İlaç ve Aşılarda Patent Koruması

Patent Protection in Drugs and Vaccines

Özce Esma Pala
Arş. Gör.Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Yeni Yüzyıl Üniversitesi

Özet

Yüzyıllardır nesilden nesile, bilim insanından bilim insanına adım adım geliştirilerek aktarılagelen bilimsel bilginin, egemen iktisadi sistemin ideolojisine uygun olarak, kamusal niteliği yok sayılmakta ve bilimsel bilgi özel mülkiyetin sınırları içerisinde değerlendirilmektedir. Kapitalist iktisadi düzen patent sistemini, insanlığın ortak mirası olan bilimin her yeni kazanımını, yalnızca sermayedarın hizmetine sunan ve sermayedarı kâr maksimizasyonuna taşıyan bir araç olarak görevlendirmiştir.

Bu yazıda ilaç sermayesi özelinde, patent sisteminin günümüzdeki şeklini alıncaya dek geçirdiği tarihsel süreçler, bu süreçleri yönlendiren sınıfsal çıkarlar doğrultusunda tartışılmıştır. Ulusal ve uluslararası sermayenin gelişkinlik durumlarına tekabül eden hukuksal düzenlemeler ve beraberinde gelen yaptırımların, hangi aygıtlar vasıtasıyla dayatıldığı ve bu dayatmanın yarattığı halk sağlığı sorunları gösterilmiştir. Sağlığa erişim ve mülkiyet hakları çatışmasında terazinin ikinciden yana ağır bastığı ve bunun normalleştirildiği bir düzende yaşamamıza rağmen, gayriinsani uygulamaları reddederek milyonlarca hayat kurtaran bilim emekçilerinden bahsedilmiş ve tüm bu tecrübeler ışığında; yaşanacak tüm felaketleri sonlandırabilecek nihai çözüme işaret edilmiştir.



Anahtar kelimeler: patent, ilaç, özel mülkiyet, kapitalizm, ekonomi-politik.

Abstract

In accordance with the ideology of the dominant economic system, the public nature of scientific knowledge which developed and transmitted step by step from scientist to scientist for centuries, is ignored and scientific knowledge is evaluated within the boundaries of private property. The capitalist economic system order has assigned the patent system as a device that presents every new acqisition of science, which is the common heritage of mankind, exclusively to the service of the capitalist and carrying the capitalist to the maximization of profit.

In this article, the historical processes that the patent system went through until it took its current form, especially in pharmaceutical capital, are discussed in accordance with the class interests that guide these processes. The legal regulations corresponding to the development situations of national and international capital and the accompanying sanctions have been imposed through which devices and the public health problems created by this imposition have been shown. Although we live in an order in which the scales outweigh the second in the conflict of access to health and property rights and that is normalized, scientists who have saved millions of lives by rejecting non-human practices have been mentioned and in the light of all these experiences; the final solution that can end all the disasters that will happen has been pointed out.



Key words: patent, drug, private property, capitalism, political economy.

GİRİŞ

Bir dünya sistemi olarak kapitalizm iktisatçılar tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır. Özel teşebbüse ve piyasa serbestliğine dayanan üretim sistemi, özel mülkiyet ve iktisadi hürriyete dayanan piyasa ekonomisi düzeni, sermaye ve sermayedarın hakimiyetindeki rejim (Zarakolu, 1975:30; Ergin, 1961:91) ... Tüm bu tanımlamaların ortak paydası olan, kapitalizmin kutsalı “özel mülkiyet” kendi yapılanmasını korumak amacıyla hukuksal düzenlemelerini de dayatmaktadır.

Devletlerin sanayi, tarım, hayvancılık gibi ekonomik faaliyetlere dair belirli periyotlarla ortaya koydukları ulusal hedefler, üretim araçlarına sahip olan egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda belirlenmektedir. Dolayısıyla üretim araçlarının ve koşullarının geliştirilmesi için yapılacak çalışmalar, maliyetleri düşürerek kâr maksimizasyonunun sağlanması ve rekabet üzerindeki rolleri nedeniyle hayati önem taşımaktadır (Abacıoğlu, 2004; Abacıoğlu ve Dikmen, 2005). Bu nedenle Ar-Ge çalışmalarının çıktıları sermayedara ait bir “özel mülkiyet” ögesi olarak değerlendirilmekte ve patent sistemi adı altında hukuken korunmaktadır. Bu yazı, bahsedilen hukuki korumanın taraflarını ve nedenlerini, sağlığa erişim hakkı çerçevesinde tartışacaktır.

KAPİTALİZME İÇKİN BİR MÜLKİYET BİÇİMİ: FİKRİ VE SINAİ MÜLKİYET

Bilim, edebiyat, müzik, güzel sanatlar ve sinema eserleri üzerindeki, telif hakları olarak da bilinen mali ve manevi haklar Fikri Mülkiyet Hakları; sanayi ve tarımdaki buluş, tasarım, yenilik ve özgün çalışmaların sahipleri adına kayıt edilmesini ve ürünü üretme ve satma hakkına sahip olunmasını sağlayan patentler, faydalı modeller, markalar, endüstriyel tasarımlar ve coğrafi işaretler ise Sınai Mülkiyet Hakları adı verilen yasal düzenlemelerle korunmaktadır (Türk Patent Enstitüsü, 2012; Fikir ve Sanat… (1951); Sınai mülkiyet… (2016).

Tanımlarda anlaşıldığı üzere Fikri ve Sınai Mülkiyet Hakları insan zihninin eseri olan ürünlerin haricinde fikirleri de metalaştırarak özel mülkiyet kapsamında korumaya almakta, ayrıca özel anlaşmalar sayesinde bu korumanın bir başka üreticiyle kâr karşılığı paylaşımını/transferini de mümkün kılmaktadır (Abacıoğlu ve Dikmen, 2005).

