Asgari Ücret: Geçinememenin Tarihçesi
Suzan Şahin
BAA Kolektif Yaşamı Kurgulama Bilim Alanı
suzanshn@gmail.com
Giriş
Sınıflı toplumların başlangıcından beri üretim ilişkileri ile beraber, para aracılık etsin etmesin bölüşüm ilişkileri var olagelmiştir. Asgari ücret kavramı da -ayni ya da maddi olsun- sadece sanayi devriminden sonra proletaryanın doğuşu ile açıklanamayacak kadar eski bir kullanıma sahiptir. Elbette çoğu zaman, ücretler belirlenen asgari düzeyin altına düşmesin diye değil, işçinin yaşamasına yetecek düzeyin üzerine çıkmasın diye kullanılmıştır. Çalışmada asgari ücretin tarihçesine yasal olarak uygulamaya koyulduğu dönemin öncesinin de dahil edildiği daha bütünlüklü bir perspektiften bakmak amaçlanmıştır. Bu çalışma, Sosyalist Gelecek ve Planlama Sempozyumunun 2020 Bahar Çalıştayında sunulan ailenin ekonomi politiğinin tartışıldığı bildirinin (Şahin, 2020) devamı niteliğindedir. Gelecek sempozyumda ücretler ve onun özel bir biçimi olan asgari ücretin kapitalizm koşullarında toplumun en küçük sosyal birimi olan ailenin ekonomisine mülkiyet ilişkileri ve toplumsal ilişkiler bağlamında etkisi araştırılacaktır.
Bu amaç doğrultusunda asgarisinden bahsetmeden önce ücretin tanımı şu şekilde yapılabilir;
Ücreti, piyasa ekonomisinde emek gücünün, kendi değerine bağlı ancak kendi değerinin her daim altında, emeğin yeniden üretimi üzerinden belirlenen fiyat olarak tanımlayabiliriz. Ücret bir meta olan emek gücünün fiyatıdır.
Tarihsel gelişimine alt başlıklarda ayrıntılı değinilecek olan ücret, 1672’de “yaşamak, çalışmak ve üremek” şeklinde ifade edilmiş (Bensussan, Labica, 2012:1008) ve emeğin yarattığı değerin bir kısmına tekabül eden metalaşmış emek gücünün değeridir.
Klasik iktisat teorisinde öğretilen teorilerden olan doğal ücret teorisine ve klasik teorisyenlerin temel tezine göre, işçiler ücret konusunda hep en çoğunu, daha fazlasını isterken, sermaye hep daha azını vermeye çalışır. Sözü geçen kategorideki teorisyenlerden A. Smith asgari ücreti, daha aşağıya çekilmesi mümkün olmayan, yaşamsal ihtiyaçların ve üremenin sürdürülmesine imkân veren ücret düzeyi olarak tanımlar. Ayrıca Milletlerin Zenginliği’nde Smith ücreti tanımlarken (Smith, 2011:70) “emeğin doğal ödülü” olduğunu söyler, mal mevcudunun birikmesi olarak tarif ettiği (Marx bunu daha sonra artı değer ile açıkladığı sermaye birikimi ile temellendirecektir) durumun ortaya çıkmasından evvel emeğin tüm ürününün işçiye ait olduğunu belirtir, bu da sınıfsız toplumların olduğu ilkel döneme işaret eder.
Ücret ve Asgari Ücret Tanımlamaları
Asgari ücretin aslında kapitalist sistem içerisinde ücretin tanımıyla uyumlu olduğunu çeşitli üst hukuk normu oluşturan belgeler ortaya koymaktadır. Son tahlilde burjuva kurumlar tarafından yapılan bu tanımlar, belgelerin yazıldığı dönemlerdeki sınıflar mücadelesinin tesiri altında nüanslar taşımaktadır.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948) Madde 23/3’e göre olanı değil de olması gerekeni tarif eden bir tanım şöyle: “Çalışan her kimsenin, kendisine ve ailesine insanlık haysiyetine uygun bir yaşayış sağlayan ve gerekirse her türlü sosyal koruma vasıtalarıyla da tamamlanan adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.”
Avrupa Sosyal Şartı’nda yer alan (1961) ve sonraki güncellemelerle (1996) de hala geçerli olan tanıma göre: “Tüm çalışanların, kendileri ve ailelerine yeterli bir yaşam düzeyi sağlamak için adil bir ücret alma hakkı vardır.”
Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (1970) göre ise, “Asgari ücretin tespitinde işçilerin ve ailelerinin ihtiyaçları, ülkedeki genel ücret seviyesi, hayat pahalılığı, sosyal güvenlik yardımları ve diğer sosyal grupların göreli yaşama standartları dikkate alınmalıdır.”
Yine Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (1970) yaptığı tanımına göre “Asgari ücret, bir işverenin belirli bir süre içinde yapılan iş için ücretlilere ödemesi gereken, toplu sözleşme veya bireysel sözleşme ile azaltılamayan en az ücret miktarıdır.”
ILO, Asgari Ücret Tespit Sözleşmesi’nin (1970) üçüncü maddesinde, ulusal uygulama ve koşullarla ilgili olarak mümkün ve uygun olduğu ölçüde, asgari ücret düzeyinin belirlenmesinde dikkate alınacak unsurların şunları içerdiğini belirtir:
(a) Ülkedeki genel ücret düzeyi, yaşam maliyeti, sosyal güvenlik yardımları ve diğer sosyal grupların göreceli yaşam standartları dikkate alınarak işçilerin ve ailelerinin ihtiyaçları;
(b) ekonomik kalkınmanın gereklilikleri, üretkenlik seviyeleri ve yüksek bir istihdam seviyesine ulaşma ve bunu sürdürme arzusu dahil olmak üzere ekonomik faktörler (ILO, 1970).
Ücret başlığı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda “Ücret emeğin karşılığıdır. Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır.” ifadeleriyle yer bulsa da 2001 yılında yapılan bir değişiklikle bu maddeye “Asgarî ücretin tespitinde çalışanların geçim şartları ile ülkenin ekonomik durumu da göz önünde bulundurulur.” şeklinde bir ek yapılmıştır (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 55. Madde). Bu ek, iktisadi koşullar iyiye gitmezse, asgari ücrete zam yapılamayabileceği anlamını taşımaktadır ve bu ifade sermaye sınıfı için gizli bir güvencedir.
En başta yaptığımız ücret tanımına işaret ederek bu çalışmanın, ücreti emeğin karşılığı olarak ele almadığını not ederek, Marx’ın sözlerini hatırlatalım: “Ücret sistemi altında eşit ya da hatta adil ücret isteminde bulunmak, kölelik sistemi temeli üzerinde özgürlük istemekle aynı şeydir. Sorun sizin neyi haklı ya da adil bulduğunuz değildir. Sorun şudur: Belli bir üretim sisteminde zorunlu ya da kaçınılmaz olan nedir?” (Marx, 1992:105).
