Salgın günlerinde bilim emekçileri
COVİD-19’un ortaya çıkması ve pandemi ilan edilmesi sonrasında, bilim insanları göreve çağrıldı. Ancak geçici kadrolarla, projelere mahkum genç bilim insanlarının iş koşulları kapitalist piyasa ilişkileri kıskacında toplumcu niteliğinden uzaklaşıyor. İşçi sınıfı içindeki yeri daha belirgin hale geliyor.
Bilim ve Aydınlanma
COVİD-19’un ortaya çıkması ve pandemi ilan edilmesi sonrasında, bilim insanlarının ne dediği ne yapacağı merak edilir oldu. Tanı kitlerinin geliştirilmesi, aşı ve ilaç çalışmalarıyla ilişkili birçok alanda eğitim gören, çalışan tüm bilim insanları virüsle mücadele için çalışmaya çağrıldı. Gelin, zor zaman koşullarının gereği olarak hatırlanan, göreve çağrılan bilim emekçilerinin ülkemizdeki çalışma koşullarına ve onlara biçilen değerin yakın tarihine birlikte bakalım.
Güvencesiz ve ücretsiz “çalışma”
Türkiye'de dönem dönem yürürlüğe giren yasalar ve farklı uygulamalarla güvencesiz çalışmanın derinleştiği akademide, en çok konuşulan ve tartışılan konulardan biri de ÖYP idi. ÖYP olarak bilinen öğretim üyesi yetiştirme programının uygulamasına, ilk olarak 2002 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesinde başlanmış, sonrasında ülke geneline yayılarak birçok üniversitede sürdürülmüştü. ÖYP’lilerin ilişkili olduğu 2547 sayılı kanunun söz konusu maddelerinde kısaca 33/a kalıcı kadro ve bunun yanı sıra 50/d geçici kadro olarak bilinen iki farklı yapıda araştırma görevlisi kadrosu ortaya çıkmıştı. Aradaki en önemli fark, geçici çalışanın doktora eğitimini bitirmesiyle birlikte üniversite ile ilişiğinin kesilmesiydi. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası, önceden ÖYP ile ataması yapılmış tüm araştırma görevlilerin 1 Ocak 2018 tarihi itibariyle geçici 50/d statüsüne geçirildiği duyuruldu. Bununla birlikte getirilen performans sınırlaması gibi uygulamaların yanında, başarılı bir şekilde doktora eğitimini bitirenlerin yalnızca %20’sine kadro verilerek akademide güvencesiz çalışma koşullarının yaygınlaşması için bir adım daha atılmış oldu.
Mevsimlik proje emekçileri
Bunun dışında bir kadrosu olmadan ya da burs almadan yıllarını akademide geçirip bir araştırma görevlisinin yaptığı işleri yaparak (derse girme, sınav sorusu hazırlama, sınav okuma, sınav gözetmenliği yapma gibi) doktora eğitimini bitiren ve mezun olduktan sonra da doktoralı işsizlerin arasına katılan birçok bilim insanının olduğunu biliyoruz. İstatistiklere baktığımızda ise lisansüstü araştırmacıların sadece %10’nun kadrolu olduğunu görüyoruz1. Kadrosuz çalışan bilim emekçilerinin sayısı ise yeni yasalar ve uygulamalarla giderek artmaya devam ediyor.
1980’lerle birlikte özelleştirme hamleleriyle bugüne gelirken üniversite-sanayi iş birliğiyle piyasaya açılan akademide çalışacak ucuz emek gücüne olan ihtiyaç da günden güne arttı. Şu an geldiğimiz noktada ise üniversitelerde kalıcı veya geçici kadro bir yana birçok bilim emekçisi, TÜBİTAK projelerinde proje bursiyeri olarak “istihdam” ediliyor. Projelerde çalışan bilim emekçilerinin sadece sağlık hizmetlerinden yararlanmalarını sağlayan sağlık sigortası ise henüz 2016 yılında hayata geçti2. 2-3 yıl süren bu araştırma projelerinde mevsimlik işçi gibi çalışan proje emekçileri, üretiminde belki kendi isimlerinin bile anılmadığı ürünlerin, piyasaya sunulmasına hizmet etmeye devam ediyor.
