Su kaynaklarının mevcut durumu

Bilim ve Aydınlanma Akademisi
Kolektif Yaşamı Kurgulama Bilim Alanı Su Politikaları Komisyonu


Giriş

Yeryüzündeki suyun azalması ve suya ulaşımın zorlaşması sorunu son dönemde üzerinde fikir birliğine varılan konulardan biridir. UNICEF’e göre 2017 yılı itibari ile 2,1 milyar insan temiz içme suyundan, bunun yaklaşık iki katı sayıda insan ise günlük hijyen imkanından yoksun. Herkesin üzerinde uzlaştığı bu konunun çözümü konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerden ilki su tekelleri ve su tekellerinin yönlendirdiği Dünya Bankası, Dünya Su Konseyi, Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlarının savunduğu tezdir. Bu kuruluşların ana politikası farklı modellerle tarif edilse de suya ulaşımda ve su yatırımlarında özel sektörün payını arttıran, suyun sınırlı bir kaynak olduğu ve bu yüzden suya ulaşımın paralı olması gerektiğini savunan iddialar üzerine kurgulanmıştır. Bu su tekelleri; Nestle, Veolia, Thames Water gibi senelik milyarlarca dolar kazançları olan firmalardır. Afrika’daki su ve tuvalet yoksunluğuna dikkat çeken Bill Gates gibi “yardımseverler” ise tuvaleti olmayanlar için ucuz tuvalet tasarımları gibi sorunu bağlamından koparan göz boyayıcı faaliyetlerle gerçek sorunların üstünü örtmektedir.  Diğer tarafta ise temiz suya ulaşımının bir hak olduğunu savunan ve suyun kesinlikle bir meta olarak görülmemesini talep eden bir kesim bulunmaktadır

Çalışmanın üç bölümden oluşması planlanmaktadır. Bu bölümde dünyanın ve ülkemizin su kaynaklarının durumunun genel bir çerçevesi çizilmekte, dünyadaki tatlı su rezervlerinin durumu, su kullanımının sektörlere göre dağılımı, su sorunu üzerindeki baskılar, başlıklar halinde sunulmakta ve bazı kavramlara değinilmektedir. “Su hakkı ve su hakkı mücadelesi” ile “Nasıl bir su politikası?” başlıklarının ise çalışmanın diğer bölümlerini oluşturması planlanmaktadır. Ülkemizde özellikle 2000’li yılların ikinci yarısında ciddi sayıda artan HES yatırımları ile, su mücadelesi çok fazla tartışılmıştır. Günümüzde bu tartışma görece azalmakla beraber suya yönelik sermaye müdahaleleri hız kesmeden devam etmektedir. Sulama birliklerinin özelleştirilmesi ile ilgili kanun değişiklikleri 2018 yılında AKP iktidarı tarafından meclise getirilmiştir. İleriye dönük mesaj veren önemli bir nokta da ambalajlı su sektörünün 2018 yılı TÜİK verilerine göre toplam cirosunun 7,1 milyar TL’ye ulaşmış olmasıdır. Suya yönelik bu sermaye müdahaleleri kapitalizmin bütünlüklü ekonomik yapısından ayrı ele alınmamalıdır. Bunun karşısında oluşturulacak toplumcu bir su politikasının da kendi açısından benzer bir bütünlüğü gözetmesi gerekmektedir. Örneğin tarımsal sulama, kullanılan su miktarı olarak suyun en fazla kullanıldığı sektördür. Ülkemizde üretilen bazı ürünlerin bitkisel su ihtiyacı oldukça yüksektir ve bu ürünlerin üretimini sadece su kullanımı veya sadece tarım sektörünün ihtiyaçları üzerinden planlamak hatalı sonuçlar doğurabilmektedir. Bu bağlamda en önemli iki nokta ülkemizdeki su kaynaklarının durumu ve toplumun su hakkı olmalıdır. Öncelikli olarak bu iki durum gözetilerek bütünlüklü bir su politikası oluşturulmalıdır.

  1. Küresel Tatlı Su Kaynaklarının Durumu

Yeryüzünde var olan suyun sadece %2,5’i tatlı su olarak tanımlayabileceğimiz niteliktedir. Bu suyun çok büyük bir kısmı buzullarda ve buz tabakalarında donmuş haldedir. Donmamış olan suyun büyük bir kısmı yeraltı suyu olarak akiferlerde depolanmakta, yüzey ve atmosferik olarak değerlendirebileceğimiz su miktarı ise tüm tatlı su potansiyelinin yalnızca yaklaşık %0,4’üne tekabül etmektedir. Kullandığımız su, akışa geçen yüzey suları ve pompalar yolu ile yeraltından çektiğimiz yeraltı sularından meydana gelmektedir.

Su bilimine hidroloji adı verilmektedir. “Hidrolojinin temel kavramı hidrolojik devirdir. Bu devir, suyun denizden başlayıp buharlaşarak atmosfere, oradan yağışlarla yeryüzüne ve akarsular ya da yeraltı sularının akışı yolu ile denizlere veya okyanuslara dönmesi ile tamamlanır” (Usul, 2017:4).  Yeryüzündeki sınırlı miktardaki su sürekli bir döngü halindedir. Bu döngüde güneş enerjisi sebebiyle oluşan su buharı yoğunlaşarak bulutları oluştururken, rüzgârlar bu bulutları harekete geçirerek su buharını yayarlar. Bulutlar nemi tutamayacak duruma geldiklerinde nemi yağış olarak serbest bırakırlar. Bu su toprağa sızarak yer altı sularını, akışa geçerek gölleri, akarsu ve nehirleri besler. Yılda yaklaşık 400 milyar litre su bu döngüden geçer ki, bu da dışardan bir müdahalede bulunulmazsa tükenmeyecek bir kaynaktan bahsedildiği anlamına gelmektedir. Bu döngü halindeki su denge halindedir ve buna küresel su dengesi adı verilir. Tabloda gösterilen okyanuslardaki 13 cm/yıl eksik miktar, karalardan gelen 31 cm/yıl ile dengelenir. Yeryüzünde kara ve okyanus alanlarının 3/7 olan oranı bu dengeyi sağlar.