18. Yüzyıl İngiltere’sinin klasik ekonomi politiğinde, Malthus’un yoksul halkın ölümünün doğal bir süreç olduğu yönündeki nüfus teorisine dayanan A. Smith ve D. Ricardo tarafından geliştirilen doğal ücret teorisine göre ücret işçinin fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamasına yetecek kadar olmalıdır. Burada fizyolojik ihtiyaçların sınırları, işçinin ertesi gün tekrar işe gitmesi için gerekli besinleri alıp, barınma ihtiyacını bir şekilde gidermesi ile sınırlıdır. Yani M. Ö. 3000’li yıllarda standart toprak kaplarla verilen yiyeceğin gördüğü emeğin yeniden üretimi işleviyle aynıdır. Bu ücret de 18. yüzyıla gelindiğinde, klasik ekonomi politikte, emek arz ve talebinin kesiştiği tam rekabet dengesinde belirlenen doğal ücrettir. Bu teoriye Ferdinand Lassalle “Ücretin Tunç Kanunu” ile karşı çıkmış ve ücretlerin asgari geçim ücretine düşme eğiliminde olduğunu söylemiştir. Marksist literatürde da somut ve bütünlüklü çözümlemeler mevcuttur. Marx’a göre asgari ücret hiçbir zaman “hayatta kalabilmek için gerekli minimum ücret”ten ibaret değildir ve yalnızca ekonomik kriterlerle değil aynı zamanda sınıf mücadelesine ve toplumun maddi gelişkinlik düzeyine de bağlı olarak belirlenir.
Marx’a göre ücret görelidir, orantılıdır, her şeyden önce kapitalistin kârı ile olan ilişkisiyle belirlenir. Mutlak ücret düzeyi ise kendi başına bir anlam taşımamaktadır. Sermaye emek verimliliğindeki artış, artık değeri arttırdığı ölçüde yani sömürüyü derinleştirdiği ölçüde -verimlilik artışından fazla olmaması şartıyla- ücret artışlarını makul bulabilir. Kapitalizm şartlarında reel ücretteki artış ve azalışlar ise, işçilerin verdiği ekonomik mücadele ile emek piyasasındaki duruma göre belirlenir. Burada işçilerin mücadelesi çok güçlü olsa dahi, ücret ve kârların ters orantılı olduğu gerçeği sabittir ve ücretler daima oransal olarak yarattıkları değerin altında kalacaktır (Süzük, 2019).
Marx emek ve emek gücü ayrımına gider. Marx’a göre diğer metalar gibi emek gücünün değeri de kendisi dolaşıma girmeden önce belirlenir, çünkü emek gücünün üretimi için de belli miktarda toplumsal emek harcanmıştır. Emek gücünün kullanım değeri ise ancak bu gücün daha sonra harcanmasıyla elde edilecektir. Emek gücünün tüketim süreci, aynı zamanda metaların ve artık değerin üretim sürecidir (Marx, 2010: 175-177). Emek gücü işçinin mevcut çalışma yeteneği iken, emek bu yeteneğin satılması sonucunda ortaya çıkar. Emek süreci artık değeri de içerir. Bu artık değer emek gücünün gerçek değeri ile ona biçilen ücret arasındaki fark kadardır, dolayısıyla kapitalizmde hiçbir zaman emek gücünün gerçek değeri, ücrete denk ya da ücretten fazla olamaz. Ancak asgari ücret düzeyinde bu fark daha da açılır. Bu ayrım “ekonomist” yorumun aksine meseleye sınıf mücadeleleri ekseninde bir bakış sunar ve elbette bir de çözüm, kurtuluş yolu çizer. Bu yola, Marx’ın sözleriyle işaret edilirse: “Ekonomi politik, biri üreticinin kendi emeğinin, diğeri başkasının emeğinin sömürülmesine dayanan çok farklı türdeki iki özel mülkiyeti ilkesel düzeyde birbirlerine karıştırır. İkincisinin sadece ilkinin doğrudan karşıtı olmakla kalmayıp aynı zamanda, yalnızca onun mezarı üzerinde boy verdiğini unutur” (Marx, 2010: 731).
Asgari Ücretin Tarih İçerisindeki Gelişim Süreci
Tarihsel ilerleyişte ayni ya da maddi anlamda bir asgari ücretten bahsedilebilmesi için özel mülkiyetin sahneye çıkışına dek beklemek gerekir. İlk olarak tapınaklarda biriken artı değerin sonuçlarının asgari ücrete etki ettiğini söyleyebiliriz.
Mısır takvimin kullanılması ile tarihlendirmenin başladığı dönemde, Sümerler ve Mısır şehir devletleri (M.Ö. 51-31. yy) tarıma dayalı bir sistem sürdürmüştür. Mülkiyet sahibi ise tanrılar adına şehirleri koruyan krallardır ve artık değer tapınakta, kralların tekelinde toplanmaya başlamıştır.
Erken Bronz Çağı’nda (M.Ö. 30-23. yy) Sümerler ve Eski Mısır devletinin hakimiyetindeki dönemde üretilenlerin de üretenlerin de koruyucusu olduğu iddiasıyla tanrı-krallar, artık ürünlerin tapınaklarda toplanmasına karar vermişleridir.
Orta Bronz Çağı’nda Eski Babil İmparatorluğu ve Orta Mısır Krallığı’nın hâkim olduğu bir dönem söz konusudur.
Mezopotamya bölgesinin en önemli yerleşim bölgesinde bulunan ve dönemin en gelişkin imparatorluğu olan Babil İmparatorluğu’nda asgari ücretin yazılı kurallar itibariyle ilk örneklerini görmek mümkündür. Babil kralı Hammurabi’nin (M.Ö. 1728-M.Ö. 1686) 282 maddeden oluşan kanunları yürürlüğe girdiğinde Babil İmparatorluğu tarım ekonomisine ve ticarete dayanmaktaydı ve bu kanunlar sistemin istediği düzende işlemesini kolaylaştıran günlük ve ticari ilişkileri düzenleyen kanunlardı. 282 maddenin yaklaşık 100 tanesi borç, faiz, teminat gibi kalemleri içeren mülkiyet ve ticaret ile ilgilidir. Babil ekonomisi para ve takas ekonomisi ile idare edilmiştir (Dinler, Çalışkan, 2019).
Hammurabi kanunlarının 241-277 maddeleri ücret ve fiyatlarla ilgilidir. Örneğin 261. Madde “Bir kimse koyun ya da sığırlar için bir çoban kiralarsa yıl başına sekiz gur mısır öder” der. Burada çobanın yıllık ücreti belirlenmiştir. 271. Maddede ise sürücüler ile ilgili bir ücretlendirme söz konusudur, “Bir kimse bir çift öküz, yük arabası ve sürücüsünü kiralarsa bir gün için 180 ka mısır öder”. Örnekler maddelerden çoğaltılabilir. Bunun haricinde ücretlendirme, örneğin doktorlarda hastaya göre de değişebilmektedir. 222 ve 223. Maddelerde belirtildiğine göre; bir köle için bu ücret 2 şikel iken azat edilmiş bir adam için 3 şikeldir (King, 1915). Bu durumda yapılan işe göre değişen ücretin aynı zamanda hizmeti alanın sınıfsal konumuna göre de değiştiğini söylemek mümkün.
Geç Bronz Çağı’nda (M.Ö. 16-13. yy) dönemin diğer önemli devleti olan Hititlerde de özel mülkiyet ve tapu vardır. Mülk bazen hayvan, bazen maden, bazen toprak, bazense köle olabilmektedir. Özel mülkiyetin belirleyici rolüne geçmeden önce, biraz ileriye gidip Mezopotamya ve Roma’da karşımıza çıkan iki örneğe değinilecektir; devrik ağızlı çanaklar ve 900 yıllık bir maaş bordrosu.
M.Ö. 3500-3000 yıllarında, Mezopotamya’da ilk örneklerinin bulunduğu çan biçimli devrik ağızlı çanakların, kölelerin maaşlarının tahıl ya da aş şeklinde ödenmesi için kullanıldığını bugünkü araştırmalar sayesinde öğrenmiş bulunuyoruz. Aşağıda bu kapların sergilendiği Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nden görseller görmek mümkün.
Söz konusu devrik ağızlı çanaklar el yapımı kalıplar ile üretilmekteydi ve ücret/besin herkese eşit miktarda verilmekteydi. Bu şekilde artık değer ve üretim miktarları hesaplanabiliyordu. Bu kapların tapınaklarda bulunması ve asgari ücret uygulamasının ilk örneklerinden birinin kölelerin yaşamlarını idame edebilecek kadar gıdayı içeriyor olması bugünkü asgari ücret uygulaması hakkında bize ipucu verebilir.
Bu uygulama sonraki dönemlerde de sürmüş, örneğin takas ekonomisinin geçerli olduğu ekonomilerde ertesi günü garantileyecek yiyecek alımı kadar mal ücret olarak verilmiş, paranın geçerli olduğu ekonomilerde yine ertesi günü çıkaracak kadar yiyecek alımına izin veren bir ücret verilmiştir. Günümüzde ise asgari ücret ile sadece yiyecek değil, barınma, ısınma, temizlik gibi artık ödeme yaparak sahip olabildiğimiz ve zorunlu olan başka ihtiyaçları da karşılamak gerekmektedir. Ancak temelde aynı fikir yatmaktadır: İşçinin ertesi gün, ertesi ay, olabiliyor ise ertesi yıl da üretime ucuz iş gücü olarak katılabilmesi.
Bu çalışma yazılırken yapılan kazılar sonucunda 900 yıllık bir maaş bordrosu gün yüzüne çıkarıldı. Bordro Romalı bir asker -tahminlere göre bir süvari- olan Gaius Messius’a aitti. Alttaki görselde görülebilecek olan bordroda askerin 50 birim para aldığı (denarii stipendium), bunun 16’sını arpaya, 20’sini yemeğe, 5’ini botlara, 2’sini deri kayışlara ve 7’sini de keten tuniğe ödediği yazıyor (09.02.2021 tarihli internet haberi-NTV) . Yani bu zorunlu ihtiyaçlarını karşıladığında Messius’un cebinde hiç para kalmıyordu.
Günümüzde ise, asgari ücretli bir işçi yılın 122 günü vergi ve diğer kesintiler için çalışırken, bürüt ücretin %33’ünü oluşturan bu giderler çıkarıldığında net harcanabilir asgari ücret maaşın %67’si oluyor. Asgari ücret ile alınabileceklerin hesabı ise günümüzde yoksulluk sınırının altında kaldığından bu tarihsel örnek ile 21. yy arasında çok fark olmadığını söylemek mümkün. Bugünün asgari ücretlisi o dönemin görece şanslı olan süvarisi gibi eldeki parayı temel ihtiyaçları için harcayıp tüketmekle kalmıyor, durmadan büyük sermayeye borçlanıyor. Bu da onu aslında süvariye bile değil, süvarinin yaşadığı dönemki köleye daha fazla yaklaştırıyor.
Tarihsel ilerleme içerisinde özel mülkiyetin belirleyiciliğine dönecek olursak, Roma’da aile mülkiyeti ve haliyle özel mülkiyet söz konusudur. Romada Pleblerin ayaklanması sonucunda Patricilere yaptıkları baskı ile bugünkü modern hukukun temeli kabul edilen “Oniki Levha Kanunu” yürürlüğe girmiş, bununla miras-vasiyet hakkı tanınarak aile reisine malını miras olarak soyuna bırakma hakkı tanınmış ve özel mülkiyet önem kazanmıştır.
Roma İmparatorluğu’nu sarsan halk ayaklanmaları, Cermen ve Slavların da etkisiyle yavaş yavaş köleci toplumun feodalizme geçişine işaret etmektedir. Çok yaygın olmasa da artık köleler bir parça toprak alabilmiştir. Bu toprakların ödemesini ayni olarak senyöre ödeyen halk kendi küçük işletmelerini yönetmeye başlamış, böylece serflik doğmuştur. Demir işlerindeki ilerlemeler, ağır ve hafif sabanların yayılmasına ve tarımsal üretimin artmasına sebep olmuştur. Emek üretkenliğinin yükselmesi sonucunda tarımsal üretimin, beslenmek için gerekli asgari miktarının fazlası bir artık ürün oluşmasına sebebiyet vermiştir. Feodal üretim tarzı, köleci üretim gibi çalışan çoğunluğun egemen azınlıkça sömürülmesi açısından benzer olsa da daha ilerici yönleri de içermiştir. Serflerin, kölelerin aksine aileleri ve kendi küçük ekonomileri vardı ve bu yüzden emeklerinin sonucuna ilgililerdi. Bu da feodal toplumun üretici güçlerinin gelişmesinin temelini oluşturmuştur (Zubritski vd, 1992:124-147). Özel mülkiyet bu noktadan sonra daha belirleyici bir rol oynamaya başlamıştır.
Bronz Çağı’nda toprak, hayvan ve köle mülkiyete konu olmuş, özel mülkiyetin konusu genişlemiştir. Demir Çağı’nda yine toprak üzerinden şekillenen mülkiyet, İpek Yolu’nun ticareti genişletici etkisiyle yayılmıştır. Orta Çağ’da feodalizm başlarda özel mülkiyeti yine tekelde toplama eğilimine sokmuştur. Sonlara doğru gelindiğindeyse üretim ilişkilerinin yaşadığı dönüşüm, feodal mülkiyet karşısında kentlerde özel mülkiyet birikiminin ve emeğin serbestleştiği bir formda ilerlemiştir. Ayrıca bu çağda ruhban sınıfı da mülkiyet başlığında söz sahibi olmuş, mülkün çoğu kilisenin elinde toplanmıştır. Mülkiyet, Yeni Çağ’da kralların elinde toplanmış, sanayi devrimi beraberinde üretim ilişkilerinde bir değişimi beraberinde getirmiş, nihayetinde bugüne uzanan kapitalizmin tarihi özel mülkiyet fikrini ve hakkını yayarken sınıf farkının gittikçe makasının açıldığı bir formda ilerlemesine önayak olmuştur. Ancak sistemin devamlılığı için üretici sınıfların hayatını idame ettirmeleri ihtiyacı değişmemiştir, bu bugün de asgari ücret ile sürdürülmeye çalışılmaktadır.