Lisansüstü düzeyde eğitim görenler için TÜBİTAK veya YÖK üzerinden devam eden, özel alanlar veya genel doktora öğrencisi destekleme programları gibi farklı seçenekler de mevcut. Bu “destekler” de doktora eğitimi bitene kadar devam ediyor! Tabii bu desteklerden yararlanmak herkes için mümkün değil. Tüm bu süreç, TÜBİTAK bünyesinde belli alanlara yönelik çağrılarda kendine geçici bir süre yer bulup, piyasada para edecek ürünler geliştirmek suretiyle yürüyor. Zihninde neyi, ne için ürettiğini anlamlandıramayan, yaptığı üretimin toplumsal karşılığını bir türlü göremeyen ve kendi işine yabancılaşmış yeni bilim insanları ortaya çıkardı.
Örgütsüz halde “gelecek” aramak
Doktora araştırması bitene kadar “desteklenen” bilim emekçilerine sonra neler oluyor? Yurt dışında çok daha önce ortaya çıkmış olan, ülkemizde de birkaç senedir uygulanmaya başlanan “doktora sonrası araştırmacı” statüsü karşımıza çıkıyor. Araştırmacıların bir kısmı esnek istihdamı güçlendiren doktora sonrası araştırmacı statüsünde, projeler üzerinden bir belirsizlik ve güvencesizlik içinde hem yıllarca emek verdiği bilimden kopmamaya hem de hayata tutunmaya çalışıyor.
Bir kısmı ise daha iyi koşullarda olmayı umarak yurt dışında pozisyon kovalıyor, oraya gidince de yine geçici pozisyonlar, ders vermeye zorlanma gibi benzer koşullarla karşılaşıyor. Sonuç olarak, gittikleri yerlerde ya farklı üniversitelerde proje bazlı pozisyon aramaya devam ediyorlar ya özel sektörde iş bulmaya çalışıyorlar ya da tutunamayıp ülkeye geri dönüyorlar.
Açıklanan son yönetmelikle birlikte TÜBİTAK bünyesinde “doktora sonrası araştırmacı” olarak bulunulan projelerde maksimum çalışma süresi 3 yıl olarak güncellendi3. Yani doktoranı bitirdikten sonra “şans”lıysan herhangi bir projede çalışma imkanı bulursan bu sırada yeni kadro aramak için önünde 3 senen var. Yok “şans”lı değilsen 30’lu yaşlarına kadar yaptığın bilimi bırakıp başka bir işte çalışmak zorunda kalabilirsin, tabii iş bulabilirsen.
Salgın günlerinde durum
COVİD-19 günleriyle birlikte üniversitelerde projelerin fiili olarak devam edememesi, projeler üzerinden çalışan bilim emekçilerine de yeni kaygılar getirdi. Kimi projeler için proje yürütücüleri tarafından TÜBİTAK’a projeyi dondurma talebinde bulunuldu. Diğer yandan ise TÜBİTAK’ın projeleri askıya alma ya da dondurma kararı alabileceği söyleniyor. Proje durdurulması söz konusu olduğunda, bu süre boyunca para alamayacak proje emekçilerinin durumları ise akademik sistemin pek umursadığı bir nokta değil.
İster kadrolu ister kadrosuz, ister burslu ister burssuz çalışsınlar, bugün bilim emekçileri, işçi sınıfının önemli bir kısmını oluşturuyor. Bilim emekçilerinin yaşadıkları tüm bu zorluklar, asgari ücretin giderek yaygınlaşması, sigortasız çalışmanın artması, gündelik ya da mevsimlik çalışan işçilerin sayısının çoğalması, iş güvenliğinin olmaması ve güvencesiz iş olasılığı kapitalist sistemin yarattığı koşulların ortak ürünüdür.
Koronavirüs ile eşitsizlikler daha çok gün yüzüne çıkarken bugünlerde virüsle mücadele için bilim ve bilim emekçileri tekrar yardıma çağrıldı. Bilim emekçileri de, işçiler de bugün gel, yarın git mantığıyla çalışan piyasa koşullarına mahkûm değildir. Bilim ve aydınlanmadan yana bir ülke ve dünya arzusunu paylaşan bilim emekçilerinin mücadelesi bu nedenle işçi sınıfının mücadelesinden ayrı düşünülemez. Bilim emekçilerinin bugününü ve geleceğini kazanmasının yolu sınıfının yanında örgütlü mücadeleden geçiyor.
Kaynaklar: