Bilim ve Aydınlanma Akademisi: Bilim emekçilerinin çağımıza karşı sorumluluğu
Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı, [email protected]
Bilim ve Aydınlanma Akademisi (BAA) geçen yılın Ekim ayında kuruldu. Bu kuruluş ülkemizin bilim emekçilerinin içinden geçtiğimiz çağa karşı sorumluluğunun ürünüydü. Bu yazıda söz konusu sorumluluğun ne anlama geldiğini tanımlamaya çalışacağız. Bu tanımı yapabilmek için öncelikle içinden geçtiğimiz çağın niteliğini saptamalıyız.
İçinde bulunduğumuz tarihsel dönemin kuramsal anlamda en genel ifadesi, emperyalizm aşamasındaki kapitalist üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişimini engellemesidir. Bu tarihsel bunalımın halen içinde bulunduğumuz sosyalizme geçiş çağı tarafından aşılacağını düşünüyoruz Dolayısıyla bunalım kendisini sosyalizme geçememenin sıkıntısı olarak gösteriyor.
Bu bunalımın yarattığı tehdit ve çürüme sektörlerden bağımsız olarak bütün emekçileri etkiliyor. İnsanlar bunun farkına varsın veya varmasın çürümenin, anlamsızlığın, yoksullaşmanın, çevre felaketlerinin ve olası savaşlarda mahvolmanın sıkıntısını hissediyor.
Üretici güçleri doğrudan geliştirmek gibi bir toplumsal alanda çalışan bilim emekçileri ise bu sorunu eşitsiz gelişim koşullarında dünyanın her yerinde yaşıyorlar. Türkiye’deki bilim emekçilerinin sıkıntısı da bu genel duruma bağlı ama kendine özgü bazı özellikler taşıyor.
Türkiye’de bilim emekçilerinin sıkıntısı
Öncelikle Türkiye’de bilim emekçileri Cumhuriyet’in bir monarşiye dönüştürülme girişiminden en çok etkilenen toplumsal tabakalardan biri oldu. Türkiye’de bilim üretimi ve bilim emekçisi istihdamı, araştırma enstitüsü gibi kurumlar yerine başlıca üniversitelerde gerçekleşiyor. Rejimin niteliğinin değişimi, üniversiteleri, emir komuta zinciri içinde, söz hakkının olmadığı ve hukuksuz olarak çalışma hakkına son verilebildiği bir korku tüneline çevirdi. Ne yazık ki var olan gücümüz ne işçi sınıfı siyasetinin çok uzağına düşen liberal tezlerin işlendiği akademisyen bildirisinin etkisine ne de AKP hükümetinin 15 Temmuz darbe girişimini suistimal eden baskısına ve akademisyen tasfiyesine engel olabildi.
Tabii ki üniversite, üretim tarzlarının üstünde, ideal bir kavram değildir. Aksine üniversiteler içinde bulunulan tarihsel durumu yansıtmaktadır. Yine de bilim insanları diğer emekçilere göre, egemen sınıfın gereksinimlerini karşılayacak şekilde, sömürü düzenini tehdit etmeyecek kadar bilgiye ulaşabilirler ve bunun üzerinde serbestçe düşünebilirlerdi. Şimdi bu dahi istenmiyor; kesin bir patronaj altında, daha sonra değineceğimiz çok dar ve apolitik bir alanda ter akıtılması isteniyor.
Sovyetler Birliği’nin çözülmesi ile bilimlerin genellenmesine dayanan ve o bütün içinde bir eylem kılavuzu oluşturan “bilimsel dünya görüşü” kavramı solup gitmişti. Zaten Türkiye’de Cumhuriyet zamanında da hâkim olan bilim felsefesi pozitivizmdi ve bu bilinemezciliğin yaydığı yüzeysellik her alanda hissediliyordu. Belirli bir alanda bilimsel olarak üretken olmak ile bilimsel dünya görüşüne sahip olmak arasında hep bir açı vardı. Kapitalizmin doğası gereği bu böyleydi.
