Türkiye’de hanehalkı yaşam koşulları: Gelir eşitsizliği ve karşılanamayan ihtiyaçlar

Bilim ve Aydınlanma Akademisi
Kolektif Yaşamı Kurgulama Bilim Alanı
Fatma Pınar Arslan


  1. Giriş

COVİD-19 salgınının Türkiye’de hanehalklarının yaşam koşullarında yıkıcı bir etki yaratmasını beklemek son derece gerçekçidir. Bu döneme ait veriler henüz oldukça az olup, istatistiksel göstergeler ortaya konmasa da, işten çıkarmalar ve ücretsiz izin uygulamaları ile hane halkı gelirlerinin azalması, ayrıca salgından önce de faturalarını ödeyemeyen, düzgün beslenemeyen halkın, salgın esnasında yaşam koşullarının daha da kötüleşmesi söz konusu olacaktır. Sağlık hizmetine ulaşım konusunda farklı gelir grubundaki insanlar arasında salgından önce de bulunan fark, salgın esnasında özel hastanelerin tamamen kamulaştırılmaması nedeniyle, düşük gelirli hanehalkları açısından daha da kötü sonuçlara yol açacaktır. Belediyeler ve bazı sivil toplum kuruluşlarının krizi hafifletmek yönündeki çabalarının bu kapsamlı durumu değiştirmeye maalesef gücü yetmemektedir.

Bu çalışma, henüz yaşamakta olduğumuz günlerin istatistiksel verilerine ulaşamadığımızdan, ileride açıklanacak verilerle zenginleştirilebilecek bir ön çalışma niteliğindedir.

Türkiye’de hanehalklarının salgının başlamasından önce nasıl yaşadıklarına dair bir analiz, TÜİK tarafından uygulanan Gelir ve Yaşam Koşulları Anketi’ne (GYKA) dayanılarak yapılabilir. Yayınlanan en güncel veri, 2018 yılına aittir ve 2019’da açıklanmıştır (TÜİK, 2019). 2018 yılına ait bu verilerde ortaya konan gelir eşitsizliği, yoksulluk ve temel ihtiyaçların karşılanamaması durumu, toplumun COVİD-19 salgınına hangi şartlarda girdiğini göstermesi açısından önemli olacaktır.

Aşağıdaki tüm sonuçlar, TÜİK GYKA 2018 mikro verisi kullanılarak, tarafımızdan yapılan hesaplamalarla elde edilmiştir. Mikro veri, 24.068 hanehalkı içinde, 15 yaş üzeri 61.255 kişiyle yapılan anket sonuçlarını içermektedir. Anketin uygulandığı hanehalkları, 15 yaşın altındakilerle birlikte toplam 81.178 kişiyi kapsamaktadır.

2. Gelir Adaletsizliği

Gelir adaletsizliğini ölçmenin çeşitli yolları bulunmaktadır. Gini katsayısı ve yüzdelik dilimler yöntemi gelir adaletsizliğini ölçmek için kullanılan iki göstergedir.

Gini katsayısı, nüfusun kümülatif oranlarının, toplam gelir içinden aldıkları kümülatif gelirin oranıyla karşılaştırılmasına dayanmaktadır. Gini katsayısı, varsayımsal olarak, tam eşitlik durumunda 0, tam eşitsizlik durumunda ise 1 olacaktır. Dolayısıyla Gini katsayısı ne kadar yüksekse harcanabilir gelir o denli eşitsiz dağılmakta demektir.

TÜİK’e ait GYKA veri setinde yer alan harcanabilir gelir verisini kullanarak yaptığımız hesaplamada, Gini katsayısını 0,4003 olarak hesapladık. Bu rakam, OECD’nin hesaplaması ile örtüşmektedir. OECD’den aldığımız grafik (Grafik 1) farklı ülkeler için hesaplanan, 2019 yılına ait Gini katsayısını göstermektedir.

Gelir adaletsizliği probleminin neredeyse tüm dünyada ciddi bir sorun olduğunu söylemek mümkündür. Bu neredeyse tüm dünyanın kapitalist-emperyalist bir düzen içerisinde yönetilmesinin doğal bir sonucudur. Grafiğe göre, kırmızı ile işaretli olan Türkiye ise, gelir adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerden biridir.

