Bilim emekçilerini örgütleyen bir bilim emekçisi: Dr. Neal T. Sweeney
Çeviri: Mehmet Aslan
Bu sayımızda ABD’deki akademik sendikalardan “Postdok ve Akademik Araştırmacılar Sendikası” (UAW) liderlerinden Dr. Neal Sweeney ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Röportaj teklifimizi Kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz Dr. Sweeney. Çocukluk ve gençliğinizden başlamak ister misiniz? Nasıl bir ailede büyüdünüz? Aileniz işçi sınıfının bir parçası mıydı, çocukluk ve gençlik yıllarınızda toplumsal mücadelelere şahit oldunuz mu?
Detroit, Michigan yakınlarında, orta sınıf bir ailede büyüdüm. İçinde bulunduğum çevre tarafından şekillendirildim – Detroit son derece ayrışmış bir şehir, erken yaşlarda sistemik ırkçılık ve siyahilerin karşılaştıkları baskıların farkına vardım. Aynı zamanda başta otomobil endüstrisi olmak üzere fabrikaların Detroit’i terk ettiği, Güney’e ve diğer ülkelere yöneldiği, Detroit’in endüstriyel niteliğini yitirdiği yıllarda büyüdüm diyebilirim. Detroit aynı zamanda çokuluslu bir şehir, Meksika’dan, Orta Doğu’dan ve birçok merkezden pek çok insanı içinde barındırıyor. Annem bir öğretmendi ve çok güçlü bir adalet duygusuna sahipti ve bunun beni erken yaşta şekillendiren önemli etmenlerden biri olduğuna inanıyorum.
Sizi bilim insanı olmaya ne yöneltti?
Lise ve üniversite eğitimim boyunca araştırma laboratuvarlarında çalıştım ve kendimi geç saatlere kadar çalışır, meslektaşlarımla -lisansüstü öğrenciler, post-doklar, akademisyenler- ile sohbet ederken buldum, her biri son derece motive edici ve ilginç insanlardı ve hepsiyle sık sık müthiş sohbetler gerçekleştirme imkânı yakaladım. Sorgulama sürecini, beynin belli bir sorunu nasıl çözdüğü bulmacasını sevmeye başladım. Sıklıkla görsel sistemler üzerine çalıştım, dolayısıyla görsel bilginin nasıl işlendiği, retinanın beyin ile nasıl ilişkilendiğini, gelişim sürecinin nasıl temel mekanizmaları ortaya çıkardığını, bu gelişimsel mekanizmaların nasıl kimi hastalıkların tedavisi için kullanılabileceğini çalıştım.
Stephan Jay Gould’un pek çok kitabını okudum bu sırada, bilime diyalektik bir noktadan yaklaşıyor ve çalışmaları ile bilimi siyasi gerçeklik ve sosyal adalet ile birbirine bağlıyordu. Benzer işler yapan Richard Lewontin’in çalışmalarını da okudum. Bilim sıklıkla apolitik bir alan olarak resmedilir ve kimi araştırmacılar siyasi faaliyet gerçekleştirmek ya da çalışmalarımızın ne ima ettiğini düşünmekten imtina ederler, ancak bu yazarlar ve pek çok meslektaşım, daha geniş siyasal dünya ve bilim dünyasını birbirine bağlayabilmemde bana yardımcı oldular.
Şu an bir bilim insanı olarak çalışıyor musunuz, ya da araştırma alanınızla ilgili herhangi bir faaliyet sürdürüyor musunuz?
Şu an bir sendika lideri olarak çalışıyorum. On yıl kadar önce post-dok’lar için bir sendika kurulmasına yardımcı olarak bu mücadeleye dâhil oldum. Geçtiğimiz 4-5 yıldır bilim insanlarıyla yakın bir şekilde sendika örgütleyicisi olarak çalışıyorum; daha iyi haklar ve çalışma koşulları edinmeleri için bir arada mücadele ediyoruz.
Sendika örgütleyicisi olarak faaliyetlerinize geçmeden önce, araştırmalarınızın en önemli sonuçlarını bizimle paylaşmak ister misiniz?