Ancak rejimin laik özelliğinin ortadan kaldırılması ve düzenin rasyonalitesinin buharlaşması, söz konusu akıl yarılmasını derinleştirdi. Üniversite öncesi eğitimde cihat eğitiminin müfredata girdiği ama evrim kuramının çıkarıldığı, müftülere nikâh yetkisinin verildiği yıl, “araştırma üniversitesi” olarak seçilen üniversitelerin mensuplarının sevinmesi beklendi. Artık bilim emekçilerinin bütünün diğer parçaları üzerinde bilimsel olmayan düşüncelere sahip olması yetmiyor, uzmanlık alanında da bilim dışına düşmesi isteniyor. Ayrıca düzenin içindeki çürümenin boyutu, bilim emekçilerinin meşrulaştırıcı müdahalelerine ihtiyaç duyuyor. Düzen arsızca bilim emekçilerini kendi ideoloğu olarak kullanmak istiyor. Lisans eğitiminden itibaren bir bilimcinin üzerine boca edilen ideolojik yükten arınması birçok kez imkânsızlaşıyor.
Bu ağır ve gerici ideolojik saldırının altında yaşamanın yanı sıra bilim emekçileri emeklerinin anlamı sorunuyla da karşı karşıyalar. Bilimin günümüz kapitalizminde yapılış tarzı Türkiye’de bilim insanlarını taşeronlaştırıyor. Onları, sonucunu alamayacakları, bütünü göremeyecekleri kadar küçük alanlara sıkıştırıyor. Bilim emekçileri, sonuçlarından sadece farklı ulusların kapitalist tekellerinin yararlanabileceği şekilde yayın yapmaya zorlanıyor ve bütün mesleksel ilerleme bu yayınlara bağlanıyor. Bu süreç, farklı ülkelerde, farklı parçaları üretilen bir uçağın, bir kanadının birkaç vidasını sıkmaya benziyor ve aslında neyin vidasının sıkıldığının hiç farkına varmadan uzayıp giden bir emek süreci işliyor. Araştırmasını bir yabancı dergiye gönderen araştırmacı, emeğinin bir tekel tarafından yeni bir silahın, bir GDO’lu tohumun, askeri amaçlı bir robotun geliştirilmesinde kullanılıp kullanılmadığını hiçbir zaman öğrenemiyor. Dosyalar yayınla doluyor belki ama parçalanmış emeğin insanlığın (nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçi sınıflar diyelim isterseniz) ilerlemesi ve mutluluğu ile ilişkisi kurulamıyor.
Bilim emekçileri, bütün bu taşeronlaştırma ve akıl yarılmalarına karşın emeğinin karşılığını almakta da zorlanıyor. Düzen Türkiye’de ve tüm kapitalist ülkelerde az çok aynı yöntemleri kullanarak, kaliteli, iş güvenceli çalışma hakkını kısıyor. Geçici, performansa dayalı, yarım zamanlı, projelerin bitişi ile tekrar tekrar işsiz kalınan, sürekli gelecek kaygısı taşıyan bir emek kategorisi yaratılıyor. Piyasa kurallarına göre yönetilen üniversiteler, emekten çalmanın her türlü yolunu gözetir hale geliyorken emek sömürüsü gözle görülemeyen büyük ve uluslararası bir çarkta gerçekleşiyor. Bilim emekçileri katma değer üreten bu sermaye döngüsünün canlı sermayesi haline geliyorlar.
Sosyalizm bütün bu sorunları çözer
Bütün bu kuşatmayı yarmak için çağını doğru değerlendiren bilim emekçilerine büyük bir sorumluluk düşüyor. Yukarıda tanımladığımız sorunların çözümünün sosyalist bir cumhuriyette olduğunu görüyoruz. Bilim emekçileri, toplumun bütününe müdahale edecek kanalları ancak sosyalizmde yaratabilirler. Derinliğine ve özgürce düşünmesini öğrenmek, ancak bu zeminde yükselebilir. Bilimsel dünya görüşü, gericiliği bu koşullarda mutlak olarak yener, siyasette ve bilimde bir rehber haline gelebilir. Sosyalizmde merkezi planlamaya bağlı olarak büyük ölçekli, kamusal finansmanlı, bütün emekçilerin mutluluğu ve refahını gözeten ve bilim emekçisinin yaşarken sonuç aldığı kolektif bir bilimsel etkinlik mümkün olabilir. Bilim emekçileri sosyalizm koşullarında iş güvencesi ve nitelikli işe kavuşabilirler.