Hanehalkları kullanılabilir hanehalkı gelirine veya hanedeki tüm fertler eşdeğer hanehalkı kullanılabilir gelirlerine göre küçükten büyüğe doğru sıralanarak; 20 gruba bölünerek %5’lik, 10 gruba bölünerek %10’luk veya 5 gruba bölünerek %20’lik hanehalkı/fert grupları oluşturulmaktadır. Bu grupların toplam gelirden aldıkları paylar da, gelir dağılımı eşitsizliği hakkında bilgi vermesi için kullanılan bir göstergedir.

Bu çalışmada hanehalkları arasındaki gelir eşitsizliği, hanehalkı toplam harcanabilir gelirlerinin dağılımı esasında, hanehalklarının büyüklüğü (ve hanehalkı ağırlık katsayısı) göz önüne alınarak hesaplanmıştır. Bu yöntem kullanılarak toplam hanehalkı gelirinin hanehalkları arasında %10’luk dilimlere göre dağılımı hesaplanmış ve sonuçlar Tablo 1’de gösterilmiştir. Buna göre, hanehalklarının en düşük gelirli %10’u, toplam gelirin %2,48’ine sahipken, en yüksek gelirli %10’u ise toplam gelirin %32,13’üne sahiptir.

Gelir eşitsizliğinin nereden kaynaklandığı ile ilgili olarak yapılabilecek bir analiz, farklı gelir kaynaklarının toplam gelir içindeki payları ile bunların gelir eşitsizliğine ne kadar katkı yaptıklarının karşılaştırılmasıdır.

Türkiye’de hanehalkı toplam gelirinin hangi gelir türlerinden oluştuğu, GYKA verileri kullanılarak hesaplanabilir. GYKA’da fertlere yıl içindeki gelirlerini ücret, müteşebbis geliri, işsizlik yardımı ve kıdem tazminatı, emeklilik ve yaşlılık aylıkları, emeklilik ikramiyesi, dul ve yetim aylıkları, hastalık ödemeleri (rapor parası), sakatlık, gazilik ve malulen emeklilik aylıkları ve karşılıksız burs ve bağışlar olarak ayrı gruplar halinde belirtmeleri istenmektedir. Ayrıca yardımlar, nafaka, gayrimenkul geliri, menkul kıymet geliri ve evde üretilip tüketilen tarımsal ürünlerin toplam değeri de, fertlere tek tek sorulmayıp hane bazında sorulmaktadır. Böylece hanenin toplam gelirinin hangi kaynaklardan elde edildiği hesaplanabilmektedir.

Çalışmamız açısından hanehalkı toplam gelirinin kaynakları 9 gruba bölünmüş ve bu grupların gelirin ne kadarını oluşturdukları hesaplanmıştır (Tablo 2). Buna göre, ücret geliri toplam gelirin %45,38’ini oluşturmaktadır. Gelir eşitsizliğinin kaynağını saptamanın bir diğer yolu ise, bu gelir türlerinin, toplam gelirin eşitsiz dağılımı içindeki paylarının hesaplanmasıdır. Bu hesaplamanın sonucu Tablo 3’te gösterilmiştir.

Tablo 2 ile Tablo 3’teki payların karşılaştırılması, gelir eşitsizliğinin nereden kaynaklandığına dair önemli bir veri sunmaktadır. Müteşebbis geliri toplam gelirin %12,67’sini oluşturmasına rağmen, gelir dağılımı eşitsizliğinin içinde %36,53’lük bir paya sahiptir. Menkul geliri toplam gelirin %1,66’sını oluşturmasına rağmen gelir eşitsizliğinin %17,41’ine sebep olmaktadır. Kira gelirleri toplam gelirin %2,04’ünü oluştururken, gelir eşitsizliğinin %4,43’üne neden olmaktadır. Müteşebbis geliri, gayrimenkul geliri ve menkul gelirinin toplumun en zengin kısmının elinde toplandığı ve bu nedenle eşitsizliği arttırdığı ortadadır.

Diğer gelir türleri (ücret geliri, emeklilik, işsizlik, yardımlar vs.) ücret içindeki toplam paylarına nazaran, gelir eşitsizliğine daha az katkıda bulunmaktadır.  Ayrıca, tahminlerle uygun olarak, sosyal yardımların gelir eşitsizliği üzerinde küçük de olsa negatif bir etkisi vardır.