Öyle ki doğaya bilinçli olarak müdahale eden yegâne varlık olan türümüz, bu döngüye geçtiğimiz yaklaşık 300 bin yıldır kayda değer bir tahribatta bulunmamışken, iki yüzyıl içinde yine aynı türün başrolünde olduğu endüstri ve tarımsal üretim süreçleri yeryüzünü geri dönüşü olmayan bir noktaya sürüklemektedir.  Suya dışarıdan herhangi bir müdahale olmadığı koşullarda suyun bir mekânı vardır. Bu mekân suyun havzası olarak tanımlanmaktadır. Endüstri ve tarım suyu mekânından kopartmaktadır. Endüstri ve tarımda kullanılan su, üretilen ürünler ile beraber taşınmaktadır. Günümüzde suyu mekânsızlaştırmayı en somut olarak ambalajlı su sektöründe görmekteyiz. Belirli bir havzada döngüde bulunan su, bu sektör vasıtası ile birlikte mekânsızlaştırılmaktadır. Türkiye’de ambalajlı su sektörü 2018 yılında 417.031 ton suyu yaklaşık 67 milyon $ ciro elde ederek ihraç etmiştir (SUDER, 2020).

  1. Su Kaynaklarının Yeryüzüne Yayılımı

Ülkelerin su kaynakları potansiyelleri incelendiğinde görüleceği üzere dünya su kaynakları dağılımı ülkeler bazında çok büyük farklılıklar göstermektedir. Dünyada mevcut suyun dağılımı ciddi anlamda eşitsizlik göstermektedir. Su varlıkları yüzey suları, yeraltı suları ve buzullar olarak sınıflandırılmaktadır.

Kişi başına düşen günlük su tüketimi konusunda da merkez/çevre ülkeler arasında 30 kata varan farklılıklar görülmektedir. Birçok gelişmemiş ülkede insanlar, yaşamsal aktiviteler için asgari ihtiyaç olan günlük 50-100 litre suya ulaşamamaktadır. Ülkelerin su varlığı literatürde kişi başına düşen su miktarına göre sınıflandırılmaktadır. Aşağıdaki tabloda bu sınıflandırma verilmiştir.

1989'da İsveçli su uzmanı Malin Falkenmark’ın ülkelerin mevcut su kaynakları potansiyelini ve nüfuslarını göz önüne alarak geliştirdiği indeks ile o ülkedeki kişi başı yıllık su kullanılabilirliği üzerinden çeşitli sınıflandırmalar yapılmıştır. Buna göre 2019 yılı için Kanada’da kişi başına yıllık 77.201 m³ su düşerken Cezayir’de yalnızca 275 m³, Türkiye’de ise 1.347 m³ su düşmektedir. Dolayısıyla Kanada su zengini, Cezayir su fakiri ve Türkiye su stresi yaşayan ülkeler olarak nitelendirilmektedir. İleride yaşanacak su sıkıntısına ilişkin, sadece Türkiye özelinde küçük bir karşılaştırma yapılacak olursa 2015 yılında Türkiye’de kişi başına düşen yıllık su miktarının 1.422 m³ olduğunu, yalnızca 4 yılda 75 m³ suyun azaldığını görürüz. Dünya ortalamasının 7600 m3 olduğu bilindiğinde Türkiye’deki su miktarının dünya ortalamasının oldukça altında olduğu görünmektedir. 2030 yılında Türkiye’deki bu kişi başı su miktarının 1000 m3’e düşmesi beklenmektedir. Bu rakamlar dünyada su kaynaklarının sınırsız olmadığını, ülkeler arasında büyük farklar olduğunu, Türkiye de dâhil pek çok ülke için plansız, acımasız ve umursamaz su politikalarının devamı durumunda su sıkıntısı çekilebileceğini göstermektedir (Hakyemez, 2019, s. 15).

Ancak bu veriler incelenirken unutulmaması gereken en önemli nokta özellikle az gelişmiş ülkelerin, emperyalist sömürü koşullarında kaçınılmaz olarak ortaya çıkan altyapı eksikliklerinden kaynaklanan mevcut su kaynaklarının çok azını kullanmalarıdır. Dolayısıyla yapılacak ilk tespit şu olmalıdır; temiz suya erişimdeki bu eşitsizliği ve su kaynaklarının kirletilerek tüketilmesinin fiziksel altyapısını hazırlayan kapitalist politikaları görmezden gelerek, durumu yalnızca hızlı nüfus artışı ile açıklamak gerçeklerin üzerini örtmekten başka işe yaramamaktadır.

  1. Dünyada Su Kullanımı

Dünyada su kullanımı fotoğrafının sektörel bazlı değerlendirmeler eşliğinde çekilmesi küresel su sorununun çözümünde öncelikli konuların belirlenmesi açısından önemli görülmektedir. Kıt kaynaklar mevzu bahis olduğunda uygulama alanlarının birbirlerinden bağımsız düşünülemeyeceği de dikkate alınmalıdır. Örneğin artan nüfus dolayısıyla gıda ihtiyacı ve değişen tüketim alışkanlıkları tarımda suyun kullanımının artırılmasını gerektirmekte ancak sanayileşme, teknoloji, enerji ihtiyaçları, kentleşme dolayısıyla evsel kullanım da bir yandan gelişme gösterdiğinden suyun kullanımı konusunda darboğazlar iyice belirginleşmeye başlamaktadır. Ayrıca tüm bunların ortak çıktısı olarak iklim değişikliği suyun üzerinde muazzam baskı oluşturmakta, kentleşme dolayısıyla yaşanan kirliliğe sermaye düzeninin doymak kanmak bilmez talan politikaları da eklendiğinde durum içinden çıkılmaz bir hale gelmektedir.