Tüm bu düzenlemelerin temelinde; yeni bir ürün veya üretim yöntemi geliştirilmesinin sermayedarın kârlılığı üzerindeki etkisi yatmaktadır. Yeni ürün ve üretim yöntemleri, daha iyileri veya kopyaları yapılana kadar sermayedara alanı kapatarak “tekel” olma imkânı sunmaktadır. Bunun için güçlü bir Ar-Ge altyapısına sahip olmak gerekmektedir. Bu nedenle Ar-Ge “rekabete yönelik buluş” süreci olarak tanımlanmaktadır (Abacıoğlu, 2009). Kapitalizm bu buluşların “sanayiye uygulanabilirlik”, “yenilik” ve “tekniğin bilinen durumunun aşılması” vasıflarına sahip olması durumunda patent sistemini devreye sokmakta ve buluşu özel mülkiyetin sınırlarına hapsederek sermayedarın hizmetine sunmaktadır (Abacıoğlu ve Dikmen, 2005).      

SINAİ MÜLKİYETİN YASAL SÜREÇLERİ VE PATENT KAVRAMI

Bir buluşun sahibine, devlet tarafından verilen patent, sınai mülkiyet haklarından biri olup, sahibinin izni olmadan başkalarının buluşu üretmesini, kullanmasını veya satmasını belirli bir süre boyunca engelleme hakkıdır. Patent, başvuru tarihinden itibaren 20 yıllık bir koruma sağlamaktadır. Patentler yalnızca alındığı ülke içinde hak sahipliği yaratmaktadır, dolayısıyla uluslararası bir üretim söz konusu olduğunda bu ayrıcalıktan faydalanmak için her ülkede ayrı ayrı başvuru yapılması gerekliliği ortaya çıkmaktadır (Türk Patent Enstitüsü, 2012).

Bu gerekliliğin ortaya çıkardığı kayıp zaman ve maliyeti azaltmak amacıyla atılan ilk adım 1883 yılında “Paris Sözleşmesi” adı verilen uluslararası anlaşmadır. Paris Sözleşmesi sayesinde, buluş sahibinin sözleşmeye üye herhangi bir ülkede yaptığı patent başvurusu; takip eden 12 ay içinde olması şartıyla, diğer ülkelerde de öncelik kazanmasını sağlamaktadır. “Rüçhan hakkı” adı verilen bu öncelik, üye ülkelerde yapılacak başka başvuruların reddedilmesini sağladığından patent sahibine önemli bir ayrıcalık sunmuş ancak her ülkede ayrı başvuru yapılması gerekliliğini ortadan kaldıramamıştır (WIPO, t.y.a). 1970 yılında imzalanan “Patent İşbirliği Antlaşması (PCT)” ise bu gerekliliği de ortadan kaldırılmış, uluslararası bir kuruluş olan Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü’ne (WIPO) yapılan bir patent başvurusu, antlaşmaya tabi 20 ülkede de geçerli kabul edilmiştir. Ancak bu antlaşma da yalnızca başvuru aşamasında geçerli olup patentin tescilinin yine her ülkede ayrı ayrı yapılması gerekliliğini ortadan kaldıramamıştır (WIPO, t.y.b).

1980’li yıllardan itibaren neoliberal politikalar doğrultusunda küreselleşme sürecine giren ABD ve AB kökenli ilaç firmaları, patent korumasının “ilaç üretim yöntemleri ve ürünlerini” de kapsaması konusunda gelişmekte olan ülkelere baskılar uygulamışlardır (Eren, 2004). Bu baskılar 1994 yılında TRIPS (Ticaretle İlgili Fikri Mülkiyet Hakları) Anlaşması olarak sonuç vermiştir. Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulmasını da önceleyen GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) Uruguay müzakerelerinde kabul edilen 29 anlaşmadan biri olan TRIPS, bahsedilen diğer anlaşmalardan başvuru sürecinin işleyişiyle ilgili değil, içeriği ile ilgili olması bakımından ayrılmaktadır. Türkiye’yi de kapsayan 125 ülke tarafından imzalanan anlaşma sonucu “insan veya hayvanların tedavisi için tanı, tedavi ve cerrahi yöntemler” patent koruması altına alınmıştır (Telif Hakları, t.y.; WTO, t.y.).

BİR META OLARAK İLAÇ

Meta, “kullanım” ve “mübadele” değerlerine sahip emek ürünü olarak tanımlanmaktadır ve “ilaç” da her iki özelliği taşıması bakımından bir meta olarak değerlendirilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından da, fizyolojik sistemleri veya patolojik durumları, alanın yararına değiştirmek veya incelemek amacıyla kullanılan veya kullanılması öngörülen bir madde ya da “ürün” olarak tanımlanmaktadır. Bir nesne, bir ürün olarak ilacı gördüğümüz biçim farmakolojik olarak ilacın “farmasötik şekli” olarak değerlendirilmektedir ve tablet, kapsül, şurup, merhem, supozituvar gibi formları bulunmakta, bu formlar gereklilik haline göre çeşitli yollarla uygulanmakta, tıpkı diğer metalar gibi bir ihtiyacı gidermek amacıyla kullanılmaktadır. Fakat ilacın kullanım değeri incelendiğinde onu diğer metalardan ayıran özellikleri öne çıkmaktadır. Farmakolojide “endikasyon” olarak tanımlanan özelliği nedeniyle ilaç; hastalığa ve kişiye özgü uygulanmak zorundadır, ne ilaç yerine bir başka ürün kullanılabilmekte ne de ilaçlar birbiri yerine ikame edilebilmektedir. Kanser hastası bir kişi, antineoplastik ilaçlar kullanılarak; tansiyon hastası bir kişi, antihipertansif ilaçlar kullanılarak tedavi edilmek zorundadır, bu ilaçların birbiri yerine kullanımı söz konusu değildir (Abacıoğlu ve Dikmen, 2005).