3. Karşılanamayan İhtiyaçlar

Yaşamsal ihtiyaçların karşılanması söz konusu olduğunda, TÜİK GYKA önemli veriler sunmaktadır. Salgın sırasında sosyal güvenlik ve sağlığa erişimin ne kadar önemli bir sorun olduğu göz önüne alınırsa, salgın öncesi veriler bize insanların ne koşullarda salgın sürecine girdikleri hakkında fikir vermektedir. GYKA sorularına verilen yanıtlara göre, katılımcılardan bir yerde çalıştığını belirten kişilerden %31,8’i bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmadığını belirtmiştir.

Ankete katılan fertlerin (15 yaş ve üzeri) %35,2’si kronik hastalığı olduğunu belirtmiştir. Sağlık hizmetlerine erişim konusunda, “ferdin son 12 ay içinde, tıbbi muayene veya tedavi ihtiyacı olduğu halde doktora başvuramama durumu olup olmadığı sorusuna katılımcıların %7,78’i “evet” cevabını vermiştir.

Bu soruya “evet” cevabı verenlerin nedenleri şu şekildedir:

  • Ödeme güçlüğü (çok pahalı olması ya da sigorta fonu tarafından karşılanmaması): %34
  • Rahatsızlığın kendi kendine geçmesini beklemesi: %25
  • İş, çocuk ya da bakmakla yükümlü olduğu diğer kişilerden dolayı zaman bulamama: %18
  • Randevu süresinin çok geç tarihte verilmesi: %10
  • Sağlık kuruluşunun uzak olması / ulaşım imkanının olmaması: %6
  • Ameliyat / tedavi korkusu: %4
  • İyi bir doktor veya uzman tanımaması: %2

Bu cevaplardan anlaşıldığı üzere nüfusun yaklaşık %8’i ihtiyacı olduğu halde doktora gidemediğini belirtmiştir. Bu insanların da üçte biri paraları olmadığı için doktora başvuramadıklarını belirtmektedir.

Burada, TÜİK’in soruyu yanlış biçimlendirdiği görülmektedir. “İhtiyacı olduğu halde doktora BAŞVURAMAMA durumu”na bir neden olarak “rahatsızlığın kendi kendine geçmesini beklemesi” cevabı, uygun bir seçenek değildir. Rahatsızlığının kendi kendine geçmesini bekleyenlerin, beklemelerinin sebebinin muhtemelen diğer seçeneklerde bahsedilenlerden biri olduğunu tahmin etmek zor değil. TÜİK’in soruları sorarken ve olası cevapları sıralarken ankete katılanları yönlendirdiğinin düşünülmesi kaçınılmazdır.

Anket kapsamında fertlere maddi yoksunlukla ilgili sorular sorulmuştur. Bu sorulardan seçilenler ve “hayır” yanıtı verenlerin oranı Tablo 4’de gösterilmektedir.

Görüldüğü gibi, katılımcıların %12’si eskimiş kıyafetlerinin yerine yenisini alamamakta, %10’unun iki çift ayakkabısı bulunmamaktadır. Dışarıda yemek yiyemeyen, sosyal bir faaliyete katılamayan katılımcıların oranı da oldukça yüksektir.

Burada yine, TÜİK’in cevap şıklarında “maddi yetersizlik nedeniyle hayır” cevabı yanında “diğer nedenlerle hayır” seçeneği sunduğu görülüyor. “Eskimiş giysilerinizin yerine yeni giysiler alabilir misiniz?” ya da “Biri günlük kullanıma uygun olmak üzere düzgün iki çift ayakkabınız var mı?” sorularına neden “maddi nedenler dışında hayır” denebileceğini anlamakta zorlanıyoruz. İnsanlara hem eskimiş giysilerini değiştirme olanaklarının olup olmadığını sorup hem de maddi olanaksızlığını dile getirmek istemeyen insanlara bir kaçış yolu sunulmakta, böylece maddi yoksunluğun göstergeleri azaltılmış olmaktadır.

Hanehalklarına ekonomik soruları ile ilgili olarak sorulan sorulara verilen yanıtlara bakıldığında ise hanehalklarının yaklaşık %20’sinin faturalarını ödeyemediği, %16’sının da kredi kartı ve diğer borçlarını ödeyemediği görülmektedir (Tablo 5). Hanehalklarının üçte biri gerekli harcamaların yapılamadığını, %65’lik kısım ise oturduğu konut için gerekli harcamaları yapmakta zorlandığını belirtmektedir.