Sınıfsal ayrışmanın temel sebebi olan üretim araçları sahipliği- özel mülkiyet sahipliği soy ile diğer bir deyişle miras yoluyla aktarıldığından sınıflar arası uçurumun derinleşmesine sebebiyet vermektedir.
Tarihte biraz daha ilerlediğimizde, 18. yy Avrupa’sında yaşanan iktisadi dönüşüm, emek gücünün sanayiye ve kentlere kaymasına ve buralarda halkın geçim araçlarından koparılarak sefalete düşmesine sebebiyet vermiştir. Sanayi devriminin etkisiyle derinleşen bu yoksullaşma işçi sınıfının kendiliğinden hareketleri sonucunda “Luddist” eylemlere dönüşmüştür. Makine kırıcılar sendikal hareketin ortaya çıkmasının öncülleri olmuşlardır. 1838-1848 arası Çartist hareketin yaşandığı, proleterleşme sürecine geçiş özelliği taşımaktadır. Bu dönemde kadın ve erkeklerin emek piyasasına sürüldüğü, uzun çalışma saatleri nedeniyle ailenin beslenebilmesi ve çocukların bakımını yapabilecek bir vaktin kalmadığı koşullarda, hazır gıda sektörünün canlanması, zaman maliyetini azaltsa da yüzyıllardır kadının üstlendiği bu hizmetlerin işle birlikte kadınların omzunda iki katı bir yüke dönüşmesine sebep oldu. Bunun sermaye açısından da önemli sonuçları vardı; artık daha sağlıklı ve vasıflı olması gereken işçi sınıfının yeni nesli olan bebekler ve çocuklar iyi beslenememekten, hastalık ya da bakım eksikliği sebebiyle olan kazalardan ölüyor ya da sağlıksızlaşıyordu. Kadınların ev içi emeğinin sermaye açısından işgücünün sürekliliği anlamına gelmesi, aile ücreti düzenlemesini doğurdu. Böylece erkek işçi, kadın ve çocuklar için ek bir ücret almaya başlayacaktı. Önce olumlu görünen bu uygulama sonra aileyi tüketim merkezi haline getirerek, ev işi ve çocuk bakımı gibi işlerin kadının sorumluluğu olarak sürmesinden cinsiyetler arası ücret eşitsizliğini arttırmaya kadar bugünkü eşitsizliklerin temelini hazırladı. Küçük burjuva aile yaşantısı özentisini yaygınlaştırması ise bir başka ideolojik saldırı olarak hala devam etmektedir (Çakaloğlu, 2020).
Tarihsel akışa dönecek olursak, Sanayi Devriminin ilk gerçekleştiği ülke olan İngiltere’nin (Birleşik Krallık), aynı dönemde sömürünün de en derin olduğu ülke olması ve asgari ücret uygulamasını yasal olarak kabul eden ilk ülkelerden biri olması tesadüf değildir.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nun yayınladığı asgari ücret tarihçesine göre, 1894 yılında Yeni Zelanda asgari ücreti uygulayan ilk ülke olmuştur. 1896 yılında Avusturalya’nın eyaletlerinden Victoria ve 1909’da ise Birleşik Krallık diğer ilkler olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise kadınların öncülüğündeki Ulusal Tüketiciler Birliği (National Consumers’ League) tarafından desteklenen asgari ücret, 1900’lü yılların başında daha çok kadın ve çocuk işçilere uygulanmaktaydı. ABD’de düzenli olarak mahkemelerde asgari ücret uygulanmasına itirazlar edilmiş ve bunların bir sonucu olarak 1923’te ABD Yüksek Mahkemesi, asgari ücretin anayasaya aykırı olduğunu ilan etmiştir. Bu yasa 1938 yılında Adil Çalışma Standartları Yasası’nın (Fair Labor Standards Act) kabul edilmesine dek sürmüştür (ILO,2020).
Avrupa’da 1900’lerin ilk çeyreğindeki işçi sınıfı hareketleri sonucu asgari ücret ve çalışma koşullarında önemli kazanımlar olmuştur. Rusya’da 1917 Ekim Devrimi’nden dört gün sonra günde 8, haftada 48 saat çalışma ilkesini getiren ve 14 yaşından küçüklerin çalışmasını yasaklayan bir kararname yayınlanmıştır. 19 Ocak-1 Şubat 1918 tarihli kararnamede ise gerekli asgari ücret geçim düzeyiyle ilgili düzenlemeler yapılmıştır (Carr, 2005:100-109).
Asgari Ücret Uygulamasının Günümüzdeki Durumu
Önceki bölümde asgari ücret uygulamasının tarihsel arka planına değinmeye çalıştık, bu başlık altında ise asgari ücretin günümüzdeki durumu tartışılacaktır. Makalenin başında asgari ücrete dair idealize edilen öneriler ve tanımlamalar ile uygulama arasındaki açının büyüklüğü, Türkiye’de asgari ücret düzeylerinin seyrinde görülebilmektedir.
Grafik 1’deki verilere göre, verisi bulunan 2002-2018 dönemi boyunca yıllık net asgari ücret neredeyse yarı yarıya istikrarlı bir şekilde hep Kişi Başına GSYH’nın altında kalmıştır. Bu ülkedeki sınıf farkının derinliğine de işaret etmektedir. Ortadaki trend-eğilim çizgisinde ise asgari ücretin Kişi Başına GSYH’ya oranının yıllar içerisinde çok da radikal değişikliklere uğramadığını görüyoruz. Türkiye’de asgari ücretteki artış oranına göre daha hızlı artan kişi başına GSYH, toplumda bir “zenginleşme” olduğunu ancak işçi sınıfının bu zenginlikten payına düşeni almadığına işaret etmektedir.
Türkiye’de asgari ücretle çalışan kişi sayısını veri olarak kullanmak istediğimizde, 2014 yılında dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına verilen bir soru önergesi sonucunda yapılan açıklamayı saymazsak Bakanlığın bu veriyi paylaşmadığını görüyoruz. Bugün hala karşılaştırmalarda Bakanlığın sunduğu 2014 verisi kullanılmakla birlikte bilimsel çalışmalar faklı verilere de başvurmaktadır. Kayıt dışı istihdamı da hesaba kattığımızda açıklanan sayının çok daha üstünde asgari ücretli çalışan oluğunu söyleyebiliriz. Bu konuyla ilgili bilimsel çalışmalar genellikle TÜİK’in Hanehalkı İşgücü Anketlerini kullanarak yapılan tahminlere dayanıyor. Devletin elinde bulunması gereken asgari ücretle çalışanların sayısı ancak, bilimsel çalışmalarla hesaplanarak tahmin edilebilen bir veri haline gelmiş durumda (bkz. Aslan, 2019). SGK’nın açıkladığı sayılar ise gerçeği yansıtmıyor, çünkü asgari ücretten daha fazla ücret alan pek çok işçinin asgari ücret düzeyinden sigortalandığını biliyoruz. Ayrıca SGK kaydı olmayan, kayıt dışı çalışan pek çok işçi de bu sayılara dahil değil. 2014 verilerine göre her 10 işçiden 4’ü (kayıtlı işçilerin %41’i) asgari ücretle çalışıyor. Avrupa ülkelerinde bu oran oldukça düşük, örneğin Avrupa Birliği ortalaması %7; Türkiye açık ara farkla Avrupa’da ücretliler arasında en fazla asgari ücretli işçinin olduğu ülke konumunda.