Aşağıdaki tabloda dünyadaki fiziksel suyun sosyo-politik bağlamından koparılarak düşünülmesi tehlikeli görülmekte ve aynı zamanda çözümsüzlüğü bağrında taşımaktadır.

3.1. Tarım

Görüldüğü üzere dünyada su kullanımı konusunda tarım büyük oranda yer kaplamaktadır. Dünyada tarımın toplam su kullanımı içindeki yüzdesinin ülkelerin gelişmişlik derecesi arttıkça düştüğü genel itibariyle bu payın endüstriye ayrıldığı görülmektedir. Dolayısıyla gelişmiş ülkelerde tarımın daha az yapıldığı, suyun daha efektif kullanıldığı ya da tarımsal ürünlerin ihracatından kaçınılarak (tek tek ülkelerin su kaynakları potansiyeline bağlı olarak) ithali yoluyla gerçekleştirildiği söylenebilir.

3.1.1. Tarımda Kullanılan Suyun Kaynaklara Göre Dağılımı

Kullanılan suyun çok büyük bir kısmı yüzey suları ve yeraltı sularından sağlanmaktadır.

​​​​​​​3.1.2. Tarımda Yöntem

Dünyada genel eğilim olarak gelişmiş ülkelerin susuz tarımı, görece az gelişmiş ülkelerin ise sulu tarımı tercih ettiği söylenebilir.

Susuz tarım; toprağın koşullarına uygun ürünlerin tercih edildiği, küçük ölçekli ürün alımının hedeflendiği, ihtiyaç duyulan suyun ise yağışlardan elde edildiği bir yöntem olarak tanımlanabilir. Ülkemizin de içinde bulunduğu ağırlıklı sulu tarım yöntemini uygulayan ülkeler, tarımsal üretim artısı yaratmak adına muazzam su harcayan, iklimsel risklerden en az etkilenecek şekilde yılda çift mahsulün alındığı ama sürdürülebilir olmaktan uzak, yoğun toprak sömürüsüne dayanan bu yöntemi gerek öngörü yoksunluğundan gerekse küresel dayatmalardan kaynaklı benimsemektedir.

​​​​​​​3.2. Endüstri

Dünyada ülkeden ülkeye çok farklılık göstermekle birlikte su kaynaklarının yaklaşık %20’si sanayi amaçlı kullanılmaktadır. Ancak sanayi için çekilen suyun önemli bir kısmı enerji tüketiminde kullanıldığı ve sanayi kullanımıyla evsel kullanımın iç içe geçtiği durumların söz konusu olması sebebiyle gerçek manada salt sanayi için ne kadar bir tüketimden bahsedilebileceği tahminlerin ötesine geçememektedir. Sanayi kullanımın tamamına yakını yüzey ve yer altı sularından sağlanmakta olup bu suyun yüksek kalitede olmasına ihtiyaç duyulmakta, bu da ek arıtım teknolojilerinden yararlanmayı zorunlu kılmaktadır.

Dünyadaki sanayi üretimlerinin eşitsiz gelişimi sebebiyle örnek teşkil etmesi açısından Türkiye’de sanayi üretimlerinde kullanılan su miktarlarına bakıldığında, kimyasal ürünlerin imalatı, gıda ve tekstil çok büyük yer kaplamaktadır. Üretimde kullanılan suyun yanında sonrasında kaybedilen su miktarları da dikkate değerdir.

Çapar ve Yetiş (2018:19)’in yayınladığı TÜİK 2016 verilerine göre sanayide sektörel su tüketimi aşağıdaki tabloda verilmektedir:

​​​​​​​3.3. Enerji

Dünyada sanayi içinde su kullanımı konusunda aslan payını enerji üretimi almaktadır. Tüm sanayinin su kullanımının %70-75’i (tüm tatlı suların %15’i) enerji üretimine harcanmaktadır. Bunların içinde fosil ve biyoyakıt üretimi, kömürlü termik santrallerde soğutma suyu kullanımı, kaya gazı üretiminde hidrolik kırma işlemleri önde gelmektedir (Barlow, 2016). Enerjinin su ile çift taraflı bağımlılık ilişkisi içinde olması ayrıca belirtilmesi gereken bir husustur. Şöyle ki enerji üretiminde soğutma, hidroelektrik, fosil ya da biyoyakıt üretim, madencilik gibi alanlarda su ayak izinden bahsedilebilirken, arıtma, pompalama, desalinasyon (deniz suyu arıtımı) gibi konularda yoğun bir enerji ayak izi söz konusudur. Bunun yanında yenilenebilir bir enerji türü olan hidroelektrik enerji ülke düzeyinde hiçbir planlama olmadan tamamen piyasanın bir enstrümanı olarak değerlendirilmiştir. Türkiye’de özellikle 2005 yılı sonrasında yapılan hidroelektrik enerji santralleri toplumsal yaşama ve ekosisteme ciddi anlamda zarar vermiştir.