İlacın fiyatı ise onun “mübadele” değerini ifade etmektedir. Fakat tıpkı kullanım değerinde olduğu gibi, mübadele değerinde de ilacı diğer metalardan ayıran özellikler bulunmaktadır. İlacın talebinde, hayati fonksiyonu nedeniyle esneklik bulunmamaktadır. Ayrıca metalar için, tüketicinin ilk kullanımda bilgi sahibi olmasa dahi edindiği tecrübe ile diğer kullanımlarda bilinçli seçim yapabileceği varsayılmaktadır. Sağlık hizmetleri ve ilaç kullanımında ise bilgiye sahip olan neredeyse tamamen doktor ve eczacı olmaktadır. Hastanın tecrübe edinerek bilgi sahibi olması; tercihleri veya beğenisiyle seçim yapması mümkün değildir. Dolayısıyla ilaca ödeyeceği değişim değerini de koşulsuz kabul etmek zorundadır. Burada ortaya çıkan zorunluluk oldukça can alıcıdır: ilacın kabul edilmek zorunda olan fiyatı edinilebilir ve ilacın da ihtiyaç duyulduğu anda ulaşılabilir olması gerekmektedir. Sorulması gereken bu gerekliliklerin; ilacın keşif aşamasındaki bilimsel verilerden, üretim süreçleri ve üretim araçlarına kadar tamamen sermayedarın mülkü haline gelmiş bir işleyiş içerisinde ne kadar yerine getirilebileceğidir (Belek, 2009:156; Abacıoğlu ve Dikmen, 2005).

İLAÇTA PATENT KORUMASININ EKONOMİ-POLİTİĞİ

II. Dünya Savaşı sonrası uygulanan ithal ikameci politikalar, hem yatırım teşvikleri ve yüksek gümrük duvarlarıyla ulusal sermayenin oluşturulması ve geliştirilmesini hem de ucuz hammadde, işgücü ve sübvansiyonlarla uluslararası sermayenin yayılmasını sağlayarak orta gelişkinlikteki kapitalist ülkelerin özellikle 1980 sonrasında emperyalist düzene eklemlenmesini mümkün kılmıştır. Bu politikalar yerli ve uluslararası sermaye arasında teknoloji, hammadde ve ara maddelerin transferi gibi ortaklıklar yaratmasının yanında; pazarlarda rekabet, yerel sermayenin hükümetlere kendi çıkarları doğrultusunda baskılar uygulaması gibi karşıtlıklar da doğurmuştur (Abacıoğlu ve Dikmen, 2005).

1960’lı ve 1970’li yıllarda kamuculuğun siyasi olarak tercih edildiği çeşitli ülkelerde, ilaç üretim yöntemleri ve ürünlerindeki patent koruması kaldırılması da bu politikalar kapsamında değerlendirilmelidir. Patent korumasının kaldırılması bu ülkelerdeki yetersiz sağlık hizmetlerinin geliştirilmesini ve halkın ilaca ucuz erişimini sağlamış aynı zamanda hem yerli sermayenin uluslararası ilaç sektörüne girişini mümkün kılmıştır. Türkiye ilaç üretim yöntemleri ve ürünlerine uygulanan patent koruması Kurucu Meclis tarafından 1951 yılında, birçok gelişmekte olan ülkeye göre erken bir tarihte kaldırmıştır. Bunun en önemli nedeni, daha evvel uygulanmış devletçi politikalar sayesinde gelişebilmiş bir yerli sermayenin bulunması ve bu yerli sermayenin 1950 sonrasında yayılmaya başlayan uluslararası sermayeye karşı kendini koruma refleksi geliştirmesidir. Bu erken manevranın sonucu olarak yerli ilaç üreticileri birçok patentsiz teknoloji ve etken maddeye kolaylıkla ulaşabilmiş ve üretim kapasitesini ciddi ölçüde büyütmüştür. Öyle ki; 1980'Ierin ortasına gelindiğinde Türkiye ilaç tüketimini %90 oranda yerli üretimle karşılamaktaydı ve gelişmekte olan ülkeler arasında yerli sermayenin üretim ve satışlardaki payının, uluslararası sermayeden yüksek olduğu sayılı ülkeler arasında bulunmaktaydı (Eren, 2004).

Uluslararası ve yerel sermaye sınıfı bir yanda çıkarları doğrultusundaki iktisadi önlemleri almaya çalışırken diğer yanda dünyanın her yerinde, etkinlik ve güvenlik değerlendirmeleri yetersiz olduğu halde üretilip piyasa sürülen ilaçların beklenmeyen etkilerinden kaynaklanan facialar yaşanmaktaydı. Örneğin 1938 yılında ABD’de bir ilaç şirketi, suda çözünmeyen sülfonamid grubu bir antibiyotiğin dietilen glikol ile şurup formuna getirilip satılması sonucu 34’ü çocuk 105 kişinin ölümüne neden olmuştur (Nogues, 1990). Yaklaşık 20 yıl sonra bir Nazi olan Heinrich Mückter tarafından geliştirilen talidomit, önce grip ilacı olarak Batı Almanya’da, daha sonra ise hipnotik ve antiemetik etkileri nedeniyle gebelik bulantıları için birçok Asya ve Avrupa ülkesinde satışa çıkarılmıştır (Gillman, 2001; Franks ve ark., 2004). Ne var ki gebelere satılan bu ilacın bebeğe olan etkilerine dair kapsamlı teratojenite çalışmaları yapılmamış, takip eden 1,5 yıl içerisinde de gebeliğin 34. ve 50. günleri arasında talidomite maruz kalan bebeklerde Şekil-I’de görüldüğü gibi damar ve organların oluşumda bozukluklar ortaya çıktığı anlaşılmıştır. Ortaya çıkan bu etkiler raporlanmasına rağmen, firma bir süre ilacı geri çekmek istememiş ancak -bilinen- 2000 bebeğin bu yüzden ölmesi, 10-15 bin çocuğunsa ciddi uzuv eksikleri ile yaşamak zorunda kalması sonucunda talidomit 1961 yılında geri çekilmiştir (Vargesson, 2015). Doğu Almanya, Türkiye ve sülfonamid faciasından ders alan ABD, firmadan gelen verilere güvenmeyerek teratojenite testlerini yapmış, ilaca ruhsat vermeyerek felaketin önüne geçmiştir (Nogues,1990; Mansour ve ark., 2018).


