Aşı karşıtları düzene değil, bilime ve aydınlanmaya karşı!
COVID-19 salgınının ilk günlerinden itibaren çok sayıda ve çeşitli kaynaktan veri topluma sunuldu. Hastalığın kaynağı, virüsün ara konağı, aşıların içeriği, güvenilirliği ve etkinliği gibi salgın mücadelesi açısından çok önemli konulardaki hipotezler ve araştırma sonuçları kimi zaman medya aracılığıyla, kimi zaman bizzat şirket yöneticilerinin açıklamalarıyla toplumda tartışmaya açıldı. Bilimin toplumla paylaşılmasına karşı olunamayacağı açık, ancak bunun yöntemlerinin doğru seçilmesi, sunulan bilgilerin işlevsel hale gelmesi için uygun koşulların hazırlanması gerekir. Ve tabii en önemlisi, gerçeklerin topluma sunulması için bilimin piyasanın elinden kurtulması sağlanmalıdır.
Bu tablonun yarattığı zeminde; gericilik ve sağlıkta piyasalaşmanın etkisiyle ortaya çıkan aşı karşıtlığı da pandemiyle birlikte farklı bir boyut kazanmıştır. Artık aşının içeriğindeki maddeler, olası yan etkileri gibi aşı tereddüdü için gerekçe gösterilen başlıklar yeterli olmamakta, ortaya atılan komplo teorileri hayal gücünü zorlamaktadır! “Çocuklarımız için geliyorlar, Türkiye toplumunu yok edecekler, genlerimizi değiştirecekler, hepimizi kısırlaştıracaklar!” ve “SARS-CoV-2 virüsü izole edilemedi.” gibi ifadeler adeta film senaryolarından çıkmış gibi görünmektedir. Bu yaklaşımların sadece Türkiye’ye özgü olmadığı, dünya genelinde aşı hatta pandemi inkârcısı olan farklı hareketlerde, hemen hemen aynı gerekçelerle aşıya, maskeye ve tanı testlerine karşı olunduğu bilinmektedir.
Aşı karşıtları 11 Eylül tarihinde İstanbul’da yapılan mitingin ardından 25 Eylül için Ankara’ya çağrı yaptılar. Önceki mitingdeki konuşmaların bilimsel olarak ciddiye alınacak bir tarafı olmamakla birlikte, aşı karşıtlarının söylemleri ne yazık ki toplumda kafa karışıklığına, en iyi ihtimalle aşı tereddüdüne yol açmaktadır. Devletin salgınla mücadelesine ve sağlık sistemine güven duymayan yurttaşlar “düzen karşıtı” ve “sorgulayıcı” tutumdan etkilenmekte ve aslında bilimsel olmayan bir şüpheciliğe düşmektedir. Ülkemizdeki tam aşılıların oranları değerlendirildiğinde salgınla mücadelenin seyrinin olumsuz etkilendiği ve aşı reddi veya tereddüdünün toplum sağlığı için ciddi bir risk oluşturduğu görülmektedir.
Miting çağrıcılarına bakıldığında ülkemizdeki gericiliğin her türden temsilcisini bir arada görüyoruz. Bilim ve aydınlanma karşıtları, alternatif tıp yöntemleri ve ürünlerinden para kazanan simsarlar bir olmuş özgürlükten dem vuruyorlar, bilim insanlarını ve sağlık emekçilerini faşist olmakla suçluyorlar.
Argümanlarını yanıtlayacak çok sayıda bilimsel veri mevcut elbette ancak başlı başına farklı ülkelerden gelen gerçek yaşam verileri aşıların koruyuculuğunu göstermektedir. Mevcut aşıların etkinlik oranları farklı olmakla birlikte tamamı ağır hastalıktan ve ölümden yüksek düzeyde korumaktadır. Yoğun bakıma kaldırılan, hayatını kaybeden hastaların neredeyse tamamını aşısızlar ve eksik aşılılar oluşturmaktadır. Farklı ülkelerden çok sayıda kişiden elde edilen veriler yan etkilerin düşük sıklıkta gerçekleştiğini ve sağlığı riske atmayacak düzeyde olduğunu göstermiştir. Bugüne kadar 200 milyondan fazla insanı hasta eden ve yaklaşık 5 milyon insanı öldüren bir virüsün varlığını sorgulamak ise insan aklıyla dalga geçmek anlamına gelmektedir. SARS-CoV-2’nin Ocak 2020’de izole edildiğini, genomunun veritabanlarında paylaşıldığını, düzenli olarak varyant takibi yapıldığını ve aşı geliştirme çalışmalarında bu bilgilerden yararlanıldığını kabul etmemek sadece virüsü değil, tümden bilimsel gelişmeleri inkâr etmekle mümkün olabilir.
Bu gerçekleri görmezden gelerek ortaya atılan komplo teorileri öncelikle halkımızın sağlığını tehdit etmektedir. Tüm nüfustaki aşılanma oranlarına bakıldığında henüz toplum bağışıklığına ulaşılmasından uzak olduğu görülmektedir. Aşısı olan bir hastalıktan kaynaklanan salgın ne yazık ki henüz ülkemizde ve dünyada kontrol altına alınmış değildir.
Bir diğer önemli konu ise, salgınla mücadelede söylenecek asıl sözün üstünün örtülmesidir. AKP iktidarı salgının başından beri halk sağlığı yöntemlerini yeterince devreye sokmamış, salgın yönetimini tamamen sermaye sahiplerinin çıkarları doğrultusunda düzenlemiştir. Bir tarafta salgını yönetemeyen, aşı konusunda ülkeyi uluslararası tekellere bağımlı hale getiren ve günlük açıklamalarla kafaları karıştıran AKP’nin aşı olun çağrısı, diğer tarafta salgın yalan diyen aşı karşıtları aslında aynı tarafın farklı yüzleridir. Sonuç halkın gerçeklere ulaşamaması, sağlık hakkı, aşı hakkı için mücadele edememesi olarak karşımıza çıkmaktadır. İlaç tekellerini komplo teorilerinin aktörleri haline getirenler mevcut düzenin işleyişini perdelemektedir ve tekellere karşı; patentlerin kaldırılması, teknolojinin uluslararası boyutta paylaşımı ile tüm dünyada hızlı ve eşit bir aşılama gibi talepler gündeme gelmemektedir. Dünyada ve ülkemizde bilim ve sağlık politikalarını tekeline almış olan sermaye sınıfı ve onu temsil eden iktidarlardan hesap sormak eşitlikçi, kamucu, aydınlanmacı bir tutumla mümkündür. Toplum sağlığı aydınlanma düşmanlarının bilim inkârcılığına bırakılamaz!
Bilimsel ilerleme için tartışma, sorgulama vazgeçilmezdir. Ama söz konusu aydınlanma düşmanlığı ve gericilik olduğunda tartışılmayacak noktalar da vardır. Toplum sağlığının geliştirilmesi ve korunması için temel ihtiyaç kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele etmek, asıl sorumluları gizleyen komplo teorilerine karşı akıldan ve bilimden yana olmaktır. Bilim ve Aydınlanma Akademisi bugüne kadar yaptığı gibi gelecekte de bilimsel gerçekleri kamuoyuyla paylaşmaya ve bilim karşıtlığıyla mücadele etmeye devam edecektir.
Bilim ve Aydınlanma Akademisi Yürütme Kurulu