​​​​​​​3.4. Evsel ve içme suyu

“Evsel içme suyu evlerde, otellerde, lokantalarda ve çamaşırhanelerde içme suyu, besin hazırlama, hijyen, bahçe sulama gibi sulama ve hizmet üretimi amaçlı olarak kullanılan suyu içermekte olup birçok ülkede toplam su kullanımı içerisinde küçük bir oranı oluşturmaktadır” (USİAD, 2007). Evsel ve içme suyu kullanımı tarım ve sanayiye göre en düşük su tüketiminin olduğu alandır. Fakat insanların içme suyu ihtiyacı için en çok tartışılan alandır. Şu anda kullandığımız, her konuta ayrı su temini dünyada 100 – 150 yıldır sağlanmaktadır. Birçok ülkede içme suyu temini kilometrelerce yol yürüyerek, arıtılmamış atık suların kullanılmasıyla sağlanmaktadır. Bu sorun özellikle kadınlar ve çocuklar için daha da yakıcı durumdadır. Birleşmiş Milletler raporları kadınların her yıl 40 milyar saatini suya ulaşmak için harcadıklarını ortaya koymaktadır (Barlow, 2016).

4. Sanal Su ve Su Ayak İzi

Dünyadaki su kullanımının dağılımında tarım sektörünün yaklaşık %70’lik bir pay üstlendiği, onu sanayi sektörünün %20’lik bir pay ile takip ettiği belirtilmişti. Bu oranların günlük hayata etkisini açık biçimde anlamamızı sağlayan şey sanal su kavramı olmuştur. Yani doğrudan kullanılan içme ve temizlik gibi ihtiyaçları karşılamaya yönelik olarak tüketilen su miktarı değil, dolaylı olarak tüketilen suyun da bu tüketime dâhil edilmesi düşüncesi sanal su kavramı ile somutlanmaktadır. Sanal su kavramı bir metanın üretiminde kullanılan su miktarı olarak tanımlanmaktadır. Örneğin TÜİK verilerine göre Türkiye’nin 2019 yılı kişi başı günlük içme ve kullanma su tüketimi 224 litredir, oysaki sanal su dikkate alınarak yapılan hesaplamalarda bu miktarın 5.616 litre olduğu görülmektedir.

Aynı zamanda bu kavram, bir ülkenin herhangi bir ürünü ithal/ihraç ederken dolaylı olarak o ürünün ortaya çıkmasında kullanılan suyu da ithal/ihraç etmiş olacağını ifade eder, dolayısıyla küresel bir sanal su ticaretini açıklamada da kullanılmaktadır.

Ancak sanal su içeriği, yalnızca ürünün içerisindeki saklı suyu ifade etmektedir; oysa ilk kez Arjen Hoekstra tarafından 2002 yılında ortaya konulan “su ayak izi” (WWF, 2014) kavramı, yalnızca su hacmini değil, aynı zamanda kullanılan suyun türünü (yeşil, mavi, gri), ne zaman ve nerede kullanıldığını da göstermektedir. Dolayısıyla su ayak izi kavramı, üretilen ya da tüketilen bir ürünün içerdiği dolaylı su kullanımını açıklayan esas gösterge olarak kullanılmaktadır. Su ayak izini temsil eden bileşenleri özetleyecek olursak, mavi su ayak izi; bir malı üretmek için ihtiyaç duyulan yüzey ve yeraltı tatlı su kaynaklarının toplamını, yeşil su ayak izi; bir malın üretiminde kullanılan toplam yağmur suyunu, gri su ayak izi ise mevcut su kalitesi standartlarına dayalı olarak, arıtma için kullanılan toplam tatlı su miktarını ifade etmektedir.

Su ayak izi kavramındaki mavi, yeşil ve gri su ayak izi; herhangi bir ürünün üretiminde/tüketiminde kullanılan suyun miktarının, türünün, ne şekilde kullanıldığının (ülkelerin iklimleri ve yağış rejimleri de göz önüne alınarak) ortaya konulmakta, bununla beraber su kaynakları üzerinde yaratılan baskıları da göstermektedir. Örneğin önemli bir endüstri ürünü olan şeker pancarının su ayak izine bakıp bir değerlendirme yapılabilir. Aşağıdaki grafikte şeker pancarı üretiminde kullanılan suyun ayak izi gösterilmektedir. Grafikte açıkça görüldüğü gibi, dünyadaki başlıca şeker pancarı üreticisi ülkeler arasında mavi su ayak izi en yüksek olan ülke Türkiye’dir. Tablo şunu göstermektedir; diğer büyük üretici ülkeler iklimlerinin pancar tarımına uygunluğu dolayısıyla üretimin tamamına yakınını yağmur sularından faydalanarak yapmaktayken, Türkiye şeker pancarı üretiminde büyük oranda sulama yöntemlerini uygulamaktadır. Türkiye şeker pancarı üretiminde yaklaşık %7’lik bir pay ile dünyada 5. ülke konumundadır ve şeker pancarının Türkiye için önemi yadsınamaz. Şeker politikaları belirlenirken, başta ekonomik ve sosyal boyutlar olmak üzere bütüncül bir yaklaşım geliştirilmesi gerekmektedir. Ancak Türkiye’nin şeker pancarı üretiminin yaklaşık %30’unun Konya Kapalı Havzası’nda olduğu düşünüldüğünde bu üretimin yüzey ve yeraltı su kaynaklarında yaratacağı riskin ne kadar büyük olduğu anlaşılacaktır. Kaldı ki planlı bir tarım politikasının uygulanamaması nedeniyle Konya Kapalı Havzası’nda yıllardır yeraltı suyu ile yapılan sulamalar neticesinde yeraltı su seviyesi her geçen yıl daha da azalmakta, dolayısıyla şu anda bile su kıtlığı yaşanmaktadır. Su ayak izi kavramından faydalanarak kısaca özetlemeye çalıştığımız bu durum, sürdürülebilir bir tarım politikası belirlenirken su kaynaklarının durumunun ilk sıralarda düşünülmesi gerektiğidir. Oysa yıllardır uygulanan neoliberal politikalar yüzünden hemen her alanda olduğu gibi su kaynaklarının yönetiminde de bilimin ve milyonlarca emekçinin değil küçük bir egemen grubun çıkarlarını gözeterek yürütülen uygulamalar yüzünden bugün Türkiye’ de su kaynakları ve buna bağlı olarak tarımsal üretim çok büyük bir risk altındadır.