Bunlar güçlü fikirlerdir, ancak incelikle örgütlenmediği zaman kendiliğinden çalışması beklenmemelidir.
Bu nedenle BAA’nın yakın çevresinden başlayarak halka halka bu kuşatmayı yarması, bilim ve akademi alanına özgü kadroları yetiştirmesi gerekiyor. Unutmayalım; üniversiteler düzenin araçlarıdır ve öğrenciler lisans eğitimlerinden başlayarak benzer bir ideolojik-siyasi angajmana sürüklenmektedir. Başka bir deyiş ile dar dünya, sosyalist bilim emekçilerinin gelişkinliği önünde dahi bir engel olarak çıkmaktadır.
Tam da bu nedenlerle ideolojik-siyasi-örgütsel kuşatmayı yarmak için önümüzde dağ gibi biriken ideolojik sorunlardan başlamayı tercih ettik. Bunun oldukça karmaşık bir iş olduğunu kabul etmeliyiz. Bir yerde, günümüzün bunalımı, genel olarak Marksizm’in ve onun bütünü açıklama iddiasının gözden düşürülmüş olması ile de ilişkilidir. Kuşatmayı yarmak, dinci gericiliğin kaba safsataları ile uğraşmanın ötesinde, bilimsel gelişmelerin kötü niyetli idealist yorumlarıyla başa çıkmayı da gerektiriyor. Bu açıkça diyalektik materyalizmin ele alınması ve günümüz bilimlerinin ışığında bütünü açıklama yeteneğinin geliştirilmesi anlamına geliyor. Eğer söz konusu gelişim sağlanabilirse kat edilen mesafenin yararlarının üniversite duvarlarını aşacağı ve işçi sınıfının siyasi mücadelesine katkı yapacağını da söyleyebiliriz. Her devrimci dönem, devrimci bir teoriyi gereksinir. Bunu başarabilecek ön kadro birikimimizin olduğunu sevinerek söylemeliyim.
Bilim tarihinin tarihselci yaklaşımla ele alınması ve idealist, pozitivist tarihçilerin elinden kurtarılması, mücadelenin başka bir yönüne işaret ediyor. Ayrıca unutmayalım; Sovyetler Birliği, reel sosyalizm deneyimi ve bugün sürmekte olan Küba’da sosyalist devrim süreci, güçlü bir damar olarak bilimsel başarıları da kapsamaktadır. Oysa bunlar ya emperyalist yalan makinesinin gazabına uğramışlardır ya da unutulmaya terk edilmişlerdir. Bu tarihin araştırılması ve açığa çıkarılması BAA’nın başlıca işlerinden birisi olacaktır.
Bütün bu çalışmalar Türkiye’de ve dünyada bilim üretiminin eleştirisi ve alternatifinin tartışılmaya açılması, ama bunun sektörel olarak değil, toplumu bir bütün olarak ele alacak şekilde yapılmasını da gerektiriyor.
Kısaca şunu söyleyebiliriz: BAA, dünyamızın ve işçi sınıfının karşı karşıya olduğu karmaşık sorunları çözmek için kendini çağına karşı sorumlu hisseden bilim emekçilerinden başlayarak toplumun tümüne seslenmeyi amaçlayan bir siyasi kültür ve örgütlenme çalışması olarak tanımlanabilir.
Çağına karşı kendini sorumlu hisseden tüm bilim emekçilerini Bilim ve Aydınlanma Akademisi’ne davet ediyoruz.