DİSK’ in “Salgın Günlerinde Asgari Ücret Gerçeği Araştırması-2021” başlığıyla yayınladığı rapora göre asgari ücrete erişemeyen işçilerin oranı Türkiye’de %17 civarındayken, kadınlarda bu oran %25’in üzerinde. Kadınların daha fazla sömürüldüğünü ortaya çıkaran araştırmaya göre özel sektörde çalışan kadınların %32,5’i asgari ücretin altında ücretlerle çalışıyor (DİSK, 2021:28).
3 numaralı grafikte ise Avrupa için 2021 yılı asgari ücretleri Euro bazında belirlenen ortalama aylık kazançlar şeklinde görülebilir.
Avrupa Birliği ülkelerinin 21’inin (Belçika, Bulgaristan, Çekya, Almanya (1 Ocak 2015'ten itibaren), Estonya, İrlanda, Yunanistan, İspanya, Fransa, Hırvatistan, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Malta, Hollanda, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovenya ve Slovakya) Belçika dışındakilerinde ulusal asgari ücret genellikle sendika ve işverenlerle yapılan görüşmelerin ardından hükümet kararnamesiyle uygulanmaktadır. Belçika’da ise ulusal sektörler arasında yapılan anlaşmalara göre belirlenip kraliyet kararnamesi ile yasal dayanak kazanır.
Öte yandan, Kıbrıs’ta asgari ücret bazı meslekler için hükümet tarafından belirlenir. Danimarka, İtalya, Avusturya, Finlandiya, İsveç, İzlanda, Norveç ve İsviçre’de ise asgari ücretler sektörel toplu sözleşmelerle belirlenir. DİSK-AR 2021 Salgın Günlerinde Asgari Ücret Gerçeği Araştırması’na göre bugün dünya ülkelerinin %10’unda asgari ücret toplu sözleşmeyle belirlenirken %90’unda devlet tarafından belirlenmektedir.
Türkiye’de Asgari Ücret Uygulaması
Asgari ücret tarihte çok önceleri farklı biçimlerde uygulanmıştır, devlet politikası olarak ise dünyada yüz yılı aşkın bir süredir uygulamadadır. Türkiye’de ise mevzuatta yer alması yaklaşık yarım asır gecikmeli olmuştur. Avrupa tarihine göre gecikmeli bir şekilde uygulanmaya başlanmasının önemli nedenlerinden biri işçi sınıfının ve bunun sonucu olarak sendikal hareketin daha geç ortaya çıkmasıdır.
Cumhuriyet öncesi dönemde, Osmanlı ve Selçuklu’da çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Ahi örgütleri (zanaatkar ve tüccarlarca kurulan din temelli ahlaki kurallarla yürütülen esnaf dayanışma örgütleri) usta, kalfa ve çırakların ekonomik ilişkileri ve gelir düzeyleri ile ilgili düzenlemeler yapmışlardır. Osmanlı’da ise 1806 tarihinde yayınlanan bir fermanda asgari ücretin sınırlarını belirlemek için adımlar atılmış, 1833-1840 arasında ise emek tedariki sorunlarının çözümü için işçi ve patron temsilcilerinden oluşan ücret komisyonu oluşturulmuştur (Yolvermez, 2020:2445). Daha sonra Kurtuluş Savaşı sırasında 1921’de kömür ocaklarında çalışan işçiler için (151 sayılı Ereğli Havzai Fahmiyesi Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik Kanun’u ile) asgari ücret uygulanmaya başlanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk kez 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde ele alınmıştır. 4 nolu İşçi Grubunun İktisat Esasları başlığı altındaki madde 11’de asgari ücret başlığı şu şekilde yer almıştır: “Bil’umum işçi gündeliklerinin memleket maişetiyle mütenasip olarak hadd-i asgari miktarının her üç ayda bir defa dernekler teşekkül edinceye kadar işçi mümessilleri hazır olduğu halde Belediye meclislerince tayiniyle müesser tarafından vacib-ül-itiba olmak üzere neşir ve ilanı” (Ökçün, 1997:359). Daha sonra 1936 İş Kanunu ile birlikte asgari ücret gündem olmuş, 1951 yılında ise uygulanmaya başlamıştır.
Sanayi işçilerinde asgari ücret uygulamaları 1956’dan itibaren uygulanmaya çalışılsa da bölgeler ve işler arasında ciddi ücret farklılıklarıyla sonuçlanmış (Kutal, 1965:77), yani başarılı olamamıştır.
1967’de yürürlüğe giren 981 sayılı İş Kanunu ile mahalli komisyonların yerine tek komisyon getirilmiş ve asgari ücretin en fazla iki senede bir gözden geçirilmesi kararı ile periyodik tespit ilk kez mevzuata girmiştir. Bu kanun ile 1968’de Asgari Ücret Yönetmeliği yayınlanmıştır. Sonraki yıllarda ILO sözleşmelerinin kabul edilmesiyle 1969 yılında “Tarım’da Asgari Ücret Usulleri Hakkında 99 sayılı Sözleşme” kabul edilmiş, 26 ilde uygulanmış, sonra bu sayı artmıştır. 1973’de onaylanan “Asgari Ücret Tespit Usulleri İhdasına İlişkin 26 sayılı Sözleşme” (Karar sayısı 7/8585) ile uluslararası bir geçerlilik kazanarak yaygınlaşmaya devam etmiştir. 1974-1989 yılları arası asgari ücret sanayi ve hizmetler sektöründe ayrı, tarım ve ormancılıkta ayrı bir meblağ olarak belirlenmiş, 1989 yılında ise tek tip asgari ücret uygulamasına geçilmiştir. Ayrıca 1974 yılında başlayan 16 yaş sınırının altı ve üstü için farklı belirlenen asgari ücret uygulaması 2014 yılına kadar sürmüştür. 2014’ten itibaren ulusal düzeyde ve tüm sektörlerde tek bir asgari ücret uygulanmaya başlanmıştır.
