İnternetin Beş Büyük Şirketi: MAMAA[1]
The Five Big Companies Of The Internet: Mamaa
Onur GüngörDr., Bilgisayar Mühendisi
[email protected]
Özet
İnternet üzerinde verilen birçok ücretsiz servis insanların davranış kalıplarını ayırt etmek için büyük internet şirketleri tarafından kurulan sistemlerle izlenmektedir. Temel amaç bu sistemler tarafından toplanan veriler aracılığıyla gösterilen reklamlardan veya bu verilerin doğrudan satılmasından kâr etmektir. Bunun yanında bu veriler ve bunları toplayan sistemler toplumların kontrol altında tutulmasını kolaylaştırıcı araçlar haline gelmiştir. Bu yazıda bu internet şirketlerinin etkin olduğu sektörlerdeki kâr etme yolları incelenecek ve internetin ticarileşmesinden seçtiğimiz çeşitli örneklerle bir çözüm yolu olup olmadığı tartışılacaktır.
Anahtar kelimeler: internetin tarihi, büyük veri, izleme aygıtları, MAMAA, FAANG.
Abstract
Most of the free services provided on the Internet are monitored by systems set up by large internet companies to distinguish people's behavior patterns. The main aim is to profit from the advertisements displayed through the data collected by these systems or the direct sale of this data. In addition, these data and the systems that collect them have become tools that facilitate keeping the society under control. In this article, the ways that these internet companies are making profit in their relevant sectors will be examined and a discussion will be given on whether there is a solution while enumerating various examples of the capitalization of the internet.
Key words: the history of internet, big data, tracking mechanisms, MAMAA, FAANG.
1. GİRİŞ
Büyük internet şirketlerinin kendileriyle etkileşime giren insanların nasıl hissettiklerini, nelerden hoşlandıklarını, zayıf noktalarının ne olduğunu bilmek için kurduğu çok gelişkin sistemleri mevcuttur. Bu şirketler internet aracılığıyla verdikleri hizmetleri genel olarak ücretsiz bir biçimde sunarlar. İlk bakışta bu şirketlerin ticari amaçları için kullanmalarına izin verdiğimiz davranış verilerimiz karşılığında bu hizmetleri ücretsiz aldığımız, dolayısıyla adil bir alışveriş gerçekleştiği sanılabilir. Ancak kullanıcılardan para tahsil edilmemiş olması kullanıcıların bu şirketlere değer aktarmadığı anlamına gelmez.
Literatürde bu alışverişin ortalama internet kullanıcısının zannettiği gibi adil bir alışveriş olmadığına dair birçok araştırma vardır (Gallego, 2021; Robinson ve ark., 2021; Nardi, 2015; McKenzie ve ark., 2012; Mühlbach ve Arora, 2020). Bu araştırmalar en büyük beş internet şirketinin (kısaca MAMAA) toplam etkinliğinin internet kullanıcılarının neredeyse tamamının davranış verisine dokunduğunu göstermiştir. Bu verilerin kâr elde etmek için kullanılmasının yanında, bu şirketlerin çeşitli platformlarını kullanan diğer kişilerin büyük manipülasyon operasyonları yapabildikleri görülmüştür (Ma ve Gilbert, 2019). İnternetin yaygınlaşmasıyla dünyanın en en çok zaman geçirilen kamusal alanları haline gelen bu platformlardan önce toplumların düşüncelerini izlemek ve buradan elde edilen bilgi ile toplumun davranışlarına müdahale etmek ölçeklenebilir değildi. Çünkü bu tür işler yapmak isteyen odaklar ancak insan kaynaklarının yettiği kadar çok insanı hedefleyen bir uğraş içinde olabiliyorlardı. Ancak internet teknolojileri ve çeşitli otomatik sistemler aracılığıyla bir insan başına düşen takip etme kapasitesi artmış oldu. Daha somut bir anlatımla, artık tüm iletişim kaydedildiği için bu odaklar ihtiyaç duydukları çeşitli bilgilere ya toplu işlemlerle ya da daha önceden hedeflerinde olmayan bir kişiyle ilgili bilgilere kayıtlar arasından ulaşabiliyorlar. Bu da toplumların düşüncelerini daha önce yapılamayacak kadar iyi izlemek ve yönlendirmek için kullanılabilecek bu platformların nasıl, kimler tarafından ve ne amaçla yönetildiklerini çok önemli kılıyor.
Bu yazıda dünya üzerinde internete erişimi olan nüfusun söz konusu şirketleri var eden kaynaklar olduğu örneklerle gösterilecek, bu tür verilerin şirketlerin eline geçmesini engellemek için bir yol olup olmadığı tartışılacaktır.
2. İnternetin dev şirketleri
Bu konuyla ilgili literatürde yerleşiklik kazanmış bir kısaltma var: MAMAA. Bu kısaltma dünyadaki en yüksek piyasa değerine sahip beş şirket olan Microsoft, Alphabet (eski adı Google), Meta (eski adı Facebook), Amazon ve Apple’ın baş harflerini temsil ediyor. En küçüğü 900 milyar dolarlık bir değere sahip olan bu şirketlerin toplam büyüklüğü ABD’deki teknoloji şirketlerinin hisselerinin alınıp satıldığı bir borsa olan NASDAQ 100 endeksindeki şirketlerin toplam değerinin %40’ını oluşturuyor (Şekil 1) (Morning Star, 2022).
Bu piyasa değerlerini her bir şirketin çeşitli çevrimiçi sektörlerde pazarın hakimi olmaları sağlıyor olmalı. Amazon’la başlayalım.