Hanehalklarının %30’unda hafta 2 kez et, tavuk veya balık tüketilemediği görülmektedir. Hanehalklarının yarısından fazlası (%54) ailecek yılda bir haftalık bir tatili karşılayabilecek durumda değildir. %17’lik bir kısım ise, evlerini yeterince ısıtamadıklarını belirtmiştir.

Gelirin ısınma ve beslenmeye yetmemesi, fatura ve borçların ödenememesi yanında, yaşanan konutlarda da hanehalkı sağlığını ilgilendiren sorunlar yaygındır. Konutların üçte birinde sızdıran çatı, nemli duvar ve çürümüş pencere sorunları mevcuttur (Tablo 6). Bu gibi sorunların halk sağlığı açısından ciddi olumsuz durumlar yaratması öngörülebilir.

4. Sonuç

Yeni koronavirüs salgını dünyada ve Türkiye’de emekçi sınıfları oldukça ciddi bir hayatta kalma mücadelesi içine sokmuştur. Salgın nedeniyle üretimin durduğu sektörlerde çalışanlar gelirlerini kaybederken, çalışmaya devam edenlerin de kendilerinin ve ailelerinin sağlıkları tehlike altındadır. Türkiye’de salgının nasıl kontrol edileceği ve insanların bu süreçte gelirleri azalırken kendilerini nasıl koruyacakları sorusu, sosyal devlet olma özelliğini oldukça uzun zamandır yitirmiş olan devlet tarafından cevaplanmadığı için, insanlar alabildikleri kadar önlem alarak kendilerini ve ailelerini korumaya çalışmaktadır. Devlet, insanlara kendi önlemlerini almalarını ve “evde kal”malarını öğütlemektedir.

Salgının başlamasından sonraki sürece ait veriler henüz oldukça az olmakla birlikte, salgının başlamasından önce Türkiye’de hanehalklarının ne şekilde yaşadıklarına dair mevcut bilgiler, insanların “hane” içinde salgından korunabilme olanaklarının kısıtlılığını göstermektedir. Gelir eşitsizliği oldukça önemli bir sorundur. Ücret gelirlerine ve transfer ödemeleri ve yardımlara bağlı olarak yaşayanların, kısaca toplumun ezici çoğunluğunun, gelir eşitsizliğinden etkilendikleri görülmektedir. Bu nüfus kesiminin gelirlerinin salgın sırasında daha da azalması beklenmelidir.

Salgından önce, bir yerde çalıştığını beyan edenlerin üçte birinin sağlık güvencesi olmadığı görülmektedir. Sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda bir “maliyet” unsuru olarak görülen çalışanlar, sosyal güvenliksiz çalışmaya zorlanmaktadır. Salgın esnasında üretimin bazı sektörlerde durması ve istihdamın azalması sonucunda, bu nüfus kesiminin önemli bir kesiminin gelirini tamamen kaybetmesi gerçekçi bir tahmindir. Ayrıca, salgından sonra devlet tarafından bir “çözüm” olarak ortaya konan kısa çalışma ödeneği uygulaması da, halihazırda sosyal güvencesi olan şanslı kesimin gelirlerinin önemli bir kısmını yitirmeleri demektir. Bu uygulama devletin de çalışanları sermaye üzerinde bir yük olarak gördüğünü göstermektedir.

Salgın öncesinde de sağlık hizmetlerinden faydalanamayan, temel ihtiyaçlarını karşılayamayan, iyi beslenemeyen, iyi giyinemeyen ve sağlıklı konutlarda oturamayan nüfus bölümünün oldukça fazla olduğu görülmektedir. Hanehalklarının yaklaşık üçte biri, haftada iki kez et yiyemediklerini belirtmişlerdir. On kişiden biri, iki çift ayakkabısının olmadığını söylemiştir. Salgında bir yandan iyi beslenmesi, sağlığını koruması öğütlenen diğer yandan da kendi başının çaresine bakması beklenen bu nüfus kesimlerinin sağlıklarını koruyamayacakları açıktır. İnsanların beslenebilmek ve en temel ihtiyaçları olan elektrik, su, doğalgaz faturalarını ödeyebilmek için “yardımseverlerin” ve belediyelerin insafına bırakılmaları, kapitalist sistemin krizlerle nasıl başa çıkamadığının ve krizin faturasının geniş nüfus kesimlerinin ödediğinin bir göstergesidir.

Salgın, kapitalist sistemde üretimin insan ihtiyaçlarına ne kadar uzak şekilde gerçekleştirildiğini göstermiştir. Kaynak kullanımının doğru planlanması, halkın çıkarı üzerine şekillendirilmiş bir sağlık sisteminin olması ve olağanüstü durumlarda devletin tüm halk adına gerekli önlemleri alması durumunda, salgının en az zararla atlatılması mümkün olabilirdi. Küba’nın salgın deneyimi buna oldukça iyi bir örnektir.

Türkiye gibi geniş kaynaklara sahip bir ülkenin, kaynakların toplum için planlandığı bir durumda, tüm bireyleri için en iyi şartları sağlayabileceği açıktır. Toplumu var eden emekçi kesimlerin sosyal güvencesiz çalıştırılmaları, olağanüstü bir durum ortaya çıktığında ilk gözden çıkarılan olmaları, sağlık sisteminden gerektiği gibi faydalanamamaları ve elektrik, su, doğalgaz gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayamamaları ve “yardıma muhtaç” olmaları kabul edilemez bir durumdur.


Kaynaklar

OECD, (2020). Income Inequality Data, Erişim Tarihi: 18.05.2020 https://data.oecd.org/inequality/income-inequality.htm

TÜİK, (2019). GYKA 2018 Mikro Verisi (Bu çalışma için TÜİK’ten alınarak kullanılmıştır.)


Katkılar

Erhan Nalçacı

Fatma Pınar Arslan’ın verilere dayanarak yaptığı ve hanehalkının durumunu ele alan çalışması nesnel durumu göstermesi açısından çok önemli. Bu verileri önümüzdeki yıllarda pandeminin etkilerini görmek açısından karşılaştırmalı olarak inceleme şansı verecek.

Gelir dağılımı ve gelirin kaynakları önemli ipuçları veriyor. Öte yandan bu yöntemin kısıtları çalışmanın başında verilebilir. Çoğu sermaye kesimi çeşitli yöntemlerle gelirini olduğunun çok altında gösteriyor veya saklıyor. Servete dayalı bir toplumsal eşitsizlik (üretim araç ve nesneleri, mali araçlar, gayrimenkuller vb.) istatistiğini ise devlet tutmak istemiyor.

Sosyalist Gelecek ve Planlama sürecinde hane halkının temelinde bulunan iktisadi temeli çözüleceğini önerdiğimiz için bugün hanehalkının yaşadığı bunalımı bütün boyutları ile ortaya koymak zorundayız. Bu çalışma bu yönüyle de kıymetli. Öte yandan hane içi şiddet, istismar, özgürlüklerin engellenmesi, hegemonya biçimleri, gericiliğin beslenmesi, işsizlik gibi bütün boyutlarıyla bu bunalımı ortaya koyacak bir çalışmaya ihtiyacımız var.  Belki Sonbahar sempozyumuna böyle bir ekip oluşturabiliriz.

Cevap

Türkiye’de gelir istatistikleri beyana dayalı olarak sunuluyor. GYKA ve diğer anketlerin sonuçları, kişilerin verdikleri cevapların doğruluğuna dayanıyor. Bunların dışında bir gelir istatistiği maalesef yayınlanmıyor. Bu nedenle, gelir eşitsizliğinin burada gösterilenden daha fazla olduğunu tahmin edebiliriz.

Diğer yandan, TÜİK’e ait bu veriler yetersiz olmakla birlikte, bir fikir vermesi açısından önemli. Özellikle, başka hiçbir kurum ve kuruluş, her yıl düzenli olarak ülkenin tamamında bu kadar çok sayıda fert ve haneden cevap alınan, bu kadar fazla soruyu kapsayan bir anket yapamadığı için. TÜİK GYKA verileri yıllar arasında da karşılaştırma yapılabilecek bir süreklilik arz ediyor. Bunların dışında, belediyeler, araştırma kuruluşları, sendikalar gibi birçok başka kurum da istatistik topluyor. Bu istatistikleri birlikte kullanarak, birbirleriyle karşılaştırarak daha zengin sonuçlara ulaşmak mümkün. Ancak benim de makalede yapmaya çalıştığım gibi, verilerin toplanma sürecine dair eleştirel bir bakış açısına sahip olmak gerek.

Bu veriler, hanehalklarının yaşam koşullarına dair temel düzeyde bir fikir verebilir. Sizin de belirttiğiniz gibi bu bakış açısının birçok yönden geliştirilmesi ve daha bütünlüklü bir “hanehalkı resmi” çizilmesi mümkün.