Bugün asgari ücret, beş hükümet, beş sermayedar ve beş işçi temsilcisinden oluşan üç taraflı bir mekanizma olan Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından belirleniyor. Buradaki işçi ve sermayedar en çok üyeye sahip olan Türk-iş ve TİSK temsilcilerince belirleniyor. Diğer sendikalar yer almadığından işçiler açısından temsiliyet oldukça düşük durumda. 2018 yılında 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Asgari Ücret Tespit Komisyonu İş Kanunundan çıkarılarak Cumhurbaşkanlığı teşkilat yapısına alınmıştır. İş Kanunu kapsamındayken TBMM’nin kanunla yaptığı değişiklikler artık tek başına Cumhurbaşkanı tarafından yapılabiliyor. Oyçokluğu ile alınan kararlarda beş sermayedar ve beş hükümet/iktidar temsilcisi toplam on kişi karşısında beş işçi temsilcisinin kazanması ise çok mümkün değil. Ayrıca mevcut sendika temsiliyetinin de işçileri ne kadar iyi temsil ettikleri konusunun tartışmalı olduğunu eklemek gerekir. DİSK-AR 2021 Raporuna göre, halihazırda 2000-2019 yılları arasında yapılan yirmi asgari ücret görüşmesinin sadece dördünde uzlaşma sağlanmıştır. Tam da bu noktada eklenmesi gereken bir veri de yine DİSK-AR 2021 raporunda cumhurbaşkanı ya da başbakan maaşı ile asgari ücret arasındaki farkların incelendiği kısımdır. Grafik 5’de karşılaştırmanın yapıldığı ülkeler arasında (AB ülkeleri, ABD ve Türkiye) en derin farkın (30 kat ile) Türkiye’de olduğu görülmektedir.
Sonuç
Marx’ın sosyalist devrimin hemen sonrasının ilk aşaması için söylediği “O (işçi) toplumdan (kolektif varlıklar için harcadığı emeğin düşülmesinin ardından) şu kadar emek verdiğini gösteren bir kupon alır ve bu kuponla toplumsal tüketim malları stoklarından, maliyetleri emeğinin niceliğine eşit düşen bir miktar çeker. Topluma bir biçimde verdiği emek miktarını, başka bir biçimde geri alır. Burada değişim eşit değerde olduğu ölçüde, meta değişimini düzenleyen ilke açık bir şekilde egemendir. İçerik ve biçim farklılaşır çünkü koşullar farklıdır; hiç kimse emeğinden başka bir şey sunmaz ve öte yandan bireysel tüketim araçları dışında hiçbir şey bireylerin mülkiyetine geçemez” (Marx, 2003:31-32). Buradan hareketle ilke “Herkesten yeteneğine göre, herkese emeği kadar” şeklindedir. Çalışmanın yaşamsal bir ihtiyaca dönüştüğü, bireylerin iş bölümüne kölece tabiiyetlerinin ve beraberinde kafa ve kol emeği karşıtlığının ortadan kalktığı daha ileri bir aşamada ise bu durum “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” ilkesine dönüşecektir.
Sosyalist bir toplumda ücret, bugünkü “geçim fonu” olan ücretten farklı olacaktır. Bireyin topluma yaptığı katkının karşılığı olacak ücretten, bugünkü gibi temel ihtiyaçlara devasa bir kısım ayırmak zorunlu olmayacak. Dolaysıyla bireysel ya da aile sınırları içerisine mahkûm olmuş geçimlik çalışma ortadan kaldırılacak, onun yerine toplumun yaşamını, yaşamın niteliğini önceleyen bir üretim söz konusu olacaktır (Arslan, Önal, 2019:156-157).
Asgari ücret, bugün sunulduğu gibi ücretleri daha aşağıya düşmesin diye koyulmuş bir çıta görevinde değildir. Tarihi ise bugünkü düzende genel kabul gören kurumlarca yazıldığı gibi sanayi devrimine değil, çok daha öncesine dayanmaktadır. Kapitalizm öncesi sınıflı toplumlarla başlayan, bugün de devam eden sömürü ilişkilerinin devamlılığını korumak ve garanti altına almak için çeşitli araçlarla sürdürülmektedir. Asgari ücretin satın alma gücündeki kısıtlar toplumsal başka sorunlar doğurmakta, mevcut sorunları derinleştirmektedir. Örneğin yalnız yaşamanın gittikçe lüks haline geldiği günümüzde ortak bir ekonomi oluşturmak ve ev masraflarını paylaşılmak bir zorunluluk haline gelmiş, düşük ücretler de bu durumu desteklemiştir. Eşlerin ikisinin de çalıştığı koşulda kadının bu eşit çalışma durumuna rağmen ev bakımını yine de tek başına üstlenmek zorunda kalması başka bir toplumsal soruna işaret etmektedir. Diğer yandan çocuk bakımı için annelerinden yardım alma imkânı olmayan kadınlar için iki seçenek ortaya çıkıyor, ya işlerini bırakıp çocuklarının bakımlarıyla ilgilenmeyi seçmek ya da gelirlerinin ciddi bir kısmını ayırıp çocuğun bakımıyla ilgilenecek bir maaşlı bakıcı bulmak. Ücretlerin asgari ücret düzeyinin etrafında belirlendiği durumda, düşük asgari ücretler evliliği iktisadi temellere indirgemeye yardımcı olmaktadır. Aynı rolün bir başka sonucu ise eşlerin, özellikle de çoğunlukla daha az kazanan ya da hiç kazanmayan kadının boşanmasının önünde engel olmasıdır. Yoksulluk sınırı asgari ücretin üç katından fazla, yani yalnızca anne ve babanın en az asgari ücretli bir işte çalışması dört kişilik bir aileyi yoksulluktan kurtaramıyor. Bugünün ailesindeki kadın aleyhine olan iş bölümünün ve hem kadının hem de ailenin toplumsal yerinin geleneksel ve kültürel bir belirlenimden ziyade maddi üretim ilişkilerinden doğduğu unutulmamalıdır.
Marx’ın belirttiği gibi nihai çözüm ise ücret sisteminin ilgasından (ortadan kaldırılmasından) başka bir şey değildir. Sömürü düzeni sürdükçe adil ücretten bahsedilemeyeceği yüzyıllardır ortadadır. Kapitalist sistem içerisinde işçilerin hak ettikleri adil ücretlere çalışmaları senaryosu yine sistemin işleyişi gereği imkansızdır. Sonuç olarak aranan daha azına tamah etmeksizin kalıcı bir çözüm için bu insanlık dışı düzenin ortadan kaldırılmasından başka çıkış yoktur. 21. yy’da yaşanacak bir sosyalizmin geçmiş sosyalizm deneyimlerinden ve mevcut teknolojik ilerlemeden aldığı güç ile kamu mülkiyeti altında ve planlamayla herkesin temel ihtiyaçlarının ücret tartışmasına gerek kalmaksızın karşılanabileceği ise yalnızca bir inanç değil, bilimsel de bir gerçek seçenek olarak karşımızda durmaktadır.
