SSCB'de Bir İngiliz Arkeolog
V. Gordon Childe'ın "S.S.C.B.'de Bir İngiliz Arkeolog" isimli okuyacağınız makalesi, Anglo-Soviet Journal'da 1953 yılında yayımlanmıştır.
[BAA - Belge çeviri: Nazlı Ece Demirbağ]
V.G. Childe'ın okuyacağınız makalesi, Anglo-Soviet Journal'da 1953 yılında yayımlanmıştır. "S.S.C.B.'de Bir İngiliz Arkeolog" isimli makale Childe'ın ağustos-eylül ayı civarında konuk olarak ülkeye gidişini ve Orta Asya'ya yaptığı seyahatteki izlenimlerini anlatıyor. Tacikistan coğrafyasına yaptığı ziyarette bir kolektif çiftliği de ziyaret eden Childe, orada çalışanların kendi kültürleriyle harmanladıkları eğlence ve iş yaşantılarından bahsederken hem karşı-devrimciler tarafından öne sürülen 'Sovyetler Birliğin'de herkes zorla Ruslaştırılıyordu' savına karşı durumun hiç de böyle olmadığını ortaya koyuyor hem de Sovyet yönetiminin sosyalist uygulamaları sayesinde Orta Asya'nın her anlamda ne kadar geliştiğini gözler önüne seriyor.
28 Ağustos'ta Leningrad'daki Hermitage Müzesi'nde, Rudenko önderliğindeki Bilimler Akademisi'nden bir keşif ekibinin ortaya çıkardığı, Yüksek Altaylar'da yaşayan Pazırıklara ait höyüklerdeki gömüleri görme şansına sahip oldum. Bunlar arasındaki dövmeli bedenler, hazmedilmemiş yiyecekler, tahtadan oyulmuş mobilyalar ve at tuzakları, nakışlı ipekler, desenli halılar, boyalı keçe askılar, boyalı deriler İ.Ö. yaklaşık 400'lerde gömüldükleri zamanki kadar taze halleriyle, renklerini kaybetmeden buz tarafından korunmuşlardı. Bu eserler güney-doğudan, güney-batıdan ve kuzeyden gelen unsurların 2 bin 500 yıl önce nasıl bir uyumla harmanlanarak Avrasya'nın kalbinde mükemmel bir kültüre dönüştüğünü gösteriyor.
İki gün sonra Taciklerin konuğu olarak donmuş değil, yaşayan ve yaratıcı bir kültürü kendi gözlerimle görmek için Orta Asya'ya uçtum.
Orta Asya'ya yolculuk, ister bir devenin üzerinde olsun ister daha kullanışlı olan aeroflot uçağıyla, hala romantik. Kimse Aral Denizi'ni, Seyhun Vadisi'ni görmenin, Kızıl Kum'un kum dalgalarının üzerinde güneşin batışını , 10 bin feet altındaki Liverpool kadar büyük bir şehrin yaydığı ışıkları, ardından Semerkant'ın altın vadisinde söken şafağı ve yeni şehir Stalinabad'daki Üst Ceyhun'a kadar uzanan karlı Hissar'ı izlemenin etkisinden kaçamaz. Ama özgürleştirilmiş Orta Asya Cumhuriyetlerindeki hayat hala daha heyecan verici.
Rus bilimi ve teknolojisinin sulama, elektriklendirme, makineleşme ve endüstriyel anlamda Orta Asya'yı geliştirmek için yaptığı katkılar tabii ki biliniyor. Bunun gibi şeylerin çok daha az ölçeklisini sosyalist olmayan devletlerin sömürgelerinde gördüm. Bunlar, genişliğiyle ama her zaman iyi şekillendirilmiş bulvarlarıyla, Stalinabad'dan daha az hayal gücüyle planlanmış olmasına ve hükmeden yabancıların evi haline gelmiş olmasına rağmen, yeni kasabalar olarak görülebilirler. (20 yıl önce Yeni Delhi'deki bürokratlardan birinin sarayında kış ortasındaki kavurucu güneşte terlediğimi nasıl da net hatırlıyorum.)
Ekim Devrimi'nin, Avrupa biliminin faydalarını sömürülmüş Orta Asya insanlarına getirdiği yeni bir haber değil. Ama genelde Avrupa teknolojisinin antik yerli gelenekleri yıkılmaya iten etkisi beklenenden de fazla oluyor. Sovyet Asya'da ise durum böyle değil. Asya uygarlığı Avrupa'dan 2 bin yıl daha eski geçmişe sahip; Pazırıkların 'Demir Çağı A' zamanında, güneyli İngiliz köylüleri kanalın ötesindeki çevre bölgelerden gelecek akınlarına karşı kabile sığınaklarını bile daha yeni inşa etmeye başlamışlardı ve yaşamak için yeterli kapasiteleri varmış gibi görünmüyor. Avrasya'nın kalbinde bu kültürel antik gelenekler yıllarca süren sınıf ayrımlarına, yarattığı kabileler arası çatışmalara ve sömürge savaşlarına rağmen insanlar arasında yaşatılmaya devam etti. Şimdi yeni sosyalist toplum Avrupa'dan aldığı ilerici unsurlarla besleniyor ve yeniden gelişiyor.