 Şekil 1: Talidomit maruziyeti sonucu uzuv bozuklukları ile doğan bir bebek (Cullen, 1964)

Yaşanan birçok felaketle beraber, ilaçların etkinliği ve güvenliliğinin ispatlanmadan piyasaya sürülmesini engellemek amacıyla sıkı yasal düzenlemelere gidilmiştir. Örneğin 1962 yılında ABD’de Gıda, İlaç ve Kozmetik Yasası'nda yapılan değişikliklerle FDA’in yeni ilaç başvurularını 60 gün içinde onaylama zorunluluğu kaldırılmış, istenen testlerin sayısı ve süresi konusunda serbest bırakılmıştır. 1963'te FDA'in yeni bir ilaca karar vermesi için geçen ortalama süre on dört ayken, 1979 Yılına gelindiğinde ortalama süre otuz beş aya çıkmış ve 1986'da otuz yedi ay olmuştur. Dünya genelinde alınan önlemlerin sıkılaştırılması neticesinde firmaların Ar-Ge maliyeti artmış, ayrıca molekülün bulunuşu ile piyasaya sürülmesi arasında geçen zaman da uzamıştır. Özellikle 1980 sonrasında jenerik ilaçların (muadil ilaç olarak da tanımlanabilir) üretiminin hızlandırılması ve kolaylaştırılmasının yanında; satışının artırılmasını da sağlayan farklı yasal düzenlemeler de yapılmıştır. Bu düzenlemeler uluslararası ilaç tekellerine rakip yerel sermaye gruplarının ortaya çıkması ve doğalında kazanç kaybıyla sonuçlanmıştır (Nogues, 1990).

Hem rekabet unsuru hem de artan Ar-Ge maliyetleriyle kârlılık krizine giren uluslararası ilaç sermayesi ise çareyi orta gelişkinlikteki kapitalist ülkelerde, kaldırılmış olan patent korumasında bulmuştur.  

1980’li yıllarda gelişmekte olan ülkelere finansman sağlayan Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu, finansmanın devamını, ülkelerin dünya pazarına entegrasyonunu sağlayacak yapısal uyum politikalarının gerçekleştirilmesine şartlamıştır. Dış kaynak aktarımını devletler üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanan uluslararası sermaye bu sayede ithal ikameci politikalar neticesinde yaşadığı kısıtlamalardan kurtulmuştur (Eren, 2004). ABD ve AB’nin hegemonyasıyla uluslararası sermayenin tüm dünyada yayılması ve uluslararası alanda faaliyet gösteren tekellerin önündeki engellerin temizlenmesiyle kapitalizmin yeniden yapılanması süreci başlamıştır. Bu yapılanma sürecinin siyasi, hukuki ve iktisadi temelleri Türkiye’de 1980 yılı 12 Eylül darbesi ve 24 Ocak kararlarıyla somutlanmıştır (Abacıoğlu, 2009).

Tüm bu liberalizasyon sürecinde uluslararası ilaç sermayesinin en büyük kazanımı ise patent korumasını yeniden devreye sokmayan ülkelere karşı yaptırımların geliştirilmesi olmuştur (Eren, 2004). Daha önce anlatıldığı üzere 1994 yılında imzalanan TRIPS Anlaşması ile emperyalizme bağımlı olan ülkeler iç yasalarını, ABD standartlarıyla uyumlu hale getirmek zorunda bırakılmıştır (Chapman, 2001).

Türkiye’de Patent Yasası, TRIPs kararları uyarınca 10 yıl sonra uygulamaya konmak üzere 24 Haziran 1995 tarihinde kabul edilmiştir. Ancak DYP genel başkanı Tansu Çiller tarafından çıkarılan kararname sonucu 5 yıl daha erken uygulamaya konmuştur. Bu kararname Türk Eczacıları Birliği ve yerli ilaç sermayesi tarafından Türkiye’nin çıkarlarını korumadığı gerekçesiyle sert tepkiler almasına rağmen Patent Yasası 1999 Ocak ayında resmen uygulanmaya başlamıştır (Güçlü, 2007; Bak, 2011).

TRIPS ANLAŞMASI: BİR HALK SAĞLIĞI SORUNU OLARAK İLAÇTA PATENT

İlaç üretim yöntemleri ve ürünlerinin de patent koruması kapsamına alındığı TRIPS Anlaşması ile firmalar, patent başvurusundan itibaren 20 yıllık bir süre boyunca geliştirdikleri ilaç ve aşıların tüm üretim ve satış haklarını saklı tutabilir hale gelmiştir. Böylece özellikle orta gelişkinlikteki kapitalist ülkelerin tedavi maliyetini düşürmek için başvurduğu jenerik ilaçların üretimi patent süresi dolana dek yasaklanmıştır. Emperyalist devletlere bağımlı ülkelerde bu düzenlemelerin sonucu, çok ciddi halk sağlığı sorunlarının ortaya çıkması olmuştur.