Kaynaklar
Türkiye’de Asgari Ücretin Kişi Başına Düşen GSYH’ye Oranı, www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-de-asgari-ucret, Erişim Tarihi: 18.12.2020
Asgari Ücret Yönetmeliği, Resmi Gazete Tarihi: 01.08.2004, Resmi Gazete Sayısı:25540
https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=5454&MevzuatTur=7&MevzuatTertip=5 Erişim Tarihi: 15.02.2021
Asgari Ücret Tespit Usulleri İhdasına İlişkin 26 Sayılı Sözleşme, Karar sayısı: 7/8585, Aile ve Çalışma Bakanlığı,
https://www.ailevecalisma.gov.tr/medias/7802/c26_asgari-%C3%BCcret-belirleme-yoentemi-soezle%C5%9Fmesi.pdf Erişim Tarihi: 17.02.2021
Aslan, G. (2019). Türkiye’de Asgari Ücretli Çalışan Sayısı ve Ücret Seviyelerinin Değişimi (2003-2017 Hanehalkı İşgücü Anketleri Veri Analizi). SGD-Sosyal Güvenlik Dergisi, 9(1), 141-159.
Arslan, F., Önal, N. E. (2019). Değer Yasası Sosyalizmde Nasıl İşleyecek? Bilim ve Aydınlanma Akademisi Sosyalist Gelecek ve Planlama Sempozyumu, Sempozyum Kitabı, 149-162, Yazılama Yayınevi.
Avrupa Sosyal Şartı (değiştirilmiş şekli), 1996
https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/kefe/docs/sosyalsart.pdf Erişim Tarihi: 25.03.2021
Bensussan, G., & Labica, G. (2016). (Çev. Yalçıntoklu, V.) Marksizm sözlüğü. Yordam Kitap.
Carr, E. H. (2005). Sovyet Rusya Tarihi Bolşevik Devrimi 1917-1923, (Çev. Suda, O.) Cilt II, Metis, İstanbul.
Çakaloğlu, A. (2020). Kapitalizmin Ailesi Nasıl Değişir?, Gelenek Dergisi, https://sol.org.tr/gelenek/kapitalizmin-ailesi-nasil-degisir-5830 Erişim Tarihi: 10.02.2021
Di̇nler, E., & Çalişkan, Z. (2019). Mülkiyetin Tarihsel Gelişimi Üzerine Bir Deneme. Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, (77), 421-452.
DİSK-AR, Salgın Günlerinde Asgari Ücret Gerçeği Araştırması 2021, Aralık 2020, İstanbul
http://arastirma.disk.org.tr/wp-content/uploads/2020/12/2021-asgari-%C3%BCcret-son.pdf Erişim Tarihi: 15.03.2021
Eurostat, Avrupa Birliği İstatistik Ofisi, Asgari Ücret açıklayıcı metni.
https://ec.europa.eu/eurostat/cache/metadata/en/earn_minw_esms.htmErişim Tarihi: 25.03.2021
Eurostat, Aylık Asgari Ücret Verileri https://ec.europa.eu/eurostat/databrowser/view/earn_mw_cur/default/map?lang=en Erişim Tarihi: 25.03.2021
Gül Yücel, K. (2020). Asgari Ücretin Belirlenmesi ve Vergilendirilmesi: Adalet Bağlamında Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi
https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/71488/615721%281%29.pdf?sequence=1&isAllowed=y Erişim Tarihi: 15.03.2021
ILO-Minimum Wage Fixing Convention, 1970 (No. 131) https://www.ilo.org/dyn/normlex/en/f?p=NORMLEXPUB:12100:0::NO::P12100_INSTRUMENT_ID:312276 Erişim Tarihi: 01.03.2021
ILO, How to define a minimum wage? https://www.ilo.org/global/topics/wages/minimum-wages/definition/lang--en/index.htm Erişim Tarihi: 01.03.2021
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 1948
https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/203-208.pdfErişim Tarihi: 10.03.2021
King, L. W., (1915). The Code of Hammurabi, http://www.general-intelligence.com/library/hr.pdf , Erişim Tarihi: 16.03.2021
KUTAL, M. (1965). Türkiye'de Asgarî Ücret Mevzuat ve Tatbikatının Tahlili. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 24(3-4), 52-108.
Marx, K. (1992). Ücret, Fiyat ve Kar, (Çev. Belli, S.), Sol Yayınları, Ankara.
Marx, K., & Engels, F. (2003). Gotha ve Erfurt Programının Eleştirisi, (Çev. Erdost, B.), Sol Yayınları, Ankara.
Marx, K. (2010). Kapital Cilt: I, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, (Çev. Selik, M. Satılgan, N.), Yordam Kitap.
Ntv internet haberi, 09.02.2021 tarihli https://www.ntv.com.tr/galeri/dunya/bin-900-yillik-maas-bordrosu-romali-askerin-gecinemedigini-gosterdi,pHTsZnxuGkmXH7f4_45GqA/mDpUJR9-MkK8gDdBpT-PFw , Erişim Tarihi: 10.03.2021
Ökçün, A. G. (1997). Türkiye İktisat Kongresi 1923 - İzmir: Haberler, Belgeler, Yorumlar, Sermaye Piyasası Kurulu, Ankara.
Smith, A. (2011). Milletlerin Zenginliği, (Çev. Derin, H.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Süzük, A. (2019). Kriz döneminde ücretler, Gelenek Dergisi sayı 144, Ağustos.
https://www.ilo.org/global/topics/wages/minimum-wages/definition/lang--en/index.htm Erişim Tarihi: 03.03.2021
Şahin, S. (2020). Yeni Koronavirüs Salgınının Yarattığı Yıkımda Ailenin Ekonomi Politiği, https://bilimveaydinlanma.org/yeni-koronavirus-salgininin-yarattigi-yikimda-ailenin-ekonomi-politigi/ Erişim Tarihi: 12.01.2021
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası https://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa_2018.pdf Erişim Tarihi: 28.03.2021
Türkiye’de sigortalı her 10 işçiden 4’ü asgari ücretle çalışıyor, 28 Aralık 2020
https://kronos34.news/tr/turkiyede-10-kisiden-4u-asgari-ucretle-calisiyor/Erişim Tarihi: 25.03.2021
Zubritski, Y. vd. (1992). İlkel, Köleci ve Feodal Toplum, (Çev. Belli S.), Sol Yayınları, Ankara.
YOLVERMEZ, B. (2020). Türkiye'de Asgari Ücret Sorunlarına İlişkin Bir Değerlendirme. Çalışma ve Toplum, 67(4).
Katkılar
Nevzat Evrim Önal
Suzan Şahin’in bildirisi, tarihsel gelişimi içerisinde asgari ücret kavramını, bu kavramın nasıl ortaya çıktığını ve gerek farklı sınıf egemenlikleri, gerekse kapitalist sınıfın egemenliğinin farklı dönemlerinde nasıl işlevlendirildiğini mercek altına alıyor.