5. Su Sorunu ve Üzerindeki Baskılar

Su sorunu, gelişen sanayi, tarım, nüfus artışı ve kentleşme ile beraber daha fazla su ve enerji ihtiyacının dünyanın mevcut su kaynakları üzerinde oluşturduğu baskı olarak tanımlanabilir. Bu tablonun su üzerinde yarattığı baskı, iklim değişikliği, demografik ve kapitalist üretim biçiminin yarattığı baskılar olarak tanımlanabilir.

​​​​​​​5.1. İklim Değişikliği Baskıları

Bilim insanları özellikle son 100 yılda sanayi devriminin tamamlanması, fosil yakıtlarının artması ve atmosfere salınan karbondioksit başta olmak üzere diğer sera gazların artışı nedeniyle sıcaklıkların artışını buzulların erimesi ve birçok meteorolojik ve hidrolojik anomali tespit etmiştir (MGM, 2020). İklim değişikliği ya da yaygın bilinen adıyla küresel ısınma etkisi, ısı tutma özellikli sera gazlarının (karbondioksit, su buharı, metan vb.) atmosferdeki miktarının artması sonucu gezegenin sıcaklığının canlıların yaşamı için uygun sıcaklıklardan daha yüksek sıcaklıklara sahip olması olarak tanımlanabilir.

Bu ısınma etkisi buzulların erimesi, deniz seviyelerinin yükselmesi, kuraklık ya da anormal yağışlar olarak kendini göstermekte, su kaynakları üzerinde yaratacağı önemli etkiler ise havzaların bulunduğu bölgelere bağlı olarak; yüzeysel su potansiyellerinde azalma ya da artış, yeraltı akiferlerinin beslenmelerinde azalma, ekstrem akımların (taşkınlar ve kuraklık) sıklıklarında, görülme mevsimlerinde ve büyüklüklerinde değişim, değişen yağış rejimi, bitki örtüsü ve arazi kullanımlarının neden olduğu erozyon sorunları, kar suları ile beslenen akarsuların akış rejimlerinde farklılaşma, tarımsal su gereksinimlerinde artış şeklinde özetlenmektedir (Fıstıkoğlu & Biberoğlu, 2008).

Görüldüğü üzere iklim değişiklikleri, ekosistemde yarattığı diğer değişikliklerin yanında su kaynakları üzerinde baskılara sebep olmaktadır. Bu baskılar yukarda değindiğimiz tüm süreçleri etkilemekte, zaten hâlihazırda eşitsiz dağılmış olan su kaynakları üzerinde bambaşka süreçlere yol açma ihtimali ortaya çıkmaktadır. Bu süreç, mevcut su zengini ülkelerin yarının su stresi yaşayan ülkeleri haline gelmesi, orman yangınlarının artması, gıda krizlerinin ortaya çıkması gibi ihtimalleri arttırmaktadır. Söz edilen bu durumlar modern zaman distopyaları olarak değil, yaşanması muhtemel durumlar olarak görülmelidir. Bu anlamda iklim değişikliği üst başlık olarak değerlendirilmeli ve başa yazılmalıdır.

Ayrıca su, iklim değişikliğinin tek yönlü etkileneni değil aynı zamanda negatif yönde etkileyeni de olabilmektedir. Bu çift yönlü ilişkiye büyük barajlar bir örnektir. Yapımı ile nehirlerin denizlere ulaşması engellenmekte, bu durum suyun havzadaki doğal akışını bozmakta, dolayısıyla o güzergahtaki fauna ve floraya zarar vermektedir. Bu birçok canlının ölmesi ve bir sera gazı olan metanın atmosfere karışmasına sebep olmaktadır. Bu noktada uluslararası kredi anlaşmalarıyla gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde “Kamu-Özel Sektör İş Birliği” makyajı ile ekolojik ve kültürel dengeye zarar veren devasa hidrolik yapılar yapılmasını, finanse eden Dünya Bankası, IMF gibi küresel finans kuruluşları ve güdümündeki sermaye yanlısı hükümetleri yaşanmış/yaşanacak her türlü ekolojik ve insani yıkımın en önemli sorumlularıdır.

​​​​​​​5.2. Demografik Baskılar

Sınırlı bir kaynak olarak nitelendirdiğimiz suyun kontrolsüz nüfus artışından etkileneceği aşikârdır. Ancak suyun sınırlı bir kaynak oluşu, canlı popülasyonlarının yaşam ve ihtiyaçlarını gidermede (artan nüfus projeksiyonlarına göre) yetersiz kalacağını göstermemektedir. Su kaynakları üzerindeki basıncı, demografik (geçtiğimiz yüzyılda dünya nüfusu 3 kat artarken, su kaynakları üzerindeki talep 7 kat artmıştır (USİAD, 2007).) artıştan çok neoliberal politikalar kaynaklı su ve enerji yoğun tüketim alışkanlıklarına doğru bir yönelim ve sınırsız tüketime dayalı büyüme modelini dayatan ekonomik modelin herhangi bir merkezi planlama yapılmaksızın tamamen piyasa mekanizmalarına terkedilmesi yaratmaktadır.