TRIPS Anlaşmasından önce Brezilya ve Hindistan gibi ülkeler, Avrupa ve ABD’de patent korumasına sahip birçok ilaç ve aşıyı, çok düşük maliyetlerle jenerik olarak üretip yoksul ülkelere de düşük fiyatlarla satmaktaydı. TRIPS Anlaşması, bu ülkelerde HIV/AIDS, malarya, tüberküloz gibi hayatı tehdit eden birçok bulaşıcı hastalıkla boğuşan halkı patent hakkına sahip olan firmanın belirlediği ücretlere mecbur etmekte, ilaca erişim hakkını engellemektedir. Örneğin, hala kesin bir tedavisi olmayan HIV/AIDS hastalığında, 1996 yılından beri, hastanın hayat kalitesini ve yaşam süresini yükseltmek amacıyla kombine anti-retroviral ilaçlar kullanılmaktadır.


Şekil 2: HIV/AIDS tedavisinde kullanılan orijinal ve jenerik ilaçların fiyatları (Özdemir, 2016)

Şekil-2, 2000 yılında jenerik ilaçlar yasaklandığı andaki patentli (orijinal) ve jenerik anti-retroviral ilaçların satış fiyatlarını göstermektedir.  Cipla, Hetero ve Ranbaxy Hindistan menşeili anti-retroviral jenerik ilaç üreten firmaları ifade etmektedir. Şekilde görüldüğü gibi patentli, orijinal ilacın maliyeti hasta başı yıllık 10,000 dolardan fazla iken, jenerik ilaç firmaları bu maliyeti 300 doların altına kadar düşürebilmektedir (Özdemir, 2016). Yine 2000’li yıllarda Hindistan’da Shigella kaynaklı kanlı ishalin tedavisi için üretilen bir jenerik ilaç, patentli eşdeğerinin sekizde biri fiyatına satılabilmekteydi. HIV’li hastalarda ortaya çıkan sekonder bir mantar enfeksiyonu olan kriptokokal menenjit tedavisi, patent sahibi firma Pfizer’in flukanazol müstahzarıyla yapıldığında yıllık 3000 dolar iken Tayland’da üretilen jenerik ilaçla 104 dolara düşürülebilmekteydi. 2000’li yıllarda nüfusunun dörtte biri HIV pozitif olan Kenya, jenerik ilacı ithal etmek isteyince, Pfizer firması bu ithalatı durdurmak için PhRMA Derneği aracılığı baskılar uygulamıştır. Aynı yıllarda Gana ve Uganda da GSK firmasının hedefi haline gelmiştir, sebepse yine HIV tedavisinde kullanılan Combivirin bir jenerik ilaç firmasından yarı fiyatına ithal edilmesidir (OXFAM, 2010). Patent sahibi firmalar aradaki fiyat farkının Ar-Ge masrafları olduğu iddia etseler de sadece reklam giderlerinin bile Ar-Ge masraflarından daha yüksek oluşu fiyat yüksekliğinin arkasındaki sebebi tek başına açıklamaya yetmektedir.  

2000’ler Türkiye için de baskıların arttığı bir dönem olmuştur. Pfizer, Bayer, Novartis, Johnson & Johnson gibi uluslararası ilaç tekellerinin temsilcilerinden oluşan yönetim kurulu ile Amerika Araştırmacı İlaç Üreticileri Derneği (PhRMA), 2002 yılında AB’ye ve ABD Ticaret Temsilciliği’ne Türkiye’yi şikâyet etmiştir. Şikayetin gerekçesi ise SGK’nın aynı etken madde ve farmasötik forma sahip ilaçlar arasında en ucuzunu (jenerik ilacı) ödeme kararı olmuştur (PhRMA, t.y.; Güçlü, 2007).

Son yıllarda ilaç sermayesinin patent koruması ısrarının hayatlara mal olduğu durumlardan biri de SMA Tip I hastalarında kullanılan Zolgensma ilacı olmuştur. Zolgensma FDA ve EMA tarafından onaylanmış, etkili ve güvenli bir gen terapisidir. Tıpkı bir virüsün vücuttaki hücreleri enfekte etmesi gibi, istenen geni ifade etmek üzere biyoteknolojik yöntemlerle geliştirilen özel “virüslerin” hastalara verilmesi prensibi ile çalışmaktadır. İlacın patent hakkı Novartis firmasında bulunduğundan jeneriği üretilememektedir, bu da ilacın fiyatının yasal olarak tamamen firmanın inisifiyatinde olması anlamına gelmektedir. Şu an ABD’de satış fiyatı 2,1 milyon dolar olan ilaca erişemeyen yüzlerce bebeğin hayatı şirketin kârlılık politikası sebebiyle tehlikeye girmektedir. Şirketler hastaların kendilerine muhtaç oldukları patent süresi boyunca uyguladıkları astronomik fiyatları Ar-Ge masrafı ve aldıkları riskin bedeli olarak savunsalar da örneğin Zolgensma için ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü ve birçok farklı SMA derneğinin ilaç araştırmalarına yaklaşık 500 milyon dolar kaynak aktardığı bilinmektedir (KEİ, 2019; SMA, t.y.; FDA, t.y.). Bu durum; yüzlerce bilim emekçisinin sayesinde, kamu kaynaklarıyla geliştirilen bir ilaca halkın erişiminin engellenmesinin yasal dayanaklarını ve bu dayanakların kimi gözettiğini ispatlayan örneklerden yalnızca biridir.  

İçinde bulunduğumuz, bugüne dek 6 milyon kişinin ölümüne neden olan Covid-19 pandemisinde de geliştirilen aşılardaki patent koruması tartışmalara neden olmaktadır. 2020 Aralık ayından itibaren başlayan aşılamalarda, az gelişmiş ülkelerin aşıya erişemezken gelişmiş ülkelerin firmalarla milyonlarca dozluk ikili anlaşmalar yapmaları tepki çekmiştir. Henüz aşılar üretilmediği dönemde Hindistan ve Güney Afrika, 2 Ekim 2020 tarihinde Dünya Ticaret Örgütüne Covid-19’da kullanılacak her türlü ilaç, aşı ve diğer teknolojinin sürü bağışıklığı kazanılana dek TRIPS Anlaşması kapsamından çıkarılması talebinde bulunmuş, ancak bu talep AB, Avustralya, Brezilya, Kanada, Japonya, Norveç, İsviçre, Birleşik Krallık ve ABD tarafından reddedilmiştir (MSF, 2021).

