bir süre önce, yaptıkları öneriler iktidar tarafından dikkate alınmıyor olması nedeniyle bilim kurulunu istifaya ve bilimin onurunu kurtarmaya davet etmiştik.
Kurulun bu çağrımıza kulak tıkadığını ve daha da ötesinde, geçen zaman içinde iktidarın bir propaganda aygıtı olarak hareket etmeye yöneldiğini gözlemlemiş bulunuyoruz.
Bilim kurulu üyeleri tek tek ya da gruplar halinde konuştukları televizyon programlarında;
• salgın yönetimi için gereken bütün önlemlerin “hükümet” tarafından alındığını ve hükümetin bu konuda başarılı bir çalışma yürüttüğünü,
• Türkiye’de tıp eğitiminin ve hekim niteliğinin çok ileri düzeyde olduğunu ve hatta dünyanın “gelişmiş ülkeleri”ni bile geride bıraktığını,
• Türkiye’de yoğun bakım hizmetlerinde hiçbir sorun olmadığını ve yine “yüksek gelirli” ülkelerin bile ilerisinde olduğunu,
• ölüm sayılarının Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ne göre düşüklüğünün Türkiye sağlık sisteminin kalitesinin bir göstergesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini,
• salgının toplumun %60’ı bağışıklık kazanana kadar devam edeceğini ve yayılımını önlemenin mümkün olmadığını,
neredeyse hiçbir şerh düşmeksizin ileri sürebilmektedirler.
Oysa geçtiğimiz günlerde yayımladığımız "Türkiye'de Salgın Yönetiminin Seyri" başlıklı raporda dikkat çektiğimiz gibi, iktidarın salgın yönetiminde çok önemli zaafları vardır. Bu durum esas olarak bir yönetememe krizine işaret etmektedir ve bu sorunun ne anlama geldiği, ne boyutlarda tezahür ettiği 10 Nisan Cuma gecesi ilan edilen sokağa çıkma yasağıyla herkes tarafından görünür hale gelmiştir.
Bir ülkenin salgın yönetiminde başarı göstermesinin ilk koşullarından birisi bütün verilerin açık olarak ilgili taraflarla paylaşmasıdır. Sağlık Bakanlığı uzun süre kamuoyuyla hemen hiç veri paylaşmamıştır. Şu anda bile salgınla ilgili olarak bilinmeyen pek çok veri söz konusudur. Halen test sayıları Avrupa ülkelerinin gerisindedir ve temaslılara test uygulanmadığı için vaka sayısı her gün açıklanan sayıların çok çok üstündedir. Daha da ötesinde ölümler Dünya Sağlık Örgütü algoritması çerçevesinde bildirilmemektedir. Bütün bunlar resmi verilerin güvenilirliğini ileri derecede sarsan tercihler olmasına rağmen kurul tarafından görmezden gelinmektedir.
Türkiye’de sağlık sistemi öteden beri çok önemli sorunlar yaşamaktadır. Örneğin birinci basamak sağlık sistemi çökmüştür, hastaneler işletmeye dönüştürülmüştür, yurttaşlar katkı payı ödemeden hiçbir sağlık kurumunda hizmet alamamaktadır. Bütün bunlarla bağlantılı olarak Türkiye’de bebek ölüm hızı beklenen düzeyin halen üstündedir. Nüfusa düşen hekim, hemşire ve hastane yatak sayıları ile kişi başına yapılan sağlık harcaması bakımından OECD ülkeleri arasında sonuncudur.
Türkiye’de tıp eğitimi de öteden beri sorunludur. Türk Tabipleri Birliği’nin ve farklı üniversitelerin halk sağlığı bölümlerinin yaptığı araştırmalar bu olguyu net olarak ortaya koymaktadır. Örneğin mezuniyetlerine yalnızca bir ay kalmış son sınıf öğrencilerinin üçte ikisi birinci basamakta çalışmak konusunda kendilerini yetersiz hissetmektedir. Bu ülkede, öğretim üyesi bulunmadığı için tıp fakültesi son sınıfında çocuk sağlığı ve hastalıkları stajı yapamadan mezun olan tıp öğrencileri vardır.
Türkiye’de salgından ölüm sayılarının Avrupa ülkelerine göre düşük düzeyde kalmış olmasının temel nedenleri, nüfusunun çok genç olması ve salgınla geçen sürede tedavi seçenekleri konusunda ortaya çıkan gelişmelerdir. Öte yandan Türkiye’de yoğun bakım yatak sayısının örneğin İtalya’ya göre daha fazla olmasını “sağlık sistemimizin gelişkinliğinin bir göstergesi” olarak değerlendirmek bu konulardan hiç anlamamak anlamına gelir.
Zira AKP, sağlıkta dönüşüm programıyla özellikle hastaneleri öne çıkarmış; çok çarpık biçimde sağlık denildiğinde hastaneleri, tedavi ve yoğun bakım hizmetlerini anlamış; sağlık turizmi amacıyla yoğun bakım servislerine büyük yatırım gerçekleştirmiştir. Asıl yapılması gereken birinci basamak sağlık sistemine, koruyucu sağlık hizmetlerine yatırım iken, bu yapılmadığı için şimdi salgında birinci basamak sağlık sistemi tamamen devre dışıdır. Ortaya çıkan yük ise hastaneler tarafından karşılanmaya çalışılmakta ve bu çarpık tablo bilim kurulu üyelerince de bir başarı öyküsü olarak alkışlanmaktadır.
Öte yandan salgınlar önlenebilir. Çünkü nedenleri yoksulluk, kötü yaşam ve kötü çalışma koşulları gibi önlenebilir nitelikli sorunlardır.
Hâl böyle iken ve üstelik hastalığı geçirenlerin bile ne düzeyde bağışıklık kazanacakları, kazandıkları bağışıklığı ne kadar süre koruyabilecekleri henüz tam olarak bilinmiyor iken, "salgın toplumun %60’ı bağışıklık kazanıncaya kadar devam edecek, bunu engelleyemeyeceğiz, hedefimiz sağlık sistemi üzerindeki yükü hafifletmek" türünden açıklamalar yapmak, baştan beri niyetin bu yönde olduğunu ortaya koyar ve yalnızca salgın yönetimindeki zaafların üzerini örtmeye yarar.
Bilim kurulu üyelerinin gerçekleri görmezden gelmeleri, anlamadıkları konularda konuşmaları artık bilinçli şekilde iktidarın propaganda aygıtı işlevini üstlendiklerini kanıtlamaktadır.
Bu kurula kesinlikle güvenilemez.
Artık kurula istifa çağrısı yapmıyor, yalnızca bulundukları konumu açıklamakla yetiniyoruz.
Bilim ve Aydınlanma Akademesi