​​​​​​​5.3. Emperyalizmin Yarattığı Baskılar

Üretim baskılarından bahsedilmek için bunun daha berrak ortaya konulmasını sağlayan “sanal su” kavramına bir parantez daha açılmalıdır. Tekrarla sanal su, ticarete konu olan metanın üretiminde kullanılan su miktarı olarak özetlenebilir. Daha somut ifade edilecek olursa bir kilo buğdayın üretiminde kullanılan su yaklaşık 1400 litreden fazlayken, bir fincan kahve üretiminde 140 litre, bir hamburgerin üretiminde 2400 litre, bir deri çantanın üretiminde ise yaklaşık 17000 litre sanal su kullanılmaktadır (WWF, 2014:62).

Marx’ın malın değerini belirleyenin içinde gömülü emek-zaman olduğu yönündeki yerinde (2005:45) tezinde olduğu gibi, metanın üzerinde o suyun bulunmaması gömülü suyun ticarete konu olmaması anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bir ürünü ihraç (ithal) etmek demek aynı zamanda bir su ihracatını (ithalatını) da içerir. Su yönünden kıt olan emperyalist hiyerarşinin üstündeki ülkeler bu açıklarını gıda ithalatı yoluyla su stresi altındaki ülkelerden sağlamakta, acil gelir sağlamak durumunda olan ülkeler ise sularını ihraç etmek zorunda kalmaktadır. Su stresi altındaki ülkeler, çok ürün alınan ve kâr marjı yüksek su-yoğun üretimlere yönelmekte, bir bakıma su kaynaklarını sömürüye açık hale getirmektedirler. Daha önceki bölümlerde bir kısmı verilerle desteklenen ülkemizin de ihracatçısı olduğu pancar ve pamuk gibi su-yoğun ürünlerin tarımı su parametresi de dahil edilerek değerlendirilmelidir.

Bir diğer boyut ise küresel bir cendereye düşürülmüş ülkelerin emperyalist karar alıcılar tarafından piyasa taleplerine uyumlu hale getirilmiş olmasıdır. Öyle ki ilk etapta kulağa hoş gelebilecek olan, iklim değişikliği etkileri sebebiyle fosil yakıtlardan kaçışa alternatif olarak düşünülen biyoyakıtların üretiminde kullanılan şeker pancarı ve mısır gibi ürünlerin tarımı, halkların gereksinmelerinden önce uluslararası şirketlerin belirleyiciliğine terk edilmiştir. Brezilya’daki Amazon Ormanları üzerinde biyoyakıt ve şeker endüstrisinin yarattığı yıkım buna bir örnektir.

SONUÇ

Küresel su sorununa gerçekçi bir çözüm getirebilmek için öncelikle şu tespit yapılmalıdır: Bugün yerküreyi su kıtlığı tehlikesi ile baş başa bırakan asıl tehlike, kapitalist ekonomi politikalarıdır. Bugün su sorununa dair tartışılan suyun metalaşması, su kirliliği, suya ulaşamama, dengesiz suya dayalı üretim gibi sorunların hepsinin dayandığı nokta kapitalizmdir. Bu gerçek görmezden gelinerek getirilen çözüm önerilerinin palyatif tedbirlerden öteye geçemeyeceği ortadadır. Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, IMF vb. gibi sistem kuruluşlarının, hazırladığı raporlarda bağımlılık ilişkilerini derinleştirmek ve kişisel su tüketimlerini azaltmanın yollarını göstermek haricinde bir şey söylenmemekte, bu sayede örgütlü politik eylemlilik yerine bireyciliğin pompalandığını ve bireysel dönüşümün toplumsal dönüşümü getireceği söylenmektedir. Örneğin evsel sular için sıkça kullanılan tasarruflu kullanım kampanyalarına, tarımsal sulama ve sanayi kullanımı tasarrufları dahil edilmediğinde hiçbir sonuç vermeyecektir.  Günümüz teknolojisi tarımsal üretimi daha verimli su kullanacak bir şekilde düzenleyebilir, planlı bir ekonomi sanayinin planlanmasında su kirliliğini toplumsal açıdan değerlendirebilir. On yıllardır su sorunu hakkında adım atılması gerektiğini söyleyen uluslararası kurumlar bu sorunların çözümüne dair kayda değer ilerlemeler sağlayamamıştır. Nitekim bu kurumların sağlıklı suya ulaşamadığı için hastalanan ya da suya ulaşamadığı için ölen, iklim değişiklikleri sebebiyle yerinden yurdundan olan milyonlarca insan için hiçbir şey yapamadıkları ortadadır.

Ademi merkeziyetçiliği baz alan ve aktivist düzeydeki yaklaşımlar iyi niyetli çalışmalar olmakla ve kısmi kazanımlar elde etmekle beraber kesin bir çözüm olmaktan uzaktır. Su hakkı mücadelesinin de katkısı ile Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 28 Temmuz 2010’da güvenli ve temiz içme suyunu bir insan hakkı olarak tanımıştır. Benzer bir şekilde bazı ülkeler su hakkı ile ilgili yasal mevzuat çalışmalarını yapmışlardır (Barlow, 2016:11). Fakat geldiğimiz noktada hala su üzerindeki piyasa ekonomisi baskısı devam etmekte, milyarlarca insan temiz içme suyuna ulaşamamaktadır.

Sosyalist bir ekonomide ilk olarak içme suyuna ulaşım bir ekonomik faaliyet olmayacaktır. Su hakkı yasal mevzuatlar ile beraber garanti altına alınmalıdır. Ulusal düzeyde kurulacak su planlama merkezleri suyun tarımsal, kentsel ve endüstriyel kullanımını bütünlüklü bir şekilde gözetilerek, toplumsal ve ekolojik ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak ulusal su politikası oluşturulmalıdır. Bölgesel düzeyde oluşturulabilecek örneğin reel sosyalizmin COMECON ismiyle vücuda getirdiği iş birliği ve yardımlaşma örgütlenmeleri vasıtasıyla tatlı suyun efektif kullanımının da içinde bulunduğu bölgesel planlamalar yapılabilir. Böyle bir işbirliği tarımsal ürün planlamasında su faktörünün de hesaba katılması için çok daha geniş olanaklar sağlayabilir.


Kaynakça

Anaç, S., Özçakal, E., & Pamuk Mengü, G. (2011). Sanal Su Kavramı ve Su Yönetiminde Önemi. Ege Üniversitesi Ziraat Fak. Dergisi, https://zfdergi.ege.edu.tr/files/zfdergi/icerik/edergiziraat/2011_cilt48/s2/10.pdf, 159-164. Erişim Tarihi: 02.05.2020, Saat: 12.00

DSİ . http://www.dsi.gov.tr/: http://www.dsi.gov.tr/toprak-ve-su-kaynaklari Erişim Tarihi: 02.05.2020, Saat: 09.00

Barlow, M. (2007). Mavi Sözleşme Küresel Su Krizi ve Su Hakkı Mücadelesi. İstanbul: Yordam Kitap.

Barlow, M. (2016). Su Hakkı. İstanbul: Yeni İnsan Yayınevi.

Çapar, G., & Yetiş, Ü. (2018). Sanayide Su Verimliliğinin Ülkemizdeki Durumu. Anahtar , 19-29.

FAO. http://www.fao.org/: http://www.fao.org/nr/water/aquastat/tables/WorldData-Withdrawal_eng.pdf Erişim Tarihi: 02.05.2020, Saat: 10.00

Fıstıkoğlu, O., & Biberoğlu, E. (2008). Küresel iklim değişikliğinin su kaynaklarına etkisi ve uyum önlemleri. TMMOB İklim Değişimi Sempozyumu. Ankara: TMMOB.

Greenfacts. https://www.greenfacts.org/: https://www.greenfacts.org/tr/water-resources/water-resources-foldout-t… Erişim Tarihi: 02.05.2020, Saat: 09.15

Hakyemez, C. (2019). SU: Yeni Elmas. İstanbul: TSKB.

İlhan, A. (2011). Yeni Bir Su Politikasına Doğru. İstanbul : Sosyal Değişim Derneği.

Marx, K. (2005). Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı. Ankara: Sol Yayınları.

MGM. https://www.mgm.gov.tr/: https://www.mgm.gov.tr/genel/meteorolojiyegir.aspx?s=19 Erişim Tarihi: 02.05.2020, Saat: 21.15

Moghaddam, V. K., Mohammadi, A., Khorasgani, F. C., & Hadei, M. (2017). Sustainable development of water resources based on wastewater reuse and upgrading of treatment plants: a review in the Middle East. Desalination and Water Treatmen, https://www.deswater.com/DWT_abstracts/vol_65/65_2017_463.pdf Erişim Tarihi: 02.05.2020 Saat: 13.15

SUDER, (2020). https://suder.org.tr/: https://suder.org.tr/ambalajli-su/istatistik/ Erişim Tarihi:05.01.2020

Şahin, B. (?). Küresel Bir Sorun: Su Kıtlığı ve Sanal Su Ticareti. Küresel Bir Sorun: Su Kıtlığı ve Sanal Su Ticareti. Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, http://cdn.hitit.edu.tr/sbe/files/12259_1602291132379.pdf, Erişim Tarihi: 02.05.2020 Saat: 10.45

TMMOB, (2009). TMMOB Su Raporu. Ankara: TMOOB.

UNEP, (2020). UNEP. ww.grida.no: https://www.grida.no/resources/5608 Erişim Tarihi:02.05.2020

UNESCO World Water Assessment Programme. (2009). The United Nations world water development report . United Nations.

UNESCO World Water Assessment Programme, (2012). United Nations world water development report 4: managing water under uncertainty and risk. United Nations.

USİAD, (2007). Su Raporu. İstanbul: USİAD.

Usul, N., (2017). Mühendislik Hİdrolojisi. Ankara: ODTÜ Yayıncılık.

https://www.waterfootprint.org/en/: https://www.waterfootprint.org/en/ Erişim Tarihi: 02.05.2020, Saat: 09.30

WWF, (2014). TÜRKİYE’NİN SU AYAK İZİ RAPORU Su, Üretim ve Uluslararası Ticaret İlişkisi. İstanbul: WWF.

Zimmer, D., & Renault, D. (2000). Virtual Water in Food Production and Global Trade Review Of Methodological Issues and Preliminary Results. FAO.


Katkılar

Bahar Yıldız:

Öncelikle bu kapsamlı çalışmayı sunduğunuz için teşekkürler. Önümüze pek çok soru çıkardı. Çalışma, su kaynaklarının kullanıldığı çeşitli sektörlerin arasındaki çekişmeye işaret ediyor. Sosyalizm koşullarında bu çekişmenin nasıl düzenleneceği ve suyun koruma-kullanma dengesinin nasıl kurulacağını işaret edecek gelecek çalışmalarınızı merakla bekliyorum.