Bahsedilmesi gereken bir diğer konu da 2002 ve 2012 yıllarındaki SARS ve MERS salgınlarıdır. Bu salgınlar, ortaya çıkabilecek yeni bir koronavirüs hastalığına işaret etmesine rağmen ilaç şirketleri tarafından riskli görüldüğünden, bilimsel çalışmalar finanse edilmemiştir. Burada halk sağlığının korunması için gerekli tedbirlerin alınmasının dahi sermayenin kârlılık oranına bağlı olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleşilmektedir (Independent, 2020).  

BULUŞ YAPMAK İÇİN TEŞVİĞE İHTİYACI OLMAYANLAR: TARİHTE PATENT KARŞITI BİLİM İNSANLARI

Kapitalizmin ideolojik savunucuları, geliştirilen buluş ve diğer yenilikleri insanlığın ortak kazanımı olarak değil tersine bireysel çıkarları gözeten “özel mülkiyet” sınırları içinde değerlendirdiğinden, patent korumasını da mucide verilen bir ödül olarak tanımlayarak patentin buluş yapmayı özendirmesi/teşvik etmesi işlevleri olduğunu iddia etmektedir. Ancak tarih pek çok kritik dönemeçte bilim insanlarının patent korumasını reddettiğine ve buluşlarını insanlığa mal ettiğine şahitlik etmiştir.

1898 yılında radyumu keşfeden Marie ve Pierre Curie, yıllarca uğraşarak elde ettikleri 1 gram radyumu Radyum Enstitüsüne bağışlamışlardır. 1920 yılında ABD’li gazeteci Meloney yaptığı röportajda Marie Curie’ye “Marie Curie bir şey isteyebilseydi bu ne olurdu?” diye sorduğunda aldığı cevap “1 gram Radyum” olmuştur. O dönem enstitü tüm radyumu tıbbi uygulamalar için kullanmakta, Curie’lerin hiç radyumu bulunmamaktadır. Meloney, Curie’ye patentten hakkından ve elde edebileceği kazançtan bahsettiğinde ise Curie “Radyumun kimseyi zengin etmemesi gerekir. O bir elementtir. Herkesin malıdır.” şeklinde cevap vermiştir. Bir çözüm arayan Meloney, ABD’li kadınlarla Marie Curie Radyum Fonu olarak bilinen bir kampanya başlatarak 1 yıl içerisinde 1 gram radyum için gereken 100.000 doları toplamıştır. Marie Curie, ABD’ye hediyesini almak üzere geldiğindeyse, radyumun bizzat kendisine hediye edildiğini anlayarak karşı çıkmış, hediye senet bir gece önce değiştirilerek bağışın yine Radyum Enstitüsü’ne yapılmasını sağlamıştır (Helvacıoğlu, 2018; Hanel, 2017; Langevin-Joliot, 1998).

1923 yılında Tip I diyabetin tedavisinde hala alternatifsiz bir ilaç olan insülini üretten Banting ve arkadaşları, patent hakkını sembolik bir ücret olarak kişi başı 1 dolara Toronto Üniversitesi’ne devretmişlerdir. Banting patent hakkından vazgeçme sebebini “İnsülin bana ait değil, dünyaya ait!” sözleriyle açıklamıştır. Banting sayesinde 100 ünite insülin bu dönem yaklaşık 1 dolara halka ulaştırılabiliyordu ancak günümüzde uzun etkili insülinlerin geliştirilmesi ve patentlenmesi neticesinde, 100 ünite insülinin ücreti 30 doların üzerine çıkmış durumdadır (Fralick ve Kesselheim, 2019).

Banting’ten birkaç yıl sonra 1929’da Alexander Fleming penisilini keşfettiğinde aynı etik sebeplerden patentini almamış ve keşfiyle özellikle II. Dünya Savaşı’nda ve sonrasında bakteriyel enfeksiyonlardan ölecek binlerce kişinin hayatını kurtarmıştır (Katz ve ark. 2006; Bennett ve Chung, 2001).

1940 ve 50’li yıllarda pik yapan Çocuk Felci hastalığı (polio) binlerce çocuk ve adolesanın ölümüne, binlercesinin de hayatına kalıcı sakatlıklarla devam etmesine neden olmuştur. O yıllarda kullanılan 3 aşı da (çiçek, sarıhumma ve kuduz) zayıflatılmış canlı virüsler içermekteydi ve bu yöntemle polio aşısı üretmek riskli görülmekteydi. Bu riski ortadan kaldırmak isteyen Jonas Salk, yeni bir yaklaşımla, UV ışınlarıyla inaktive edilmiş virüslerle bir polio aşısı geliştirmiştir. Aşı uluslararası bir konferansta tanıtılıp dünya çapında büyük bir coşkuya neden olmuştur. Konferansın ardından Edward R. Murrow’un See It Now adlı programına katılmış, patentin sahibi kim olacak sorusu sorulduğundaysa “Sanırım insanlar. Patent diye bir şey yoktur, Güneş’i patentleyebilir misiniz?” şeklinde cevaplamıştır (Valiunas, 2018).

1955 ve 1957 yılları arasında Salk’ın inaktive polio aşısı ABD’de çocuk felci vakalarında ciddi bir düşüş sağlamıştır. Ancak 1958’de vakaların tekrar yükselme eğilimine girmesi ve 1959’da pik yapmasıyla gözler bir başka aşı üzerinde çalışan Albert Sabin’e çevrilmiştir. Sabin farklı polio suşları içeren ve inaktive değil zayıflatılmış virüsler içeren oral bir aşı geliştirmiştir. 1960 yılına gelindiğinde Mikhail Chumakov ile koordineli çalışarak %80’i Sovyetler Birliği’nde olmak üzere 60 milyondan fazla çocuk Sabin suşları sayesinde polio bağışıklığı kazanmıştır. Bu başarıdan sonra oral polio aşısı dünyanın birçok yerinde inaktive Salk aşısına tercih edilip uygulanmaya başlamıştır. 1962 yılında ülke çapında ilk kitlesel aşılama kampanyasına başlayan ve 1963 yılında da polioyu eradike eden ilk ülke Küba olmuştur. Dünyaya yol gösteren Küba örneği sayesinde bugün polio bir halk sağlığı sorunu olmaktan çıkmıştır (Hinman, 1984; Sabin, 1985; Belek, 2019:173).

SONUÇ

Covid-19 pandemisiyle ilaç ve aşılardaki patent koruması tartışması yükselmekte, uluslararası sömürüye uğrayan ülkelerde insanların halen aşıya ulaşamaması ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak karşımızda durmaktadır. Uluslararası yapılanmaya sahip birçok ilaç firması (Pfizer, AstraZeneca, Moderna, Johnson & Johnson...) milyonlarca hayat kurtarabilecek formülasyon ve üretim imkânlarına sahip olduğu halde, kârlılıklarına zarar vereceği gerekçesiyle kısıtlı bir süre için dahi patent korumasından vazgeçmemektedir.

Pandemi döneminde çok geniş bir toplamı etkileyerek daha görünür hale gelmesine rağmen ilaç ve aşıda patent sistemi, uzun yıllardır milyonlarca insanın hayatını sürdürebilmesi için ihtiyacı olan tedavi edici ve koruyucu sağlık hizmetlerine ulaşamamasına ve son tahlilde ölümlerine neden olmaktadır. Patent korumasına ilişkin yasal düzenlemeler günümüz şeklini alıncaya dek birçok kez değişime uğramıştır. Bu değişimler ulusal ve uluslararası sermayedarların birbirleriyle ortaklıkları ve çatışmalarının yarattığı diyalektik çerçevesinde belirlenmiştir. Patent korumasının yaptırımlarla desteklenerek sıkılaştırılmasının, 1980 sonrası neoliberal yapılanma dönemine denk düşmesi de bu arka plana oturmaktadır.

Kapitalizm yapısı gereği, sermayedarın kâr maksimizasyonuna odaklanmakta ve her türlü yasal düzenlemeyi de bu odak doğrultusunda, egemen sınıfın çıkarlarını koruyacak biçimde gerçekleştirmektedir. Bu haliyle sermaye sınıfının patent koruması gibi bir kazanımdan geri adım atamayacağı görülmektedir. Ortaya çıkan halk sağlığı sorunlarına semptomatik bir tedavi ile müdahale edilemeyeceğinin görülmesi önemlidir zira çözümün, sorunun kökenini ortadan kaldırmakla mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Sınıfların ve çıkarlarının çatıştığı bir iktisadi düzende dünya halklarının yaşama haklarını elde edebilmek için tek yolu bu sınıfları ortadan kaldırmak olacaktır.


KAYNAKLAR

Abacıoğlu, N. (2004). Sınai ürün boyutuyla ilaç pazarı ve uluslararasılaşma. Toplum ve Hekim, 19(6), 404-430.

Abacıoğlu, N. (2009). “Sermaye Küreselleşmesinde Kavşak Bir Sektör: İlaç Sanayi”,

Uluslararası Sosyal Haklar Sempozyumu Tam Metin Bildiri Kitabı, 50-64, 22-23 Ekim 2009, Antalya.

Abacıoğlu, N. ve Dikmen, A.A. (2005). Meta olarak ilaçta sınai ve fikri mülkiyet rejiminin ekonomi politiği. Türkiye Sosyalist İktisat Kongresi. 17/18 Aralık 2005 Erişim Adresi: https://docplayer.biz.tr/757515-Meta-olarak-ilacta-sinai-ve-fikri-mulkiyet-rejiminin-ekonomi-politigi.html Erişim Tarihi: 14.04.2022

Bak, B. (2011). İlaçta zorunlu patent lisansı, Ankara Barosu Dergisi, 2011(3),105-126.

Belek, İ. (2009). Sağlığın politik ekonomisi sosyal devletin çöküşü, İstanbul: Yazılama Yayınevi.

Bennett, J. W. ve Chung, K.-T. (2001). Alexander Fleming and the discovery of penicillin. Advances in Applied Microbiology, 163–184.

Chapman, R.A. (2001). Approaching intellectual property as a human right: Obligations related to Article 15(I) (c), Copyright Bulletin, Unesco Publishing, XXXV(3), 4-36.

Cullen, J. F. (1964). Ocular defects in thalidomide babies. British Journal of Ophthalmology, 48(3), 151–153.

Eren, İ. (2004). Gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye’de ilaç ürünlerine yönelik fikri mülkiyet rejimi değişikliklerinin siyasal iktisadı, Toplum ve Hekim, 19(6), 383-393.

Ergin, F. (1961). İktisat, İstanbul: Sermet Matbaası, s.91.

FDA, t.y. Erişim Adresi: https://www.fda.gov/media/126109/download Erişim Tarihi: 10.03.2022

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, (1951). T.C. Resmi Gazete (5846, 13 Aralık1951). Erişim Adresi: https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.3.5846.pdf. Erişim Tarihi: 20.03.2022

Fralick, M. ve Kesselheim, A. S. (2019). The U.S. Insulin Crisis — Rationing a Lifesaving Medication Discovered in the 1920s. New England Journal of Medicine, 381(19), 1793–1795.

Franks, M. E., Macpherson, G. R. ve Figg, W. D. (2004). Thalidomide. The Lancet, 363(9423), 1802–1811.

Gillman, M. (2001). Dark motives, dark remedy. The Lancet, 357(9271), 1893.

Güçlü, S. (2007), Jenerik ilaç da el değiştiriyor, Havan, 54, 28-32.

Hanel, S. (2017). Marie Curie’s American adventures. Erişim Adresi: https://www.lindau-nobel.org/marie-curies-american-adventure/ Erişim Tarihi: 19.03.2022

Helvacıoğlu, E. (2018). Curie’ler radyumun patentini almayı reddediyor: Radyum bir elementtir, nasıl bir kişinin malı olabilir? Bilim ve Gelecek. Erişim Adresi: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2018/02/18/curieler-radyumun-patentini-almayi-reddediyor-radyum-bir-elementtirnasil-bir-kisinin-mali-olabilir/ Erişim Tarihi: 19.03.2022

Hinman, A. R. (1984). Mass Vaccination Against Polio. JAMA: The Journal of the American Medical Association, 251(22), 2994.

Independent, 2020 Erişim Adresi: https://www.indyturk.com/node/145612/sa%C4%9Flik/korona-a%C5%9F%C4%B1s%C4%B1na-ramak-kala-k%C3%A2r-getirmez-diye-vazge%C3%A7ilmi%C5%9F Erişim Tarihi: 20.02.2022

Katz, M. L., Mueller, L. V., Polyakov, M. ve Weinstock, S. F. (2006). Where have all the antibiotic patents gone?Nature Biotechnology, 24(12), 1529–1531.

KEİ. (2019). Erişim Adresi: https://www.keionline.org/charity-nih-funding-related-to-zolgensma Erişim Tarihi: 19.03.2022

Langevin-Joliot, H. (1998). Radium, Marie Curie and Modern Science, Radiation Research, 150(5), 3-8.

Mansour, S., Baple, E. ve Hall, C. M. (2018). A clinical review and introduction of the diagnostic algorithm for thalidomide embryopathy (DATE). Journal of Hand Surgery (European Volume), 175319341880063, 1-13.

MSF 2021: Erişim Adresi: https://www.msf.org/msf-urges-wealthy-countries-not-block-covid-19-patent-waiver?gclid=CjwKCAjwrfCRBhAXEiwAnkmKmYFDYIe5NvlNt4aV7C1mdHzY9drgW47-LNkwNPL7S1yBHg4aULyRpxoCX2MQAvD_BwE Erişim Tarihi: 20.02.2022

Nogues, J. (1990). Patents and Pharmaceutical Drugs: Understanding the Pressures on Developing Countries." World Bank Working Paper Series in International Trade, WPS 502.

OXFAM, Patent injustice: How world trade rules threaten the health of poor people, 2010. Erişim Adresi: https://oxfamilibrary.openrepository.com/bitstream/handle/10546/114044/bp-patent-injustice-010201-en.pdf;jsessionid=4F0B5A873B8DCBD4DBADC5DE19A49644?sequence=1 Erişim Tarihi:19.03.2022

Özdemir, A. (2016). Patent yönünden ticaretle bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşmasının temel ilaçlara ulaşımda getirdiği kısıtlamalar, Uludağ Journal of Economy and Society, 35(2), 25-54.

PhRMA, t.y. Erişim Adresi: https://phrma.org/About   Erişim Tarihi:20.03.20222

Sabin, A. B. (1985). Oral Poliovirus Vaccine: History of Its Development and Use and Current Challenge to Eliminate Poliomyelitis from the World. Journal of Infectious Diseases, 151(3), 420–436.

Sınai Mülkiyet Kanunu, (2017). T.C. Resmi Gazete (6769, 22 Aralık 2016). Erişim Adresi: https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6769.pdf. Erişim Tarihi: 20.03.2022

SMA, t.y. Erişim Adresi: https://smabenimleyuru.org.tr/arastirmalar-ve-tedavi/zolgensma/ Erişim Tarihi: 19.03.2022

Telif Hakları, t.y.  Erişim Adresi: https://www.telifhaklari.gov.tr/Dunya-Ticaret-Orgutu-WTO Erişim Tarihi: 17.03.2022

Türk Patent Enstitüsü, (2012). Erişim Adresi: https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/resources/temp/FA599AB0-8F21-48A5-9CCE-42A8745A0187.pdf;jsessionid=A30A6982EEF617E003CE9B7E3636B612.  Erişim Tarihi: 20.03.2022  

Valiunas, A. (2018). Jonas Salk, the People’s Scientist, The New Atlantis, Number 56, Summer/Fall 2018. Erişim Adresi: https://www.thenewatlantis.com/publications/jonas-salk-the-peoples-scientist Erişim Tarihi:19.03.2022

Vargesson, N. (2015). Thalidomide-induced teratogenesis: History and mechanisms. Birth Defects Research Part C: Embryo Today: Reviews, 105(2), 140–156.

WIPO t.y.b  Erişim Adresi: https://www.wipo.int/export/sites/www/pct/en/texts/pdf/pct.pdf  Erişim Tarihi: 25.03.2022        

WIPO, t.y.a Erişim Adresi: https://www.wipo.int/treaties/en/ip/paris/summary_paris.html  Erişim Tarihi: 25.03.2022

WTO, t.y. Erişim Adresi: https://www.wto.org/english/docs_e/legal_e/31bis_trips_04c_e.htm#5 Erişim Tarihi: 17.03.2022

Zarakolu, A. (1975). İktisat ilminin temel ilkeleri, Cilt I, Ankara: Sevinç Matbaası, s.30.