Amazon, ABD e-ticaret sektörünün %40’ına hakim (Insider Intelligence, 2021). Kurulduğunda sadece kitap satan bir web sayfası olan Amazon kısa süre içerisinde müzik ve video içerikleri de satmaya başladı. Bu ürünlerin arasına tüketici elektroniği, ev aksesuarları, dijital oyunlar ve oyuncaklar gibi ürünleri de katarak büyümeye devam etti. Bir süre sonra da her şeyin satıldığı bir internet mağazası haline geldi. Amazon e-ticaret alanında kurulan ilk veya tek şirket değildi ama aldığı kararlarda tüketici memnuniyetini önde tutmasının, örneğin tüketiciye geleneksel perakende pazarında görülmemiş avantajlar sunmasının onu diğerlerinden ayırmış olduğu iddia ediliyor (Knee, 2021). Burada bu iddianın doğru olup olmadığını tartışmayacağız. Amazon’da çalışan işçilerin çalışma koşullarının bizzat Jeff Bezos tarafından çok kötü bir hale getirildiğini belirtmekle yetinelim. Örneğin Bezos hissedarlara gönderdiği bir mektupta çalışanlarının ‘uzun, sıkı veya akıllı’ çalışma tarzlarından birini seçme şanslarının olmadığını, bütün tarzları birden gerçekleştirmeleri gerektiğini belirtmiş. Beyaz yakalı işçilere dair bu yaklaşımın mavi yakalı işçilere de sirayet ettiği biliniyor. Amazon’un e-ticaret alanındaki liderliğinin temel nedenlerinden biri depolarında çok sıkı vardiyalarla çalışan işçileri sayesinde hızlı teslimat sağlayabilmesi. Ancak bu çalışanların sağlıksız koşullarda ve stres altında çalıştırıldığı birçok haberin konusu oldu (Kelly, 2021).
Amazon’un lider olduğu başka bir pazar da bulut bilişim adı verilen işlem gücü ve dosya alanı kiralama hizmetleri. Dünya çapındaki bulut bilişim hizmetleri satışlarının %31’i AWS adındaki platformu üzerinde gerçekleşiyor (Seattle Times, 2021). Bu platformlar internet üzerinden hizmet vermek isteyen küçük veya büyük şirketlerin hizmet altyapısını oluşturmak için kullanılıyor. Bulut bilişim platformları geliştirilmeden önce internete dokunan bir iş girişiminde bulunmak için kendi başınıza gerekli bilgisayarları edinmeniz, ağ bağlantısı anlaşmalarını yapmanız, bu bilgisayarların kurulumunu ve bakımını yapmanız, güvenli bir şekilde çalışmalarını sağlayacak bir fiziksel ortam kiralamanız veya satın almanız gerekiyordu. 2006 yılında Amazon bulut bilişim hizmetini başlattıktan hemen sonra listemizdeki diğer iki şirket olan Google ve Microsoft da bulut bilişim platformları kurdular, ancak onların pazar payları sırasıyla %20 ve %7’de kaldı.
Amazon’un yine Google, Microsoft ve Apple’la rekabet ettiği başka bir sektör de ev içi akıllı asistan uygulamaları. Bir araştırmaya göre Amazon’un Echo adını verdiği akıllı asistan pazarın %69’unu kapsıyor, en yakın rakibi Google ise pazarın %25’ine sahip (globenewswire, 2021). Başka araştırmalarda daha eşit sonuçlar da yayımlanmış. Ama ilk beşte MAMAA’nın olduğu kesin.
Apple ise cep telefonu sektöründe %25’lik pazar payına sahip. Geri kalan cep telefonlarının neredeyse hepsi de Google’ın sahip olduğu Android adlı işletim sistemiyle çalıştığı için diğer büyük oyuncu da Google sayılıyor. Android işletim sistemini kullanan diğer telefon markalarının pazar payı sıralaması ise Samsung, Xiaomi ve OPPO olarak belirleniyor. Apple aynı zamanda önemli bir bilgisayar ve tablet üreticisi. Ayrıca Apple TV+ adında bir çevrimiçi yayın platformunun da sahibi.
Google herkesin tahmin ettiği gibi arama hizmetinde birinci durumda. Bunun yanında video paylaşımı pazarında YouTube, e-posta hizmeti pazarında Gmail, internet tarayıcı pazarında Google Chrome, çevrimiçi dosya paylaşımı pazarında Google Drive ve harita ve yol tarifi pazarında Google Maps ile en yüksek pazar payına sahip şirket. Google tüm bu hizmetlerin başlangıç seviyelerini ücretsiz olarak sunduğu için çok büyük bir nüfusun bilgisayar başında geçirdiği vakti izleme şansına sahip. Bu sayede reklam verenlere hem arama hem de internet gezintisi sırasında ürünlerini en çok ilgilenebilecek kullanıcılara gösterme şansı sunan bir reklam platformu haline geldi. Google gelirlerinin %82’sini bu reklam platformundan sağlıyor (Google, 2021).
Meta, eski adıyla Facebook, hem Facebook ve Instagram adındaki çevrimiçi sosyalleşme platformlarının, hem de WhatsApp adındaki dünyadaki en yaygın mesajlaşma platformunun sahibi. Bu üç uygulama vasıtasıyla Google gibi dünya nüfusunun önemli bir kesiminin çevrimiçi davranışlarını gözleme imkanına sahip. Bu yolla gelirlerinin %97’sini elde ediyor.
Microsoft geleneksel olarak işletim sistemleri, ofis uygulamaları, bunların çevrimiçi sürümlerini, dokunmatik ekranlı bilgisayarlar, klavye, mouse ve benzeri aksesuarlar satarak gelir elde ediyor. Bunların yanı sıra Amazon ve Google gibi bir bulut bilişim sistemi de işletiyor. Gelirlerinin %30’luk bir kısmı bulut bilişim hizmetlerinden gelirken, geri kalan kısmı da şirketlere sattıkları yazılımlarla doğrudan bireysel müşteriye sattıkları yazılımlar tarafından eşit olarak sağlanıyor.
3. İnternetin ticarileşmesi
Bilindiği üzere son 30 yılda elektronik ve bilgisayar bilimleri alanındaki gelişmeler nedeniyle dünya üzerindeki üretim, iletişim ve zaman geçirme yolları çok büyük bir değişime uğradı.
Bu değişime, bu yazıda bahsettiğimiz şirketlerin büyük bir etkisi oldu. Bu süreci internetin dünya üzerinde yaygınlaşmaya başladığı ilk yıllar olan 90’lı yıllardan başlatabiliriz. O yıllarda kullanılan teknolojileri geliştirenlerin felsefesi, bilgiye erişimin özgür ve ücretsiz olduğu, isteyenlerin kendi fikirlerini yayımlamasının kolay ve mümkün olduğu bir platform kurmayı öngörüyordu. Ancak bu teknolojilerin getireceğini tahmin ettikleri olanakları kendi ticari çıkarları için kullanmayı hedefleyen kişiler bu teknolojilere sermaye birikimini en yüksek seviyeye çıkaracak şekilde müdahale ettiler.
Bu müdahaleye bir örnek vermek için e-posta kullanım tarzının değişimine bakabiliriz. E-posta sistemi her alan adına ait bir sunucu ve bu sunuculara bağlanarak posta alıp veren istemci yazılımlarını öngörür. Bu sistem günümüze kadar değişmeden kalmıştır. Ancak bu sistemin dezavantajı size gelen e-postaları kontrol etmek için bilgisayarınızda ayrı bir programın yüklü olmasının gerekmesi ve okumak istediğiniz e-postaların hepsini bilgisayarınıza indirmek zorunda olmanızdır. Bu sorunu çözecek bir teknoloji o zaman da mevcuttu; ama çoğu hizmet sağlayıcı ya bu teknolojiyi sağlamıyordu ya da size yeterli disk alanı vermiyordu. Eğer size sağlanan disk alanını da dolmuşsa yeni e-posta alamıyordunuz. Dolayısıyla sorunsuz bir şekilde e-posta almaya devam etmek istiyorsanız düzenli olarak hesabınıza bağlanıp gelen e-postaları kendi bilgisayarınıza indirmeniz gerekiyordu.
Google, Gmail web uygulamasını ilk sunduğunda bu örnekteki birkaç sorunu bir anda çözüyordu. Birincisi, e-posta istemcisine ihtiyaç duymuyordunuz, çünkü yapmanız gereken sadece bir web sayfasını tarayıcınızla ziyaret etmekti. İkincisi Google’ın size sağladığı alan o zamanlar için görülmemiş bir miktar olan 1 GB idi. Dolayısıyla kullanıcılar tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı.
Google’ın bu hizmeti sizin bilgisayarınızda çalışması gereken bir istemci aracılığıyla yapmamasının ana nedeni e-posta alma, verme ve okuma işlerinin kendi kontrollerinde olan bir alanda olmasını istemeleriydi. Bu şekilde hem e-postaları şifrelemek çok zor olduğu için içeriğine bakabiliyor hem de kullanıcılara reklam gösterebiliyorlardı. Daha da önemlisi e-posta içeriklerine göre kullanıcıları sınıflandırabildikleri için hem Gmail içinde hem de başka sitelerde gösterecekleri reklamları daha iyi seçebiliyorlardı. Bu da reklam verenlerden elde ettikleri gelirleri artırmalarını sağladı.
E-posta kullanım tarzının değişimine dair verdiğimiz örnek, geliştirilen teknolojilerin kâr amacı gütmeden insanların kullanımına sunulması yerine internet etkinliğinin şirketlerin kapalı ortamlarına çekilmesine dair verebileceğimiz onlarca örnekten yalnızca bir tanesi. Günümüzde, internette bir konuyu araştırmak veya alışveriş yapmak, dijital kitap indirip okumak, müzik dinlemek, dizi, film ya da belgesel izlemek, arkadaşlarınızla mesajlaşmak veya kamusal alanda konuşulanlara göz atmak da neredeyse tümüyle bu tür şirketlerin kapalı platformları üzerinden yapılmak zorunda.
3.1. İnternette bir konuyu araştırmak
Günümüzde geleneksel akademik yöntemlere en aşina olanımız da dahil olmak üzere, yeni duyduğumuz bir konu veya kavram hakkında bilgi edinmek istiyorsak ilk yaptığımız iş hep kullandığımız arama motoruna o konuyu belirten sözcükleri yazmak oluyor. Hatta arkadaşlar arasındaki bir sohbette bahsi geçen bir konuyu bile hemen o an arama motorlarında sorgulamaya kalkıyoruz. Eskiden olduğu gibi duyduğumuz şeyi aklımızın bir köşesinde tutup veya not alıp ilgili bir yazılı kaynak bulduğumuzda araştırmak gibi bir yöntem neredeyse kalmadı.
Bu araştırma yöntemi sadece belirli bir literatürün konusu olmuş kavramlar için değil, insan yaşamının her alanındaki konu, kavram veya sorular için geçerli. Yemek yaparken bilmediğimiz bir tarife ulaşmaya çalışırken de, balinaların kaç yıl yaşadığıyla ilgili kabaca bir bilgi edinmeye çalışırken de, havanın o gün nasıl olacağını merak ettiğimizde de arama motorlarına başvuruyoruz.
İnternetin henüz bu kadar yaygın olmadığı zamanlarda aradığınız bilgiyi sunan web sayfasının hangi adreste olduğunu bulmak başlı başına bir işti. Bunu kolaylaştırmak için aradığınız bilginin kütüphanedeki hangi kitapta olduğunu bulmanız için taramanız gereken kitap dizinleri gibi bir işlev gören internet dizinleri oluşturuldu. Bunlardan da önce web adresleri ya başka web adreslerinin atıf vermesiyle ya da haber grupları denen insanların yazılı olarak iletişim kurabildikleri forumlar aracılığıyla kulaktan kulağa geçen bilgilerle yayılıyordu. Çok kısa bir süre içinde bu dizinlerin tüm interneti gezen robotlar tarafından otomatik olarak oluşturulması fikri arama motorları çağını başlattı.
İlk arama motoru Yahoo adlı firma tarafından yine aynı firmanın web sayfası dizini üzerinde arama yapmak için yazılmıştı. Daha sonradan birkaç şirket daha arama motoru hizmeti vermeye başladı. 1997 yılında Google adlı yeni bir şirketin yayına aldığı arama motorunun diğerlerinden farkı aranan kelimelerin bulunduğu sayfaları sıralama yöntemiydi. ‘Daha çok sayfa tarafından atıf verilen siteler daha önemlidir’ gibi bir mantığa dayanan bir puanlama sisteminin kullanıcıların memnun kaldığı arama sonuç listeleri ortaya çıkardığı görüldü. Bunun yanında, oluşan sonuçları diğer arama motorlarından çok daha sade bir arayüzle sunan Google 2000 yılına gelindiğinde kullanıcıların en çok tercih ettiği arama motoru olmuştu. Google kullanıcıların bu ilgisini paraya çevirmek için iki yöntem kullanıyordu. Öncelikle reklam verenler tüm aranan kelimeler üzerinde her an süren bir açık artırmaya katılıp hedefledikleri arama kelimelerini aratan kullanıcılara reklamlarını gösterebiliyorlardı. İkincil olarak kullanıcıların ziyaret ettikleri sitelerde de reklam alanları belirleyip bu alanları da reklam verenlere pazarlıyordu. İki yöntem de küçük veya büyük tüm reklam verenlere açıktı. Dolayısıyla bu yöntemler reklam verenlerin geleneksel olarak büyük şirketler olduğu reklam sektörüne küçük şirketlerin veya bireylerin de katıldığı bir süreç başlatmıştı. Bu yeni reklam verme yöntemleri arama motorlarını çok kârlı işletmeler haline getirmekle kalmadı, Google’ı daha önceden hayal edilemeyecek kadar büyük bir şirket haline getirdi.
Günümüze geldiğimizde Google dünya arama motoru pazarının %92’sine hakimken geri kalan kısım ise Microsoft Bing, Çin arama motoru Baidu ve Yahoo tarafından kapsanıyor. Bu şirketlerin arama motorlarını kullanarak yaptığımız tüm aramalar hem bu şirketlerin ticari çıkarları için hem de sızan bazı belgelerle öğrendiğimiz üzere ABD ve belli başlı NATO ülkelerinin izleme faaliyetleri için kullanılıyor (Greenwald ve ark., 2013). Bir önceki bölümde verdiğimiz Gmail örneği gibi Google’ın arama motorunu kullanarak yaptığınız aramalar ve ziyaret etmeyi tercih ettiğiniz siteler değerlendirilerek çeşitli konularda sizi diğer insanlardan farklılaştıran özellikleriniz tespit edilerek sınıflandırılmanız sağlanıyor. Bu sınıflandırma Google’ın reklamlarının gösterildiği sitelere girdiğinizde tıklama olasılığınızın daha yüksek olduğu reklamların gösterilmesini mümkün kılıyor. Bahsettiğimiz devletler ise arama sonuçları ve ziyaret edilen sitelerin değişim trendlerini öncelikli olarak hedef kitlenin merak ettiği ve önemsediği kavramlardaki zamansal değişimi takip etmek için kullanıyorlar. Bunun yanısıra bu bulguları çeşitli istihbarat faaliyetlerinde de kullanıyorlar. Tam olarak ne yaptıklarını bilmemiz mümkün değil. Ancak özel olarak hedefledikleri kişilerin aramalarına ulaşıp ya daha derin bir kişilik analizi yaptıklarını veya şantaj veya sabotaj gibi faaliyetlerde kullandıklarını tahmin edebiliriz.
İstihbarat örgütlerinin dünyanın tüm iletişimini takip edebilmesini sağlayan yegane şey arama sonuçları ve e-posta yazışmaları başta olmak üzere tüm elektronik haberleşmenin bir elin parmaklarını geçmeyecek ABD kaynaklı şirket tarafından sağlanması ve bu şirketlerin isteyerek veya istemeyerek ama çoğu zaman bu paylaşımlar için bir ödeme de alarak işbirliği yapması olduğu ortaya çıkmıştır (MacAskill, 2013).
Arama sonuçlarının reklam gösterimleri için eniyileştirilmesinin getirdiği başka bir sorun daha var. İngilizce literatürde buna ‘filter bubble’ diyorlar. Türkçe’de oturmuş bir karşılığı yok ama ‘algoritmanın bize taktığı at gözlüğü’ denebilir. Sorun reklam gösterimlerini eniyileştirme aşamasında bize gösterilen arama sonuçlarının tıklama olasılığımızın zaten yüksek olan sayfalardan seçiliyor olmasından kaynaklanıyor. Bu da bir konu hakkında arama yaptığımızda çoğunlukla zaten bizim demografik özelliklerimize ve yaşayış tarzımıza sahip insanların sıklıkla tercih ettiği sitelere yönlendirilmemize yol açıyor. Sonuçta bir konuyu her yönüyle araştırmanın bu tür arama motorlarında normalden biraz daha zor olduğunu bilmek gerekiyor. Bu ‘at gözlüğü’ sorununu sosyal medya platformlarında da görüyoruz. O platformların algoritmaları da bizim en çok etkileşim içine gireceğimiz içerikleri gösterdiği, ve hatta bazılarında bunların arasından sadece arkadaşımız veya bize benzer düşündüğü için takip listemize aldığımız kişilerin yayımladıkları arasından gösterdiği için ‘at gözlüklerini atmak’ hiç de kolay değil.
3.2. Kültür piyasası
Günümüzde kültürel öğeler ne yazık ki çoğunlukla piyasa için üretiliyor. Açık bir şekilde para kazanmak için üretilen eserlerle, sanatsal kaygılarla üretilmiş olsa da hayatta kalmak için para karşılığı satılmak zorunda olan eserlerin dahil olduğu bir kültür sanat piyasası var.
Daha önceden doğal olarak fiziksel dünyadaki ürünlerin satışı şeklinde gerçekleşen bu piyasa artık dijital bir ortamda gerçekleşiyor. Özellikle müzik dinlemek, dizi, film veya belgesel izlemek gibi kültürel etkinlikler internet üzerinden gerçekleşiyor. Amazon’un Amazon Music, Alphabet’in YouTube Music, Apple’ın da Apple Music adlarıyla internet üzerinden müzik dinleme hizmetleri var. Ancak bu pazarın hakimi %30 civarındaki payıyla Spotify adındaki bir şirkettir. Tüm bu şirketler dizi, film ve belgesel türü içerikleri de benzer platformlar üzerinden dağıtıyor. Diğer yandan bu piyasada biraz daha fazla dağınıklık var. Öncelikle pazarın hakimiyeti Netflix isimli şirketin elinde olduğunu görüyoruz. İkinci sırada ise Amazon Prime Video geliyor. Onların ardından da Hulu, HBO Max, Disney+ gibi çeşitli ABD merkezli geleneksel dağıtım şirketleriyle ilişkili hizmetler geliyor.
Ses ve hareketli görüntülerin dijitalleştirilmesinin mümkün olmasından önce çarşıdaki müzik veya video mağazasından aldığımız bir kaseti müzikçalara veya videoçalara takıp dinlerdik. Bu yöntem, bu platformlarla birlikte önemli bir değişikliğe uğradı. Her ne kadar bu platformlar mağazaların yerini almış gibi görünse de, satın aldığınız veya aboneliğiniz nedeniyle erişiminiz olan eserler artık sonsuza kadar sizin değil. Platform çıkarları gerektirdiği zaman çeşitli nedenlerle o eseri çalmaya hakkınız olmadığını size bildirip artık o eseri dinlemenizi engelleyebilir. Bu platformlar kendilerini müzisyenlere anlatırken genellikle büyük müzik şirketlerinin seçim kısıtlarından kurtulmanın mümkün olduğunu belirtiyorlar. Söylenene göre bu platformlara bir müzik şirketiyle anlaşma imzalamamış sanatçılar da bireysel olarak eserlerini ekleyebilir, kullanıcılar eserlerini dinledikçe belli bir ödeme alabiliyorlar. Ancak bu platformlarda da ‘at gözlüğü’ etkisi bulunuyor. Bu da algoritmaların reklam veya başka yollarla yeteri kadar duyurulmayan eserleri belli bir popülerlik eşiğini geçemedikleri için daha önce eserlerinizi hiç dinlememiş insanların otomatik dinleme listelerine hiçbir zaman yerleştirmemesine yol açıyor. Dolayısıyla aslında bireysel sanatçılara vaat edildiği gibi müzik şirketlerinden kurtulmak mümkün olmuyor.
3.3. Sosyal medya
İnternetin ilk yaygınlaşmaya başladığı zamanlarda söylenegelen şey isteyen herkesin bir web sitesi açarak istediği görüşleri paylaşabileceği özgür bir ortamın mümkün olduğuydu. Ancak bunu yapmak için bir bilgisayarın sürekli açık kalarak internete bağlı olması gerekiyordu. Bunu da zamanın kısıtlı internet bağlantı yöntemleriyle çoğu kişi yapamıyordu. Bu kullanıcıların internet sağlayıcıların sağladığı web alanlarına kendi bilgisayarlarında hazırladıkları sayfalarını yüklemeleri yoluyla bu sorun çözülmüştü. Ücretli olarak verilmeye başlanan bu hizmet, etkileşimli web sayfaları yapılması mümkün olduğunda biraz daha kolaylaşarak bir web sayfasındaki formu doldurur gibi web sayfaları oluşturmayı mümkün kıldı. Bu teknolojiyi sağlayan uygulamalara blog yazılımı deniyordu. Ancak bunlar da internet servis sağlayıcıları tarafından barındırılması gereken şeylerdi, dolayısıyla da ücretli verilen bir hizmetti. Bu aşamada yaygınlaşan ücretsiz web sayfası barındırma hizmetleri ortaya çıkmaya başlamıştı. Bunların arasında göze çarpan ürün Google Blogspot adlı ücretsiz blog hizmetiydi. Bu siteye üye olan her kullanıcı istediği kadar çok blog açabiliyordu. Bu bloglara kolayca yazı yükleyip internetin iki yönlü bir iletişim aracı olarak kullanılmasının önü açılmış gibi görünüyordu.
İnternet kullanıcılarının kendi ifade aracı olmasının yanında yeni bir habercilik mecrası olmayı başaran blog’lar 2010’ların başından itibaren ortaya çıkmaya başlayan microblogging siteleriyle birlikte internet okur yazarları üstündeki etkisini yitirmeye başladı. Microblogging, çok kısa bir yazı alanına girilmiş cümlelerle sınırlı bir şekilde yapılan blog yayınlarına verilen ad. Bu sitelerle birlikte daha önce blog’u olmayan ve imkanı olmasına rağmen çoğunlukla edilgen bir internet kullanıcısı olmuş kullanıcılarla birlikte, o yıllarda yaygınlaşmaya başlayan akıllı telefonlarla birlikte ilk defa interneti yoğun olarak kullanma imkanı olan yüz milyonlarca kişi de iki yönlü iletişime dahil olmaya başlamıştı. Bu sitelerin en ünlüsü Twitter. Ancak Meta’nın sahip olduğu Facebook ve Instagram’ın da bu kategoriye girdiği söylenebilir. Bu siteler genelde size paylaşım yapabileceğiniz bir profil sayfası sunar. Bundan da önemlisi ‘arkadaş’ veya ‘takipçi’ kavramı ile diğer kullanıcıların paylaştıklarını takip edebilirsiniz. Bu platformlarda hiçbir şey paylaşmasanız bile yazılanlara ulaşmak mümkündür. Bu tür platformlarda yayımlanan “içerikler” geleneksel yayın organlarındaki gibi bir editoryal süreçten geçmez, kimse kimseden izin almadan yazabileceği için içerikler hızlıca yazılır, kısaca okunur. Herkesin yazma imkanı olsa da çoğunlukla sadece okuyucu olarak kalırlar. Yazma ve okuma eylemleri tekil bir platform içinde gerçekleştiği için platform sahipleri herkesin ne yazdığını ve ne okuduğunu büyük bir netlikle kaydedebilir.
Bu bölümde şimdiye kadar anlattıklarımıza Alphabet’in arama motoru aracılığıyla yaptığınız aramalara ulaşabildiğini ve ziyaret ettiğiniz siteleri kaydettiğini, Amazon’un da pazardaki payı nedeniyle alışveriş alışkanlıklarımız hakkında bir fikir sahibi olduğunu ekleyince ortaya çıkan tabloya bir bakalım.
Bu beş şirketin cihazlarını ya da uygulamalarını kullandığımızda yaptığımız her şeyi kaydettiklerini daha önce söylemiştik. Özellikle Meta, Alphabet ve Amazon bu veriyi kullanıcıların öğrenim seviyesi, aile yapısı, cinsiyeti, yaşı ve benzeri demografik özelliklerini tahmin etmek, nelerden hoşlandıklarını, nelere ihtiyaçları olduğunu, dini inançları ve siyasi görüşlerinin ne olduğunu tespit etmek için kullanıyorlar. Bu bilgiler daha sonra reklam sistemlerinde veya kullanıcıların sistemde daha çok kalmaları için kullanılıyor.
80 milyona yakın Facebook kullanıcısının verilerinin çalınarak seçim kampanyalarına danışmanlık veren bir şirkete aktarılması bu bilgilerin ticari amaçların dışında siyasi hedeflere ulaşmak için nasıl kullanılabileceğine dair çarpıcı bir örnek.
Facebook ve Cambridge Analytica Vakası
2018 yılının Mart ayında The Guardian’da çıkan bir habere göre Cambridge Analytica adındaki bir şirket 2013 yılında Facebook’un geliştiricilere sağladığı programlama arayüzlerini kullanarak 80 milyona yakın Facebook kullanıcısının demografik bilgilerine ve üye olduğu Facebook gruplarının listesine erişti. Bunu yapmak için öncelikle 200.000 kullanıcıya belirli bir ücret ödenerek bir kişilik testi doldurmaları ve uygulamanın Facebook verilerine erişmesine izin vermeleri sağlandı. Facebook o sıralarda veri erişim izin veren kişilerin arkadaş listelerindeki kişilerin de bilgilerine ulaşılmasına izin veriyordu. Bunu Facebook’un tüm uygulamaların bu tür verileri işlemesini kolaylaştırmak için sunduğu OpenGraph (kabaca ‘açık ağ verisi’ olarak çevrilebilir) adında bir hizmeti kullanarak yapmışlar.
Cambridge Analytica’da çalışmış Christopher Wylie adındaki kişinin The Guardian ve The New York Times gazetelerine itiraflarda bulunması üzerine yapılan haber ile olay ortaya çıktı. Wylie’nin iddiasına göre Cambridge Üniversitesi Psikoloji bölümünde öğretim üyesi olarak çalışan Alexandr Kogan’ın kurduğu bir şirket aracılığıyla toplanan bu veriler kullanılarak 80 milyona yakın kullanıcı için ‘psikografik’ adı verilen bir tür profil oluşturulmuş ve Cambridge Analytica’nın sahibi olan SCL Group adındaki şirkete verilmişti.
SCL Group 1990’da stratejik iletişim alanında danışmanlık sağlamak için kurulmuş. Kurucularının İngiltere’deki Muhafazakâr Parti’nin önemli isimleriyle ve kraliyet ailesiyle bağları olduğu biliniyor. Kitlesel davranış örüntüleri alanında yapılan psikoloji araştırmalarının reklamcılıkta faydalı olabileceği varsayımıyla yola çıktığı iddia edilen şirket kısa zaman içerisinde başarılı olup askeri dezenformasyon, seçmen kitlelerini analiz etmek gibi alanlarda da faaliyet göstermeye başlamış. SCL Group, kuruluşundan bu yana 25’ten fazla ülkedeki seçimlerde danışmanlık hizmeti vermiş. Cambridge Analytica şirketini de bu faaliyetlerini ABD’ye taşımak için kurmuş gibi görünüyor.
SCL Group tarafından kabul edilmeyen iddiaya göre Wylie’nin bahsettiği veriler kullanılarak Trump’ın 2016 seçim kampanyası kapsamında çeşitli kullanıcı gruplarına yalan veya gerçek haber veya reklamlar üretilerek gösterilmiş. SCL Group’un övünerek bahsettiği teknik psikografik profilleri kullanarak farklı gruplara farklı haberler veya reklamlar gösterilmesi (Cadwalladr ve Graham-Harrison, 2018). Bu şekilde çeşitli grupların istenen eylemleri yerine getirmeleri sağlanmak istenmiş. Örneğin Demokrat adaya oy verecek bir kitleye seçimi boykot etmenin gerektiğine inandırmak Cumhuriyetçi bir adayın çıkarına olacaktır.
Olay açığa çıktıktan sonra Facebook yetkilileri kabahatli olmadıklarını, çünkü henüz 2015 yılında bu kadar büyük bir verinin toplandığını fark ettiklerini ve Alexandr Kogan ve ekibine verilerin silinmesini isteyen bir uyarı mektubu gönderdiklerini açıkladılar. Ancak silinme işleminin yerine getirilip getirilmediğini kontrol etmediklerini de biliyoruz (Cadwalladr ve Graham-Harrison, 2018).
Kitlelerin düşüncelerini tespit etmek ve istenen hedefe götürecek mesajları ileterek mevcut düşünceyi başka bir düşünceyle değiştirmeye dayanan psikolojik operasyon yöntemleri yeni icat edilmedi. Ama günümüzde bunu yapmanın çok daha kolay olduğu Cambridge Analytica ve benzer vakaların ortaya koyduğu çarpıcı bir gerçek. Tek amacı kâr etmek olan bir kuruma dünya nüfusunun büyük bir kesimine ait çok önemli bilgileri emanet etmenin bu tür sorunlara yol açacağını önceden tahmin edebiliyorduk. Facebook ve benzeri sosyal medya platformlarını denetleyecek bir düzen oluşmadığı sürece bizim elimizden gelen tek şey bu tür platformları kullanmamak. Bunların yerine küçük küçük sosyal medya platformlarının federasyonu şeklinde çalışan açık kaynak kodlu sosyal medya platformlarını[1] kullanmak yapılabileceklerden biri. Ancak bu tür sistemler şimdilik nüfusun çok küçük bir kısmına hitap etmeye mahkum gibi görünüyor. Zira bu tür sistemleri kurmak hem iş gücü hem de maddi kaynak gerektiriyor. Bu tür sistemlerin örgütlü yapılar tarafından sunulduğu ve bunların birleşerek ülke çapındaki sosyal ağı oluşturduğu bir sistem teknik olarak mümkün. Bu internetin kuruluşundaki küçük ve bağımsız odakların birbirleriyle bağ kurması fikrine benziyor. Ama internetin şu anda vardığı noktaya bakacak olursak toplumsal sorunları çözmek için teknolojik gelişmelerin tek başlarına kurtarıcı olarak görülmesi, istenenin aksine yeni sorunlar oluşturacak gibi görünüyor.
3.4. Snowden dosyaları
Bir önceki bölümde bahsettiğimiz Cambridge Analytica olayı sermayenin dijital ağları kullanarak toplumlar üzerinde kurmaya çalıştığı tahakküme güzel bir örnek. Bu bölümde başka bir ifşa olayından daha bahsetmek istiyoruz. Bunun diğerinden farkı çok daha büyük ölçekte gerçekleşmesi ve hâlâ da gerçekleşiyor olması. 2013 yılında Edward Snowden adlı bir NSA [2] çalışanının bazı basın mensuplarına teslim ettiği yüksek gizlilikteki belgeler çok büyük bir küresel izleme düzeneğini ortaya çıkarmaya başladı. Belgeler ABD, İngiltere ve Avustralya başta olmak üzere birçok NATO üyesi ülkenin gizli istihbarat örgütlerinin ortaklaşa çalışması sonucunda dünya üzerindeki tüm iletişimin izlenebildiği bir sistem kurulduğunu kanıtlıyordu.
NATO ülkelerinin kendi çıkarları için uluslararası anlaşmaları gizlice bozan ve kişisel özgürlüklükleri önemsemeyen bir şekilde tüm dünyayı dinlemeye çalıştıkları konuyu takip edenler tarafından yeni bir haber değildi, ancak şimdiye kadar hiçbir zaman bu kadar açık kanıtlarla ortaya konmamıştı. Bu ifşaların dünya çapında büyük bir tepki oluşturduğu açık. Ancak tepkilerin odaklandığı noktanın izleme sisteminin bu ülkeler tarafından kendi vatandaşları üzerinde de kullanılması olması dikkat çekiyor.
4. Çözüm var mı?
Bu şirketlerin izleme ve hayatımıza müdahale etme yeteneklerini azaltmak için açık kaynak kodlu yazılımlar kullanan muadil sistemleri kendi bilgisayarlarımıza kurmayı düşünebiliriz. Bilindiği üzere açık kaynak kodlu yazılımları güvenlik kontrollerinden geçirmek daha kolaydır. Ayrıca bu yazılımları ihtiyacınız olan şekilde değiştirebilir, muadili kapalı platformlarda yapılmasına izin verilmeyen şeyleri yapabilirsiniz. Ancak bu teknolojiler tek başlarına nihai bir çözüm olmaktan uzaklar. Açık kaynak kodlu yazılımlar ile eğer bu şirketlerin sağladığı rahatlıktan feragat edilirse, davranış verilerimizde saklı olan potansiyel değeri bu şirketlerle paylaşıp kârlarını artırmaktan ve çeşitli izleme ve yönlendirme operasyonlarından kaçınmak mümkün. Tabii bu emeği veremeyen veya gerekli maddi olanakları olmayanlar için çözüm olmadıklarını göz önüne alırsak bu tür teknolojilerden medet ummak yerine bu şirketlerin hizmetlerini kullanırken kaydetmelerine imkan verdiğimiz verilerden kâr etmelerini engelleyecek bir düzen kurmaya çalışmak daha doğru olacaktır.
Dijital izleme için kullanılabilecek cihazların şehirlerin veya binaların her yanına yayıldığı günümüzde izlenmeyi tamamen engellemek neredeyse hiç kimse için mümkün değil. Özellikle Snowden belgelerinde açıklanan yöntemlere karşı yapabileceğiniz tek şey her tür iletişiminizi tamamen şifreli olarak yapmak. Ancak şifreli bir iletişim yaptığınızı düşünseniz bile bu yazıda bahsettiğimiz şirketlerin sistemlerini kullanıyorsanız hem o şirketler tarafından hem de şirketin bu bilgileri iletebileceği kurumlar tarafından izleniyorsunuz demektir. Bazı uygulamalar, örneğin WhatsApp, uçtan uca şifreleme sağladıklarını ve güvenli olduğu teorik olarak gösterilmiş yöntemler kullandıklarını iddia ederler. Bu iddia doğrudur, ancak şirketin istediği zaman bu özelliği sağlıyormuş gibi görünüp gerçekte sağlamaması mümkündür. Şirketler böyle bir müdaheleyi iradi olarak yapmayı tercih edebileceği gibi çeşitli devlet kurumları tarafından buna zorlanabilirler. Ama bazı durumlarda kullanıcının iletişimini dinlemeye müsait duruma getirdiğini farkında bile olmayabilir. Zira NSA gibi kurumlar şifreleme standartlarının belirlenmesinde de etkili olmaya çalışırlar veya teorik olarak sorunsuz olduğu gösterilen şifreleme algoritmalarının yanlış bir şekilde kodlanmasını sağlarlar. Snowden tarafından açıklanan belgelerle birlikte varlığından haberdar olduğumuz BULLRUN adlı proje tam da bunu yapmayı hedefliyor (Perlroth ve ark., 2013). Şifreleme yöntemlerini gerçekleyen açık kaynak kodlu projeler ise NSA’in bu müdahalelerinden etkilenmeyen yegane yazılımlar olageldiler. Ancak yine de ne kadarından korunabildiğimiz hâlâ belli değil.
Çağımızda, internete çıkan hiçbir bilginin gizli kalacağına garanti veremeyiz. Şirketler veya devletler bu bilgileri ticari veya siyasi saiklerle yakalamak, kaydetmek ve aleyhinize kullanmak için her fırsatı kollamaktalar. Zira artık fark edildi ki, sizin için öğrenilmesi çok önemli olmayan bir bilgi, başka insanlardan da toplanan bilgilerle yan yana geldiğinde tüketim tercihleriniz hakkında tahminler yapmayı sağlıyor, ve dolayısıyla bilgiyi elde eden şirketin sayenizde siz ve diğer kullanıcılar üzerinden büyük bir kâr elde etmesini sağlıyor. Siyaseti belirlemeye çalışan odaklar ise seçimdeki tercihlerinizi tahmin etmekten tutun, belirli bir konudaki görüşlerinizi değiştirmek için ne yapmaları gerektiğini tahmin etmeye kadar çeşitli alanlarda kullanmayı sağlayacak düzenekleri oluşturmuş durumdalar. Kullandığımız cihazları veya uygulamaları kişisel olarak değiştirerek çözemeyeceğimiz kadar büyük bir sorun ile karşı karşıyayız. Mevcut düzeni toplanan bilgiden kâr elde etmeyi ortadan kaldıran başka bir düzenle değiştirmedikçe kullanıcıyla şirketler arasında bir çıkar çelişkisi olmaya devam edecek.
KAYNAKÇA
Cadwalladr, C., Graham-Harrison, E. (2018). “Revealed: 50 million Facebook profiles harvested for Cambridge Analytica in major data breach”, The Guardian, https://www.theguardian.com/news/2018/mar/17/cambridge-analytica-facebook-influence-us-election, 12 Mart 2022 tarihinde erişildi.
Droesch, B. (2021). “Amazon dominates US ecommerce, though its market share varies by category”, Insider Intelligence, https://www.emarketer.com/content/amazon-dominates-us-ecommerce-though-its-market-share-varies-by-category, 12 Mart 2022 tarihinde erişildi.
Gallego, J. I. (2021). The value of sound: Datafication of the sound industries in the age of surveillance and platform capitalism. First Monday, 26(7). https://doi.org/10.5210/fm.v26i7.10302.
GlobeNewsWire, (2021). “Global Smart Speakers Markets Report 2021,” GlobeNewsWire, https://www.globenewswire.com/news-release/2021/05/24/2234471/28124/en/Global-Smart-Speakers-Markets-Report-2021-Amazon-Alexa-Google-Assistant-Siri-Cortana-Others-Market-is-Expected-to-Reach-17-85-Billion-in-2025-at-a-CAGR-of-26.html, 12 Mart 2022 tarihinde erişildi.
Google, (2021). https://abc.xyz/investor/static/pdf/2021Q4_alphabet_earnings_release.pdf?cache=d72fc76, 12 Mart 2022 tarihinde erişildi.
Greenwald, G., MacAskill, E., Poitras, L. (2013). “Edward Snowden: the whistleblower behind the NSA surveillance revelations”, The Guardian, https://www.theguardian.com/world/2013/jun/09/edward-snowden-nsa-whistleblower-surveillance, 12 Mart 2022 tarihinde erişildi.
Kelly, J. (2021). “Amazon Prime Day Offers Great Sales—Here’s What Workers Suffer Through To Make This Happen”, Forbes, https://www.forbes.com/sites/jackkelly/2021/06/17/amazon-prime-day-offers-great-sales-heres-what-workers-suffer-through-to-make-this-happen/?sh=ab4b0871519f, 12 Mart 2022 tarihinde erişildi.
Knee, J. A. (2021). “What’s Amazon’s Secret?”, New York Times, https://www.nytimes.com/2021/02/13/business/dealbook/amazon-working-backwards.html, 12 Mart 2022 tarihinde erişildi.
Long, K. A. (2021). “In the 15 years since its launch, Amazon Web Services transformed how companies do business”, Seattle Times, https://www.seattletimes.com/business/amazon/in-the-15-years-since-its-launch-amazon-web-services-has-transformed-how-companies-do-business/, 12 Mart 2022 tarihinde erişildi.
Ma, A., Gilbert, B. (2019). “Facebook understood how dangerous the Trump-linked data firm Cambridge Analytica,” https://www.businessinsider.com/cambridge-analytica-a-guide-to-the-trump-linked-data-firm-that-harvested-50-million-facebook-profiles-2018-3, 12 Mart 2022 tarihinde erişildi.
MacAskill, E. (2013). “NSA paid millions to cover Prism compliance costs for tech companies”, The Guardian, https://www.theguardian.com/world/2013/aug/23/nsa-prism-costs-tech-companies-paid, 12 Mart 2022 tarihinde erişildi.
McKenzie, P. J., Burkell, J., Wong, L., Whippey, C., Trosow, S. E., & McNally, M. B. (2012). User-generated online content 1: Overview, current state and context. First Monday, 17(6). https://doi.org/10.5210/fm.v17i6.3912.
Morning Star, (2022). “Invesco QQQ Trust - Nasdaq 100 Index”, http://portfolios.morningstar.com/fund/holdings?t=qqq, 28 Mayıs 2022 tarihinde erişildi.
Mühlbach, S., Arora, P. (2020). Behind the music: How labor changed for musicians through the subscription economy. First Monday, 25(4). https://doi.org/10.5210/fm.v25i4.10382.
Nardi, B. (2015). Inequality and limits. First Monday, 20(8). https://doi.org/10.5210/fm.v20i8.6126
Perlroth, N., Larson, J., Shane, S. (2013). “N.S.A. Able to Foil Basic Safeguards of Privacy on Web”, New York Times, https://www.nytimes.com/2013/09/06/us/nsa-foils-much-internet-encryption.html, 12 Mart 2022 tarihinde erişildi.
Robinson, L., Schulz, J., Dunn, H. S., Casilli, A. A., Tubaro, P., Carvath, R., Chen, W., Wiest, J. B., Dodel, M., Stern, M. J., Ball, C., Huang, K.-T., Blank, G., Ragnedda, M., Ono, H., Hogan, B., Mesch, G. S., Cotten, S. R., Kretchmer, S. B., Hale, T. M., Drabowicz, T., Yan, P., Wellman, B., Harper, M.-G., Quan-Haase, A., & Khilnani, A. (2020). Digital inequalities 3.0: Emergent inequalities in the information age. First Monday, 25(7). https://doi.org/10.5210/fm.v25i7.10844.
[1] Bu tür çok fazla yazılım var. Ama arkalarındaki kurumlar ve topluluklar açısından bakacak olursak Diaspora, Mastodon ve GNU Social adlı yazılımlar öne çıkıyor.
[2] National Security Agency. Ulusal Güvenlik Ajansı, ABD tarafından ikinci dünya savaşından sonra analog veya dijital yöntemlerle iletişim sinyallerini toplayıp istihbarat oluşturmaya yardımcı olmak için kurulmuştur.