Suyun özelleşmesi, su hakkını tehlikeye atarak su kaynakları üzerinde ciddi baskı oluşturuyor. Dünya Su Konseyi gibi uluslararası yapılar da suyun ticarileştirilmesi konusunda büyük pay sahibi. Bu durum, Karadeniz Bölgesi’nde gördüğümüz gibi akarsuların hidroelektrik santrallerle işgal edilmesi, tarımsal sulamanın sürdürülebilirliğin önüne geçmesi, ambalajlı su sektörünün devasa boyutlara ulaşması konularının yanı sıra, evsel içme ve kullanma suyu üzerinde de etkili ve tüm bu saydıklarımızın emperyalist bir bağlamı bulunmakta.

Emperyalist tekeller, emeğin ve doğal kaynakların ucuz ve kolay sömürülebilir olduğu bölgelere yayılma eğilimi gösteriyor. Sanal su kavramı uluslararası ticaretin anlaşılması konusunda bir kolaylık sağlasa da bu perspektiften bakıldığında, suyun üretim sürecindeki bir meta olarak ekonomik tabirle “içselleştirilmesine” işaret ediyor. Tarımsal veya endüstriyel üretimde kullanılan suyun yerel ölçekte gözlenebilen ekolojik ve sınıfsal etkileri Marksist yöntem açısından daha kayda değer olabilir. Örneğin, suyun ticarileşmesinin Meksika’daki avokado üreticilerinin büyük tekeller karşısında susuz ve çaresiz kalmasına neden olması gibi…

Atıksu yönetimi de su politikaları arasında önemli bir yere sahip. Uygun şekilde arıtılmış atıksuların tarımsal, endüstriyel veya rekreasyonel kullanımı tatlı su kaynakları üzerindeki baskıyı bir nebze olsun azaltabilir. Türkiye’ye odaklanacak ilerleyen çalışmalarınızda değerlendirilmesinin faydalı olabileceğini düşünüyorum.

Çalışmanız için tekrar teşekkürler.

Erhan Nalçacı:

Kapsamlı rapor sosyalist planlama için çok önemli veriler sunuyor. Öncelikle dünyada su kaynaklarının dağılımı ve Türkiye’nin su kaynakları açısından riskli konumu ortaya konuyor. Kapitalizmin su kaynaklarını nasıl güncel çıkarlar için harcadığı ve geleceğimizi nasıl riske soktuğu çok daha iyi anlaşılıyor.

Raporun çok önemli yanı ise sosyalist planlama için iki kavram sunması: Bir ürünün üretilirken ne kadar su tüketildiğini gösteren sanal su kavramı ile bir ürün üretilirken hangi nitelikteki suyun kullanıldığını gösteren su ayakizi kavramları.

Her iki kavram tersinden kapitalizmin israfçılığını deşifre etmek için kullanılırken, sosyalist planlamanın çok önemli unsurları olacağa benziyor. Belki önümüzdeki çalıştaylarda, Çevre/iklim ve Tarım ve planlama/sanayi/enerji komisyonları ile ortak bir çalışma düşünülebilir.

Yine rapor su politikalarında sosyalist ülkeler arasında işbirliğinden bahsediyor. BAA tarafından sürdürülen sosyalist planlama ve gelecek çalışmasının en çok üzerinde durduğu konulardan birisi merkezi planlamanın uluslararasılaşması oldu. Hele su kaynaklarının ülkeler arasında paylaşıldığı, bu açıdan zengin ve yoksul ulusların olduğu ve suların çok uluslu olarak kirletildiği ve tüketildiği düşünülürse su kullanımını da içeren bir uluslararası merkezi planlamanın önemi çok daha iyi anlaşılabilir.

İçinde bulunduğumuz sempozyum sürecinde daha fazla dile getirmeye başlayacağımız üretimin toplumsal niteliğinin dünya çapında bir ortak mülkiyeti zorunlu kıldığı tezine rapor önemli veriler sağlıyor.

Su Politikaları Çalışma Komisyonu’nun yanıtları:

Öncelikle bir giriş niteliğinde düşündüğümüz ancak kapsamını bir miktar genişletme ihtiyacı duyduğumuz çalışmamıza koyduğunuz değerli katkılardan dolayı teşekkür ederiz. Bahar Yıldız’ın katkısında belirttiği özellikle tarımda suyun ticarileşmesinin ekolojik ve sınıfsal etkilerinin incelenmesi gerekiyor. Kendisinin verdiği örneğe ek olarak özellikle Afrika’da tarım arazilerinin emperyalist tekellere ve gelişmiş ülkelere kiralanması, Türkiye de sulama birliklerini devri tartışmaları önemli tartışmalar. Bu süreçlerde sınıfsal ve ekolojik değişiklikler ile suyun etkisi ve bunların ilişkileri incelenmesi gereken bir mesele olarak önümüzde duruyor. Erhan Nalçacı’nın katkısında da belirttiği sosyalist planlamada su politikalarının belirlenmesinde diğer komisyonların katkıları da önemli bir ihtiyaç. Çevre iklim, tarım ve su politikalarının özelleşmiş bölümleri olmakla beraber, planlama aşamasında ilişkilendirilmesi çok önemli.

Bu çalışmaya ek olarak giriş bölümünde bahsettiğimiz “Su hakkı ve mücadelesi” ile “Nasıl bir su politikası? ” konuları ile çalışmamızı genişletmeyi planlıyoruz. Bu amaçla çalışmamızı; özelleştirme uygulamaları (su yapılarında yap-işlet-devret modeli, su kanalizasyon hizmetlerinin devri, ambalajlı su sektörü vs.), uluslararası kuruluşlar, anlaşmalar ve su politikalarının evrimi, alternatif su politikaları, sınır aşan sular ve enternasyonalist politikalar, desalinasyon (deniz suyu arıtma) teknolojilerinin geleceği gibi alt başlıklar üzerinden derinleştirmeyi düşünüyoruz.