Bu bildiri ve genel olarak Şahin’in bu konuda çalışıyor ve çalışmaya devam edeceğini belirtiyor olması önemli; zira günümüzde asgari ücret tartışmaları yalnızca işçi sınıfının geçim mücadelesi açısından anlam taşımıyor. Sermaye sınıfının kimi sosyal demokrat ideologları (ve demek ki sermaye sınıfının bir bölümü), kapitalist üretim biçiminin yarattığı devasa maddi eşitsizlikler ve bu eşitsizliklerin beslediği çelişkiler karşısında, işçi sınıfından sömürülen artı değerin bir kısmından vazgeçilmesiyle temellendirilecek bir Evrensel Temel Gelir sisteminin kapitalizmi “sürdürülebilir” kılacağını iddia ediyor. Bu, tam olarak ücret ya da asgari ücret kavramsallaştırmasına denk düşmese de, uygulamaya geçilmesi durumunda ücret tartışmalarını ve ücret düzeylerini önemli ölçüde etkileyecek bir sermaye politikası olacaktır.
Bu politika yönelimi pek çok açıdan Keynesçi bölüşüm politikalarının daha piyasacı bir yeniden formülasyonu niteliği taşıyor. Daha piyasacı, çünkü hatırlanacağı üzere 2. Dünya Savaşı sonrası uygulama, adı olan “refah devleti”nden anlaşılacağı üzere, kimi toplumsal ihtiyaçların tamamen ya da önemli ölçüde devlet tarafından bedelsiz karşılanmasına dayanıyordu.
Refah devleti, 2. Dünya Savaşı sonunda devrimci işçi sınıfının hem dünyanın önemli bir kısmında iktidara yerleşmiş, hem de geri kalanında özel mülkiyet düzenine çok büyük bir tehdit haline gelmiş olması karşısında yürütülen kapsamlı bir ödün siyasetiydi. Bugün işçi sınıfı 1945’deki gibi bilinçli ve örgütlü bir politik tehdit oluşturmuyor, ancak sermaye sınıfının tarih bilincine sahip kimi unsurları sistemde biriken çelişkilerin patlaması durumunda bilinç ve örgütlülük eksiğinin çok kısa sürede ortadan kalkabileceğinin farkında oldukları için, bir önlem almaya çalışıyor.
Burjuvazi bir sınıf olarak miyoptur; tarihsel değil güncel çıkarlarına odaklanma eğilimindedir. Bu yüzden Evrensel Temel Gelir siyaseti bugün esasen kapitalist sistemde biriken çelişkilerden korkuya kapılan küçük burjuva çevrelerde (küçük burjuva sosyalistler dâhil) yankı buluyor ve henüz yalnızca ideoloji alanında dillendiriliyor; henüz kapitalist sınıfın anlamlı bir bölmesinin süreklileşmiş desteğini alıyor gibi görünmüyor. Yine de Evrensel Temel Gelir önerisi, emperyalist kapitalist sistemin çelişkileri sürdürülemez hale geldiğinde, sermaye sınıfının bu çelişkiler düğümüne kılıç atmak (mesela dünya savaşı çıkartmak) yerine çelişkileri bir süreliğine ertelemekte kullanabileceği bir ödün politikası olma potansiyeli taşıyor. Bu yüzden kapitalizmin çelişkilerinin ertelenmesi değil aşılması, sınıfsız ve sömürüsüz bir ekonomik sistemin kurulması için mücadele eden bizler, bu politika önerisinin çekiciliğinin altının neden boş olduğunu teori alanında daha detaylı tartışmalıyız.
Şahin, Marx’ın ücretler konusundaki çok parlak saptamalarından yola çıkarak bu doğrultuda ilerliyor. Evrensel Temel Gelir tartışmasına da girmesinin çok faydalı olacağını düşünüyorum.
Yanıt:
Nevzat Evrim Önal’a değerli katkıları ve dikkatli okuması için çok teşekkür ederim. Evrensel Temel Gelir tartışmasını bir sonraki bildiride çalışmaya dahil etmek üzere not ediyorum.
Fatma Pınar Arslan
Bir önceki çalışmayla beraber çok önemli bir bütünlük oluşmuş, elinize sağlık.
Asgari ücretin tarihsel seyri kısmında, 20. Yüzyılda refah devleti uygulamalarına yer verilebilir. Bu dönemde asgari ücret nasıldı, ayrıca yaşam kalitesini arttıran yan haklar işçi sınıfı için nasıl şekillendirildi? Bunun açıklanması, önceki kısımda belirtilen “asgari ücret sadece bir ekonomik mesele değildir, sınıf mücadelelerinin etkisinde bir olgudur” fikrini destekleyecektir. Oradan hareketle, neoliberalizmle birlikte gelinen nokta ile günümüze bağlamak sürekliliği sağlayabilir.
Kolaylıklar…
Yanıt:
Fatma Pınar Arslan’a teşekkür ederim, benim de kısmen farkında olduğum önemli bir boşluğa işaret etmiş. Bildirinin başlığının genişliği sebebiyle sınırlandırmakta güçlük yaşadım. Bu başlığı bildiriyi tamamlayacak bir başka çalışmada detaylandırma hedefimi not ediyorum.
Erhan Nalçacı
Çok yararlı ve geliştirilmeye açık bildiri için teşekkürler.
Asgari ücret komisyonundaki beş işçi temsilcisinin işçilerin haklarını diğer 10 sermaye temsilcisine karşı koruyamadıklarına ilişkin ifade belki biraz değiştirilebilir. Çünkü aslında işçi temsilcilerinin de ne kadar işçileri temsil ettiği şüpheli. Ayrıca sorun işçi sınıfının örgütsüzlüğünde yatıyor, belki buna ilişkin veriler girilebilir.
Sonraki çalıştaylarda somut kapitalist ülkelerle reel sosyalist ülkelerdeki işçilerin sosyal ücretini karşılaştıran bir çalışmanın yapılması çok kafa açıcı olabilir.
Yanıt:
Erhan Nalçacı’ya katkıları için teşekkür ederim. İşçilerin ne kadar temsil edildiği konusundaki şüphe açık bir biçimde haklı. Bu konuda bildiriye bir iki cümle ekledim. Bilimsel çerçevenin dışına çıkmamak adına verisiz yorum yazmamaya çalıştım, bu yüzden bu başlığı bir sonraki bildiride incelemek üzere not ediyorum.
Reel sosyalizm deneyimleri konusundaki inceleme önerisi ise yine bir sonraki çalıştayda ele almayı planladığım başlık, karşılaştırma önerisine de yine gelecek bildiride yer vermek üzere not ediyorum.
Burada görünmeyen diğer tüm katkılar için de çok teşekkür ederim. Bugünün akademisinde geliştirmeye değil eleştirmeye yönelik pek çok tutumla ve türlü adaletsizlikle karşılaşan bir doktora öğrencisi olarak, Bilim ve Aydınlanma Akademisi’nin bir bileşeni olmaktan gurur duyuyorum. Özellikle tüm lisansüstü öğrencilerini dayanışmanın bilimsel çalışma üzerindeki etkilerini, bilimin kolektifliğini görebilmeleri adına bu çalıştaylarda bildiri sunmaya ve Madde, Diyalektik ve Toplum Dergisi için makale yazmaya davet ediyorum.