Bulunduğum lisansüstü eğitim kurumu olan UCSF’da (University of California San Francisco) araştırmalarım nöronların nasıl büyüdükleri ve nasıl dallar yarattıkları üzerineydi. Dentritleri kontrol eden dallanma genlerinde farklı mutasyonlar taşıyan meyve sinekleri üzerinde çalıştım, yani nöronların diğer nöronlardan enformasyon aldıkları parçalar üzerinde. Farklı sinek soyları dentritlerin dallanmasının gerçekleşmesinde sorunlar yaratabilen farklı mutasyonlar taşıyorlardı, bazıları çok az dal taşırken kimileri çok fazla taşıyabiliyordu, kimileri ise başta normal bir şekilde büyürken bir anda daralma yaşıyordu. Ben bunlardan fazla dallanma yaşayanlar üzerinde çalıştım ve bunun nedenleri ve hücrenin hangi isleyişindeki nasıl farklılıkların buna neden olduğunu anlamaya çalıştım. Tam o sıralarda Danimarka’da başka bir grup, bir ailede belli bir tip demans hastalığına (frontotemporal dementia) neden olan bir mutasyonu çalışıyordu ve bu gen benim çalıştığım gen ile yakından ilişkili çıktı. Bu ilginç bağlantı bu hastalığa neden olan nöral değişimlerin ortaya çıkmasını sağladı.
Pek çok akademik oldukça zor koşullar altında çalışıyor, uzun çalışma saatleri, düşük ücret vs. ABD’deki bilim insanlarının çalışma koşullarından bahsetmek ister misiniz? Sizin koşullarınız nasıldı, birlikte mücadele ettiğiniz bilim insanları nasıl zorluklarla karşılaşıyorlar?
Bir laboratuvar teknisyeni olarak epey süre çalıştım, lisans öğrencisi olarak araştırmacı, lisansüstü araştırmacı, iki farklı kurumda post-dok olarak çalıştım. Bütün bu süreçte anladım ki her ne kadar birçok insan araştırmacı olmayı, farklı farklı konuları özgürce çalışabilmeyi entelektüel olarak oldukça tatmin edici bulsa da bu alan son derece sömürüye açık bir alan. Kurumsal cinsiyetçilik ve ırkçılık son derece yaygın, örneğin yeni bir araştırma cinsel tacizin yaygınlık derecesi olarak ordunun hemen ardından ikinci sırada yer aldığını gösteriyor. Araştırma asistanları ve post-dok’lar göreli olarak düşük ücret ödenen pozisyonlara itiliyor, çok yoğun bir çalışma temposu ile karşılaşıyorlar ve kalıcı bir pozisyon bulabilmek oldukça zor, iş güvencesi neredeyse hiç yok. Pek çok yabancı araştırmacı ile bir arada çalışma fırsatı yakaladım, sendikamdaki araştırmacıların hemen hemen üçte ikisi yabancı araştırmacılar. Hızla öğrendim ki ABD’de bir vize ile bulunan çalışanlar vizelerinin çalışma durumlarına bağlı olması sonucu ekstra-sömürü ile karşılaşıyorlar, yani işlerini kaybederlerse ya hızla yeni bir iş bulmak durumundalar, ya da ülkeyi terk etmek zorundalar. Son zamanlarda Çinli araştırmacılara dönük ırkçı saldırılarla karşılaşıyoruz, sendikamda İran’dan ve diğer ülkelerden gelen, seyahat yasakları ile karşılaşan araştırmacılar da bulunuyor. Araştırmacılık sıklıkla bir sömürü alanı olarak düşünülmüyor ancak koşulları göz önünde bulundurduğunuzda bu durum benim için açıklığa kavuştu ve bunu değiştirmeye katkı sunmaya karar verdim.
Bu sömürü ilişkilerinde akademik kurumların rolün nasıl görüyorsunuz?
Daha çok çabalamaları gerekli. Örneğin, son zamanda yaşanan vize yasakları ve kısıtlamalarının ardından pek çok akademik kurum ülke dışına çıkan araştırmacıların çalışmaya devam edemeyecekleri pozisyonunu benimsedi. Karşılaştıkları siyasal baskının ardından bu konumu değiştirdiler, bu gösteriyor ki göçmen kanunlarını nasıl yorumlamak gerektiğine dair bir seçim yapma becerisine sahipler. Kanunları yorumluyorlar ve nasıl bir yorum geliştirecekleri ve bunun sonuçları işçiler ve öğrencilerden gelecek olan siyasal baskıyla ilişkili.
Tam olarak ne zaman bilim insanları için sendika örgütlenmesi faaliyetlerine başladınız?
University of California Santa-Cruz’da 2009 yılında post-dok olarak çalışmaya başladım ve sendika henüz yeni kurulmuş durumdaydı. Üniversite’nin sendikayı tanımasını sağlamak uzun soluklu bir mücadeleyi gereksindirmişti ve üniversite örgütlenme faaliyetlerimize bir dizi şekilde müdahale etmeye çalışmıştı, bu müdahalelere “sendikaya muhalefet yaratmaya çabalamak” da dâhil ancak sonunda başarılı olduk. Post-dok’lara özel bir kontrat için ABD’deki ilk müzakere sürecini yürüttük. Kaliforniya Üniversitesi tüm ABD’deki post-dok’ların yüzde 10’unu barındırıyor, dolayısıyla ulusal düzeyde büyük bir etki yaratması bekleniyordu. Müzakereler sürerken Üniversite elbette ayak sürüdü, anlaşmaya varmaya engel olmak için birçok zorluk yarattı, örneğin müzakere görüşmelerini sürekli ileri bir tarihe erteliyor, görüşmeyi reddediyor ya da hiçbir teklif hazırlamamış oluyorlardı. Benim de dâhil olduğum süreçte, iyi niyete dayalı müzakereleri sürdürebilmek için bir dizi kampanya yürüttük. Rektörlere ulaşacak imza kampanyaları hazırladık, Kongre’nin (Parlamento) dâhil olması için mektuplar hazırladık, grev faaliyetleri sürdürdük. Tüm meslektaşlarımı bu eylemlere dâhil etmek için çabaladım. Ayrıca müzakere ekibine seçildim ve Üniversite’ye teklifleri sunan ve teklifleri tartışan ekibe dâhil oldum. Sonunda kimi Kongre üyelerine Üniversite’nin neden bu kadar zaman kaybettiğini ve adil müzakere sürdürmeyi reddettiğini araştırması için bir duruşma hazırlamaları çağrısında bulunduk. Tüm bu baskıların sonucunda, 10 yıl kadar önce, Ağustos 2010’da bir anlaşmaya vardık. Bu çok önemli bir anlaşma oldu, maaş zamları oldukça belirgindi ve başka hak kazanımları elde edildi, örneğin iş sözleşmesine taciz ve ayrımcılık durumunda izlenecek son derece ciddi bir soruşturma sürecini dâhil ettirdik ki bu daha önce izlenen soruşturma sürecine göre çok büyük bir gelişmeyi ifade ediyordu, daha uzun istihdam süreleri ve iş güvencesi kazanımlarını elde ettik. 2016 yılında hazırladığımız kontratta ücretli doğum iznini de bu kazanımlara ekledik.
Bu süreçten beri sendika görevlilerinden biri olarak başkan ya da başkan yardımcısı olarak süreçlere dâhil oluyorum ve daha fazla araştırmacıyı sendikalı yapabilmek için çalışıyorum. 3-4 yıl kadar önce, bilim insanı personeller (akademik araştırmacı olarak da bilinirler) sendikamıza örgütlenmek için bizimle iletişime geçtiler ve post-doklarla yasadığımıza benzer bir süreci yaşadık. Üniversite ile uzun bir mücadelenin ardından bu grup da Kasım 2019’da bir anlaşmaya vardı ve sendikamız hemen hemen ikiye katlanarak 7,000 üyeden 12,000 üyeye ulaştı.
ABD dışında sendikalarla bağlantılarınız var mı?
Sendikam ABD dışında post-dokları ve diğer araştırmacıları kapsayan kimi sendikalarla temas halinde. Dünyanın pek çok yerinde araştırmacılar benzer zorluklarla karşılaşıyorlar ve bu önümüzdeki süreçte kesinlikle daha fazla gelişme kaydetmek istediğimiz alanlardan biri. Çok az kalıcı pozisyon açılıyor, hemen her akademik kurumda düşük ücretlerin yanında taciz ve ayrımcılık söz konusu. Hepimizin hükûmetleri araştırmacıları fonlamaları için zorlamak gibi bir ortak mücadelesi de var.