Bir gün sulanmış ve yüksek oranda makineleştirilmiş bir kolektif çiftliği ziyaret ettik. Ama gittiğimizde yerel müzik ve yerli enstrümanlar eşliğinde, muazzam enerji ve içten doğaçlamalarıyla öğle yemeği saatinde geleneksel danslarını oynayan çalışanlar bulduk. Ve hemen ardından başka bir yerel enstrüman eşliğinde Tacik şarkıları söyleyen bir çalışanla birlikte eğlendik. Aynı günün akşamında Stalinabad Tiyatro, Balo ve Opera binasında geleneksel enstrümanlar ve orkestra eşliğinde tiyatro bölümü oyuncularının söylediği benzer yerel şarkıları dinleme şansını elde ettik. Bu yerli geleneksel müzikler, şarkılar ve danslar sadece eskinin bir parçası olarak sunulmuyorlar. Aynı zamanda özgür insanlar arasında yaşayan birer kültürler. Biz sadece tipik bir kolektif çiftliğin çalışanlarını görüp dinlemedik, yerli enstrümanlar eşliğinde son bestelerinden birini seslendiren yerel sanatçı Zhuraev'i de dinleme ayrıcalığı elde ettik. Rus şarkısı olan "Tacikistan her zaman neşeli" (It's always jolly in Tadzhikistan) bile tamamıyla Asyatik duygular uyandırıyor. Aynı akşam Stalinabad Topluluğu Tacik yurttaşlarına klasik Avrupa balesi ve operasını muhteşem şekilde sunabilecekleri gösterdiler, birliğin şehirlerinde turlar düzenleyerek Orta Asya'nın yaşayan yerel sanatlarıyla Avrupalı seyircilerin de akıllarını başlarından alıyorlar.
Sovyetler Birliği'nin üyesi olmak sık sık öne sürüldüğü gibi bir Ruslaşma anlamına gelmiyor. Tabii ki Rusça bütün okullarda okutuluyor. Bu, Avrupa'nın bilimsel literatürünü anlayabilmenin anahtarı; Childe'ın "Avrupa Uygarlığının Kaynağı" (U Istokoy Evropeiskoi Tsivilizatsii) gibi ayrıntılı bilimsel tezlerinin, modern bilim ve teknik terminolojiye uygun olmayan bir dile, 1,5 milyon Tacikli için çevrilmesi anlamsız şekilde masraflı olurdu. Ama dil öğretimi tabii ki Tacikçe ve kolektif çiftliklerdeki müdürlerin bile Rusça konuşamadıklarını fark ettik. Her ne olursa olsun Stalinabad ve Taşkent doğulu şehir kimliklerini en iyi şekilde barındırıyorlar. Bildiğim diğer bütün doğulu şehirlerden - Kahire, Mersia, Bağdat, Lahore ve diğerleri – etkileyici bir açıdan farklılar: Buralarda hiç sinek yok. Bu tür zararlı böceklerin azaltılması, Avrupa'dan gelen ve Asya'nın kendi yerel geleneklerine zarar vermeden kabul edebileceği bir hediye.
Ve tabii ki bütün S.S.C.B.'de olduğu gibi Orta Asya'nın yeni bir hayata açılan toplulukları, geçmişlerinden kalan somut eserleri kurtarmak ve korumakla meşguller. Taşkent'teki Orta Asya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü sadece Özbek coğrafyasında değil, aynı zamanda bitişiğindeki Türkmenistan'da da uzun dönemli sistematik kazıları yönetiyor. Bu sayede Eski Nisa'daki harabe höyükten Parthia Uygarlığı'na ait olağanüstü hazineler elde edildi. Namazgah Tepesi bizi birkaç bin yıl öncesine, hatta belki Eski Dünya'da tarımın başladığı zamana götürmenin sözünü veriyor. Bu çalışmalar kesinlikle Amerikalı Pumpelly'nin, yarım yüzyıl önce, Anau'nun iki höyüğünde yaptığı kazıların sonuçlarını doğrulayacaktır. Anau 1, 2 ve 3 olarak bilinen bu tarih öncesi kültürel yerleşimin höyüklerinde, adım adım kalıntı katmanları haline gelmiş ve tam tarihleri Mezopotamya'nın antik uygarlıklarıyla bağ kurarak saptanabilecek kalıntılar bulundu.
V. Gordon Childe
Kaynak:
Childe, V.G., A British Archeologist in the USSR, Anglo-Soviet Journal, Winter 1953, p:4-5.