ABD’de sosyalizm popülerlik kazanıyor gibi görünüyor. ABD’de sosyalizmin şansı sizce nedir?
Karşılaştığımız büyük sorunların hiçbirinin kapitalizm koşullarında çözülemeyeceği bana oldukça açık gibi geliyor. Akademi bu durumun son örneği ancak bunun yanında iklim değişimi, tüm dünyada yaşanan orman yangınları, sağlık hizmetleri, ırkçılık, yoksulluk, işçi hakları, cinsiyetçilik, çevrenin yok edilmesi gibi sorunlar da rahatlıkla sayılabilir. Giderek daha çok insan için, benim için olduğu gibi, bu sorunların kapitalizm koşullarında çözülemeyeceği açıklığa kavuşuyor. ABD dünyanın en zengin ülkesi ve bu sorunların kimilerini hiçbir ülkenin yaşamadığı kadar kötü bir biçimde yaşıyor, örneğin pandemiyi. Giderek daha fazla insanın bir ülkenin kaynaklarının kâr için değil de insanların ihtiyaçları için kullanıldığında nelerin başarılabileceğini, sosyalizmin tarihte neleri başarabildiğini, bugünkü sosyalist ülkelerin -Küba’nın, Venezuela’nın, Çin’in- başarılarını fark ettiğini düşünüyorum. Sendikal harekette onurlu bir iş için gündelik mücadelelere dâhil olurken temelden, sistemik değişimlere ihtiyacımız olduğunu ve sosyalizmin bunu sağlamanın tek yolu olduğunu fark ediyoruz.
ABD’de başkanlık seçimleri yaklaşıyor, seçimlere dair bir yorum yapmak ister misiniz? Desteklediğiniz bir aday var mı?
Georgia la Riva’yı destekliyorum, kendisi benim bulunduğum Kaliforniya’da Barış ve Özgürlük Partisi ve Sosyalizm ve Kurtuluş Partisi’nin adayı olarak pusulada yerini aldı. İnsanların bir değişim aradıklarını düşünüyorum ve iki büyük aday da bu koşulu sağlamıyorlar: Trump kadın düşmanı, her gün ırkçılık ve cinsiyetçilik kusuyor. Biden ise özetle ABD başkanı olursa “Hiçbir şey değişmeyecek” diyerek kampanyasını başlattı ve insanlar bugün bunu arzu etmiyorlar, dolayısıyla başkan seçilme ihtimalini tahmin etmekte zorlanıyorum. Bu seçim sürecinde ve geçtiğimiz seçim sürecinde pek çok insan bir değişim aranışındaydı, tipik neo-liberal olmayan adayları arıyorlardı. Giderek daha fazla insan sağlık sigortası, daha iyi okullar, öğrenci borçlarına af ve bu tür şeyler istiyor. İnsanların bu yıl bir alternatif aradıklarını düşünüyorum ve iki büyük adayın da insanlarda heyecan uyandırdığını düşünmüyorum. Georgia’nın seçim kampanyası ise gerçekten heyecan verici çünkü insanlara başka bir toplumun resmini çiziyor. Örneğin Georgia defalarca Küba’yı ziyaret etti ve Küba’nın sağlık ve araştırma sistemine dair bizimle izlenimlerini paylaştı. Küba’nın son derece gelişmiş bir bilgi-teknoloji sektörü var ve dev ilaç tekellerinin yalnızca yoksul ülkeleri etkilediği için kârlı bulmadıkları ve dolayısıyla araştırmaya bile tenezzül etmeyecekleri pek çok hastalık için tedavi ve aşı geliştiriyorlar. Bu göreli olarak az kaynağı bulunan bir ada ülkesinde yaşanıyor ancak sosyalizm koşullarında nelerin mümkün olduğunu hepimize gösteriyor.
Türkiyeli okurlara son bir mesajınız var mı?
Sendikamızdan dayanışma mesajlarımızı iletiyorum. Türkiye’de ciddi bir siyasal baskının olduğunun farkındayız ve baskıya karşı adalet mücadelenizde desteğimizi iletiyorum. Daha iyi çalışma koşulları için mücadelemiz birbirleriyle ilişkili ve güçlü bağlar ve dayanışma ilişkileri kurabilmemizi umuyorum.